Süryani Halk Kahramanı ŞEMUN HANNE HAYDO Belgesel Roman Kemal Yalçın Impressum Impressum Die Deutsche Bibliothek CIP-Einheitsaufnahme Süryani Halk Kahramanı ŞEMUN HANNE HAYDO 1.Baskı: Eylül 2018, Almanya 1.Auflage September 2018, Deutschland ISBN: 978-3-947812-00-4 © Kemal Yalçın Alle Rechte, insbesondere das Recht der Vervielfältigung und des Vertriebs, sind vorbehalten. Kein Teil des Werkes darf in irgendeiner Form (Fotokopie, Mikrofilm oder ein anderes Verfahren) ohne schriftliche Genehmigung des Autors Kemal Yalçın reproduziert oder unter Verwendung elektronischer Systeme verarbeitet, vervielfältigt oder verbreitet werden. Bu kitaptaki bütün yazı ve resimlerin her hakkı mahfuzdur. Tamamen veya kısmen (fotokopi, mikrofilm ya da başka bir yöntemle) değiştirilerek kullanılamaz, Yazar Kemal Yalçın’ın yazılı izni olmadan elektronik bir sistem kullanılarak çoğaltılamaz ve dağıtımı yapılamaz. Kapak ve sayfa tasarımı / Umschlaggestaltung und Layout: Mehmet Nazmi Demir Baskı ve cilt / Druck und Bindearbeiten: CPI books GmbH Birkstr. 10 25 917 Leck Yayınlayan / Hearusgeber: Kemal Yalçın Bu kitabımı, Şemun Hanne Haydo’nun anısına, Şemun Ailesi’ne, Basibrin ve Sare köylülerine, ve tüm Süryani Milletine saygı ve sevgilerimle sunuyorum. Kemal Yalçın ŞEMUN HANNE HAYDO MELKE HANNE HAYDO Ressam Sonna Krom tarafından yapılmıştır, Enschede, 2018 Metropolit Hasyo Policarpus’un önsözü Hollanda Metropoliti HASYO POLICARPUS AUGIN AYDIN 6 7 Sunuş Her halkın, her milletin tarihinde zor zamanlarda kurtuluş yolunu gösteren, barışı ve huzuru sağlayan, halkının haklarını koruyan, kendini halkına, milletine feda eden akıllı, cesur, vefalı, vicdanlı, dürüst insanlar, kahramanlar vardır. Mezopotamya’nın, Turabdin’in ve Anadolu’nun en kadim halklarından biri olan Süryaniler çok zorlu, çok kanlı zamanlardan geçerek akılla, bilimle ve cesaretle hayatlarını koruyarak bugünlere gelebilmişlerdir. Süryaniler insanlık tarihine bilim ve kültür insanlarıyla, filozoflarıyla, sanatçılarıyla ve kahramanlarıyla büyük katkıda bulunmuşlardır. Kahramanı, önderi olmayan bir millet, bir halk varlığını sürdüremez. Türklerin Köroğlu Ruşen’i, Türkmenlerin Baba İlyas’ı, Dadaloğlu’su, Çukurova’nın İnce Memed’i, Ege Bölgesi’nin Çakıcı Memed Efe’si, Yörük Ali Efe’si, Kürtlerin Demirci Kawa’sı, Ermenilerin Sasunlu David’i, Antranik Paşa’sı bilinen, tanınan halk kahramanlarıdır. Süryanilerin de tarih boyunca kendini halkına adamış birçok kahramanı ve liderleri ortaya çıkmıştır. Seyfo sırasında ve sonrasında Hazak’ta Şamas Stayfo ve Mıtran Bëhnam Akravi, Mzizah Köyü’nde Mas’ud, Aynwardo Köyü’nde Gello Ğrigo, Gello Şabo ve Kaşo Circo, Midyat’ta İbrahim Şabo, Hah Köyü’nde Resho Hanno, Arbo Köyü’nde Hapsuno, Atti Ailesi’nden Şemun, Enhil Köyü’nden Bisso dbe Kahya Ailesi, Basibrin ve Sare köylerinden Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo gibi halk kahramanları Süryanilerin ölüm kalım günlerinde büyük cesaret göstermiş, Süryanilerin kalplerinde unutulmaz yer edinmişlerdir. 8 9 Kahramanlığın okulu yoktur, fakat kesin kuralları, töreleri vardır. Kahramanlar halkın ve milletin bağrından, hayatın içinden çıkar. Kahramanlar halkıyla, milletiyle birlikte vardır. Halkını sevmeyen ve halkı tarafından sevilmeyen bir insan önder ve kahraman olamaz. Halk kahramanları asil, şerefli bir geleneğin temsilcileridir. Kahramanlık geleneği, kahramanlık bilgi ve tecrübeleri soydan soya, babadan oğula, anadan kıza, kardeşten kardeşe geçer. Halkı için ölenin yerini, hayatta kalan biri alır. Ölenle ölünmez! Direniş ve mücadele geleneği ve ruhu ondan ona, dünden bugüne geçerek devam eder. Bir insanın, bir önderin halk kahramanı olup olmamasına halk kendisi karar verir. Bir insanın halk kahramanı olmasının ölçütlerinden biri, o kahraman hakkında, halk ozanları tarafından şiirler, destanlar, ağıtlar yazılmasıdır. Kahramanların hayatı ve mücadelesi türküleşerek, ağıtlaşarak, destanlaşarak, halay türküsü, oyun ezgisi, roman, tiyatro, sinema konusu haline gelerek insanların ve halkın gönlünde, ruhunda ölümsüzleşmesidir. Şemun Hanne Haydo hakkında, Süryani ve Kürt ozanlar tarafından birçok türkü, destan, ağıt yakılmış ve halkın gönlüne, toplumun bilincine ve insanların bilinçaltına yerleşmiştir. Yazılı kaynakların bildirdiğine göre, Sareli Şemun Ailesi’nin soyağacına bakıldığında bu ailenin, bu sülalenin savaşçı, lider, yönetici karakteri açıkça görülebilir. Şemun Hanne Haydo 1874 yılında Midyat İlçesi, Basibrin-Sare Köyü’nde doğmuştur. Şemun’un babası Hanne, Hanne’nin babası Haydo Müslüman Kürtler tarafından silahla öldürülmüştür. Haydo’nun babası Şemun, Müslüman Kürtler tarafından kılıçla katledilmiştir. Şemun Hanne Haydo’nun amcası Yawse ise Süryaniler ve Kürtler tarafından hançerle parçalanarak öldürülmüştür. Şemun Hanne Haydo’nun kardeşi Melke 1917’de Müslüman Kürtler ve Osmanlı askerleri tarafından Mor Dodo Kilisesi’nde katledilmiştir. Şemun Ailesi’den ortaya çıkan Süryani lider ve kahramanlarından sadece Şemun Hanne Haydo, hayatında birçok defa ölümle burun buruna gelmiş, bin bir türlü beladan, kalleşlikten, nankörlükten, Kürt ağalarının kurduğu tuzaklardan, Osmanlı ve Türk askerlerinin silahlı saldırılarından aklı, cesareti ve bilgisi sayesinde kurtulabilmiştir. Şemun Hanne Haydo Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti hapishanelerinde toplam 13 yıl kadar hapiste yatmış ve sonunda 90 yaşında, kendi köyünde eceliyle vefat etmiştir. Süryani milleti 5000 yıldan beri Turabdin’de ve Mezopotamya’da barbarlara, saldırganlara, soygunculara, zalimlere karşı kendi varlığını korumak için savaşmak zorunda kalmıştı. Süryaniler Arabistan’da Müslümanlığın ortaya çıkmasından sonra, özellikle Müslüman milletlerin, Arapların, Türklerin, Kürtlerin, Selçukluların saldırılarıyla, talan ve işgal savaşlarıyla karşı karşıya kaldılar. Çeşitli milletlerin Süryanilere karşı yaptıkları son 1000 yıldaki talan ve işgal savaşları daima Müslüman dininin cihat bayrağı altında yapıldı ve günümüzde de bu saldırılar hâlâ devam ediyor. Müslümanlar, Müslüman Kürt aşiretleri zayıf oldukları zamanlarda Süryanilere boyun eğmiş, Süryanilerle barış yapmış, güçlendikleri zamanlarda ise Süryaninin canını, malını, namusunu almaktan hiç çekinmemiştir. Süryaniler son 300 yıl anavatanlarını işgal etmek, yaratmış oldukları değerleri talan etmek isteyen Müslüman Kürt aşiretlerine karşı mücadele etmek, savaşmak zorunda kaldılar. 10 11 Kürtler ve Müslümanlar son 200 yıl içinde, yaklaşık her 20-30 yılda bir Turabdin Bölgesi’nde yaşayan Süryanilere saldırdılar. Osmanlı Devleti bu saldırılarda, bu savaşlarda Müslüman Kürtlere çoğu zaman açık açık destek oldu. Süryaniler kendi hayatlarını kendileri korumak zorunda kaldılar. Süryaniler tarihlerinde bir Süryani devletine sahip olamadılar. Süryaniler Orta Doğu’nun, Mezopotamya’nın çeşitli devletleri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde korunmasız bir halk, savunmasız bir azınlık olarak yaşamak zorunda kaldılar. Bu gerçeklik Süryani milletinin acı kaderi oldu. Doğu Süryanileri ve Ezidiler de Süryanilerin acı kaderini yaşadılar, onların da tarihlerinde devletleri olmadı. Onlar da anayurtlarında yaşayabilmek için mücadele ettiler, çok acılar çektiler, birçok kıyımlar, katliamlar yaşadılar. Süryani Kilisesi Süryani milletini bir arada tutan, Süryanilerin dilini, kültürünü, geleneğini yaşatmasını sağlayan önemli bir dini kurumdur. Bağımsız devletleri olmadığı için, devletin yapması gereken kültürel, sosyal işleri, hatta direnişi örgütleme işini Süryani Kilisesi kısıtlı imkânlarıyla yerine getirmek zorunda kaldı. Bu nedenle Turabdin’deki kiliseler, manastırlar savunmaya elverişli tepelere, sarp dağ başlarına kuruldu. Düz yerlere kurulmak zorunda olan kilise ve manastırlar da kale gibi yüksek, kalın taş duvarlarla, surlarla çevrilmişti. Süryaniler kimsenin toprağına, ülkesine, vatanına saldırmadı, işgal etmedi; kimsenin canına, malına, namusuna zarar vermedi. Her zaman saldırganlara, barbarlara karşı canını, namusunu, malını korumak için direndi. Direnerek hayatını kurtarabildi. Süryanilerin devleti olmadığı için kendi çıkarlarını, kendi hayatlarını koruyacak düzenli orduları, silahlı savunma güçleri de yoktu. Bu nedenle saldırgan milletlerin, soyguncu devletlerin ya da Müslüman aşiretlerin saldırılarına karşı, Süryanileri koruma ve savunma görevini köklü ve büyük Süryani aileleri ya da aşiretleri üstlenmişti. Zorda kalan Süryaniler bu ailelerin, sülalelerin ya da aşiretlerin liderlerine, aile büyüklerine sığınıyordu. Turabdin’de çok sayıda birbirine düşman Kürt aşiretleri vardı, günümüzde de vardır. Mardin’den Cizre’ye kadar uzanan bölgede 1900’lerde 76 Müslüman Kürt aşireti vardı. Daha güçlü olmak, her şeye egemen olmak isteyen Kürt ağaları, aşiret reisleri birbirinin kellesini kesecek kadar barbar olabiliyordu. Bu aşiretler günümüzün şartlarına göre varlıklarını ve hâkimiyetlerini sürdürmektedirler. Kürt aşiretlerinin arasında ve onlarla bir arada yaşamak zorunda olan Süryaniler de kendi aşiretlerinin çatısı altında yer alıyor, bazen de Hevêrka Kürt Aşiretler Konfederasyonu’nun ya da Dekşüri Aşireti’nin himayesi altına girmek zorunda kalıyorlardı. Süryani liderler kendilerini ve halkını koruyabilmek için başka çareler aramışlardı. Midyat’ta olduğu gibi Süryaniler kendilerini Kürtlere karşı korumaları için, Nusaybin taraflarında yaşayan Nehrozlar ve Mehmedolar olarak tanınan iki güçlü Kürt ailesini Midyat’a getirmiş, ağa yapmışlardı. Midyatlı Süryaniler uzun yıllar ağa yaptıkları iki Kürt ağaya vergi de vermişlerdi. Mzizahlı Süryaniler de bir Kürdü ailesiyle birlikte Nusaybin taraflarından getirip, kendilerini koruması için başlarına ağa yapmışlardı. Süryaniler denize düşmüşlerdi, çaresizlikten yılana sarılıyorlardı! Turabdin’deki hayat bu yolun doğru bir çözüm olmadığını zamanla gösterdi. Süryanilerin ağa yaptığı Kürtler, önce kendilerini, sonra Süryanileri düşünüyordu. Tehlikeyi ve zoru gördüklerinde ilk kaçan onlar olmuştu. 12 13 Süryaniler kendi hayatlarını kendi imkânlarıyla korumak zorunda kalmışlardır. Süryaninin Süryaniden başka güveneceği kuvvet yoktu. Bu nedenlerle Süryanilerde direnme bir gelenektir, bu direnme geleneği Süryani halkının bağrından birçok kahraman, birçok dirayetli lider çıkarmıştır. Bu kahramanlar, bu liderler olmasaydı Süryaniler Seyfodan da sağ çıkamazlardı. Haydo iki kaçak olarak önce birbirlerine destek olmuş, daha sonraki yıllarda Alike Batte’nin başına buyruk davranışları yüzünden yolları birbirinden ayrılmıştı. Süryaniler ve SEYFO’yu kaleme aldığım sırada Şemun Hanne Haydo hakkında bildiklerim bu kadardı. Bu yüzden kitabımda Şemun Hanne Haydo’ya hak ettiği kadar geniş yer verememiştim. 15 yıldan beri Süryaniler ve Süryani tarihi üzerinde çalışıyorum. Bu çalışmalarımın sonunda üç kitaptan meydana gelen Süryaniler ve SEYFO adlı eserimi 2014 yılında yayınladım. Süryanileri tanımak ve onların kültürlerini, yaşamlarını, tarihi değerlerini daha yakından görüp anlamak için defalarca Turabdin’e gittim. Köy köy dolaştım. Kiliseleri, manastırları gördüm. Ruhanilerle, onlarca yaşlı, genç Süryani ile görüştüm. Canlı tarihlerle, yaşayan şahitlerle uzun uzun konuştum. Bütün bu uzun çalışma ve araştırmalardan sonra Süryaniler ve SEYFO kitabımı kaleme almıştım. 1914-1915’te meydana gelen SEYFO sırasında, Midyat, Aynwardo, Hah, Hazak, Zaz, Kerburan ve Turabdin’in diğer yerlerindeki direnişleri kitabımda genişçe anlatmıştım. 1913 yılında, SEYFO’nun devlet tarafından yapılan ön hazırlıkları sırasında Süryanileri himaye ettikleri bilinen Hevêrka Aşireti Reisi Çelebi Ağa, Alike Batte gibi güçlü Kürt Aşiret reisleri çeşitli gerekçelerle tutuklanıp Harput Cezaevi’ne kapatılmıştı. Aynı yılda benzer gerekçelerle Süryanilerin tek ağası olan Şemun Hanne Haydo da tutuklanarak Harput cezaevine konmuştu. Bu ağalar Seyfo sırasında hapiste tutulmuştu. Alike Batte, Şemun Hanne Haydo 1917 yılında Harput Cezaevi’nden kaçmışlardı. Alike Batte ile Şemun Hanne Süryaniler ve SEYFO’nun yayınlanmasından sonraki zamanda, 2015 yılında bir gün bana telefon geldi. Telefondaki kişi, “Benim adım Şemun Turan, Hollanda’da yaşıyorum. Şemun Hanne Haydo’nun torunuyum. Sare Köyü’ndenim. Sizinle konuşmak istiyorum. Acaba mümkün mü?” diye soruyordu. “Elbette, memnun olurum,” cevabını verdim. Görüşme gün ve saatini kararlaştırdık. Şemun Turan evime geldi. İri yarı, enine boyuna, babayiğit, güler yüzlü bir Süryani idi. Buyur ettim. Oturup konuştuk. Şemun Turan heyecanla, uzun uzun dedesi Şemun Hanne Haydo’yu ve Haydo soyunun gelmişini geçmişini anlattıktan sonra konuşmasını şöyle tamamladı: “Süryaniler ve SEYFO adlı kitabınızı aldım ve okudum. Süryanileri, Seyfoyu çok güzel anlatmışsınız. Süryanilerle ilgili birçok tarihi gerçekleri, Seyfo hakkında birçok yeni bilgiyi kitabınızdan öğrendim. Sağ olun! Fakat kusura bakmayınız, söylemek zorundayım. Kitabınızda Seyfo sırasında Basibrin ve Sare köylerindeki direnişten, bu direnişi yönetenlerden, Süryani Kahramanı Melke Hanne Haydo’dan, Hanne Haydo Ailesinden ve dedem Şemun Hanne Haydo’dan çok az söz etmişsiniz. Süryaniler Seyfo sırasında Aynwardo’da toplanmış ve direnmişti. Aynı şekilde Basibrin Köyü çevresindeki 18 köyde yaşayan Süryaniler de Basibrin Köyü’ne toplanmıştı. Basibrin Direniş Komitesi ve Direniş 14 15 Lideri Melke Hanne Haydo Basibrin Köyü’ne sığınmış olan Süryanilere yardımcı olmuştu. 18 köyün Süryanileri Melke Hanne Haydo’nun liderliği altında örgütlendiler ve direndiler. Bu şekilde 5000 kadar Süryani Seyfodan kurtulabilmişti. Siz bunları hiç yazmamışsınız. Basibrin direnişine ve Şemun Hanne Haydo’ya haksızlık yapmışsınız. Bunun sebebi nedir? Neden Şemun Hanne Haydo’yu çok kısa anlattınız?” “Şemun Kardeşim bir yazar kitabında ancak bildiklerini, bildiği gerçek bilgileri yazabilir. Süryaniler ve SEYFO’yu yazarken Şemun Hanne Haydo hakkında bildiklerim o kadardı. Yazdığım bilgileri de Süleyman Hinno’nun kitabından almıştım. Bugün senin anlattıklarını daha önce bilmiş, öğrenmiş olsaydım Şemun Hanne Haydo’yu daha geniş yazabilirdim,” cevabını verdim. “Ben size elimdeki tüm kaynakları, belgeleri, fotoğrafları, ses kayıtlarını getireceğim. Size bildiklerimi daha geniş anlatacağım.” “Ben de size söz veriyorum, Süryaniler ve SEYFO kitabımın ikinci baskısında, Şemun Hanne Haydo hakkında yazdığım bilgileri genişleteceğim,” dedim. Şemun Turan, “Hayır, ben bunu kabul etmiyorum!” dedi. “Benden ne istiyorsunuz?” “Kemal Efendi, ben sizden Şemun Hanne Haydo hakkında ayrı bir kitap yazmanızı rica ediyorum!” “Şemun Kardeşim ben Süryaniler hakkında 1800 sayfa kadar yazdım ve noktayı koydum. Şimdilik Süryaniler hakkında başka bir kitap yazmayı düşünmüyorum.” “Kemal Efendi, ben size Şemun Hanne Haydo hakkında geniş bilgiler getireceğim, siz onları inceleyiniz, kararınızı ondan sonra veriniz lütfen!” Düşündüm, taşındım... Şemun Turan’ın anlattıkları çok ilginç gerçeklerdi. “Sen bana elindeki tüm bilgileri, resimleri, belgeleri getir. Ben onları okuyayım, inceleyeyim, tekrar konuşalım,” dedim. “Memnuniyetle kabul ediyorum. Size iki gün sonra uğrayacağım. Şemun Hanne Haydo hakkındaki dosyayı vereceğim,” dedi. Şemun Turan dediğini yaptı, iki gün sonra o dosyayı elime verdi. Şemun Hanne Haydo dosyasını okudum, fotoğrafları inceledim. Gerçekten Şemun Hanne Haydo’nun hayatı çok ilginçti. Fakat bir dosya ile kitap yazılamazdı. Şemun Turan’a telefon ettim. “Lütfen geliniz! Bir daha konuşalım!” dedim. Geldi, konuştuk. “Şemun Kardeşim bu dosyada önemli bilgiler var. Fakat bir kitap yazmak için yeterli değildir. Çünkü Şemun Hanne Haydo hakkında Şırnak Üniversitesi Rektörlüğü tarafından, Okutman Canser Kardaş’ın kaleme aldığı dokuz sayfalık makale dışında yazılı başka kaynak, yayınlanmış başka bir kitap yok. Benim yazacağım kitap, Şemun Hanne Haydo hakkında ilk kitap olacak. Böyle bir kitap yazmak çok zordur. Şemun Hanne Haydo’yu tanıyan, onu görmüş, onunla konuşmuş canlı tarihler var mı? Onlarla da konuşmalıyım. Ayrıca Midyat’a gitmeli, Sare ve Basibrin köylerinde yaşadığı mekânları görmeli, Sare’deki, Midyat’taki akrabalarıyla konuşmalıyım. Bütün bu ön araştırmalardan sonra oturup bir daha konuşalım. Ben ancak bu ön araştırmalardan sonra bu kitabı yazıp yazmamaya karar verebilirim.” “Kemal Efendi, ben senin aradığın canlı tarihleri bulabilirim. Fakat lütfen siz önce Turabdin’e gidiniz. Oradaki Süryanilerle, Ezidilerle, Kürtlerle, Mıhalmilerle konuşunuz. Onların Şemun Hanne Haydo hakkında söyleyeceklerini 16 17 dinleyiniz. Siz bu işler bittikten sonra karar veriniz. Şemun Hanne Haydo akrabam olduğu için değil, unutulmaması gereken bir Süryani kahramanı olduğu için bu kitabı yazmanızı rica ediyorum,” dedi. “Konuşmam gereken canlı tarihlerin isimlerini bana verir misin?” “Elbette veririm Kemal Efendi!” Şemun Turan bildiği, yakından tanıdığı canlı tarihlerin isimlerini bana verdi. “Biraz daha düşüneyim. Acele etmeyelim,” dedim. “İstediğiniz zaman başlayabilirsiniz,” cevabını verdi. Anlaştık. Şemun Turan gittikten sonra, hemen Mor Gabriel Manastırı’na telefon ettim. Süryaniler ve SEYFO’nun hazırlığı sırasında bana çok yardım etmiş olan bilgisine, görüşüne çok değer verdiğim Malfono İsa Garis ile konuştum. Durumu anlattım. “Kemal Bey, Şemun Turan’ı iyi tanırım. Güvenilir, vefalı, cesur, bilgili bir gençtir. Sana anlatmış oldukları doğrudur. Şemun Hanne Haydo bir halk kahramanıdır. Hayatını lütfen yazınız. Ben de size yardımcı olurum. Ben çocukluğumda Şemun Hanne Haydo’yu görmüştüm. Babamın yakın arkadaşı idi. Siz önce Berlin’e gidiniz, Şemun Turan’ın ismini verdiği Hori-Episkopos Abune Yuhanun Teber ile başlayınız araştırmalarınıza,” dedi. Daha sonra, Süryaniler ve SEYFO’da hayatını yazdığım, bu kitabın Süryanice, Kürtçe, Arapça konuşmalarını tercüme eden ve düzelten değerli insan Midyat’ın Hapisnas Köyü’nden Melke Gabriel’e telefon ettim. Durumu anlattım. “Kemal Bey, Süryaniler ve SEYFO kitabını kaleme aldığınız zaman ben size söylemiştim. Şemun Hanne Haydo Süryani 18 Hori-Episkopos Abuna Yuhanun Teber, Berlin, 7.6.2015 (Foto: Duisburg-Essen Üniversitesi Kemal Yalçın Arşivi-D.E.Ü.K.Y.A.) halk kahramanıdır. Lütfen onun hayatını yazınız. Size her türlü yardıma hazırım! Çeviri ve düzeltmeleri seve seve yaparım,” diyerek Şemun Turan’ı destekledi. Malfono İsa Garis ve Melke Gabriel ile yaptığım bu konuşmalar bana güç ve şevk verdi. İsa Garis’in önerisine uyarak, 7 Haziran 2015 günü Berlin’e gittim. İlk önce 94 yaşındaki Hori-Episkopos Abuna Yuhanun Teber ile görüştüm. Şemun Hanne Haydo hakkında birinci elden geniş bilgiler aldım. Daha sonra, Berlin’de yaşayan Haydo’nun oğlu Aziz Turan ile görüştüm. Babayiğit, mert insanlar olan Cebrail ve Aleksandra Turan Ailesi’nin evine gittim. Almanya Sür19 Cebrail Turan’ın evinde. Soldan sağa: Kenan Turan, Aziz Turan, Hanna Erensoy, Abuna Saliba Tutuk, Cebrail Turan, Berlin, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Şemun Hanne Haydo Divanı önünde, soldan sağa: Yuhanun Turan, Şükrü İnan, Kemal Yalçın, Fikri Turan, Said Turan, 27.7.2015, Sare (Foto: Jakob Gabriel) yani Metropoliti Matias Nayiş, Hollanda Metropoliti Evgin Aydın da oradalarmış. Hepsiyle görüştüm. Düşüncemi ve amacımı açıkladım. Onlardan çok ilginç ve önemli bilgiler aldım. Fakat kitap yazmak için bu bilgiler yetmezdi. 27 Temmuz 2015 günü, beşinci kez Mardin üzerinden Midyat’a gittim. Midyat’taki Süryani dostlarımla, İskender dbe Basso, Gabro Tokgöz, Jakob Gabriel, Diba Gabriel ile görüştüm. Geliş amacımı anlattım. “Şemun Hanne Haydo Süryani tarihinin önemli şahsiyetlerinden, Süryani halkının kahramanlarından biridir. Bu kitabı yazmalısın. Biz elimizden gelen her türlü yardımı yapmaya hazırız,” dediler. Jakob Gabriel’in arabasıyla 27.7.2015 günü öğleden sonra Sare’ye gittik. Şemun Hanne Haydo’nun torunu Fikri Turan bizi bekliyormuş. Şemun benim geleceğimi ona bildirmiş. Sare’de yaşayan Süryaniler onartılan, yenilenen Şemun Hanne Haydo Divanı önünde toplandılar. Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo hakkında bildiklerini anlattılar. Fikri Turan 1990 ile 2005 arasında Sare Köyü’nde yaşanan olayları ayrıntılı olarak anlattı. Salihiler Aşireti’nden korucular 1994’te Sare Köyü’nü işgal etmişler. Sare’yi 10 yıl kullanmışlar. Avrupa ülkelerinde yaşayan Sareli ve Basibrinli Süryaniler Sare’yi geri almak için çalışmaya başlamışlar. 2001’de 20 21 Sare Kilisesi, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Turabdin Oteli önünde. Önde soldan sağa: Gebro Tokgöz, Diba Gabriel, İskender dbe Basso, Papaz İshak Ergün. Arkada: Jakob Gabriel, Kemal Yalçın, 27.7.2015, Midyat Almanya’da bir dernek kurmuşlar. Uzun bir hukuk mücadelesi vermişler. Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti Devleti ilgilileriyle görüşmüşler. 2004 yılında işgalciler köyden çıkarılmış ve onlara çok para verilmiş. Sare’nin yeniden imar edilmesi için de çok para harcamışlar. Bu paralar Avrupa’da, Amerika’da yaşayan Sarelilerden, Basibrinlilerden, Şemun Hanne Haydo’nun akrabalarından bağış olarak toplanmış. Sare sokaklarını, restore edilmiş olan Sare Kilisesi’ni gezip gördük. Sare Turabdin’de gördüğüm en düzenli, en temiz, modern bir köy olmuş. Sokaklarına parke taş döşenmiş. Kanalizasyon sistemi kurulmuş. İçme suyu şebekesi yapılmış. Bir insan köyünü, doğduğu toprağı ancak bu kadar sevebilir! Sare’de akşamı ettim. Karanlık oldu. Basibrin’e gidecek zaman kalmadı. “Ben daha sonra tekrar Turabdin’e geleceğim, Basibrin’e, Mor Dodo’ya gideceğim. Şemun Hanne Haydo’nun mezarını ziyaret edeceğim,” diye Sarelilere söz verdim. Midyat’a döndük. Jakob Gabriel’in muhteşem Turabdin Oteli’nde toplandık. İskender dbe Basso, Gabro Tokgöz, Jakob Gabriel, Şemun Hanne Haydo hakkında bildiklerini tek tek anlattılar. Konuşmaları teybime kaydettim. 28 Temmuz 2015 günü Bote, Yukarı Kafro, Kerburan’a gittim. Oralarda araştırma yaptım. Midyat ile Kerburan arasına çok düzgün bir yol yapılmış. Tepeler yarılıp geçil- 22 23 Kerburan Kiliseleri ve Camisi, 28.7.2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Mor Yahanon Kilisesi’nde toplanan Mzizahlı Süryanilerle, 29.7.2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) miş. Bu yolun kenarındaki, bu yola hâkim tepelere korucu barınakları yapılmış, mazgallarına makinalı silahlar yerleştirilmiş. Midyat’tan Kerburan’a varıncaya kadar en az on yerde yola çevrilmiş namluların önünden geçtik. 29 Temmuz 2015 günü Aynwardo, Mzizah köylerine gittim. Mor Yahanon Kilisesi Papazı Denho Bulut, İliyo Kaya, Musa Alkan ve İsa Aydın ile konuştum, Şemun Hanne Haydo hakkında bildiklerini dinledim. Mzizah Köyü’nde Alike Batte’nin mezarını ziyaret ettim. 30 Temmuz 2015 günü, Midyat’ta araştırmalarıma devam ettim. Jakob Gabrile ile birlikte Mor Gabriel Manastırı’na gittim. Metropolit Samuel Aktaş’ı ve Malfono İsa Garis’i ziyaret ettim, araştırma konum hakkında konuştum, bilgi- ler aldım. Diba Gabriel ve Jakob Gabriel ile Şemun Hanne Haydo ve Turabdin’deki durum hakkında görüş ve bilgi alışverişinde bulundum. 1 Ağustos 2015 günü uçakla Ankara’ya geldim. Alike Batte’nin torunu 82 yaşındaki Alike Batte ile konuştum. Alike Batte ve Şemun Hanne Haydo hakkında aklı başında, sağduyulu, değerli bir Kürt’ten birinci elden bilgiler aldım. Bu görüşme çok yararlı oldu. Ankara’dan İstanbul’a geçtim. Yazılı kaynak aradım. “Heverkân Sultanları” adlı kitabı buldum. Yazarı Nezirê Cibo ile telefonda konuştum. Sonra bilgi ve görüşlerine güvendiğim, Mzizahlı değerli dostum Hanna Artan dbe Mirza ile görüştüm. Canlı tarihlerden, görgü tanıklarından aldığım bilgiler 24 25 birbirini tamamlayan önemli bilgilerdi. Berlin’de, Sare’de, Midyat’ta, Aynwardo’da, Mzizah’ta, Ankara’da, İstanbul’da konuşan her canlı tarih, “Şemun Hanne Haydo bir kahramandır, Süryaniler için çok büyük işler yapmıştır. Eğer Seyfo sırasında hapiste olmasaydı, mutlaka Süryanilerin direnişinin başında olurdu. Bu kitabı yaz. Bizden ne istiyorsan söyle, elimizden gelen yardımı yapalım,” dediler. Şemun Hanne Haydo Turabdin’in bilinen son 300 yıllık tarihinde iyi bir eğitim almış, dünyaya açık, dünyanın gidişatından haberi olan; Latin, Süryani ve Arap alfabelerini rahatça kullanabilen, İngilizce kitapları, gazeteleri okuyabilen, Osmanlı Devleti’nin kanunlarını ve tarihini iyi bilen tek Süryani lider idi. Şemun Mardin’de Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra bir süre öğretmenlik de yapmıştı. O zamanlarda Çelebi Ağa, Serhano Ağa, Alike Batte gibi Kürt aşiret ağalarından hiçbiri okuryazar değildi. Harput Cezaevi’nde 1913-1917 yıllarında Kürt ağaları ile birlikte kalırken, içlerinde okul bitirmiş, kanunları bilen tek kişi olarak Şemun Hanne Haydo, bütün ağaların dava dosyalarını okuyor, itiraz dilekçelerini yazıyor, tutuklulara dava vekili gibi yardımcı oluyordu. Bu nedenle 1913 öncesinde Şemun Ailesi’ne ve Şemun Hanne Haydo’ya düşman olan, aralarında kanlı bıçaklı kavgalar olan Kürt ağaları onun kalemine, bilgisine muhtaçlardı. Bu zorunluluk, Şemun Hanne Haydo’nun hapiste, Müslüman Kürt ağaları ve düşmanları arasında tek bir Süryani, tek bir Hıristiyan olarak hayatta kalabilmesini ve aralarında zorunlu bir dostluk kurulmasını sağlamıştır. Almanya’ya döndüm. Şemun Turan ile bir araya geldik. “Şemun kardeşim, Midyat’a, Ankara’ya, İstanbul’a gittim. Senin isimlerini verdiğin ve vermediğin canlı tarihlerle konuştum. Çok önemli bilgiler elde ettim. Fakat gene de kitap yazmak için yeterli değildir. Başka canlı tarihler var mı? Onlarla da konuşayım,” dedim. “Merak etme! Hollanda’da Şemun Hanne Haydo’nun yakın akrabaları var. Onlarla da konuşmalısın,” cevabını verdi ve sözlerini şöyle tamamladı, “29 Kasım 2015 günü, Hengelo Kilisesi’nde 1915’te, Basibrin Köyü’nde yapılan direniş sırasında şehit olmuş olan Melke Hanne Haydo ve 100 Süryani için mum yakacağız. Basibrin Direnişi’ni Anma Toplantısı düzenledim. Toplantıdan sonra Melke Hanne Haydo ve tüm Seyfo şehitler için bir anma yemeği vereceğim. Lütfen 28 Kasım günü geliniz. İsa Gergin, İsa Aslan, Abune Hori Gabriel Kaya, Nisani Kaya, Amcam Süleyman Turan ile konuş lütfen. En sonunda benimle konuşursun,” dedi. 26 27 Mor Gabriel Manastırı’nda: Soldan sağa: Jakob Gabriel, Turabdin Metropoliti Samuel Aktaş, Kemal Yalçın ve Malfono İsa Garis, 30.7.2015 Kirchardt kentinde soldan sağa: Denho Tozman, Aziz Ünal, Kemal Yalçın, Yusuf dbe Kaşo Sawme, Şemun Turan Şemun dbe Kaşo Sawme, 18.6.2016 28 Kasım 2015 günü, sabahtan akşama kadar adı geçen canlı tarihleri dinledim. İsa Gergin, Süleyman Turan çok önemli, çok ayrıntılı bilgiler verdiler. 18.6.2016 günü Şemun Turan, Aziz Ünal ve Denho Tozman ile Almanya’da Kirchardt kentine gittik. 85 yaşındaki Yusuf dbe Kaşo Sawme ile uzun uzun konuştuk. Yolda Aziz (Ünal) dbe Sallo dbe Yako’dan bilgiler aldım. 19.6.2016 tarihinde Ahlen şehrinde yaşayan Basibrinli yaşlı kadınlarla görüştüm, söyleşiler yaptım. Aynı gün Paderborn şehrine gittik, Hapsuno dbe Bahho ve Turo Dizlo Köyü’nden yaşlı insanlarla konuştum. En sonunda Şemun Turan ile tekrar uzun bir söyleşi yaptım. Kafamdaki soruların cevabını bulmaya çalıştım. Önemli olayları en az üç canlı tanığa anlattırdım. Bütün bu hazırlıklardan sonra Şemun Hanne Haydo’nun ve Melke Hanne Haydo’nun hayat28 larını gün gün, ay ay, yıl yıl öğrenmiş oldum. Elde ettiğim bilgilere dayanarak Haydolar soyunun yaklaşık 300 yıllık tarihinin kronolojisini yaptım. Bütün bu araştırmalarımın sonunda Şemun Hanne Haydo’nun bir Süryani kahramanı olduğunu daha iyi anladım. Bu kahramanın unutulmaması, mücadelesinin genç nesillere örnek olması için, bir vefa borcu olarak onun hayatını yazmaya karar verdim. Kaleme aldığım her canlı tanığın anlattıklarını tekrar kendisine okudum, onayını aldıktan sonra bu kitapta yayınladım. Kitapta yer alan önemli bilgileri en az üç kişiye doğrulattıktan sonra yayınladım. Bu kitap Şemun Hanne Haydo hakkındaki ilk ve tek kitap oldu. Benden sonraki araştırmacılar Şemun Hanne Haydo hakkında yeni kitaplar yazarlarsa çok memnun olurum. Bochum, 13 Temmuz 2018, Kemal Yalçın 29 Teşekkürler Süryani Halk Kahramanı ŞEMUN HANNE HAYDO adlı bu kitap aynı anda beş dile çevrildi. Bu kitabın ön araştırmalarında Mor Gabriel Manastırı’nda bana temel bilgileri veren, beni bu kitabı yazmaya teşvik eden Turabdin Metropoliti Samuel Aktaş’a ve Malfono İsa Garis’e saygı, sevgi ve teşekkürlerimi sunarım. Bu kitabın İngilizce çeviri dosyasını okuyan, düzelten ve Önsöz yazarak beni ve kitabımı onurlandıran Hollanda Metropoliti Hasyo Policarpus’a çok teşekkür ederim. Bu kitabın meydana gelmesi sırasında bana yardım etmiş olan; bildiklerini, gördüklerini, duyduklarını, hatıralarını benimle paylaşan Hıristiyan, Müslüman, Süryani, Kürt, Türk herkese çok teşekkür eder, şükranlarımı sunarım. Bu kitabımı esas olarak canlı tarihlerin anlatımlarına dayanarak yazdım. Kitabımın son bölümünde tanıttığım 34 canlı tarihe tek tek saygı, sevgi ve özel teşekkürlerimi sunarım. Onlar olmasa bu kitabı yazamazdım. Bazı canlı tarihler bildiklerini, gördüklerini, hatıralarını Süryanice anlattılar. Süryaniceden Türkçeye çevirileri Şemun Turan, Süleyman Turan, İsa Gergin, Jakop Gabriel yaptı. Kendilerine çok teşekkür ederim. Kürtçeden Türkçeye çevirilerde, düzeltmelerde ve konuyla ilgili kaynakların bulunmasında Duisburg-Essen Üniversitesi Türkistik Bölümü Öğretim Üyelerinden Davut Yeşilmen yardımcı oldu. Kendisine çok teşekkür ederim. Bu kitabın elyazmalarını ve basım dosyasını dikkatle beş kere okuyan, Kürtçe, Mhelmice, Arapça, Süryanice insan ve yer isimlerinin doğru yazılmasında yardımcı olan, dikkatle Türkçe düzeltmeler yapan Hapisnaslı Melke Gabriel’e saygı, sevgi ve şükranlarımı sunarım. Ayrıca Türkçeden Süryaniceye, Süryaniceden Türkçeye çevirilerde yardımcı olan Abuna Fikri Gabriel’e ve Abud Gabriel’e çok teşekkür ederim. Süryani Halk Kahramanı ŞEMUN HANNE HAYDO kitabının araştırma, çeviri ve baskı masraflarına gönüllü katkıda bulunan Süryani kardeşlerime çok teşekkür ederim. Kitabımın basım dosyasını dikkatle okuyan, Türkçe düzeltmelerini yapan Ayşe Canpolat’a ve Havva Özdemir’e teşekkürlerimi sunarım. 30 31 Türkçeden Almancaya çeviriyi Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi Emekli Almanca Öğretim Üyesi Şenay Plassmann yaptı. Almancadan Arapçaya Shlemun Yuhanun çevirdi. Türkçeden İngilizceye ABD’de, Fresno Şehri’nde yaşayan İstanbullu Arman Kantarcı çevirdi. Türkçeden Hollandacaya çeviriyi Leiden Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiş olan Riekie Altay yaptı. Türkçeden Süryaniceye çeviriyi İsveç’te yaşayan, Södertörn Koleji’nde Sayfo ve Çağdaş Batı-Süryanice dili, (Şurayt) üzerinde araştırma görevlisi olarak çalışan Hanna Beth-Sawoce yaptı. Ayrıca Süryaniceden Türkçeye çevirilerde, Süryanice insan ve yer isimlerinin yazımında, konuya ilişkin belge ve kaynakların bulunmasında bana çok yardımcı oldu. Çevirmen arkadaşlarım bu kitabı severek, isteyerek, merakla, sabırla çevirdiler. Sadece çevirmediler İngilizce, Almanca, Arapça, Hollandaca ve Süryanice olarak yeniden yazdılar. Bu kitap değerli çevirmen kardeşlerim sayesinde dünyaya sunuluyor. Kendilerine çok teşekkür eder; ellerine, akıllarına, yüreklerine sağlıklar dilerim! Altı dilde yayınlanan bu kitabımın sayfa düzenlerini ve kapak tasarımlarını yapan grafiker Mehmet Nazmi Demir’e candan teşekkürlerimi sunarım. İngilizce, Almanca, Arapça, Süryanice, Hollandaca ve Türkçe baskılarını yapan CPI books Matbaası işçilerine de çok teşekkür ederim. Ayrıca beni bu kitabı yazmaya ısrarla teşvik eden, bana bildiklerini anlatan, elindeki belgeleri, özel arşivindeki fotoğrafları veren, konu ile ilgili canlı tarihleri bulan bilgili, vefalı, fedakâr, cesur bir Süryani evladı olan Şemun Turan’a özel teşekkürlerimi sunarım. Şemun Turan olmasa, ısrar etmese konuyu anlayamayacak ve bu kitabı yazmayacaktım. Bu nedenle bu kitap aynı zamanda Şemun Turan’ın da kitabıdır. Extertal, 22 Temmuz 2018, Kemal Yalçın 32 Süryani Halk Kahramanı ŞEMUN HANNE HAYDO Giriş Süryaniler dünyanın, Turabdin’in ve Mezopotamya’nın en kadim halklarından biridir. Miladi 2016 yılı, Süryani takviminin 6767. Yılıdır. Süryanilerin kökleri tarihin çok derinlerine gitmektedir. Turabdin ve Mezopotamya Süryanilerin anayurdudur. Süryanice bir kelime olan “Turabdin” Türkçeye “Allah’ın kullarının dağları, toprakları” anlamında çevrilebilir. Turabdin günümüzde Mardin, Midyat, Nusaybin, Cizre, Hazak, Hasankeyf, Gercüş, Batman, Ömerli ve Savur’u içine alan coğrafi, kültürel ve tarihi özellikleri olan bir bölgenin adıdır. Mezopotamya Fırat ile Dicle nehirleri arasında kalan, bağrında çok farklı halkları, çok zengin kültürleri barındırmış olan ve aynı zamanda çok kanlı savaşlara, çok acılı yıkımlara, çok uzun ölüm kalım mücadelelerine sahne olmuş bir bölgenin adıdır. Mezopotamya’da kardeş kavgaları, din ve mezhep savaşları hâlâ tüm şiddetiyle devam etmekte, insanlığın vicdanını sızlatmaktadır. Süryaniler Hıristiyanlığı ilk kabul eden halktır. Hıristiyanlığın yayılmasına, gelişmesine çok emek vermişlerdir. Antakya’da Patriklik Merkezi’ni ve Antakya Okulu’nu Süryaniler kurmuşlardır. 35 K e m a l Ya l ç ı n Turabdin haritası Süryaniler Müslümanlığın ortaya çıkmasından yüzlerce, binlerce yıl önce Mezopotamya’da ve Turabdin’de manastırlar, kiliseler, okullar, yollar, sulama sistemleri inşa etmiş; şehirler, köyler kurmuşlardır. Midyat yakınındaki Mor Gabriel Manastırı M.S. 397’de, Mardin’deki Deyrulzafaran Manastırı ise M.S. 5. yüzyılda kurulmuştur. Türkler Anadolu’ya, Kürtler Turabdin’e gelmeden çok önceleri Süryaniler bu topraklarda yaşıyorlardı. Türk Boyları Anadolu’ya 1000 yıllarından sonra gelmeye başlamıştır. 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra büyük kitleler halinde Anadolu’ya girmişlerdir. Bu dönemde Anadolu’ya gelen Türklerin toplam sayısı 400.000 kadardı. Aynı dönemde Anadolu’da yaşayan Hıristiyanların yani Bizans36 Şemun Hanne Haydo lıların, Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların, Pontusların, Lazların toplam sayıları beş milyon kadardı. 1000 ile 1900 yılları arasındaki Anadolu tarihi, Anadolu’nun Müslümanlaştırılması; 1900 ile 2000 yılları arası ise Anadolu’nun Türkleştirilmesi ve Sünnileştirilmesi tarihi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun temel siyaseti Anadolu’yu ve Turabdin’i Müslümanlaştırmaktı. Osmanlı İmparatorluğu’nda son nüfus sayımı 1914 yılında yapılmıştı. Bu sayıma göre Osmanlı İmparatorluğu’nun toplam nüfusu 18,5 milyon, şimdiki Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan toplam nüfus ise 16,5 milyondu. Bu sayım sonuçlarına göre, 1914 yılında, şimdiki Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Müslüman olmayan vatandaşların, Ermenilerin, Süryanilerin, Rumların, Yahudilerin, Doğu Süryanilerinin, Keldanilerin toplam sayısı 4 milyon kadardı. 2016 yılında ise Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı olan tüm Hıristiyanların, tüm Müslüman olmayanların sayısı 100 binin altına düşmüştür. 1914 yılında Turabdin Bölgesi’nde yaşayan Süryanilerin toplam sayıları 200 bin kadardı. Eğer Seyfo olmasaydı, Süryanilerle Kürtler, Hıristiyanlarla Müslümanlar karşılıklı saygı ve sevgiyle barış içinde yaşasalardı, devlet bu insanlara adil ve adaletli davransaydı 2018 yılında 80 milyonluk Türkiye’de yaklaşık bir milyon kadar Süryaninin yaşaması gerekirdi. Oysa günümüzde tüm Türkiye’de 15 bin, Turabdin’de ise sadece 2-3 bin kadar Süryani kalmıştır. Ne oldu bu insanlara? Ne oldu bu Süryanilere? 37 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Kürtlerin Turabdin’e gelmeye başlamasından sonra Süryaniler ile Kürt aşiretleri arasında sürekli çatışmalar yaşanmıştır. Kürt aşiretleri, Turabdin’de yaşayan Süryanilerin mallarına mülklerine, kadınlarına kızlarına sürekli saldırılarda bulunmuşlardır. Bu çatışmaların esas amacı; yerleşik hayata geçmiş, Mezopotamya ve Anadolu’da ticari hayatta yer almış Süryanilerin yaratmış oldukları zenginlikleri yağmalamak, çalmak ve hazıra konmaktır. Kürtler bu yağmalama ve ganimetlere el koyma savaşlarını Müslümanlığın, şeriatın bayrağı altında yapmışlardır. Bu nedenle yağma ve soygun kavgası, Müslüman-Hıristiyan kavgası biçiminde yürütülmüştür. Bu anlamda Müslümanlık, Kürt aşiretlerinin Süryanilere karşı yürüttükleri hâkimiyet ve soygun kavgasının dini örtüsü olmuştur. Bu özellik nedeniyle Süryaniler kendi tarihlerini, Kürtlerle olan kavgalarını anlatırken “Kürt” kavramından çok “Müslüman” kavramını kullanmışlardır ve kullanmaktadırlar. Süryaniler hiçbir zaman Kürt komşusunun, Müslüman köylüsünün malını çalmak, karısını kızını kaçırıp Hıristiyan yapmak için kavga etmemiştir. Her zaman bunun tam tersi olmuştur. Ne yazık ki, tarihin sayfalarında, insanların hafızalarında, toplumun bilinçaltında kapı komşusu bir Kürdün, bir Müslümanın, sofrasında yıllarca ekmek yemiş olduğu bir Süryaninin canını aldığının, namusuna el uzattığının yüzlerce örneği vardır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Kürt-Süryani, Müslüman-Hıristiyan çatışmaları 1800 yıllarından sonra artmıştır. Botan Emiri Bedirhan, 1840-1845 yılları arasında Hakkâri-Cizre Bölgesi’nde 40.000 kadar Doğu Süryani halkını öldürmüştür. Bu katliamdan kurtulmak için birçok Süryani Turabdin Bölgesi’ne göç etmek zorunda kalmıştır. Müslümanların, Kürtlerin Süryanilere ve Hıristiyanlara karşı saldırıları, yağma savaşları, katliamlar her 25-30 yılda bir tekrarlanmıştır: 1845, 1865, 1895, 1915, 1942, 1964, 1974... Turabdin’de yaşayan Süryanilere karşı Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetmekte olan İttihat ve Terakki Hükümeti’nin emri, Padişahın fermanı, Şeyhülislam’ın fetvasıyla en büyük katliam, Süryanicede Seyfo olarak ifade edilen soykırım 1914-1915-1916-1917 yıllarında Kürtlerin, Türklerin ve Müslümanların eliyle yapılmıştır. Turabdin’deki Seyfoda esas olarak Kürtler, Müslümanlar bilerek ve isteyerek yer almışlardır. Mardin’de, Kızıltepe’de Midyat’ta, Kerburan’da, Aynwardo’da, Basibrin’de, Hah’ta, Zaz’da, Bote’de, Kefro’da, Keferze’de, Hazak’ta, Hasankeyf ’te, Mzizah’ta, Hapisnas’ta ve diğer köylerde Süryanilerin canını alan, kızını karısını kaçıran, malını mülkünü yağmalayan İzmir’den, Edirne’den, Ankara’dan gelen Türkler değil, kapı komşusu, köylüsü Kürtlerdi, Müslümanlardı. Mardin’den Cizre’ye kadar uzanan bölgede hâkimiyet kurmuş olan 76 Kürt aşiretinden çoğu Seyfoda gönüllü olarak yer almıştı. Bu nedenle günümüzde Turabdin Bölgesi’nde yaşayan toprak ağalarının, aşiret reislerinin hemen hemen tamamı Süryani ve Ermeni mallarına el koyarak zengin olmuşlardır. Turabdin’deki topraklar Süryanilerin kanlarıyla sulanmış olan kanlı topraklardır. Turabdin’de, Basibrin ve Sare köylerinde yaşamış ve yaşamakta olan Haydo soyu, Haydolar olarak adlandırılan aile 700 yıldan beri etrafını sarmış olan Müslümanlara, Kürtlere karşı ölümle hayat arasında var olma mücadelesi vermişler hem kendilerini hem de köylerindeki, aşiretlerindeki Süryanileri korumaya çalışmışlardır. 38 39 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo hayatını bu var olma mücadelesine adamak zorunda kalmıştır. Şemun’nun babası Hanne, dedesi Haydo, kardeşi Melke komşuları olan Kürt ağaları tarafından öldürülmüşlerdir. Haydolar soyunda sadece Şemun Hanne Haydo eceliyle ölmüştür. Haydolar soyunun ve Haydolar Aşireti’nin ve özellikle Turabdin’de hüküm sürmüş tek Süryani Ağası Şemun Hanne Haydo’nun hayat hikâyesi Turabdin’deki insan ilişkilerini ve Süryanilerin tarihini anlamak bakımından çok önemlidir. BİRİNCİ BÖLÜM Basibrin’den Sare’ye göçenler 40 1. Basibrin ve Sare Turabdin denizden 1000-1200 metre yüksekliğinde engebeli, üzerinde çok sayıda tepe bulunan taşlı bir platodur. Turabdin’de yüksek dağlar, akarsular yoktur. Dicle Nehri Turabdin’in kuzeyinden güneye doğru akar. Midyat ile Nusaybin arasındaki Tur İzlo Dağı’ndan çıkan ve Beyazsu olarak adlandırılan kaynak bölgenin su ihtiyacının bir kısmını karşılar. Turabdin’de köylerin çoğu savunmaya elverişli tepelere kurulmuştur. Düze kurulmuş köyler ise bir tehlike anında yakınlarındaki savunmaya elverişli köye giderlerdi. Kiliseler, manastırlar ise daima her köyün savunmaya elverişli yüksek bir yerine kurulmuş, etrafı da surlarla ya da taş duvarlarla çevrilmiştir. Bu nedenle Turabdin’deki kiliseler, manastırlar Müslümanlarla çatışmalarda sığınma ve direniş yerleri olmuştur. Basibrin ve Sare köyleri Midyat ile Cizre arasında yer alır. Basibrin son üç yüz yılda birçok saldırıya maruz kalmıştır. Etrafında Müslüman köyleri bulunur. Sare Köyü, Basibrin’e iki kilometre uzaklıktadır. Köyün doğu tarafı derin bir vadiye bakar. Batı tarafı ise düz araziye açılır. Bu nedenle savunması zor bir köydür. Etraftaki dağlar, tepeler meşe ağaçlarıyla kaplıdır. Bu bölge, Turabdin’in 43 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo diğer taraflarına göre daha yeşildir; bağlar, bahçeler vardır. Arazi tarıma ve hayvancılığa elverişlidir. Sare ile Basibrin köylerinin arazileri iç içe geçmiştir, bu iki köy arasında sınır yoktur. Çünkü bu iki köyün insanları, Süryani aileleri birbirinin akrabasıdır. Sare 1300 yıllarında tamamen bir Süryani köyü idi. Basibrin’de de sadece Süryaniler yaşıyordu. 1300 yıllarından itibaren Zahuran taraflarından Kürtler, Müslümanlar gelmeye başladılar. Bazı Kürtleri de ihtiyacı olan Süryaniler çoban ya da hizmetkâr olarak getirmiş, köye yerleştirmişlerdi. Bu Kürtlerin hepsi Müslümandı. Süryaniler onların dinine, inancına, namazına abdestine karışmıyordu. Müslümanlar ilk zamanlarda kapısında çalıştıkları Süryani ailelerine karşı son derece saygılı ve bağlıydı. Zamanla çobanların, hizmetkârların, boğaz tokluğuna çalışan ırgatların sayısı artmaya başladı. Beş Kürt aile zamanla on oldu, yirmi oldu. Bir zaman geldi, Basibrin’de 100 hane Süryaninin yanında 40-50 hane Kürt yaşamaya başladı. Köye başını sokan Kürtler, yakınını, akrabasını, aşiretinden aileleri de getiriyordu. Sayıları arttıkça güçlendiler, güçlendikçe Süryanilerin mallarına, namuslarına göz dikmeye başladılar. Süryanilerin ileri gelenleri köye yerleşmiş olan bu Kürtleri, Müslümanları uyarıyor, davranışlarına dikkat etmelerini söylüyordu. Onlar özür diliyor, söz veriyor, “Bir daha olmaz!” diyor, ama bir iki ay geçince aynı davranışlarına devam ediyorlardı. Söz verme, uyarma yetmedi, tehditler başladı. Tehditler yetmedi kavgalar başladı. Köyün ileri gelenleri bir araya geliyor, kavgaları önlemeye çalışıyordu. Küçük bir kavga zamanla büyük kavgalara dönüşüyordu. Kavgaların çoğu hırsızlıktan ve Süryani kadın ve kızlarını taciz etmekten çıkıyordu. Müslüman Kürtler kendi aşiretinden bir kadına yapmadıklarını, yapamayacaklarını Süryani kadınlarına kızlarına yapmaktan çekinmiyordu. 1360 yıllarında bir gün beklenen oldu. Bir Müslüman çoban, çobanlık yaptığı Süryani ailenin kızını zorla kaçırdı ve tecavüz etti. Bu olay üzerine Basibrin’de Süryanilerle Müslümanlar arasında kavga çıktı. Süryaniler dayak zoruyla kaçırılan kızlarını geri aldılar. Fakat Müslümanların kız kaçırması, kadın ve kızları rahatsız etmeleri ne ilkti ne de son olacaktı. Süryani ailelerin sözcüleri bir araya geldiler. Durumu değerlendirdiler. Ne yapacaklarını ne yapmaları gerektiğini tartıştılar. Sonunda artık Müslümanlarla bir arada yaşamalarının mümkün olmadığı, köye sonradan gelen ister çoban olsun, ister ırgat olsun, ister tarla sahibi olsun tüm Müslümanların, tüm Kürtlerin köyden çıkarılmalarına karar verildi. Bu karar Müslümanlara bildirildi. “Tamam gideriz, fakat evimizin, malımızın karşılığını vereceksiniz!” dediler. Pazarlık başladı. Sonunda 5 kilo altın karşılığında köyden çıkmayı kabul ettiler. Süryaniler aralarında 4,5 kilo altın topladılar. Yarım kilo altın eksik gelmişti. Mor Gabriel Manastırı’na borç almak üzere üç kişi gönderdiler. Mor Gabriel’den borç aldıkları yarım kilo altını Müslümanlara verdiler. Altınlarını alan 40-50 hane Müslüman Kürt Basibrin’den ayrıldı. Basibrinli Süryaniler, “Beş kilo altın verdik ama Müslümanlardan kurtulduk. Bundan sonra rahat ederiz, kimse malımıza, mülkümüze, namusumuza dokunamaz artık!” diyerek rahatlamışlardı. 44 45 K e m a l Ya l ç ı n 2. Sare’ye baskın! Şemun Hanne Haydo İstedikleri 5 kilo altını alarak Basibrin’den ayrılan Müslümanlar bir süre göçebe olarak köyden köye dolaştılar. Zorla girebilecekleri bir Süryani köyü aradılar. Sareli Süryanilerden birçoğu aralarında çıkan bir anlaşmazlık nedeniyle köyü terk etmişlerdi. Evleri boş duruyordu. Bunu öğrenen Basibrinli Müslümanlar Sare Köyü’nü ele geçirmeye karar verdiler. Köyün sınırına geldiler. Köyde yaşamakta olan Süryaniler Müslümanları Sare’ye sokmak istemediler. Çatışma çıktı. Müslümanlar daha henüz güçsüzdü. Geri çekildiler. Fakat bir kez saldırıya başlamışlardı. Ne yapıp edip zayıf gördükleri Sarelileri yok ederek ya da teslim alarak köyü işgal edeceklerdi. Sareliler de yıllardan beri yaşadıkları tecrübelerden bunu öğrenmişlerdi. Sarelilerin akrabalarından bir kısmı Basibrin’de yaşıyordu. Hemen gidip Basibrin yöneticilerinden yardım istediler. Basibrinliler, “Buradan kovduğumuz Müslümanların Sare’ye yerleşmesini kabul edemeyiz. Sare de bizim köyümüz sayılır, çoğumuzun malı mülkü, tarlası, bağı oradadır. Akrabalarımız oradadır! Basibrin’den 8-10 aile Sare’ye taşınsın, boş evlere yerleşsin, gidenlere yardım edelim. Tarla, bağ verelim. Sare’yi güçlendirelim,” kararına vardılar. Basibrin yöneticilerinin bu kararı uygulandı. 10 Süryani aile Sare’ye gönderildi. Müslümanlarla güç dengesi sağlandı. Fakat Sare’nin bir tarafı dik bir yamaç, diğer tarafı düzdü. Savunmaya elverişli değildi. Aradan 4-5 ay geçmişti. Bu kez hem Müslümanlar hem yakınlardaki bir Ezidi köyünde yaşayan Ezidiler Sare’ye saldırmaya, mallarına mülklerine zarar vermeye başladılar. Sare’de yaşayan 20 kadar Süryani ailesi Müslümanların ve Ezidilerin saldırılarına ancak bir yıl dayanabilmişlerdi. Sare’nin yöneticileri Basibrin’e gittiler, bir yıldan beri yaşadıklarını anlattılar. “Siz bizi Sare’ye gönderdiniz, Basibrin’de kovduklarınızı başımıza bela ettiniz! Basibrin’de sadece Müslümanlar vardı, Sare’de ise bir de başımıza Ezidiler bela oldu. Bir yandan Müslümanlar, diğer yandan Ezidiler saldırıyor. Köyde huzurumuz, can güvenliğimiz kalmadı, dışarı çıkamıyoruz. Her gün ölüm korkusuyla yaşıyoruz. Buna bir çare bulun! Yoksa biz Sare’yi boşaltıp Basibrin’e geri geleceğiz,” dediler. Yöneticiler, Sare’ye Müslümanlar yerleşirse Basibrin’de huzur ve güvenin kalmayacağını biliyorlardı. “Siz Sare’yi boşaltmayın! Biz Sare’ye cesur 5-10 aile daha gönderelim!” teklifinde bulundular. Sare’ye hangi aileler gidebilirdi? Basibrinli yöneticiler durumu değerlendirdikten sonra bir kolu Sare’de yaşayan, mallarının bir kısmı Sare’de olan cesur, kavgacı, iradeli, liderlik ve yöneticilik yeteneği olan, sözü dinlenen Haydolar Sülalesini Sare’ye göndermeye karar verdiler. Haydoların lideri ile konuştular. “Eğer Sare’ye giderseniz, size orada yeterli sayıda ev, sizi geçindirecek kadar tarla, bahçe, bağ vereceğiz. Her zaman size yardımcı olacağız,” diye söz verdiler. Haydolar bu şartları kabul ederek tahminen 1370 yılında Sare’ye göçtüler. Haydoların gelmesiyle Sare güçlü bir köy haline geldi. Haydolar o çevrelerde hem Müslümanların, hem de Ezidilerin çekindiği bir sülale, belalı bir Süryani aşireti idi. Haydolar Sare’ye yerleşir yerleşmez köyün yönetimini ele aldılar. Sare’deki diğer Süryanileri muhtemel saldırılara karşı örgütlediler. Sare’nin saldırıya açık düz tarafına taşlardan savunma siperleri yaptılar, duvar çektiler. Birkaç kez saldıran Müslümanlara ve Ezidilere şiddetli cevap verdiler. Müslümanlar ve Ezidiler Haydolardan kork- 46 47 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Hevêrka Aşireti’ne bağlı olan Kürtler, 1700’lü yıllardan sonra Zahoran taraflarından Mzizah Köyü’ne gelmişlerdir. Daha önceleri sakin, huzurlu bir bölge olan Basibrin ve Sare Bölgesi, Hevêrkaların gelmesiyle birlikte sürekli Kürt-Süryani, Müslüman-Hıristiyan çatışmalarına sahne olmuştur. Sare ve Basibrin köylerinde 1800 yılları sonrasında, özellikle 1836, 1943 yıllarında Müslümanlarla Süryaniler arasında kanlı çatışmalar meydana gelmiştir. Bu olayları anlayabilmek için Turabdin’deki aşiret ilişkilerine ve Osmanlı İmparatorluğu’nun durumuna bakmak gerekir. Osmanlı İmparatorluğu’nun taşra teşkilatında Kürdistan özel bir konuma sahipti. Turabdin, Kürdistan’ın Botan Emirliği’nin içinde yer alıyordu. Botan Emirliği 1330 yılında kurulmuştu, merkezi Cizre idi. Bütün Kürdistan’da aşiret sistemi vardı. Aşiretlere ağalar, reisler hükmediyordu. Emirlere ‘Mir’ de deniliyordu. Diğer emirliklerde olduğu gibi, Botan Emirliği içindeki aşiretler arasında da sürekli hâkimiyet ve çıkar kavgaları oluyordu. Aşiret sistemi içinde en kavgacı, en korkusuz, en acımasız kişi ağa olarak kendini kabul ettiriyordu. Aşiret Ağası olmak için sadece ağa soyundan gelmek, ağanın oğlu olmak yetmiyor, aşireti içindeki ve dışındaki rakiplerini zorla dize getirmesi, teslim alması gerekiyordu. Aşiret sistemi bu bölgede yaşayan Süryaniler, Nasturiler, Ezidiler ve Keldaniler arasında da vardı. Aşirete bağlı her köyün bir lideri ya da bir ağası bulunuyordu. Her köyün ağasının köyünü içten ve dıştan gelecek her türlü saldırıya karşı koruması, aşiretinin ve köyünün can ve mal güvenliğini sağlaması gerekiyordu. Bunu yapamayan bedelini çoğu zaman canıyla ödüyor, öldüren ölenin yerine ağalığını, liderliğini ilan ediyordu. Osmanlı İmparatorluğu İran’la 1514 yılında yaptığı Çaldıran Savaşı’nda Bölgedeki Kürt aşiretlerinin desteğini alabilmek için onlara özel haklar vermişti. Kürt Emirlikleri kendi içişlerinde serbest, dış ilişkilerinde Osmanlı İmparatorluğu’na bağlıydı. Her Emirlik hâkimiyet bölgesinde vergi toplama ve askere alma hakkına sahipti. 1514 Çaldıran Savaşı’ndan sonra Kürdistan’daki Baban, Hakkâri, Soran Emirlikleri gibi, Botan Emirliği de Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir Emirlik, bir Beylik haline gelmişti. Ermeniler, Süryaniler ve Ezidiler kısacası tüm Hıristiyan milletler de bir yandan Osmanlı İmparatorluğu, diğer yandan da yaşadıkları bölgedeki Müslüman Kürt emirliklerle, aşiretlerle ilişki içinde idi. Müslüman-Kürt aşiretler ve emirler arasındaki çatışmalar, kanlı savaşlar onları da doğrudan ilgilendiriyordu. Hıristiyan aşiretler, Süryani aşiretler yaşadıkları köyde ya da bölgelerindeki Kürt-Müslüman aşiretlerinden birini tutmak, onların himayeleri altına girmek zorunda kalıyorlardı. Bu durum, Süryaniler arasındaki ayrılıkları ve çatışmaları körükleyen, Süryaniyi Süryaniye düşman eden sebeplerden biriydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun içindeki yenileşme hareketleri 1800 yıllarından sonraki sosyal ve ekonomik hayatı, Hıristiyan-Müslüman, Türk-Kürt, Ermeni-Kürt ilişkilerini derinden etkileyen gelişmelerin başında geliyordu. 48 49 maya başlamışlardı. Bu korku sonucu bir süre Sarelilere saldıramadılar. Sareliler de huzur ve güven içinde yaşamaya, mallarını mülklerini korkusuzca artırmaya başladılar. Bakalım bu huzur ve refah ne kadar sürecekti? 2. 1800-1850 döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Kürdistan’da Genel Durum K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 4. 1800-1850 döneminde Sare ve Basibrin’de meydana gelen olaylar Padişah II. Mahmut Kürt aşiretlerini, Kürdistan’daki emirlikleri yeniden düzenlemek istemişti. Bu yenileşme ve idari yapıyı yeniden düzenleme siyaseti, emirlerin çıkarlarıyla doğrudan çatışıyordu. Botan Emirliği Bölgesinde meydana gelen siyasi, toplumsal ve ekonomik gelişmeler ve değişiklikler Turabdin’de yaşayan Süryanileri doğrudan ilgilendiriyordu. Botan Emiri Bedirhan, henüz 19 yaşında iken Emirliğin başına geçmişti. Bedirhan 1821-1830 arasında geçen dokuz yıl boyunca başkaldırmış Kürt aşiretlerini egemenliği altına almak için uğraşmıştı. Bedirhan 1838 yılında Osmanlı’nın en sadık emirlerinden biri haline gelmişti. 1839 yılında Nizip Savaşı’nda Mısır Valisi Kürt Mehmet Ali Paşa’nın ordusu karşısında Osmanlı Ordusu ile birlikte yenilmiş, Botan Emirliği’ne bağlı askerlerinin binlercesini kaybetmişti. Bu nedenle askeri gücü zayıflamıştı. Osmanlı İmparatorluğu 1839 yılında Tanzimat Fermanı adıyla anılan büyük yenilikleri kabul etmiş ve yürürlüğe koymuştu. Tanzimat Fermanı’nın getirdiği yeniliklerin başında Hıristiyanlarla Müslümanların kanun önünde eşit olduğunu kabul etmesiydi. Osmanlı İmparatorluğu içinde ayrıcalıklı bir yere sahip olan Müslümanlar bu eşitlik anlayışına karşı çıktılar. Bir Müslüman ile bir Hıristiyan’ın kanun önünde eşit olamayacağını savunarak başkaldırdılar. Arap emirliklerinde ve Botan Emirliği’nde bu madde hiç uygulanmadı. Tam tersine eşitlik isteyen Hıristiyanlara karşı Müslümanların kini, öfkesi artmaya başladı. Bedirhan, tam bu dönemde 1842 yılında Osmanlı İmparatorluğu içinde bağımsızlık ilan etti. Cizre, Bağımsız Botan Kürt Emirliği’nin başkenti ilan edildi. 1800-1850 yıllarında Turabdin’de, Turabdin’in iki Süryani köyünde neler oluyordu? Şimdi bu olaylara bakalım. Haydolar Soyunun bilinen en büyük babası Şemun idi. Şemun’un Haydo ve Bahho adlarında iki oğlu oldu. Haydo’nun Hanne, Yawse, Gewriye adlarında üç oğlu olmuştu. Bahho’nun ise Şemun adlı bir oğlu vardı. Şemun’un da Danho adlı bir oğlu ve Meryem adlı bir kızı olmuştu. Gewriye 1802’de, Hanne 1818’de, Yawse ise 1824 yılında doğmuştu. Haydolar Sare’ye yerleştikten sonra ölümü göze alarak Sare’ye karşı yapılan saldırıları önlemişlerdi. Artık Müslümanlar ve Ezidiler Sare’ye saldırmaktan korkar hale gelmişlerdi. Haydo Müslüman Kürt aşiretlerine karşı yaptığı mücadeleler sayesinde Sare’nin lideri haline gelmişti. Haydo’nun liderliğini Botan Emiri de kabul ediyor, ona “Haydo Ağa” diye hitap ediyordu. Emirlik kanunlarına göre her köy her yıl belli bir vergi vermek zorundaydı. Bu vergiyi köyün ağası toplar, her yıl belli bir zamanda gelen Emir’in vergi toplayan adamlarına teslim ederdi. Bu vergi köydeki kişi ve hane hesabına göre toplanırdı. Vergi toplayanlar her yıl kuruşu kuruşuna hesap ederek vergiyi teslim alırlardı. Vergi kaçırmak, vergi vermemek ölümle cezalandırılırdı. O zamanlarda Botan Emiri’ne Kürtçe “Mir” denirdi. Bütün Kürt aşiretleri de Botan Emiri’ne vergi vermek zorundaydı. Botan Emiri bir köye yeni ağa olan kişiyi bazen bizzat huzuruna çağırır, tanışır, kendi adına vergi toplayacak olan ağayı ödüllendirir, gönlünü alır, kendine bağlardı. Haydo, Sare Köyü’nün ve çevre köylerin lideri olduktan sonra Botan Emiri onu Cizre’ye konağına davet etmişti. 50 51 K e m a l Ya l ç ı n Haydo gitti, Botan Emiri’nin huzuruna çıktı. Tanıştılar. Botan Emiri, Haydo’dan çok memnun kaldı. Dedi: “Haydo! Benim adıma vergi toplama hakkını sana veriyorum. İşini tam yapacağına inanıyor ve sana güveniyorum. Senden çok memnun oldum. Bu memnuniyetimin ifadesi olarak, Osmanlı Sultanı’nın bana verdiği özel hançerimi sana hediye ediyorum! Hançerin hakkını vereceksin! Köylülerini, aşiretini iyi koruyacaksın! Bana karşı gelen, bana karşı başkaldıran olursa, başını koparacak, cezasını benim adıma bu hançerle sen vereceksin!” Haydo bu özel hançerin hakkını vereceğine, daima Botan Emiri’ne bağlı kalacağına söz vererek hançeri beline soktu, huzurundan ayrıldı ve Sare’ye döndü. 5. Haydo Sare Köyü’nden ayrılıyor Köylüler Haydo ile Bahho arasına girdiler, fitne ve yalanlarla birbirlerine düşürdüler. Bahho’yu kandırdılar. “Sen bizim liderimiz ol! Biz seni destekleyeceğiz!” dediler. Bahho’nun içinde kardeşi Haydo’ya karşı kıskançlık vardı. Köylülerin ve aşiretinden insanların dediklerinden güç alarak Haydo’ya karşı çıktı. “Sen iyi bir lider değilsin! Haksızlık yapıyorsun! Liderliği bırak!” diye tehdit etti. Haydo durumu değerlendirdi, düşündü, taşındı. “Aramızda kavga dövüş olmasın, kan dökülmesin, ben liderliği bırakayım,” kararına vardı. Ağabeyi Bahho’ya gitti ve kararını açıkladı: “Sen benim büyüğümsün, ailemiz içinde kavga olmasın! Kan dökülmesin! Süryaniler bölünmesin! Süryani Süryaniyi öldürmesin! Biz Sare’den ve Basibrin’den ayrılıyoruz! Liderlik senin olsun!” dedi. Haydo, Süryanilerin kendi aralarındaki kavganın hem kendilerine hem de tüm Süryanilere zarar verebileceğini 52 Şemun Hanne Haydo düşündü. Süryanilerin zayıflamasını, birbirlerini yemesini bekleyen Müslümanlara imkân vermemek için Sare ve Basibrin’den ayrılmaya karar verdi. Haydo ailesini topladı. Aşiretinden kendisine güvenenlerle birlikte Sare ve Basibrin köylerinden ayrıldı, Terskono Köyü’ne gitti. Haydo, Terskono Köyü’ne yerleştikten bir süre sonra Cizre’ye gitti. Botan Emiri’nin huzuruna çıktı, durumu anlattı. “Ben liderliği kavga dövüş olmaması için ağabeyime veriyorum,” dedi. Botan Emiri buna üzüldü. “İyi düşündün mü?” diye sordu. Haydo: “Çok düşündüm. Sonunda bu kararı verdim,” cevabını verdi. Botan Emiri: “Karar senindir Haydo! Hayırlı olsun!” dedi. 6. Sare’de Bahho’nun liderlik zamanı Bahho iki yıl kadar Sare’de liderlik yapmaya çalıştı, fakat liderliği yürütemedi. Haydoların gitmesi Sare’ye huzur getirmedi. Kısa bir süre sonra Sare ve Basibrin’deki Süryaniler birbirlerine düştüler. Basibrin Köyü’nde Mahlo Ailesi’nden kabadayı, kavgacı gençler çıkmıştı. Bunlar Sare Köyü’nü tehdit ediyor, köye baskın yaparak evlerdeki eşyalara, ahırlardaki hayvanlara el koyuyorlar ve ailelerden her gün et yemeği bile alıyorlardı. Bunun üzerine Sareliler bir toplantı yaptılar, can ve mal güvenliklerini korumak için ne yapabileceklerini konuştular. Sare Papazı ve yaşlılar “İki yılda milleti böldünüz, birbirine düşürdünüz. Bunun sonu kötü olacak! Gidip Haydolarla konuşalım, geri dönsünler,” kararına vardılar. 53 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Sareliler, Haydo ile konuşmak için Sare Papazı’nı ve sözü geçen yaşlıları görevlendirdiler. Papaz ve Sare temsilcileri Terskono Köyü’ne gittiler, Haydo ile konuştular. “Siz gittiniz düzen bozuldu. Dönün geriye, köyleri yönetin,” dediler. Haydo, “Bize karşı gelen, bize düşman gibi davranan aileler kendi başlarının çaresine baksınlar! Biz iyilik yaptık. Müslümanların gözünü korkuttuk. Fakat bazıları bizi karşılarına aldı. Biz gelmiyoruz!” cevabını verdi. Sare Papazı “Bir daha düşün Haydo! Büyüklük sende kalsın!” dedi. Aradan altı ay daha geçmişti. Sare’de yeniden kavga oldu. Sareliler, Bahho Ailesi’nin yaptığı haksızlıklara karşı başkaldırmıştı. Papaz araya girdi. Kavgayı kan akmadan durdurdu. Bu kavgadan sonra Sare Papazı ve köy temsilcileri tekrar Haydo’nun evine gittiler. Durumu anlattılar. “Haydo, sizler gelmezseniz durum çok kötü olacak,” dediler “Kan akmasını bu sefer önledik, fakat gelecekte olabilecek bir kavga çok kanlı olur. Aileler birbirlerine karşı kinlenmeye, intikam almaya kalkışabilirler!” dediler. Haydo sordu: “Sare’de şu anda durum nasıldır?” “Sare’de huzur kalmamıştır!” “Neden huzursuzsunuz?” “Basibrin’den Mahlo Ailesi’nden adamlar geliyor, köyü yağmalıyor, istediklerini alıp gidiyorlar. Biz onlara karşı koyamıyoruz.” “Benden ne istiyorsunuz?” “Haydo, senden tek isteğimiz Sare’ye dönmen, liderimiz olmandır. Sen gelmesen bile oğlanlarını gönder,” dediler. Haydo, bu öneriyi kabul etti. Haydo oğlanları ile birlikte Sare’ye döndü. Bir oğlunu Şimme Ailesi’nin, diğer oğlunu Muşe Ailesi’nin evine yerleştirdi. Kendisi de Gewriye ile birlikte evine yerleşti. Sare’de durum beklediğinden de kötü idi. Herkes Mahlolardan korkuyordu. Haydo derhal Mahloların yapacakları yeni bir saldırıya karşı önlemlerini aldı. Sare’nin etrafında ve içinde siperler kazdırdı. Adamlarını eğitti. Herkese görevler verdi. Beklenen saldırı günü geldi. Haydo, Gewriye ile birlikte Sare’nin içinde sipere yatmıştı. Oğlanları Sare’nin etrafındaki siperlerdeki çatışmaları yönetiyorlardı. Şiddetli bir çatışma başladı. Mahlolardan birisi Muşe Ailesi’nin evinde, diğeri de Hanno dbe Şimme Ailesi’nin evinde öldürüldü. Diğerleri kaçıp gittiler. Bu çatışmadan sonra Haydo artık Sare’nin esas lideri haline geldi. Mahlolar bir daha Sare’ye saldıramadılar. Sare’ye huzur geldi. Haydo, Sare’ye döndükten sonra Botan Emiri’nin hediye ettiği Sultan Hançeri’ni daima belinde taşıyor, merak edenlere gösteriyordu. Botan Emiri’nin hediyesi olan Sultan Hançeri’ni taşımak Haydo’nun ve Haydoların gücünü daha da artırmıştı. Haydo, Sare ve çevresindeki köylerin vergilerini Mir adına topluyor, bu köylerin liderliğini yapıyordu. Haydolar kısa bir zamanda Bahhoları Sare Köyü’nden çıkardılar. Haydo daha sonra Ağabeyi Bahho’yu affetti. Sare Köyü’ne geri dönmelerine izin verdi. Bahho Ailesi Sare’ye döndükten sonra Haydo ile bir daha çatışmaya girmedi. Haydo’nun liderliğine saygı gösterdiler. 54 55 K e m a l Ya l ç ı n 7. Gülavi’nin yaptıkları Şemun Hanne Haydo Haydoların Basibrin’den ayrılmalarından sonra Basibrin’de liderlik Kamço Ailesi’nden Gülavi isimli Süryani Ailesine geçmişti. Gülavi de aynı Haydo’nun yaptığını yapmış, Cizre’ye gitmiş, Botan Emiri’nin huzuruna çıkmıştı. Botan Emiri ona güzel bir kılıç hediye etti, kendi adına Basibrin’de vergi toplama hakkını verdi. Basibrin’e ve Sare’ye huzur ve güven gelmişti. Müslümanlar saldıramıyor, Botan Emiri’nden ve onun adına liderlik yapan Gülavi ve Haydo’dan korkuyorlardı. Gülavi ile Haydo da kendi aralarında dostça yaşıyor, birbirlerine destek oluyor, zor durumda kaldıklarında birbirlerinin yardımına koşuyorlardı Fakat bir zaman sonra Gülavi, Haydo’nun Süryanilerden ve Müslüman Kürt aşiretlerinden gördüğü saygıyı, sevgiyi kıskanmaya başladı. Haydo’nun yanında ikinci adam durumuna gelmekten, Haydo’nun gerisinde kalmaktan Gülavi’nin canı sıkılıyordu. Bu kıskançlık yüzünden Gülavi ile Haydo’nun arası bozuldu. Gülavi bir gün Cizre’ye gitti, Botan Emiri’nin huzuruna çıktı ve Haydo’yu şikâyet etti. “Emirim!” dedi, “Sare Ağası Haydo seni aldatıyor!” “Nasıl aldatıyor?” “Haydo topladığı vergilerin hepsini sana vermiyor!” “Doğru mu söylüyorsun?” “Evet, doğru söylüyorum!” “Yalan bir şikâyetin cezasını biliyorsun değil mi?” “Evet, biliyorum!” “Sağ ol! Sen köyüne dön! Ben gereğini yapacağım! Haydo’yu Basibrin’e çağıracağım, ifadesini alacağım, gerekirse öldüreceğim! Gülavi, Botan Emiri’nin huzurundan ayrıldıktan sonra, Botan Emiri hemen adamını çağırdı, öfkeyle konuşuyordu: “Haydo bunu bana nasıl yapar? Haydo bunu bana yaptıysa, benim vergimi çaldıysa, kafasını verdiğim hançerle koparırım! Derhal Sare’ye gidin. Haydo’ya söyleyin. Gelecek hafta çarşamba günü öğleden sonra Basibrin Meydanı’na gelsin! Toplantı olacak!” Botan Emiri’nin adamları Sare’ye geldiler. Emir’in emrini Haydo’ya bildirdiler. “Emriniz başımın üstüne!” dedi, “Siz gidin! Ben çarşamba günü öğleden sonra mutlaka Basibrin’e geleceğim!” Haydo çok düşündü taşındı, gelişmeleri değerlendirdi, toplantıya çağrılmasının nedenlerini anlamaya çalıştı. Bu çağrının başına bir bela açacağını sezdi. Sezgilerine ve aldığı bilgilere göre yapacaklarını planladı. Toplantı günü geldi. Haydo hastalığını bahane ederek, Basibrin’e gitmedi. Hasta olduğunu bildirdi. Haydo iki gün sonra, Botan Emiri’ne götüreceği hediyeyi hazırladı. Cizre’ye gitti. Emir’in huzuruna çıktı. “Emirim! Beni çağırmışsınız!” Emir çok öfkeliydi: “Evet, ben çağırdım! Bana karşı yaptıklarını, senden duymak istedim!” “Emirim! Ben ne yapmışım? Suçum nedir?” “Haydo! Haydo! Ben sana çok güvenmiştim. Sultan Hançeri’ni sana hediye etmiş, benim adıma vergi toplama görevini sana vermiştim. Fakat sen benim vergilerimi tam olarak bana vermiyormuşsun! Benim vergimden çalıyormuşsun! Bunu bana nasıl yaparsın?” “Emirim! Ben her yıl sizin verginizi kuruşu kuruşuna topladım ve kuruşu kuruşuna size ulaştırdım. Sare’deki hane sayısı, insan sayısı, hayvan sayısı bellidir. Lütfen adamları- 56 57 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo nızı gönderiniz! Bugüne kadar vermiş olduğum vergileri yeniden hesap etsinler! Eğer bir kuruşunuzu çalmışsam, başımı belimdeki bu hançerle koparınız!” Botan Emiri biraz yumuşadı. Haydo’ya oturmasını söyledi. Sonra vergi toplayan iki adamını yanına çağırdı ve emretti: “Üçünüz beraber köye gideceksiniz! Hesapları kontrol edeceksiniz! Sonucu tekrar benim huzuruma beraber gelip bildireceksiniz!” Botan Emiri’nin emri yerine getirildi. Botan Emiri’nin vergicilerinin zamansız köye gelmesi herkesi tedirgin etmişti. Herkes birbirine ne olup bitiğini soruyordu. Sare’de olup bitenler, hemen Basibrin’e, Gülavi’ye ulaştırılmıştı. Basibrin’deki Süryaniler merakla birbirine bakıyor, başlarına kötü bir bela gelmesinden korkuyorlardı. Botan Emiri’nin vergicileri Haydo’nun lider olduktan sonra ödemiş olduğu vergileri yeniden hesap ettiler. Toplanan vergi ile Botan Emiri’ne ödenen vergiler eşitti. Bir kuruş bile yanlış yoktu! Haydo, kendisini şikâyet edenin kim olduğunu tahmin ediyordu. Fakat düşündüğünü kimseye söylemedi. İki vergici ile Haydo tekrar Cizre’ye giderek, Botan Emiri’nin huzuruna çıktılar. Vergiciler sonucu bildirdiler: “Haydo vergileri kuruşu kuruşuna toplamış ve size ödemiştir!” Botan Emiri, Haydo’dan özür diledi. “Bu yalanı söyleyen Gülavi’yi derhal buraya getiriniz!” diye emretti. Emir’in atlı askerleri derhal yola çıktılar. Basibrin’e vardıklarında Gülavi’nin kaçmış olduğunu anladılar. Gülavi, Sare’ye vergicilerin geldiğini, Haydo’nun hesaplarını kontrol ettiğini, Haydo’nun Cizre’ye gittiğini öğrenmiş, başına gelecekleri hesap ederek Basibrin’in Sorani tarafın- daki dağa kaçmış, oradaki bir mağarada üç gün gizlenmişti. Botan Emiri’nden kaçmak, Botan Emiri’nin emrine karşı gelmek demekti. Emir’in askerleri derhal Gülavi’nin izini sürdüler. Kısa bir zaman içinde Gülavi’yi saklandığı mağarada yakaladılar. Ellerini bağlayarak Botan Emiri’ne götürdüler. Gülavi’yi bizzat Botan Emiri yargıladı. “Yalan söyledin! Beni aldattın! Sana inansaydım Haydo çoktan ölmüş olacaktı! Şimdi sen öleceksin!” dedi. Gülavi Botan Emiri’nin emriyle Botan Nehri kıyısında öldürüldü. Botan Emiri, Haydo’yu yanına çağırdı. “Haydo! Bugünden itibaren Basibrin’deki vergimi de sen toplayacaksın!” dedi. “Emriniz başım üstüne Mirim!” Bu sıralarda Basibrin’deki düzen bozulmuştu. Basibrinli temsilciler Sare’ye geldiler. Haydo ile görüştüler. “Haydo! Sare’de huzuru sağladın. Sağ ol! Fakat Basibrin’de düzen bozuldu, güven kalmadı. Sen Basibrin’e gel, Basibrin’de de huzuru ve güveni sağla!” ricasında bulundular. Haydo, “Artık ben yaşlandım, Basibrin’e dönmeyeceğim. Fakat oğullarım Yawse ile Hanne’ye söyleyeceğim. İyice düşünsünler. Dönmeyi kabul ederlerse ben onlara yardımcı olurum. Sizler de onlara yardım ediniz!” dedi. 58 59 8. Haydo, Basibrin’in de lideri oldu! Haydo, Botan Emiri’nin emriyle Basibrin’in de lideri oldu. Haydoların hâkimiyeti ve savaşma gücü daha da artmıştı. Botan Emiri köy liderlerinden vergisini tam istiyor, köylerin iç işlerinin yönetimini ise ağaya bırakıyordu. Köyü yönetmek, köydeki huzuru ve güvenliği sağlamak köy ağasının ya da aşiret ağasının göreviydi. K e m a l Ya l ç ı n Haydo, Basibrin’i yönetme ve vergi toplama işini 24 yaşındaki küçük oğlu Yawse’ye verdi. Büyük oğlu Gewriye savaşmak, kavga etmek istemiyor, rahip olmak istiyordu. Fakat Haydo, Gewriye’nin rahip olmasını kabul etmemişti. Gewriye kavga dövüş istemeyen, sakin yapılı bir insan olduğu için Haydo onu Sare’de yanında tutuyordu. Haydo’nun büyük oğlu Hanne ise cesur, akıllı, kararlı, iyi silah kullanan, attığını vuran, iyi ata binen bir gençti. Haydo, oğlu Yawse’yi Basibrin’e sorumlu tayin ettikten sonra, onu Hori Ailesi’nden Ğezale adlı uzun saçlı, uzun boylu, dünya güzeli bir kızla evlendirdi. Haydo kendi evini oğluna verdi. Yawse, genç olmasına rağmen Basibrin’i iyi yönetiyordu. Aradan 4-5 yıl geçmişti. Kamço Ailesi ve akrabaları ise Haydoları Gülavi’nin ölümünden sorumlu görüyorlar ve kinleniyorlardı. 9. Botan Emiri Bedirhan’ın yaptıkları Şemun Hanne Haydo Botan Emiri Bedirhan Zaman 1840 yıllarına gelmişti. Botan Emiri Bedirhan, Nizip Savaşı’nda yenilmiş, askerlerinin çoğunu kaybetmiş, askeri gücü zayıflamıştı. Buna rağmen 1842 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bağımsızlık ilan etmişti. Böylece Osmanlı İmparatorluğu ile kanlı çatışmalar dönemi başlamıştı. Bedirhan kendisine vergi vermek istemeyen Doğu Süryanilerine karşı 1843 yılının Haziran ayında savaş açtı. Bütün askeri gücünü Doğu Süryanilerini tümden yok etmek için seferber etti. Doğu Süryanilerinin gücü daha zayıf, silahları daha eskiydi. Canları pahasına direndiler ve sonunda yenildiler. Bedirhan, çok gaddar davrandı. 1843-1845 yıllarında 40.000 kadar Doğu Süryanisini öldürdü. Bu olay 19. Yüzyılda Müslüman Kürtlerin yaptığı ilk soykırım olarak tarihe geçti. Osmanlı İmparatorluğu, 1839 yılında Hıristiyan-Müslüman kanun önünde eşit olacak diye ferman çıkarmışken, Bedirhan kuvvetleri 40.000 kadar Hıristiyanı “Vergi vermiyorlar, bana başkaldırıyorlar!” diye katletmişti. Doğu Süryanilerinin katledilmesi dünyada, Avrupa devletlerinde büyük tepkilere yol açtı. Avrupa devletleri Hıristiyanları koruması ve Doğu Süryanilerini katletmiş olan Bedirhan’ın cezalandırılması için Osmanlı İmparatorluğu’na baskı yapmaya başladılar. Osmanlı İmparatorluğu hem bağımsızlık ilan etmiş, hem de Doğu Süryanilerini katletmiş olan Botan Emirliği’ni cezalandırmak için savaş başlattı. 60 61 K e m a l Ya l ç ı n Mor Şumuni Kilisesi önünde soldan sağa: Fehmi İyi, Cebrail Turan, Gebro Güzel, Ferit Gergin, (Foto: Robert Turan) Bedirhan, Osmanlıyla savaşırken Turabdin’deki hâkimiyetini kaybetmişti. Bedirhan’ın zayıflamasını fırsat bilen Osmanolar Zahoran Bölgesi’nde hâkimiyet kavgasına başladılar. Hevêrkalar Zahoran’dan Mzizah Köyü’ne gelerek buradaki aşiretlerle hâkimiyet kavgasına giriştiler. İşte tam bu yıllarda Basibrin ve Sare Süryanileri de “Botan Emiri’ne vergi vermeyeceğiz,” dediler. Hanne bu dönemde artık Basibrin ve Sare’de tam bir hâkimiyet kurmuştu. Vergi toplamaya gelmiş olan Botan Emiri’nin adamlarını “Artık bundan sonra Botan Emiri’ne vergi vermeyeceğiz!” diyerek geri gönderdi. 62 Şemun Hanne Haydo Mor Barsawmo Manastırı (Kaynak: Gertrude Bell) 10. Zorla vergi alırız! Botan Emiri, kendisine vergi vermeyi reddeden Basibrin ve Sare üzerine 1000 kadar askerini gönderdi. Komutanına da “Bana vergi vermeyen, baş kaldıran Süryanilere, aynı Doğu Süryanilerine verdiğimiz cevabı vereceksin! Bu köylerde tek bir canlı Hıristiyan bırakmayacaksınız!” emrini verdi. Yawse ve Hanne “Artık Botan Emiri’ne vergi vermeyeceğiz!” diye isyan ettiklerinde başlarına neler geleceğini hesap etmişler, muhtemel bir saldırıya karşı hazırlanmışlardı. Yawse, Basibrin etrafına siperler kazdırdı, sağlam siperler inşa ettirdi. Basibrinlileri silahlandırdı. Hanne Haydo da Sare’de aynı hazırlıkları yaptı. Savunması zor olan düz 63 K e m a l Ya l ç ı n araziye siperler kazdırdı. Siperler yaptırdı. Basibrin’de 200 kadar silahlı Süryani gece gündüz nöbet tutuyor, Botan Emiri’nin askerlerinin saldırısını bekliyordu. Beklenen saldırı anı gelmişti. Botan Emiri’nin askerleri “Allah! Allah!” diye bağırarak Basibrin’e hücuma geçmişlerdi. Yawse siperde karşı saldırı için bekliyordu. Saldırganlar tam ateş alanına girdiklerinde “Ateş!” diye haykırdı. Kendisi de en önde atının üstünde Basibrinlileri öldürmeye gelen Botan Emiri’nin komutanını hedef aldı. Tek kurşunla alnından vurarak öldürdü. Botan Emiri’nin askerleri bunu beklemiyorlardı. Daha ilk hücumda komutanları ölmüştü. Darmadağınık oldular. Moralleri bozulmuştu. Komutanlarının ölüsünü alıp geri döndüler. Böylece Basibrin, Müslüman Kürtlerin yağmasından ve büyük bir katliamdan kurtulmuş oldu. Yawse, Basibrinlilerin gözünde haklı bir üne kavuştu, kahramanlaştı. Haydo bu olaydan sonra Botan Emiri’nin hançerini oğluna hediye etti. Botan Emiri’nin askerleri önce Basibrin’i, sonra Sare’yi ve tüm Turabdin bölgesini yok etmeye gelmişlerdi. Yawse Hanne Haydo liderliğindeki Basibrin direnişinin başarıyla sonuçlanması aynı zamanda Sare’yi ve çevredeki diğer köylerde yaşayan Süryanileri de ölümden kurtarmış oldu. Şemun Hanne Haydo kurtulmuş olan rahip ile görüştü. Saldırganların kim olduklarını öğrendi. Derhal 20 kadar silahlı adamını yanına alarak soyguncuların peşine düştü. Kısa bir zaman sonra soyguncuları ve katilleri yakaladı. Çaldıkları malları geri aldı. Ceza olarak Seyidler Köyü’nü talan etti. Mor Barsawmo Manastırı’nın ve Basibrinlilerin mallarını geri verdi. Basibrin’de çok eski bir mezarlık vardı. Fakat bu mezarlığın kilisesi yoktu. Hanne Haydo Seyidler Köyü’nden ve kendi malından alıp getirdiği mallarla cenaze işlerinin yerine getirilmesi için mezarlığın uygun bir yerine Mor Şumuni Kilisesi’ni yaptırdı. 12. Hasan’ın oğulları 1. Haco ve Batte ile ilişkiler Mor Barsawmo Manastırı, Karalar Köyü tarafında idi. Manastırda rahipler ve rahibeler kalıyordu. Bir akşam Seyidler Köyü’nden Müslümanlar Basibrin’e ve Mor Barsawmo Manastırı’na saldırdılar. İki rahibe ile iki rahibi öldürdüler. Manastırı ve Basibrin’i soydular. Hanne bu saldırıyı duyar duymaz manastıra geldi. Sağ Botan Emiri ile Zahoran Bölgesi’nde egemenlik mücadelesi veren Hevêrkalar arasında çıkar kavgaları sertleşmişti. Botan Emiri’nin askerlerini Basibrin ve Sare’ye sokmayan, Süryani köylerinde haklı bir üne kavuşan Hanne, Hevêrka Ağalarından Hasan’ın iki oğlunun 1. Haco ile Batte’nin dikkatini çekmişti. Aşiretler ve mirler arasındaki kavgalarda “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur!” anlayışı temel bir savaş kuralı olarak uygulanıyordu. 1. Haco, Hanne Haydo’ya bir adamını elçi olarak gönderdi. “Aramızda barış olsun! Osmanlıya ve Botan Emiri’ne karşı birlikte mücadele edelim!” dedi. Süryaniler Basibrin ve Sare’de çoğunlukta idiler, fakat Turabdin genelinde azınlıkta idiler. Zorda kaldıklarında kendilerini destekleyecek dost bir güce ihtiyaçları vardı. Süryaniler de Süryani liderleri de “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur!” anlayışıyla hareket etmek zorunda kalıyorlardı. Hanne, Botan Emiri’nin Basibrin ve Sare yenilgisinin intikamını alacağını çok iyi biliyordu. Mutlaka bir Kürt aşi- 64 65 11. Hanne’nin Basibrin’de yaptığı önemli işler K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Kinto, Keferbe Köyü’nde toprağa verilirken annesi çok ağladı, ağıt yaktı. Bunu gören Ose adında bir Müslüman kendini göstermek için, “Hiç ağlama! Ben senin oğlunun intikamını alacağım! Kinto’nun kanı yerde kalmayacak!” dedi. Bu intikam sözünü duyan, bir zamanlar Yawse’den çok iyilik ve yardım görmüş olan Nasiha adlı bir Müslüman kadının vicdanı sızladı. “Yawse ölmemeli!” dedi. Yawse’nin yanına geldi. “Dikkatli ol Yawse!” dedi, “Ose, Kinto’nun intikamını senden almak için yemin etti. Eninde sonunda seni öldürecek!” Yawse, Nasiha’ya çok teşekkür etti. Onu ödüllendirdi. “Çok sağ ol! Beni memnun ettin. Şimdi artık köyüne dönebilirsin! Başka bir haber duyarsan bana bildirirsin,” dedi. Yawse, intikam haberi üzerinde uzun uzun düşündü. İntikam yemini eden bir Müslüman Kürdün ne yapıp edip yeminini yerine getireceğini iyi biliyordu. “Ya o, ya ben! Ölüm korkusu ile yaşayacağıma, ölmeden öldürmeliyim!” dedi. Ose’yi tanıyordu. Deli dolu bir adamdı. Silahını kuşandı, Ose’nin peşine düştü. Keferbe Köyü’ndeki bağında pusu kurdu. Ose bağına geldi, çalışmaya başladı. Yawse silahını Ose’ye doğrulttu. “Ose kendini koru! İntikam öyle değil, böyle alınır!” diyerek tetiği çekti. Ose yaralandı, ama ölmedi. Yaralı olarak kaçtı. Keferbe’de tanıdığı Uske adlı bir Süryani’nin evine sığındı. “Ben size sığındım! Beni koruyun!” diye yalvardı. Yawse, Uske’nin dostuydu. Uske’nin kapısına dayandı. “Ose’yi bana ver!” dedi. Uske dışarı çıktı, “Yawse bu Müslüman bana sığındı. Yardım diledi. Ose’yi öldürme!” diye yalvardı. Yawse, Turabdin’in törelerini iyi biliyordu. Birine sığınmış, yardım dilemiş bir insan öldürülmezdi. “Uske! Senin hatırın için Ose’yi bağışlıyorum, öldürmüyorum. Eğer bir daha benim hakkımda atıp tutarsa canını alırım!” dedi. Uske de söz verdi. “Yawse, çok sağ ol! Benim için bir can bağışladın. Eğer Ose sözünde durmazsa, senin ardından 66 67 retiyle dost olmalıydı. Bu nedenle 1. Haco’nun dostluk ve birlikte mücadele etme önerisini kabul etti. Bakalım bu dostluk ve barış anlaşması ne kadar sürecek, sonu nereye varacaktı? 13. Bir namus kavgası Basibrin ve Sare’de üçer Müslüman aile vardı. Bunlar Süryanilerin mallarına çobanlık yapıyorlardı. Basibrin Köyü’nde çobanlık yapan Müslüman Kürtlerden biri Kinto idi. Kinto, kapısında çobanlık yaptığı Süryani bir adamın karısını baştan çıkarmıştı. Kadının kocası bu durumu anlamıştı. Karısını ve Kinto’yu takip etmeye başladı. Bir gün ikisini de suçüstü yakaladı. Aralarında kavga çıktı. Çoban Kinto kadının kocasını öldürdü ve kaçtı. Bu olay, Yawse’nin Basibrin’de ağalık yaptığı bir zamanda olmuştu. Yawse bu olayı duyar duymaz, Basibrin’deki üç Müslüman aileyi topladı. “Derhal köyü terk edeceksiniz!” emrini verdi. Müslüman Kürt aileler emre uydular ve köyü derhal terk ettiler. Ölen Süryani, Yawse’in de hazır bulunduğu bir cenaze töreniyle toprağa verildi. Yawse cenaze töreni sırasında, “Kimse üzülmesin! Ben bu namussuz Kinto’yu bulacağım, kendi elimle cezasını vereceğim!” diye söz verdi. Cenaze töreninden sonra iki adamını yanına alarak Kinto’yu aramaya çıktı. Üç gün sonra Kinto’yu Keferbe Köyü yakınlarında saklandığı bir mağarada buldu ve öldürdü. 14. Ose’nin intikam isteği K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Kinto’yu öldürüp, Basibrin’de mal, can ve namus güvenliğini sağladıktan sonra, Yawse Süryaniler tarafından daha çok sevilen, güvenilen bir lider durumuna gelmişti. Hem kendi işleriyle uğraşıyor hem de Basibrin’e faydalı işler yapıyordu. Kinto’nun öldürülmesinin üzerinden iki yıl geçmişti. Ose bu süre içinde yoksullaşmış, çocuklarını besleyemez hale gelmişti. Kıtlık zamanıydı. Bir kış günü evinde un bitmişti. Çocukları açlıktan ağlaşıyordu. Ose’nin etrafındaki insanlardan kimsenin kimseye yardım edecek, bir avuç buğday, bir pişirimlik un verecek hali yoktu. Keferbe’de ambarı buğday dolu Müslümanlar vardı. Fakat onlar da Ose’ye vermiyorlardı. Ose eşeğine iki çuval koydu, “Çöl (Süryaniler ve Kürtler Nusaybin ile Mardin arasındaki düz, ovalık bölgeye “çöl” derler. “Çöl” ova anlamına gelmektedir.) taraflarına gideyim de kışı geçirecek kadar bir iki çuval buğday alıp geleyim,” diyerek yola çıktı. Yol, Basibrin’den, bağların arasından geçiyordu. Öğle vaktiydi, bağında çalışan Marovge dbe Kutke adlı bir Süryani onu tanıdı. “Ose! Nereye gidiyorsun böyle?” diye sordu. “Çöle gidiyorum! Aç kaldık! Çölden buğday alıp geleceğim!” Marovge, Ose’ye acıdı. “Ose! Gitme çöle! Ben sana bir çuval buğday veririm. Gel bu akşam benim misafirim ol!” dedi. Ose teşekkür ederek çöle gitmekten vaz geçti. Akşama kadar Marovge’nin bağdaki işine yardım etti. Birlikte Basibrin’e döndüler. Marovge dbe Kutke, Botan Emiri’nin öldürdüğü Gülavi’nin tarafını tutmakta, Gülavi’yi Haydoların öldürdüğünü düşünerek Haydolara ve Basibrin’in lideri haline gelmiş olan Yawse Haydo’ya karşı düşmanlık beslemekteydi. Marovge bir çuval buğday vermek amacıyla evine getirdiği Ose ile konuşmaya başladı. Lafı döndürdü dolaştırdı, Kinto’nun öldürülmesine ve Yawse’nin kendisini yaralamış olmasına getirdi. Ose’yi Yawse’ye karşı kışkırttı. Marovge, Ose’nin kinli halini görünce yıllardan beri kafasında kurduğu Yawse’yi öldürme planını Ose’nin eliyle gerçekleştirebileceğini anladı. “Ose, sen bu gece bende misafir kal! Yarın ben sana iki çuval buğday veririm,” diyerek Ose’yi bırakmadı, önüne yemek koydu. Ose açlıktan yemeklere saldırıyordu. Yemekten sonra baş başa konuştular. Marovge dbe Kutke, Ose’yi kışkırttı: “Yawse senin hakkında çok kötü konuşuyor. Senin şerefinle oynuyor,” dedi, “Yawse yaşadığı müddetçe sen şerefli bir insan olamazsın! Mademki sen Kinto’nun mezarı başında, herkesin önünde, Kinto’nun intikamını almak için söz vermişsin, yemin etmişsin, o halde Yawse’yi öldürmelisin! Yeminden dönmek olmaz! Allah nazarında yeminden dönen insan günah işlemiş demektir! İnsanlar arasında da verdiği sözü yerine getirmeyen, ettiği yemini yerine getirmeyen bir adam da adam sayılmaz!” Ose kinden ve öfkeden evindeki aç çocuklarını falan unuttu. Gözünü kan bürümüştü. Beyni artık Yawse’yi öldürmekten başka bir şey düşünemez hale gelmişti. “Haklısın Marovge, haklısın! Ben Yawse’yi öldürmeliyim. 68 69 önünden konuşursa, onu kendi ellerimle öldürürüm!” Yawse Basibrin’e geri döndü. Zamanla öfkesi geçti. “İyi ki Ose’yi öldürmedim! Elimi bir daha kana bulamadım!” diyerek huzura kavuşmuştu. 15. Kinto’nun intikamı K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Fakat ben onu kendi başıma bugüne kadar öldüremedim!” dedi. Marovge dbe Kutke taşı tam yerine koydu: “Ben sana yardım ederim! Sen onu öldürmelisin, intikamını almalısın! Ben senin çocuklarını beslerim. Yeter ki sen onu öldür, gerisini düşünme!” Ose heyecanla sordu: “Nasıl öldüreceğim, bir silahım bile yok!” “Ben sana silah da veririm, para da!” Silah ve para sözleri, Ose’yi iyice havalara uçurdu. “Ver silahı gidip öldüreyim,” dedi. Marovge dbe Kutke yıllardan beri kafasında kurduğu planı uygulamak için artık tetikçiyi bulduğunu düşündü. Yawse, Marovge dbe Kutye’yi takip ediyordu. Yaptığı fitneleri görüyordu. Bir gün onu Basibrin meydanında yakaladı. “Marovge yaptıklarını görüyor ve biliyorum. Basibrin’deki huzurumuzu ve düzenimizi bozma! Eğer bir diyeceğin varsa söyle, baş başa konuşalım bunu! Arkadan dedikodu yapma!” dedi. Marovge, “Öyle şey olur mu? Ben size saygı gösteriyorum. Senin çalışmaların Basibrin’e ve Sare’ye yararlı oluyor,” cevabını verdi. Fakat kafasında gene hain planlar kuruyordu. Ose’ye gitti. Onunla konuştu. “Ose, sen şerefli bir adamsın! Yawse’yi öldürmelisin! Fakat bu iş öyle kolay olmaz. Sen tek başına Yawse’nin yanına bile yaklaşamazsın! Eğer yaklaşırsan, Yawse ve adamları seni derhal öldürürler.” “Ya nasıl öldüreceğim?” “Yawse’yi yalnız öldüremezsin!” “Ya kiminle öldüreyim?” “Senin güvendiğin adamın yoksa ben sana yardım edecek cesur bir adam bulurum!” “Kim bana yardım eder ki!” Marovge dbe Kutke, “Dur bakalım, acele etme! Bir çaresini buluruz!” diyerek konuşmaya başladı. Bu işin ucunun kendi ölümüne kadar gidebileceğini düşünerek, “Ose sen önce Yawse’yi öldürmeye bir kere daha yemin et!” dedi. “Yawse’yi öldürmeye, intikamımı almaya yemin ederim!” “Tamam! Yukarda Allah var! Sen yemin ettin; bir Allah, bir de ben yeminini duyduk! Yeminden dönmek olmaz!” “Olmaz!” diye tekrarladı Ose. “Şimdi bir yemin daha edeceksin!” “Nasıl?” Marovge dbe Kutke, Ose’nin kanlı, kinli gözlerinin içine baktı: “Bu konuştuklarımız burada, aramızda kalacak! Bu işi sen istedin! Yawse’yi öldürmek isteyen, öldürmek için yemin eden sensin! Kimseye benim adımı vermeyeceksin!” “Marovge, bu işi ben istedim. Yemini yerine getirmek, intikamımı almak için ben kendi başıma karar verdim. Senin adını kimseye vermeyeceğime yemin ederim!’” “Aferin sana Ose! Sen büyük adamsın! Sen şerefli bir adamsın! Yawse’yi öldürürsen sen kahraman olacaksın! Cennet kapıları da sana açılacak!” “Açılır mı?” “Ose sen Yawse’yi öldür, derhal cennetlik olursun!” 70 71 16. Ğezale’nin rüyası Marovge dbe Kutke, Ose’yi kapı dışına çıkarmadan, kimseye göstermeden iki gün konuştu. Kafasındaki planı açıkladı. Ose’ye yardımcı olması için Haydoların düşmanı olan bir Ezidi’yi de kimseye sezdirmeden evine çağırdı. Onunla da uzun uzun konuşarak Yawse’yi öldürmeye söz verdirdi. Planı uygulamak için Yawse’nin kuşkulanmayacağı Gellelerin evini seçmişti. K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Akşam olmuştu. Marovge dbe Kutke bir adamını Yawse’nin evine gönderdi. Yawse ailesiyle birlikte akşam yemeğini yemekteydi. Marovge’nin adamı kapıyı çaldı. Yawse’nin karısı Ğezale sofradan kalktı, kapıya baktı. Tanıdığı bir Süryani idi. “Buyur, ne var?” “Beni Marovge gönderdi, Yawse ile konuşacağım!” Yawse sofradan kalktı, kapıya gitti: “Hoş geldin! Buyur, ne var?” “Beni Marovge gönderdi. Gelle Ailesi’nin evinde bir akşam sohbeti var. Marovge seni davet etti!” Yawse bir an düşündü: “Benim bu akşam işim var! Gelemem!” dedi. Marovge dbe Kutke’yi sevmez ve güvenmezdi. Sofraya geri döndü. Yemek yemeye devam etti. Fakat kafasında bir kuşku doğmuştu. Hem yemek yiyor hem de kafasındaki “Marovge beni neden çağırıyor acaba?” sorusuna cevap arıyordu. Yemeğin tadı kaçmıştı. Sofra daha toplanmak üzereyken kapı tekrar çaldı. Aynı Süryani, aynı şeyleri söylüyordu: “Yawse, Marovge beni tekrar sana gönderdi. ‘Bu akşam çok güzel bir sohbet olacak, mutlaka gelsin dedi!’ diye tekrarladı. “Sen git! Sohbete başlasınlar,” dedi. Yawse gideyim mi, gitmeyeyim mi diye düşünürken karısı Ğezale: “Gitme Yawse, gitme!” dedi. “Ğezale adamlar toplanmış, beni davet ediyorlar, gitmemek saygısızlık olur!” Ğezale kesin kararlıydı: “Gitme Yawse, gitme! Saygısızlık olmaz! Gece vakti bu adamların evine gitme! Ben son zamanlarda senin hakkında kötü laflar duyuyorum. Dün gece de çok kötü bir rüya gördüm. Gitme diyorum sana, gitme!” Yawse kararsızdı. “Gitsem ne olur? Öldürecekler mi beni?” Ğezale yalvarıyordu: “Öldürürler seni, bu gece vakti tek başına gitme!” O gece Ğezale’nin annesi Hazzo da yemeğe gelmişti. Araya girdi: “Kızım bırak kocanı, gitsin!” dedi, “Korkacak ne var bunda? Gellelerin evi bizim ev sayılır. Horilerdendir, onlardan bize kötülük gelmez! Bırak kocanı gitsin!” Ğezale annesine kızdı! “Anne! Anne! Yawse gitmeyecek bu akşam! Dün gece ben çok kötü bir rüya gördüm. Giderse geri gelmez Yawse!” Sonra kocasına döndü: “Yawse, beni dinle, yalvarıyorum sana! Gitme! ‘Kötü bir rüya gördüm,’ diyorum sana! Gitme! Seninle konuşacaklarsa buraya gelsinler! Sen o adamların evine, sohbetine gitme!” Yawse karısının yalvarmalarını dinlemedi. Kendine çok güveniyordu. “Korkma Ğezale, korkma! Bu adamlar bana bir şey yapamaz!” diyerek kapıya yöneldi. Ğezale önüne geçti. Tekrar “Gitme!” diye yalvardı. Yawse karısının sözünü dinlemeden çıkıp gitti. Ğezale bahçe kapısına kadar Yawse’nin ardından gitti. Geri döndüğünde çok üzgündü. “Anne sen Yawse’ye neden ‘Git!’ dedin? Artık o bir daha geri dönmeyecek!” Dünya o an durmuş, Turabdin o an susmuştu! Hava kurşun gibi ağırdı! Ğezale gitti çekmeceden makası aldı. 72 73 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Yawse, Gellelerin evine giderken karısı Ğezale’nin “Gitme!” diye yalvaran sesi kulaklarında çınlıyor, “Annemi dinleme!” “Gitme!” diye ağlayan gözleri gözlerinin önüne geliyor, ayakları taşa takılıyordu. Kafası karmakarışıktı. O an babası ya da kardeşi önüne çıksa, “Nereye gidiyorsun? Dön geri! Konuşacaklarsa sabah olunca konuşsunlar!” dese geriye dönebilirdi. Gellelerin sohbet odasına girdiğinde ortadaki ateşin etrafına oturmuş, yüzleri ateşin ışığıyla kızıllaşmış on kadar Süryani, Müslüman, Ezidi ile göz göze geldi. Kanlı düşmanı olan Ose de oradaydı. Ose’nin gözlerindeki kini gördü. “Eyvah! Tuzağa düştüm!” düşüncesi beyninin ortasına yıldırım gibi düştü! Hemen geri adım attı. Eli derhal belindeki Sultan Hançeri’nin kabzasını tuttu. Geri dönüp gidecekti. Hemen Marovge dbe Kutke önüne geçti. “Hoş geldin! Buyur, otur!” diyerek kolunu tuttu. Odanın içinde bulunanlar da ayağa kalktılar. Yawse’yi kapıdan uzak bir yere oturttular. Yawse, dikkatle odadakilerin, özellikle de Ose’nin hareketlerini izlemeye başladı. Bir yandan sohbete katılıyor, diğer yandan da “Tuzağa düştüm! Nasıl kurtulacağım?” diye düşünüyordu. Ose sessizdi, ortadaki ateşin közlerine bakıyor, gözlerini Yawse’den kaçırıyordu. Daha çok Marovge dbe Kutke konuşuyordu. Aradan bir saat kadar geçmişti. Yawse ayağa kalktı. Marovge sordu: “Nereye Yawse?” “Tuvalete!” Tuvalet evin dışında, avlunun köşesindeydi. Eli Sultan Hançeri’nin kabzasındaydı. Saldırsalar derhal karşılık verecekti. Tuvalete girdi. Arkasından kimse gelmemişti. Bir süre ayakta bekledi. Aslında kaçmak için tuvalete çıkmıştı. Bir süre düşündü. Tuzak mı, değil mi? Tuzak olsa, odadan bırakmazlar ya da tuvalet yolunda saldırırlardı. Arkasından kimse gelmeyince, kendi kendine “Ben kötü düşünmüşüm. Bu adamlar kötü niyetli değil!” sonucuna vardı. Tuvaletten çıktı. Basibrin’i zifiri bir karanlık sarmıştı. Uzaklardan birkaç köpek havladı. Ğezale’nin “Gitme! Gitme!” diye yalvaran sesi kulaklarında tekrar çınladı. Yawse, “Gitme! Gitme!” diye yalvaran Ğezale’nin hayaline “Korkma Ğezale korkma! Bu adamlar kötü niyetli değil!” dedi. Odaya geri döndüğünde herkes yerinde oturuyordu. Dikkat çekici, şüphe uyandırıcı bir değişiklik yoktu. Sohbet bıraktığı yerden devam ediyordu. Marovge kapıya yakın yerde oturan bir Süryani’ye, “Ateş sönüyor, odun getir!” dedi. Odunu getirdi, ortadaki ateşi alevlendirdi. Odanın duvarlarında, insanların yüzlerinde alevlerin hareketi yansıyordu. Oda sessizleşmişti. Kiwağ Köyü’nden bir adamın sesi odanın sessizliğini bozdu: “Yawse! Senin hançerin Osmanlı Sultanı’nın Botan Emiri’ne hediye ettiği hançermiş. Belindeki Sultan Hançeri’ni ver de bakalım! Sultan Hançeri nasıl oluyormuş bir görelim!” dedi. 74 75 “Artık Yawse bir daha geri gelmeyecek! Bu saçlar artık öksüz kalacak!” diyerek uzun, gür saçlarını dibinden kesti. Kesik saçlarını eline doladı. Dün gece rüyasında saçlarını kesmişti. Kesik saçlarını, kalbini ve tüm hatıralarını annesinin önüne attı! Ardına bakmadan, karanlığın içine daldı gitti... 17. Hain tuzak! K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Yawse duymazlıktan geldi. Kiwağlı adam tekrar seslendi: “Yawse! Belindeki Sultan Hançeri’ni ver de bakalım! Sultan Hançeri nasıl oluyormuş bir görelim!” “Ben hançerimi kimseye vermem!” “Ayıp ediyorsun Yawse!” dedi Kiwağlı adam, “Biz senin düşmanın mıyız? Sen bizden şüpheleniyor musun? Yoksa bizden korkuyor musun?” Marovge aldı sözü: “Yawse! Silah düşmana verilmez! Sen bize güvenmiyor musun?” “Güveniyorum, güveniyorum ama...” Yawse’nin sözünü Marovge kesti yeniden: “Ya başkasına vermek istemiyorsan bana ver, ben bir bakayım! Bana da mı güvenmiyorsun?” Yawse iyi niyetli düşündü. Belindeki Sultan Hançeri’ni değerli taşlarla süslü kınından çıkardı, Marovge’ye verdi. Herkesin gözü Sultan Hançeri’ne dikilmişti. Marovge elindeki Hançeri inceliyor, ateşin alevine tutuyordu. Ateşin alevi Sultan Hançeri’in altın yaldızlı kabzasında; onlarca kişinin canını almış yivli, keskin, sivri uçlu çeliğinde yansıyordu. Sultan Hançeri Yawse’nin iktidarının, liderliğinin, ağalığının, gücünün sembolüydü. Odanın içinde bulunanlar sırayla Sultan Hançeri’ni inceliyor ve övüyorlardı! Hançer elden ele geçerek, Ose’ye vardı. Ose, Sultan Hançeri’ni eline aldı, dikkatle inceledi. “Ağzı çok keskin, ucu çok sivriymiş!” dedi ve bir anda Sultan Hançeri’ni ortadaki ateşin içine attı! Ayağa fırladı! Kendi hançerini çekti ve Yawse’ye saldırdı. Bir anda odada bulunanlar Yawse’ye saldırdılar. Onu ateşe atmak istediler. Yawse kendini ateşten kurtardı, ayağa kalktı, belindeki ikinci hançeri çekti. Ortalık kül tozu ve dumandan görünmez olmuştu. Yawse önüne gelen birkaç kişiyi yaraladı. Başına çullandılar. Herkes elindeki hançeri Yawse’ye sokup çıkarıyordu! Yawse ölüm korkusuyla, tüm gücünü kullanarak tekrar ayağa kalktı. Kapıya yöneldi, kendini dışarı atmak istedi. Marovge önüne geçti, kapıyı kapattı. Karnına, kasığına hançeri sapladı. Yawse ağır yaralanmıştı, kan fışkırıyordu. Yere yıkıldı. Ose kinle, nefretle “Ulan Yawse! İntikam işte böyle alınır!” diye bağırarak elindeki hançeri Yawse’nin yarı ölü vaziyetteki bedenine sokup çıkarıyordu! Canavarlar vahşice, kalleşçe Yawse’nin canını almışlar, ayakta dikiliyorlardı. Yawse’nin kanı ortadaki ateşe doğru akmış, cızırtıyla yanmaya başlamıştı. Odanın içini yanık insan kanı kokusu ve dumanı kapladı. Odadan ilk kaçan Ose oldu! Yanık et ve kan kokusu, “Yawse’yi öldürdüler!” çığlığı ile birlikte gecenin karanlığında bir anda Basibrin’e yayıldı. Ğezale de çığlığı ve yanık kokusunu duymuştu. Bir daha Ğezale’yi gören, duyan olmadı. Ğezale yedi kat yerin altına mı gitti, yedi kat göğün tepesine mi uçtu? Bilinmedi! Yawse ile Ğezale bir varlardı, bir yok oldular... 76 77 İKİNCİ BÖLÜM Hanne Haydo Dönemi 1. Yawse’nin ölümünden sonraki zamanlar Yawse’nin Marovge dbe Kutke’nin kurduğu bir tuzakta, Müslüman, Süryani ve Ezidilerin hançerleriyle öldürülmesi Basibrin’e, Sare’ye ve tüm Turabdin’e yayılmış; Süryani aileler ve sülaleler arasındaki ilişkileri, Müslüman-Süryani, Süryani-Ezidi ilişkilerini sarsmıştı. Yawse’nin Babası Haydo yaşlanmıştı. Oğlunun kalleşçe öldürülmüş olması onu kalbinden vurmuştu! Ciğerine evlat acısı düşmüştü! Fakat ölenle ölünmeyeceğini çok iyi biliyordu. Haydolar soyunun ve Haydolara güvenen Süryanilerin sorumluluğunun omuzlarında olduğunu bilerek acılarını içine gömdü. Oğlu Hanne’yi karşısına alıp konuştu: “Oğlum Hanne! Ölenle ölünmez! Önce Yawse’yi toprağa verelim. Yawse’nin kanını, onu öldürenlerin kanlarıyla yıkamayalım! İntikamcı olmayalım! Sen sabırlı olacaksın! Dikkatli olacaksın! Konuştuğun insanı, bastığın toprağı iyi tanıyacaksın! Yawse gece vakti Gellelerin evine gitmemeliydi! Karısı Ğezale’nin sözünü dinlemeliydi! Kendi hatasını canıyla ödedi. Yawse’nin hataları sana ders olsun! Yawse’nin bıraktığı yerden sen devam edeceksin!” Hanne babasını saygıyla dinledi. “Sağ ol baba!” dedi, “Sen Haydoların başında oldukça, sen benim yanımda oldukça, 81 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Hanne, 57 yaşında iken hem Sare’nin hem de Basibrin’in sorumluluğunu üstlenmişti. Yaşlı Haydo, tecrübelerini oğluna aktarıyor, ona yardımcı olmaya çalışıyordu. Hanne, Basibrin ve Sare’nin sorumluluğunu üstlendiği zaman karısı Basse’den olma Sare isminde bir kız ve henüz bir yaşında olan, 1874 doğumlu Şemun Hanne Haydo adlı bir oğlu vardı. Amcası Yawse’nin öldürüldüğünden Şemun Hanne Haydo’nun haberi yoktu. Henüz ana kuzusu idi. Annesinin neden ağladığını bilecek yaşta değildi. Hayatın kendini nerelere götüreceğini de hiç bilmiyordu. Bu zamanda Hanne kaçaktı. Osmanlı askerleri onu arıyordu. Çünkü Deyro du Slibo Manastırı’nda silahlı çatışma olmuş, Osmanlı askerlerinden bazıları ölmüştü. Basibrin’de, Sare’de ve çevre köylerde yaşayan Süryaniler, Müslümanlar, Ezidiler Haydo ailesinin acısını paylaşmaya geldiler. “Bu acılar son acılarımız olsun!” dileklerinde bulundular. Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk Anayasa 1876 yılında ilan edilmişti. İmparatorluk sadece padişah fermanlarıyla değil, artık Anayasa hükümlerine göre yönetilecekti. 1876 Anayasası, Osmanlı İmparatorluğu’nu meydana getiren milletler arasında uyum sağlamayı da amaçlıyordu. 1839 yılında ilan edilmiş olan Tanzimat Fermanı’yla tanınmış olan Müslümanlar ile Hıristiyanların kanun önünde eşit olma hakkı uygulanamamıştı. Kanun sayfalarında kalan, hayata geçirilemeyen bu önemli hak, 1876 Anayasası ile de uygulanamadı. Hanne Haydo’nun 1877 yılında bir oğlu daha dünyaya geldi. Adını Melke koydu. 1878 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında çok kanlı bir savaş oldu. Osmanlı İmparatorluğu bu savaşı kaybetti. Bu savaşta Osmanlıyı desteklemiş olan Rusya sınırları içinde yaşamakta olan Müslüman halklar, Çerkezler, Çeçenler, Tatarlar Osmanlı topraklarına sığınmak zorunda kaldılar. Osmanlı İmparatorluğu Çerkezleri, Çeçenleri bilinçli olarak Anadolu’da Hıristiyanların yoğun olarak yaşadığı vilayetlere, Turabdin Bölgesi’ne, Suriye ve Ürdün’ün çeşitli yerlerine iskân etmişti. 82 83 Mor Dodo Kilisesi, 2017, (Foto: Ayşe Günaysu) Yawse’nin kanı yerde kalmaz! Senin güvenine layık olmaya çalışacağım!” Yawse’nin naaşı, Mor Dodo Kilisesi’nde yapılan dini törenle, 1875 yılının Şubat ayı ortalarında, karlı bir günde kilisenin bahçesinde toprağa verildi. Yawse’nin 1824 yılında başlayan hayatı 1875’te, 51 yaşında çok acılı bir biçimde sona ermişti. K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Osmanlı İmparatorluğu 1878 Osmanlı-Rus Harbi’nin yenilgisinin suçunu ülkesindeki Hıristiyan milletlerin üstüne atmıştı. Özellikle Osmanlı-Rusya sınır bölgelerinde; Kars, Ardahan, Erzurum, Van, Trabzon, Sivas, Muş bölgelerinde çoğunluk olarak yaşayan Ermeniler yenilginin sebebi olarak gösteriliyordu. “Vilayet-i Sitte” adı verilen, Ermenilerin nüfus olarak çoğunlukta olduğu altı vilayet, Osmanlı Sultanı’na göre baş belası olarak görülüyordu. Osmanlı İmparatorluğu, 1876 yılından itibaren, Anadolu’da, özellikle “Vilayet-i Sitte” denilen altı vilayette yaşayan Ermenilerin ve Ermenilerle aynı kefeye konulan Süryanilerin nüfusunu azaltmak için gizli açık planlar yapmaya başlamıştı. Turabdin Bölgesi’nde de hiçbir yerleşim yerinde Süryanilerin, Hıristiyanların çoğunlukta olmasını istemiyordu. Osmanlı İmparatorluğu bu planın hayata geçirilmesi için Müslüman Kürt aşiretlerini kullanıyor; Müslüman Kürt aşiretlerden kendisine bağımlı olanları destekliyordu. Bu plan doğrultusunda gizli ya da açık olarak Müslümanların, Kürtlerin Hıristiyanlara, Turabdin Bölgesi’nde Süryanilere karşı saldırılarını, talan ve yağma kavgalarını kışkırtıyordu. Basibrin ve Sare’de yaşayan Süryaniler, Osmanlı İmparatorluğu’nun genel siyasi şartlarından, Hıristiyan milletlere karşı politikasından doğrudan etkileniyorlardı. Süryaniler yaşaya yaşaya Osmanlı hukukuna, Osmanlı adaletine güvenlerini kaybetmişlerdi. Yerel yöneticiler, kadılar, müftüler taraflı davranıyordu. Mahkemelerde bir Hıristiyan ile bir Müslüman’ın şahitliği eşit kabul edilmiyordu. Bir Süryani bir Müslümanı öldürürse büyük olay oluyor; bir Müslüman bir Süryani’yi öldürmüşse arayan soran olmuyordu. Basibrin’de Yawse öldürüldüğü zaman da aynı olmuş, cinayeti araştırmak için ne bir jandarma, ne bir asker gelmişti. Süryaniler cinayetlerin suçlularını Turabdin’in yazılmamış kanunları içinde arıyorlardı. 1843 yılında Bedirhan askerlerinin 40.000 kadar Doğu Süryanisini katletmesinden sonra Botan Bölgesi’nde, Turabdin’de Süryanilerin can, mal, namus güvenlikleri giderek azalmıştı. Süryaniler artık kendi başlarına can güvenliklerini sağlayamaz duruma gelmişlerdi. Can, mal, namus güvenliklerini sağlayabilmek için bir Müslüman/Kürt aşiretinin tarafını tutmak, onlarla birlikte hareket etmek zorunda kalıyorlardı. Müslüman/Kürt aşiretleri arasındaki bir kavga ya da Müslüman/Kürt aşiretleri ile Osmanlı Devleti arasındaki bir anlaşmazlık, bir silahlı çatışma Süryanileri doğrudan etkiliyordu. Süryaniler böyle durumlarda tarafsız da kalamıyorlardı. 1870’lerde Zahoran Köyü’nden Midyat yakınlarındaki Mzizah Köyü’ne gelmiş olan Müslüman/Kürt aşiretlerinden bazıları Osmanlı Devleti’ne karşı başkaldırmıştı. Bunlardan biri olan Osmanolar Süryanilere karşı saldırılarını artırmıştı. Hanne Haydo, Basibrin ve Sare’de Süryanilerin güvenliğini koruyabilmek için, Osmanoların bir kolu olan Haco ile anlaşmak zorunda kalmıştı. Deyro du Slibo Manastırı Süryanilerin kutsal mekânlarından önemli biriydi. Hanne Osmanlı askerleri tarafından aranır duruma gelince, bunu fırsat bilen Müslümanlar tarafından işgal edilmiş, manastırdaki rahipler, rahibeler ve tüm Süryaniler zorla dışarı atılmıştı. Askerler de onlara yardımcı olmuşlardı. Hanne, Deyro du Slibo Manastırı’nın işgal edilmesini ve ruhanilere hakaret edilmesini kabul etmedi. “Bu bir haksız- 84 85 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo lık, dinimize saygısızlık, Süryanilere büyük bir hakarettir. Bunun hesabı sorulmalıdır!” dedi. Manastırın geri alınmasına karar verdi. Haco Aşireti, Osmanlı Askerlerine karşı 1878 yılında silahlı çatışmaya girdiği zaman, Hanne de aralarındaki dostluk anlaşmasına göre, yanındaki silahlı Süryani adamlarıyla birlikte Haco Aşireti tarafında yer almıştı. Bu çatışma sırasında 10 kadar Osmanlı askeri ölmüştü. Çatışma bittikten sonra, Osmanlı Yerel Yöneticileri tarafından askerleri kimin öldürdüğü araştırılmış ve suç doğrudan Hanne’nin üzerine yıkılmıştı. O zamanlarda hep böyle olurdu. Müslüman/Kürt aşiretler ile Osmanlı askerleri arasında bir silahlı çatışma çıktığında, öldürülen askerlerin suçu genellikle Müslüman/Kürt aşiretin saflarında yer almak zorunda kalmış Süryanilerin ya da Ezidilerin üzerine yıkılırdı. Haco Aşireti saflarında çatışmaya katılmış olan Hanne, “Askerleri ben öldürmedim! Ben tek asker bile öldürmedim!” demesine rağmen derdini kimseye anlatamamıştı. Teslim olsa öldürüleceğini biliyordu. Tek çaresi kaçmak, gizlenmekti. Hanne kanun kaçağı haline geldikten sonra, Osmanlı askerleri sık sık Basibrin ve Sare’ye baskın yapmaya başladı. Devlet, Hanne’yi yakalayamayınca öfkesini tüm Süryanilerden çıkarıyor, Basibrin ve Sare halkını cezalandırıyordu. Hanne’yi yakalamak için Basibrin ve Sare’ye gelen askerlerle çeşitli zamanlarda silahlı çatışmalar oldu. Askerler on kadar Süryani öldürdü. Öldürülen Süryanilerden biri de Hanne’nin karısı Basse idi. Çatışmaların, ölümlerin sonu gelmiyordu. Sare ve Basibrin’de huzur kalmadı. 86 Süryani Patriği Abdülmesih’in 1889’da Osmanlı Hükümeti’ne gönderdiği bir şikayetname: “Karşı çıkmalarımıza ve Padişah Hazretlerinin koyduğu yasağa rağmen, Midyat jandarma komutanı Mehmed Efendi [Diyarbakır/Omid vilayeti] Sare köyünden Hanno Haydo’yu tutuklama bahanesiyle, yöredeki en tanınmış Kürt eşkiyalarından biri olan Haco ve sülalesi, askerlerin eşkiya ağaları dediği, tanımadığımız birkaç Kürtle günlerce köyümüzü kuşatma altına aldı. “Adlarını yukarıda verdiğimiz akraba ve komşularımızdan otuz sekiz [38] kişi öldürüldü. İki hamile kadının karınları yarıldı, cenler sökülüp atıldı. Ayrıca sekiz kişi yaralandı. Öte yandan bize akla gelmez işkence yapıldı, eşyalarımız yağmalandı, sürülerimize ve paramıza el kondu, tarlalarımız yakılarak çöle çevrildi. Bize karşı uygulanan bu şiddet ve hareketler defalarca resmî makamlara ve Mardin mutasarrıfına bildirdik. Fakat bizi dinlemedikleri gibi; adalet talebimizi 87 K e m a l Ya l ç ı n işitmemezlikten geldiler. Olaya katılan askerleri bu soygun, hırsızlık ve cinayetleri işleyenleri, Padişah hazretlerinin arzusu hilafına yapıldığı için, biz, kullarınız, bu suçları işleyenleri kanunlara göre cezalandırmanızı ve hakkımızı korumanızı Ekselenslarından saygıyla rica ediyoruz.” Kaynak: Sechzehn Jahre als Quarantänearzt in der Türkei: mit 16 Tafeln und 1 Übersichtskarte / von Lamec Saad, Berlin: Reimer, 1913, s. 260-261 Şemun Hanne Haydo Mardin Mutasarrıfı Deyro du Slibo Manastırı’ndaki silahlı çatışmanın üzerinden on yıl geçtikten sonra, 1888 yılında, Deyruzafaran Manastırı’na gitti. Süryani Patriği 4. Fatrus ile görüştü. “Patrik Efendi! Eğer on askerimizi öldürmüş olan Hanne teslim olmazsa, Basibrin ve Sare köylerini yakacağım! Size on gün mühlet veriyorum. Bana Hanne’yi teslim edeceksin!” dedi. Mardin Mutasarrıfı’nın açık ve kesin tehdidi üzerine Patrik 4. Fatrus, Hanne’ye bir adamını gönderdi. Durumu anlattı. “Sare ve Basibrin köylerinin kurtulması için senin teslim olmanı istiyorum!” dedi. Hanne’nin teslim olması için yapılan tehditler Sare ve Basibrin’de derhal duyulmuştu. Süryaniler korku içinde bekleşmeye başlamıştı. Hanne Haydo, Patrik 4. Fatrus’tan gelen haberi değerlendirdi. 80 yaşındaki babası Haydo ile konuştu. Bu arada Haco’ya da haber gönderdi. Sonunda Basibrin ve Sare’nin kurtulması için teslim olmaya karar verdi. Her nasılsa, teslim olma haberi çevredeki Müslümanlar arasında da duyulmuştu. Hanne bir süreden beri Sare’de saklanıyordu. Hanne’yi teslim almak için Sare’ye Midyat’tan askerler gelmişti. Hanne askerlere teslim oldu. Ellerini arkadan kelepçelediler. Hanne’nin kızı Sare, oğulları Şemun Hanne Haydo, Melke Hanne Haydo ve 80 yaşındaki Baba Haydo orada idiler. Sareli Süryaniler korku ile çoluk çocuk ağlaşarak güvendikleri Hanne’nin eli kelepçeli halini seyrediyorlardı. Bir anda ortalık karışır gibi oldu. Kalabalığın arasından Kiwağlı bir adam Hanne’ye yaklaşmak istedi. Askerler yaklaştırmadılar. Hanne’yi askerler götürürken Haydo üzüntüyle oğlunun arkasından bakıyordu. Tam o anda Kiwağlı bir Ezidi köle 100 metre kadar uzaktan tüfekle ateş etti ve yaşlı Haydo’yu öldürdü. Bir anda ortalık karıştı! “Tutun! Yakalayın!” bağırışları arasında Baba Haydo yere yıkıldı! Süryaniler o güne kadar çok kalleşlik görmüşler, ama böylesini; askerlere teslim olmuş, elleri kelepçeli bir oğulun önünde yaşlı bir babanın öldürüldüğünü görmemişlerdi! Süryaniler çok kalleşlik görmüş, ama 10,12,14 yaşlarındaki torunlarının önünde bir büyükbabanın öldürüldüğünü görmemişlerdi! Sare’nin sokakları, evlerin taş duvarları 88 89 Hanne Haydo, Deyro du Slibo Manastırı’nı kurtarmak için Haco’dan yardım istedi. Haco bu isteği kabul etti. Bir gece Haco ve Hanne’nin komutasında Müslümanlar ile Süryaniler manastıra silahlı baskın yaptılar. Çok şiddetli çatışmalardan sonra manastırdaki işgali kırdılar. İşgalcileri dışarı attılar. Bu çatışma sırasında askerlerden ve işgalci Müslümanlardan ölenler olmuştu. Tüm ölenlerin sorumluğu da Hanne’nin üstüne atılmıştı. Bu olay Midyat ve Mardin’deki Osmanlı yöneticilerinin Hanne Haydo’ya karşı öfkelerini daha da artırdı. 2. Hanne’nin teslim olması K e m a l Ya l ç ı n Süryanilerin çığlıklarıyla sarsılmıştı! Sare, Sare olalı böylesine bir acı yaşamamıştı! Yerde kanlar içinde yatan dedesinin hali, babasının kelepçeli vaziyette babasının imdadına koşmak istemesi kanlı bir hançerle 12 yaşındaki Şemun Hanne Haydo’nun beynine çizilmişti! 10 yaşındaki Melke, dedesinin kanlı bedenini görünce donup kalmış, günlerce konuşamamıştı. Hanne, babasının imdadına yetişmek için, bileklerindeki kelepçeyi koparmak, kırmak için zorlarken, kelepçenin demiri bileğini kesmişti! Askerler bileklerinden kan akan Hanne’yi gözü yaşlı evlatlarının önünden, Sareli Süryanilerin arasından sürüye sürüye alıp gittiler! Şemun Hanne Haydo, “Baba! Baba!” diye ağlayarak askerlerin önüne geçmiş, babasını kurtarmak istemişti. Askerin biri “Babamı bırak! Babamı götürme!” diye ağlayan, kendini parçalayan Şemun’un sırtına bir dipçik vurmuş, Şemun yere yuvarlanmış, bir süre yerden kalkamamıştı! Şemun’un yerde kıvrandığını gören amcası Gewriye koşup geldi! Şemun’un da öldüğünü sanmıştı! Dipçiği vuran asker, “Götür bu çocuğu, götür! Şimdi elimden bir kaza çıkacak! Onun ölümü de benim elimden olacak!” dedi. Gewriye, “Asker! Asker! Çocuk o çocuk! Senin baban yok mu? Vurma çocuğa vurma!” diye yalvardı. Hanne ise hem ağlıyor hem de “Oğlum Şemun! Korkma! Ağlama! Ben geleceğim yakında! Döneceğim evimize! Korkma! Gelme arkamdan! Dön evimize!” diyerek oğlunu susturmaya çalışıyordu. 90 Şemun Hanne Haydo 3. Hanne’siz günler Hanne Haydo yaya olarak Mardin’e götürülüp, Mardin Hapishanesi’ne kapatıldı. Mutasarrıf “Asker katili” bir Süryaninin teslim alınmış olmasından çok memnundu! Durumu derhal Diyarbakır Valisi’ne bildirdi. Baba Haydo’nun öldürülmesinin üzerinde hiç durmadı. Sareliler Baba Haydo’yu toprağa verdiler. Haydo’nun mezarını gözyaşlarıyla ıslattılar! Haydo’yu öldüren katil, elini kolunu sallayarak dolaşıyor, “Haydo’yu oğlunun, torunlarının, Sarelilerin ve askerlerin gözleri önünde öldürdüm!” diye övünüyordu. Payitaht İstanbul’un Sare’de akan gözyaşlarından haberi yoktu! Turabdin’deki Müslüman-Kürt aşiretlerinin, aşiret reislerinin, Sare ve Basibrin yakınlarındaki köylerde yaşayan Çelebiyoların, Sarhonaların her şeyden haberleri vardı. Çelebiyolar, Serhanolar yıllardır Sare ve Basibrin’i koruyan, liderlik yapan Haydoların, Yawse’nin katledilmesinden, Hanne’nin hapse atılmış olmasından çok memnundular. Artık Sare ve Basibrin kendi hâkimiyetlerine girecekti. Hanne’nin lideri olduğu Sare, Basibrin ve çevre köylerin vergilerini alacaklardı. Hanne’nin hapse girmesinin üzerinden daha bir ay bile geçmeden Çelebiyo Sare’ye geldi, “Bugünden sonra Sare’nin ve Basibrin’in ağası benim!” dedi. Bu durumu gören Gewriye, “Artık kendimizi koruyacak gücümüz kalmadı! Müslümanlar Hanne’nin iki oğlunu da yaşatmazlar! Biz bu köyü terk edelim!” dedi. Gewriye kardeşi Hanne’nin iki oğlu ve kızını yanına alarak Mardin’e gitmeyi düşünüyordu. Fakat Mardin’de üç evlada kim sahip çıkacaktı? Hapishanedeki Hanne’ye her gün kim yemek yapıp götürecekti? 91 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Meryem akıllı, görgülü, elinden iş gelen çalışkan bir kadındı. Mardin’e göçtüler. Mardin’deki Süryaniler Meryem’in ev bulmasına yardımcı oldular. Meryem, Hanne’nin uzun yıllar hapiste kalacağını tahmin ediyor, işlerini ona göre düzenliyordu. Ev bulup yerleştikten sonra, iş aramaya başladı. Tanıdıklarının yardımıyla bir Süryani ailenin yanında iş buldu. Hem çalışıyor hem Hanne’nin üç evladına annelik yapıyor, hem de her gün Hanne’ye yemek götürüyordu. Gewriye Meryem’i, kocasını, Hanne’nin çocuklarını eve yerleştirdikten sonra Sare’ye döndü. Bir süre sonra Meryem’in kocası Barsawmo dbe Muşe de Sare’ye döndü. Köydeki işlere bakıyor, yetiştirdiklerini Mardin’e götürüyordu. Hanne teslim olduğu zaman kaç yıl hapiste yatacağını bilmiyordu. Mardin’de yargılandı. Osmanlı askerlerini öldürdüğü sadece bir iddia idi. Tek bir görgü şahidi bile yoktu. Buna rağmen mahkeme Hanne’ye sekiz yıl ağır hapis cezası vermişti. Hanne hapisteki özel hayatını ve dışarıdaki çocuklarının hayatını bu sekiz yıla göre düzenledi. 1880’li, 1890’lı yıllarda, Mardin Hapishanesi’nde koğuşlar dinlere göre ayrılmıştı. Can güvenliği nedeniyle Hanne, Süryani, Ermeni tutuklu ve hükümlülerle birlikte kalmaya başladı. Koğuştaki arkadaşları Hanne’yi büyük saygı ve sevgiyle karşılamışlardı. Hanne’nin babası Haydo, zamanına göre ileri görüşlü bir insandı. Kendisi köydeki papazlardan Süryanice okuma yazmayı, matematik işlemlerini iyi öğrenmişti. Zaten bu bilgileri nedeniyle de Botan Emiri’nin vergisini toplamıştı. Haydo çocuklarını okutmak istemişti. Fakat o zamanlarda Basibrin’de iyi eğitim veren bir okul yoktu. Süryani çocukları kilisede verilen kurslara katılıyor, Süryanice okuma ve yazma öğrenebiliyorlardı. Bazı aileler de çocuklarını din eğitimi alması için Mor Gabriel’e gönderiyordu. Haydo sadece bir oğlunu, Gewriye’yi Mor Gabriel’e göndermişti. Yawse ve Hanne ise Basibrin’de kilisede eğitim görmüşlerdi. Bütün Süryaniler anadillerinden başka Kürtçe de konuşurlardı. Fakat 1800’lü yıllarda Turabdin’de çok az Süryani ve Kürt Türkçe bilirdi. Devlet memurları dışında Türkçe konuşan hemen hemen hiç yoktu. Hanne köyün lideri olarak devlet dairelerindeki işleri yürütürken Türkçe de öğrenmişti. Zaten o zaman resmi devlet dili Türkçe değil; Türkçe, Arapça ve Farsçanın karışımından oluşan Osmanlıca idi. Arap Alfabesi kullanılıyordu. Kürt ağalarının hemen hemen hiçbiri okuryazar değildi. Okul yüzü görmemişlerdi. Hanne çocuklarını kilisedeki okuma yazma eğitimine göndermişti. Şemun Süryanice okuma ve yazmayı öğrenmişti. Melke ise öğrenmeye çalışıyordu. Hanne hapse girdikten ve cezası kesinleştikten sonra çocuklarının geleceğini düşünerek Mardin’de iyi bir okula göndermeye karar verdi. Düşüncesini Meryem’e bildirdi. 92 93 Gewriye, Haydo Sülalesi’nden insanlarla konuştu. Hanne’nin Bahho adlı amcasının kızı olan Meryem, “Ben Mardin’e gider hem çocuklara bakar, hem de Hanne’ye her gün yemek yapıp götürürüm,” dedi. Meryem, Barsawmo dbe Muşe ile evliydi. Gewriye, Meryem ve Barsawmo dbe Muşe oturup konuştular. Hanne’ye ve çocuklara sahip çıkmak için Meryem ile kocası Barsawmo dbe Muşe Mardin’e göçmeyi kabul ettiler. 4. Mardin’de geçen yıllar K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Mardin nüfusunun çoğunluğu 1870’li, 1880’li yıllarda Ermeni ve Süryanilerden oluşuyordu. Ermeniler, Mardin’deki ticari ve ekonomik hayatı ellerinde bulunduruyorlardı. Mardin’de Süryani ve Ermeni çocuklarının gittiği okullar vardı. Müslümanların çocukları genellikle okula gitmiyor, okula gidenler de dini okullara gidiyordu. Mardin 19. Yüzyılda Diyarbakır gibi kültür, sanat ve ticaret merkeziydi. Mardin’de bugünkü adıyla Diyarbakır Kapı, o günkü adıyla Meşkin Mahallesi’nde, 1850’ler sonrasında kurulmuş bir Amerikan Misyonu vardı. Bu Misyon içinde bulunan Erkek Lisesi’nde öğrenciler yatılı ve gündüzlü olarak eğitim görüyorlardı. Amerikan eğitim sistemine göre liseye “kolej” dendiği için bu okul Amerikan Koleji olarak adlandırılmıştı. O zamanlarda Mardin’de lise eğitimi veren tek okul “Amerikan Koleji” olarak adlandırılan bu okuldu. Hanne bu okulu biliyordu. Hapse girmeden önce bu okulda okuyan öğrencilerle ilgilenmişti. Hanne Meryem’e dedi: “Şemun ve Melke iyi bir eğitim almalı, mutlaka Amerikan Koleji’ne gitmeli. Çocukların can güvenliği için mümkünse yatılı okumalı, okulda yatıp kalkmalılar. Sen git Koleje, müdürüyle, sorumlusuyla konuş!” Meryem, “Sen merak etme!” dedi, “Ben ne yapar eder bu çocukları okula yazdırırım.” Amerikan Koleji’ne gitti. Sorumlusuyla konuştu. Hanne’nin başına gelenleri, Basibrin ve Sare’de yaşananları anlattı. “Lütfen bu iki çocuğun can güvenliği için yatılı olarak okulunuza alın!” dedi. Karşısındaki okul sorumlusu, Meryem’in anlattıklarına inanamadı. “Bu kadar da olur mu? İnsan insana bunu yapar mı? Herhalde bu kadın, çocukları okula yazdırabilmek için abartıyor, biraz yalan söylüyor!” diye aklından geçirdi. “Sizi tanıyan, anlattıklarınızı bilen Mardinli bir papaz var mı?” “Var!” “O halde yarın onunla birlikte bana geliniz!” Meryem doğru Kırklar Kilisesi’ne gitti. Durumu papaza anlattı, yardım istedi. Süryani, Süryaninin yardımına koşuyor, zor şartlarda birbirine destek olarak yaşamaya çalışıyorlardı. Kırklar Kilisesi Papazı, Hanne’nin başına gelenleri duymuştu. “Meryem siz hiç merak etmeyiniz. Yarın birlikte Koleje gider konuşuruz,” dedi. Dediklerini yaptılar. Kolej müdürü ile konuştular. Papaz, Hanne’nin başına gelenleri bir kez daha anlattı. Kolej Müdürü, “Olmaz! Bu kadar da olmaz! İnanamıyorum, inanmak istemiyorum! Çok korkunç, çok!” diye diye Şemun ile Melke’yi yatılı olarak koleje kayıt etti. Şemun ve Melke ayda bir, duruma göre 15 günde bir izinli olarak Meryem’in evine geleceklerdi. Böylece Meryem hem işe gidecek, hem de Hanne’ye yemek götürecekti. Şemun ile Melke ise izinli çıktıkları günlerde babalarına yemek götürecek, hasret gidereceklerdi. Şemun, babasının götürülüşü, dedesinin öldürülmesinin şokunu daha kolay atlatmıştı. Melke ise şokun etkisini atamamıştı, Koleje başladığında henüz dili çözülmemişti. Şemun kardeşine destek oluyor, elinden tutuyor, ağabeylik yapıyordu. Öğretmenler durumu bildikleri için, Şemun ile Melke’ye özel ilgi gösteriyorlardı. Tecrübeli bir Amerikalı öğretmen, Melke’nin şoku atlatabilmesi, dilinin çözülmesi için sporun yararlı olacağını düşünmüş, Melke’yi okulun spor takımına almıştı. Melke koşuyor, zıplıyor, atlıyor, tırmanıyordu. Yarışmalarda birinci gelmeye başladı. Koşarken, atlarken dili 94 95 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo çözüldü. Oyunlar ve spor Melke’nin yaralı ruhunun ilacı olmuştu. Amerikan Koleji’nde verilen eğitim Şemun ile Melke’nin kaderlerini değiştirdi, onların hayatlarına yön verdi. Şemun kardeşi Melke’ye göre daha hızlı dil öğreniyordu. Bir yıl içinde Latin ve Arap alfabesiyle yazmayı, İngilizce ve Türkçe konuşmayı öğrendi. Hanne de hapiste geçen günlerinde Süryanice kitaplar okuyor, koğuş arkadaşlarına okuduklarını anlatıyor, bilmeyenlere Süryanice okuma ve yazma öğretmeye çalışıyordu. Hanne uzun hapishane yıllarında hayatını, Haydoların başlarına gelenleri düşünüyor, kafasındaki “Ne yapmalı? Nasıl yapmalı?” sorularına cevap arıyordu. Meryem’den kitap istemeye başladı. Süryanilerin tarihine karşı ilgisi artmıştı. O zamanlarda Süryani tarihiyle ilgili kitaplar çok azdı. Tarih diye anlatılanların çoğu hayat hikâyeleriydi. Hanne, kendi tecrübelerinden, duyduklarından, gördüklerinden sonuçlar çıkarmaya çalışıyordu. Yaz tatillerinde Şemun ve Melke çalışıyor, evin geçimine katkıda bulunuyorlardı. Meryem’in yaptığı yemekleri Şemun ile Melke babalarına götürüyor, babalarıyla görüşüp konuşabiliyorlardı. Hanne oğullarının Amerikan Koleji’ne gitmelerinden çok memnundu. Şemun ile Melke’yi daha çok okumaya, daha çok öğrenmeye teşvik ediyordu. “Çocuklar! Zaman, okuma zamanıdır. Sizler Haydo soyunu yeniden ayağa kaldıracaksınız! Süryanilere liderlik yapacak, onlara yol göstereceksiniz. Liderlik ya zulümle, ya ilimle olur! Zamanımızda liderlik ilimle olur ancak!” diyordu. Şemun ve Melke, 1890 yılına geldiklerinde artık kolej hayatına alışmışlardı. Melke kendini spora müziğe vermişti. Dersleri iyiydi. Şemun ise kitap okumayı seviyordu. Kolejin kitaplığından çıkmaz olmuştu. Tarih, edebiyat ve dil derslerine çok ilgi duyuyordu. İngilizcenin yanında Almancayı ikinci yabancı dil olarak seçmişti. Osmanlı ve dünya tarihinin yanında Süryanilerin tarihine, Mezopotamya’nın tarihine özel ilgi duyuyordu. Bu konularda kitaplıkta bulduğu İngilizce kitapları okumaya başlamıştı. 1889 yılı Fransız İhtilali’nin yüzüncü yılı olarak dünyada anılmıştı. Tarih derslerinde Fransız İhtilali özel bir konu olarak işlenmişti. Fransız İhtilali’nin meydana gelişi ve “Kardeşlik, eşitlik, özgürlük!” ilkeleri Şemun’un çok ilgisini çekmişti. Şemun babasını ziyarete gittiğinde artık siyasi konuları konuşuyorlardı. Bir gün Fransız İhtilali’ni heyecanla babasına anlatmış, “Baba neden biz Süryanilerin bir devleti yok? Neden biz köyümüzde özgürce yaşayamıyoruz? Neden dedemi gözümüzün önünde öldürdüler? Biz hep böyle ezilecek, horlanacak mıyız?” sorularını sormuştu. Hanne oğlunun sorularına bildiği kadarıyla cevap vermeye çalıştı. Fakat Şemun babasının verdiği cevaplarla yetinmiyordu. Hanne oğlunun bilgisine, sorduğu sorulara çok memnun oldu. “Sen o okuduğun İngilizce kitapları bana da anlat! Ben artık bundan sonra senden öğreneyim!” dedi. Şemun o günden sonra babasına yemek götürürken kitap, gazete de götürmeye başladı. Okuduğu İngilizce kitapların önemli yerlerini babasına çeviriyordu. Şemun kolejin kitaplığında bulunan romanları severek, merakla okuyordu. Şekspir’in Hamlet adlı meşhur tiyatro eserini okumuş, “Olmak ya da olmamak! İşte asıl mesele bu!” sözü diline takılmıştı. Fransız yazarlarından Viktor 96 97 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Hugo’yu çok seviyordu. Sefiller adlı romanını babasına özetlemişti. Osmanlıca okuyup yazmayı öğrendikten sonra, Türkçe aşk hikâyelerine, kahramanlık destanlarına merak sardı. Kerem ile Aslı’yı defalarca okudu. Köroğlu Destanı ve bu destanda anlatılan kahramanlıklar çok hoşuna gitti. İngilizce bir kitapta Sasunlu David adlı Ermeni halk kahramanının hayatını okudu. Sasunlu David’in cesareti ve beyaz atı çok hoşuna gitti. Demek ki her halkın bir kahramanı vardı. Ermenilerin Sasunlu David’i ile Türklerin Köroğlu’su birbirine benziyordu. “Biz Süryanilerin Halk Kahramanı kim ya da kimler?” sorusu geldi aklına. Kitaplıkta bu konuda kitaplar aradı. Kitaplıkta bu konuda yazılmış Süryanice veya İngilizce kaynak bulamadı. Tarih öğretmenine sordu. “Şemun, kahramansız halk olmaz! Süryaniler Mezopotamya’nın en kadim halklarından biridir. Süryanilerin ataları, senin ataların Mezopotamya’da çok büyük imparatorluklar kurmuşlardı. Mezopotamya tarihi aynı zamanda Süryanilerin tarihidir. Süryaniler, Mezopotamya’da bilimle, sanatla, kültürle ayakta kalabilmişlerdir. Şemun sana kitaplıkta bulunan Mezopotamya tarihi ile ilgili kitapları okumanı öneririm.” Şemun sordu: “Hangi kitapları mesela?” Öğretmen cevap verdi: “Gel gidelim birlikte bakalım!” Tarih öğretmeni Şemun’un ilgisine çok önem veriyordu. İngilizce yazılmış birkaç kitabı raftan alıp gösterdi. Bu kitaplardan birinin kapağında Asur Kralı Asurbanipal’ın heykelinin resmi vardı. “Bak Şemun! Asurbanipal’ın elinde ne var?” Şemun dikkatle baktı. “Kaleme benzer bir şey var!” “Aynen öyle Şemun! Kral Asurbanipal’ın elinde kılıç değil, kalem var. Nedir bunun anlamı?” Şemun sustu, düşünmeye başladı. Tarih öğretmeni devam etti: “Bunun anlamı, kalem kılıçtan keskindir! Kalem kılıçtan önemlidir! Yani demek istiyor ki, ‘Ey halkım! Bilime önem veriniz! Savaşlar bilimle kazanılır! Önce bilim, sonra silah! Silahı yaratan bilim ve tekniktir. Silah bilimi yaratmaz! Sen bunları bir daha düşün!” Şemun çok zeki bir öğrenci idi. Beyninde bir şimşek çaktı! Aklına bir soru geldi. “Öğretmenim! Kaleme ve bilime önem veren sadece Kral Asurbanipal mi idi?” Öğretmen durakladı. Şemun’un yüzüne hayranlıkla baktı. Bu soru onun aklına gelmemişti. “Bilmiyorum Şemun! Mezopotamya tarihiyle ilgili başka kaynaklara bakalım,” dedi. Başka bir tarih kitabına baktılar. Bu kitapta M.Ö. 1000 yıllarında Şam, Filistin, İsrail, Doğu Akdeniz kıyılarında yaşamış Aram Krallığı, Anadolu’da kurulmuş Hitit İmparatorluğu ve Mezopotamya’da hakimiyet kurmuş olan Asur İmparatorluğu arasındaki ilişkiler anlatılıyordu. Aram Kralı Hasael M.Ö. 841-812 yıllarında hüküm sürmüştü. Kral Hasael’in oğlu Ben-Hadad III. zamanında Aram Krallığı büyümüş, Doğu Anadolu’ya kadar yayılmıştı. Aram Kralı Hasael ve oğlu Ben-Hadad III de bilime, sanata, kültüre çok önem vermişlerdi. Mezopotamya, Doğu Akdeniz ve Anadolu’da yaşamış Asur İmparatorluğu, Hitit İmparatorluğu ve Aram Krallığı komşuluk ilişkileri içinde birbirlerinden etkilenmişlerdi. Bir heykelde annesinin dizlerinde ayağa kalkmış olan genç 98 99 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Hitit Prensinin sol elinde bir çamur tablet, sağ elinde ise tablete yazı yazdığı çivi-kalemi görülüyordu. Tarih öğretmeni Şemun’un sorusuna cevabı bulmuştu. Parmağıyla heykel resmini gösterdi. “Bak Şemun, Hitit Krallığı’nın varisi genç prensin elinde de kalem var!” dedi ve devam etti, “İmparatorluklar, krallıklar bilime, kültüre, sanata önem verdikleri, komşularıyla barış ve dostluk içinde yaşadıkları sürece varlıklarını sürdürmüşlerdir. Önemli olan barıştır!” Şemun bir tarih öğretmeninin anlattıklarını, bir de kendi yaşadıklarını, babasının, Haydolar soyunun ve Süryanilerin başına gelenleri düşündü. “Öğretmenim,” dedi, “Benim için önemli olan hayatta kalabilmektir. Ölen bir insan barış yapamaz ki! Mezarda bilim yapılamaz ki!” dedi. Tarih öğretmeni Şemun’nun gözlerine şefkatle baktı: “Savaşı ve barışı, bilimi ve kültürü, kahramanı ve haini iyi düşünmelisin!” “Düşüneceğim öğretmenim!” cevabını verdi Şemun. Şemun halk kahramanlarını, kahramanlığı, özgürlüğü, bilimi, kültürü düşünmeye, araştırmaya başladı. Babasına yemek götürdüğü bir gün bu konuları babasıyla konuştu. Hanne de o güne kadar, Asurbanipal’ın elindeki kalemi görmemişti. “Gerçekten de elinde kılıç yerine kalem mi var?” “Evet baba!” “Oğlum getir o kitabı bir de ben kendi gözümle göreyim!” Şemun Kolej Kitaplığı’ndan aldığı tarih kitaplarını babasına götürdü. Resimleri gösteri, İngilizce metinleri babasına çevirdi. Baba oğul Mardin Hapishanesi’nde Süryani tarihi ve Haydolar aşiretinin tarihi üzerine uzun uzun konuştular. Hanne Haydo kendi yaşayıp gördüklerini, babasından, atalarından duyduklarını; Şemun ise kitaplardan öğrendikle- rini anlatıyor, sonuçlar çıkarıyordu. Hanne Haydo oğlunun anlatıklarını dinledikçe oğluna hayranlığı, güveni, sevgisi daha da artıyor; kendi kendine, “Ben ölürsem oğlum Şemun aşiretimizin lideri olur!” diyor ve mutlu oluyordu. 100 101 Yıllar hızla geçmişti. Şemun, 1888 yılında başladığı Amerikan Koleji’ni 1893- 1894 ders yılında bitirdi. 1895-1896 yılları, Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan başta Ermeniler, Süryaniler olmak üzere tüm Hıristiyanlara karşı yapılan büyük katliamlara sahne olmuştu. Diyarbakır Çarşısı’ndaki büyük yangında Hıristiyanlara ait işyerleri, dükkânlar kül olmuştu. Bu yangın gelecekteki felaketlerin habercisi gibiydi. Tarih kitaplarının yazdığına göre 1895-1896 yılında 300 bin kadar Ermeni, Süryani, Hıristiyan katledilmişti. Amerikan Koleji öğretmen ve öğrencileri büyük korkular yaşamışlardı. Hanne de hapiste ölüm korkusu ile yaşamıştı. Şemun Hanne Haydo Amerikan Koleji’ni bitirdikten sonra bir süre Mardin yakınındaki bir köyde öğretmenlik yaptı. Sonra Almanca bildiği için Berlin-Bağdat Demiryolunda işe girdi. Muhasebecilik, yazıcılık yaptı. 5. Hapisten sonra Sare’ye dönüş Hanne 8 yıl süren hapis hayatının sonuna gelmişti. Yaşı 71 olmuştu. Hapis hayatı onu yıpratmıştı. Tahliye günü yaklaşınca Süryani Patriği’ne bir mektup yazdı: “Seyidna! (“Seyidna” kelimesi patriklere ve metropolitlere hitap ederken kullanılır. Anlamı büyük baba demektir. K.Y.) Ben senin isteğin üzerine, halkımı ve köyümü düşünerek teslim oldum, işlemediğim bir suç nedeniyle sekiz yıl yattım. Yakında tahliye olacak, köyüme gideceğim. Fakat bildiğiniz gibi köylerimizi Müslümanlar işgal ettiler, malı- K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 6. Artık barış olsun! mıza mülkümüze el koydular. Benim çocuklarım köye gidemediler, Mardin’de kaldılar. Ben hapisten çıkınca ne yapacağım? Çocuklarımı ailemi nasıl geçindireceğim? Lütfen bana yardım ediniz!” Patrik, “Hanne senin yaptığın fedakârlığın büyüklüğünü biliyorum. Hapisten çıktıktan sonra köyüne git! Sana elimizden gelen yardımı yapacağız!” cevabını verdi. Hanne 1896 yılında hapisten çıktı. Hapisteki eşyalarını koğuş arkadaşlarına dağıttı. Şemun, Melke ve Sare babalarını hapishane kapısında karşıladılar. Meryem ve kocası Barsawmo dbe Muşe de oradaydı. Hanne sekiz yıldan beri ilk kez özgürce sokakta yürüyordu. Yıllar Hanne’nin sağlığından çok şeyleri alıp gitmişti. Meryem’in sekiz yıldan beri kaldığı eve geldiler. Oturup konuştular. Hanne Haydo dedi: “Meryem! Sen, Barsawmo, Şemun, Melke ve Sare ile birlikte hemen bugün Sare Köyü’ne gidin. Yıllardır kullanılmayan evimizi temizleyin. Hazırlık yapın. Ben birkaç gün burada kalayım. Arkadaşlarımı, dostlarımı ve Deyrulzafaran’daki Patriğimizi ziyaret edeyim. Sonra Sare’ye gelirim.” Hanne’nin dediklerini yaptılar. Sare’ye döndüler. Sare’de kalan Süryaniler geçmiş olsun ziyaretine geldiler. Evlerinin temizliğine, boyanıp sıvanmasına yardım ettiler. Hanne artık Sareliler için bir kurtarıcı idi. Gewriye Turabdin’in yollarını da, yolculuğunu da, insanlarını da iyi bilirdi. “Hanne Haydo hapisten çıkmıştır. Yalnız başına yolculuk yapması tehlikelidir. Hanne’nin can güvenliği için silahlı iki atlı adam gönderilmelidir!” dedi. Sare’de güvendiği iki Süryani görevlendirdi. Hanne için iyi bir at hazırladı. Üç at ile iki kişiyi Mardin’e gönderdi. Hanne gelecek, korkuları, dertleri bitecekti. Sareliler Hanne Haydo’nun yolunu gözlemeye başladılar. Hanne Haydo, amcası Gewriye’nin gönderdiği ata bindi. Yanına iki korumasını aldı. “Önce Midyat’a gidelim,” dedi. Midyat, 1880’lerde, 1890’larda Turabdin’in ekonomik, ticari, kültürel, dinsel merkezi durumunda idi. Süryanilerin Nusaybin taraflarından getirip kendilerini korumaları için ağa yaptıkları Mehmedolar ve Nehrozlar dışında Midyat’ta Müslüman yoktu. Midyat o zamanlar Süryanilerin egemen ve çoğunlukta olduğu bir Hıristiyan memleketiydi. Turabdin Midyat’tan yönetilirdi. Midyat’ta sözü geçen dört Süryani sülalesi vardı. Hanne Sefer ve Gelle Hırmiz Midyat’ın sözü geçen Süryani liderleriydi. Turabdin’de ve Osmanlı ülkesinde olup biten her şeyden haberleri olurdu. Hanne Sefer, Osmanlı Devleti nezdinde Süryanileri temsil ediyordu. Hanne Haydo, önce Hanne Sefer’i, sonra Gelle Hırmiz’i ziyaret etti. Ayrı ayrı görüştü, olup bitenler hakkında bilgi aldı. Her iki lider de Hanne’ye ikramlarda bulundular, onu en iyi şekilde ağırladılar. “Hanne, bir kahve içmekle olmaz! Birkaç gün misafirimiz olacaksın! Birlikte oturup konuşacağız,” dediler. Hanne Haydo onların tekliflerini kabul etti. Yanındaki korumalarını Sare’ye gönderdi. Amcası Gewriye’ye, “Birkaç gün Midyat’ta Hanne Sefer’in evinde misafir olarak kalacağım. Geleceğim zaman sana haber gönderirim,” dedi. Hanne Sefer ile Gelle Hırmiz, Hanne Haydo ile uzun uzun konuştular. Son sekiz yılda Midyat’ta, Turabdin’de, Osmanlı Ülkesi’nde neler olup bittiğini, neler olup bitebileceğini, İmparatorluk’un gidişatını, Süryanilerin durumunu anlattılar. 1895-1896 olaylarını, Osmanlı İmparatorluğu içinde giderek artan Hıristiyan düşmanlığını değerlendirdiler. 102 103 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Bu şartlarda Sare’de, Basibrin’de ne yapmak gerektiğini düşündüler. Hanne Sefer düşüncesini açıkladı: “Hanne Haydo, Hıristiyan-Müslüman çatışmasını önlemek gerekir. Yawse’yi öldürdüler, babanı öldürdüler, seni hapse attırdılar. Sare ve Basibrin’de Süryanilerin durumu zayıflamıştır. Benim düşünceme göre Çelebiyo ve Serhano ile barış yapman doğru bir adım olacaktır.” Gelle Hırmiz aldı sözü: “Hanne Haydo, durum ortada,” dedi, “Şartlar aleyhimizedir. Ben de Hanne Sefer’in önerisinin doğru olduğunu düşünüyorum. Çelebiyo ve Serhano ile barış olsun!” Hanne Haydo aldı sözü: “Haklısınız! Ben de sizin gibi düşünüyorum. Ben de barış istiyorum! Çelebiyo ve Serhano ile kavga etmek istemiyorum. Fakat geçmişte olan olaylara baktığımda bu adamlara güvenemiyorum. Ne zaman barış olsun diye elimizi uzattıysak, elimizi ve başımızı kestiler! Bu adamlara güvenemiyorum!” Hanne Sefer aldı sözü: “Haklısın Hanne, haklısın! Fakat hayat geçmişe göre yaşanmaz! Hep kavga ile hayat geçmez! Ben Çelebiyo ile seni barıştırmak için aracı olmayı kabul ediyorum.” Gelle Hırmiz dedi: “Ben de sizleri barıştırmak için elçi olmayı kabul ediyorum!” Hanne Haydo dedi: “Ben sizlere güveniyorum. Barış için aracı ve elçi olmanızı kabul ediyorum!” Turabdin’de Müslüman-Kürt aşiretlerin kendi aralarındaki kanlı kavgaları, intikam çatışmalarını önlemenin; kanlı bıçaklı kavgaları barışla sonlandırmanın yolu yorda- mı vardı. Aynı şekilde Müslüman-Kürt aşiretleri ile Hıristiyan-Süryani aşiretleri arasındaki kanlı kavgaları barışla sonlandırmanın özel yolları vardı. Hanne Sefer ve Gelle Hırmiz barış görüşmelerinin, barış anlaşmalarının nasıl olacağını çok iyi biliyorlardı. Mzizah Köyü’nde oturan Çelebiyo’ya ve Benıhmin Köyü’nde oturan Çelebiyo’nun ağabeyi Serhano’ya usulüne göre özel elçilerle haber gönderdiler. Çelebiyo ve Serhano barış önerisini kabul ettiklerini bildirdiler. Bu kabul cevabı üzerine, Hanne Sefer, Gelle Hırmiz ve Hanne Haydo, Mzizah Köyü’ne, Çelebiyo’nun Konağı’na gittiler. Çelebiyo 30 yaşlarındaydı. Oturup konuşuldu. Çelebiyo ile Hanne Haydo barıştırıldı. Birbirlerine sarıldılar. “Bir daha kan dökmemek için karşılıklı söz verdiler. Hanne Sefer, Gelle Hırmiz bu barışın elçileri ve tanıklarıydı. Hep birlikte barış kahveleri içildi, ardından barış yemeği yendi. Akşam oluyordu. Hanne Haydo, “Çelebiyo! Bana müsaade! Akşam karanlığı bastırmadan ben yola çıkayım,” dedi. “Olmaz!” dedi Çelebiyo, “Bu akşam seni misafir etmek isterim! Midyat’tan gelenler gidebilirler! Sen burada kal! Birkaç gün oturup konuşalım!” Barış anlaşması yaptığın bir ağanın misafirlik teklifini reddetmek, saygısızlık olurdu. Bu nedenle Hanne Haydo “Teşekkür ederim Çelebiyo! Senin misafirin olmak benim için bir şereftir!” diyerek Çelebiyo’nun konağında kaldı. Hanne Haydo bir gece Çelebiyo’nun misafiri oldu. Çelebiyo misafirine ikramlarda bulunuyordu. Sabahleyin Hanne, “Çelebiyo,” dedi, “Müsaade et! Artık ben gideyim! Çocuklarım, köylülerim yolumu gözlüyorlardır. Onları daha fazla bekletmeyeyim!” 104 105 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Çelebiyo, Mardin’deki adamlarına Hanne Haydo’yu izleme emrini vermişti. Hapiste ne yapıyor? Ne zaman tahliye olacak? Tahliye olduktan sonra ne yapmak istiyor? Köye gelecek mi? Oğlanları ne yapıyor? Köye dönecekler mi? Bu soruların cevaplarını bilmek istiyordu. Mardin’deki adamları aldıkları istihbaratları, Hanne hakkında topladıkları bilgileri gizlice Çelebiyo’ya iletiyorlardı. Çelebiyo, Hanne Haydo’nun Sare’ye gelmesini, yeniden Süryanileri toparlamasını kendi çıkarlarına zarar vereceğini düşünüyordu. Bu nedenle Hanne Haydo’yu Sare’ye varmadan öldürmeye karar vermişti! Hanne Haydo’nun Midyat’a gelişini, Hanna Sefer ve Gelle Hırmizlerin misafiri olduğunu biliyordu. Aslında kafasındaki plana göre, Hanne Haydo’yu Midyat çıkışında ya da şan olsun diye, tam Sare’ye girişinde öldürtecekti. Hanna Sefer ve Gelle Hırmiz tarafından barış teklifi yapılacağını beklemiyordu. Barış teklifi gelince “Hanne Haydo artık elimden kurtulamaz!” düşüncesiyle gülmüş, belindeki hançerinin kabzasını sıkmıştı! Ağalık geleneğine ve töresine göre eve gelen misafiri zehirleyip öldürmek, yatakta uyurken boğazını sıkarak canını almak olmazdı. Düşmanını ya da çıkarına dokunan bir adamı öldürmenin yolu yöntemi vardı. Öyle öldüreceksin ki, geride kalanlarına unutamayacakları kadar çok korku ve acı vereceksin! Çelebiyo adam öldürmenin yolunu yordamını çok iyi biliyordu! Barış anlaşması yapıp, Hanne’ye sarılırken belinde silah olup olmadığını kontrol etmişti! Hanne’nin belinde silah olmadığını anlamıştı! Hanne Haydo, “Akşam olmadan, hava kararmadan evime gideyim, bana müsaade!” dediğinde, Çelebiyo’nun ağzından “Olmaz! Seni birkaç gün misafir etmeden bırakmam!” sözleri çıkarken, kafasında “Olmaz! Daha senin canını almak için planımı bitirmedim!” düşüncesi dolaşıyordu! Çelebiyo, Hanne Haydo ile barışıp evinde misafir kalmasını sağladığı gece, Benıhmin Köyü’nde kalan ağabeyi Serhano’ya en güvendiği kölesi ile haber gönderdi: “Ağabey, Hanne Haydo bendedir. Hanne Haydo, Sare’ye canlı yetişmesin! Parola ekmektir!” Serhano kardeşi Çelebiyo’nun davranışını ve Hanne Haydo hakkında verdiği ölüm kararını beğenmedi. Kendi kendine söylendi: “Böyle kalleşlik olmaz! Adamla barışıyorsun, evinde misafir ediyorsun, sofrana buyur ediyorsun, bütün bunları yaparken, adamın gözünün içine baka baka canını almanın 106 107 Çelebiyo: “Müsaade senin Hanne!” dedi. Sonra kölesine emretti: “Hanne için bir at hazırlayın! İki kişi de silahlansın! Hanne’yi Sare’ye götürsün!” Çelebiyo’nun emrini derhal yerine getirdiler. Çelebiyo, Hanne Haydo’yu konağının kapısına kadar götürdü, sarılıp vedalaştı. “Yolun açık olsun Hanne!” “Çok sağ ol Çelebiyo! Bana şeref verdin! Bu iyiliğini unutmayacağım. Bir gün seni misafir etmek isterim!” “Elbette Hanne, elbette! Bundan sonra iki kardeş olarak birbirimizi ziyaret edeceğiz!” 7. Sare yolu kanlıdır! K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo planlarını yapıyorsun! Olmaz böyle! Madem öldürecektin, neden barıştın? Madem öldürmeye karar verdin, kendi köyünde, Mzizah’ta kendi elinle öldürseydin! Neden benim öldürmemi istiyorsun?” Çelebiyo’nun kölesini yanına çağırdı: “Git, ağana söyle; ‘Serhano, barışılan bir adam öldürülmez, diyor’ de!” Çelebiyo, Serhano’nun cevabını hiç beğenmedi ve ağabeyine kızdı. Kölesini tekrar Serhano’ya gönderdi: “Ben kimi, nasıl öldüreceğimi bilirim! Kararımı verdim! Bu adam Sare’ye canlı gitmeyecek! Gerisini sonra konuşuruz. Parola: Ekmek!” Serhano cevap gönderdi: “Tamam! Parola: Ekmek!” Çelebiyo misafirini konağından iki silahlı kölesiyle uğurlarken içinden, “Hanne Haydo! Bana karşı ağalık nasıl olurmuş öğren! Çelebiyo’nun kanununu öğren!” dedi. Aradan kısa bir süre geçince köleleri arasından güvendiği iki kölesini yanına çağırdı. Ölüm emrini onlara verdi: “Hanne Haydo’yu, Sare’ye yaklaşınca öldüreceksiniz. Serhano da iki silahlı adamını gönderdi. Hanne Haydo’nun yanında giden iki kölenin bu işten haberleri yok. Çatışma çıkacak, size karşı silah çekecek olurlarsa parolayı göstereceksiniz! Parola işte bu ekmektir. Alın bu sırığı! Ekmeği ucuna takıp gösterirsiniz! Hanne Haydo’nun canını almazsanız, ben sizin canınızı alırım!” İki köle Çelebiyo’nun gözüne girmek için atlarını hızla Sare’ye doğru sürdüler. Serhano, Hanne Haydo’yu öldürmek için en güvendiği adamı olan Süleymane Amer’i görevlendirmiş ve emretmişti: “Yanına iki köle al! Çelebiyo iki kölesi ile birlikte Hanne Haydo’yu Sare’ye göndermiştir. Kölelerin bu işten haberi yoktur. Hanne Haydo’yu Sare’ye yaklaşınca öldüre- ceksiniz! Parola: Ekmektir! Alın bu ekmeği ve sırığı! Hanne Haydo’nun yanındaki kölelere gösterirsiniz!” Hanne Haydo, sekiz yıldan beri görmediği köyüne, evine yaklaştıkça heyecandan, sevinçten kalbi küt küt atmaya başlamıştı. Aklından çok güzel hayaller, düşler, düşünceler geçiyordu: Baba ocağına varacak, köylüleriyle hasret giderecek, sonra barış içinde yaşayacaktı. Barış güzel bir işti! Hayat barış ile güzelleşiyordu. Aklına Fransız İhtilali’nin “Kardeşlik, eşitlik, özgürlük!” ilkesi geliyor, barış içinde, kardeşçe yaşamanın düşlerini görüyordu! Bu düşleri Serhano’nun adamı Süleymane Amer’in “Kıpırdamayın!” sesi bozdu! Yanındaki korumalar hemen silaha sarıldılar! Birisi havaya iki el ateş etti! “Yaklaşmayın! Vururum!” dedi. Süleymane Amer, ucunda ekmek takılı sırığı havaya kaldırdı! Parola ekmek idi. Ekmeği gören Hanne Haydo’nun yanındaki iki köle silahlarını yere indirerek geri çekildiler. Hanne Haydo atın üstünde yalnız kalmıştı. “Çelebiyo! Senin kardeşliğin, senin barışın bu muydu?” diyebildi. Süleymane Amer’in kurşunu kalbine saplanarak cevabı verdi... Kalbinden fışkıran kanı eliyle bastırmak isterken attan yere yuvarlandı! Süleymane Amer’in yanındaki köleler de yerde kıvranan Hanne Haydo’nun bedenine tüfeklerindeki kurşunları boşattılar... Turabdin çok kalleşlik görmüş, ama böylesini görmemişti! 108 109 K e m a l Ya l ç ı n 8. Gözleri arkada kaldı! Şemun Hanne Haydo Meryem komşularıyla birlikte Hanne’nin evini silip süpürmüş, sıvayıp boyamış, yeni, huzurlu bir hayata hazırlamıştı. Sare’ye neşe, sevinç, mutluluk gelmişti. Hanne gelecek, hayatları değişecekti. Yemekler yapılmıştı. “Bugün gelecekmiş!” haberi gelince sofralar hazırlanmıştı. Benıhmin Köyü taraflarından gelen silah sesleriyle Sare’de hayat duruverdi! Herkes birbirinin yüzüne bakıyor, “Ne var, ne oldu acaba?” diye soruyordu. İlk kuşkulanan Gewriye oldu! “Eyvah!” dedi, ama gerisini getirmek istemedi! Sonra Meryem koşup geldi Gewriye’nin yanına! “Ne oldu? Ne oluyor?” diye sormaktan korkmuştu! Sonra Şemun koştu geldi amcasının yanına... 20 yaşında genç bir öğretmendi! Babasının yolunu gözlemişti! Babası gelecek, babası ile birlikte özgürce, kardeşçe, huzur içinde yaşanan bir köy yaratacaklardı... Hayallerini silah sesleri bozmuştu... “Gewriye Amca, nedir bu silah sesleri?” diye sordu merakla... “Bilmiyorum, bilemiyorum!” diyebildi... İçi içine sığmıyor, dilinin ucuna gelenleri söyleyemiyordu... Hızla gelen bir atlıyı gördüler... Herkes atlıya doğru koşuyordu... Dörtnala gelen beyaz atlı, kara haberi verdi... “Hanne’yi vurdular!” “Hanne’yi vurdular! Gidin alın cesedini!” Bir ölüm çığlığı kapladı Sare’yi! “Hanne’yi vurmuşlar!” “Hanne’yi vurmuşlar!” “Hanne’yi vumuşlar!” Sareli Süryanilerin ölüm çığlığı ile dünya durmuş, Turabdin durmuştu! Gökyüzü ve yeryüzü; dağlar, taşlar, toprak utançtan kapatmıştı elleriyle yüzünü! Ölüm değil, bu zulüm kahrediyordu Süryanileri, Turabdin’i! Şemun “Babaaaaa! Babaaaaaaa!” diye haykırarak rüzgâr gibi koştu ölüm haberinin geldiği yöne doğru! Arkasından Melke koştu, kanatlarını açarak! Gene dili tutulmuştu! “Hanne’yi vurmuşlar!” haberi dalga dalga bir anda Basibrin’e, Aynwardo’ya, Hapisnas’a, Kerburan’a, Midyat’a, Hah’a, Zaz’a, Hazak’a, Turabdin’in dört bir yanına, dağına taşına, çalısına meşesine kadar yayıldı... “Hanne’yi vurmuşlar!” haberi Hasankeyf ’e, gürül gürül akan Dicle’ye ulaştı... Şemun babasının kanlı bedenini kucaklamış, “Babaaaa! Babaaaa! Ölme babaaaa!” diye yalvarıyordu!” Basibrinliler, Sareliler kahredici bir hüzünle Şemun’un kucağındaki Hanne’nin cansız, kanlı vücuduna bakıyorlardı... Hanne’yi Sare’ye getirdiler. Hanne için hazırlanan hoş geldin yemekleri, sofrada kaldı! Hanne, hapse girmeden önce inşa ettirmiş olduğu Mor Şmuni Kilisesi’nin bahçesinde kara toprağa verildi... Hanne Mardin Hapishanesi’nde kurduğu hayalleri gerçekleştiremedi, gözleri arkada kaldı! Gözleri açık gitti bu dünyadan! Bazı geceler Sare’nin, Basibrin’in, Turabdin’in üstünde parlayan yıldız değil, Hanne’nin gözleri ve gözlerindeki iki damla gözyaşıdır sadece! 110 111 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Hayatı yeniden var etmek 1. Verginizi bana ödeyeceksiniz! Hanne Haydo’un öldürülmesinin üzerinden henüz 40 gün geçmemişti. Beyaz atlarının üstünde, yanlarında silahlı köleleriyle Çelebiyo ve Serhano Sare’ye geldiler. Süryanileri kilisenin yanındaki meydana topladılar. Çelebiyo’nun ve Serhano’nun üstünde Kerburan dokuması beyaz ağalık kaftanları vardı. Çelebiyo atının üstünden emrediyordu: “Bundan sonra vergilerinizi düzenli olarak bana vereceksiniz!” “Bundan sonra benim dediklerimi yapacaksınız!” Serhano atının üstünden konuşmadan Sareli Süryanilere bakıyordu. Çelebiyo ve Serhano geldikleri gibi geri döndüler, Basibrin’e gittiler. Basibrin’de emirleri atının üstünden Serhano verdi. Yıl 1896 idi. Çelebiyo ile Serhano Basibrin ve Sare köylerini zorla haraca bağlamış, Süryanileri kul köle haline getirmişlerdi. Süryaniler sönmüş bir volkan gibi içleri yanarak susuyorlardı... 115 K e m a l Ya l ç ı n 2. Yeniden hayata sarılmak Şemun Hanne Haydo Turabdin’deki, Sare’deki, Basibrin’deki hayat, Şemun’un kolejde okuduğu Sefiller romanına benzemiyordu. Şemun’un 23 yıldan beri yaşadıkları normal toplumsal şartlarda yaşayan bir insanın aklının hayalinin alamayacağı gerçekliklerdi. Babasının kanlı, cansız bedeni; donup kalmış olan gözlerindeki hüzün Şemun’un gözünün önünden hiç gitmiyordu! Sare’nin dik, sarp vadisinin kenarına oturuyor, gözlerini uzaklara, meşeyle kaplı dağlara dikiyor, kimseyle konuşmadan saatlerce düşünüyordu. Amcası Yawse öldürüldüğünde Şemun henüz bir yaşındaydı. Bu cinayetten hiçbir şey hatırlamıyordu. Babası hapse giderken 12 yaşındaydı. Askerlerin önüne geçişini, “Babaaaa! Babaaa! Gitme babaaaa! Bırakın babamıııı!” diye bağırışını, askerin sırtına vurduğu dipçiğin acısını aynen şimdi gibi hatırlıyordu... Sonra Mardin’de geçen yıllar... Kolej yılları, öğretmenleri, sınıf arkadaşları, öğretmenlik yılları, öğrencileri, Bağdat Demiryolu’nda geçen zamanlar ve babasının öldürülmesi... Babasının gözlerinde sönen hayaller, umutlar ve düşler... Yaşadığı, gördüğü ölümler, acılar, gözyaşları, umutlar, umutsuzluklar Şemun’u erkenden olgunlaştırmıştı. Çocukluğunu yaşayamadan, dertsiz, kedersiz olarak bir gün bile oyun oynayamadan, gençliğini tadamadan olgunlaşmış, sırtına ağır sorumluluklar yüklenmişti. 20 yıllık hayatında 40 yılda, 50 yılda görülemeyecek olaylar görüp yaşamıştı. Belini Sare’deki babaevinin taş duvarına dayıyor, uzaklara, yeryüzü ile gökyüzü arasındaki ufka bakarak ne yapacağını, ne yapabileceğini, nasıl yapması gerektiğini düşünüyordu. Şemun Sare ve Basibrin’de, hatta Turabdin’de yaşayan Süryanilerden kimseye nasip olmayan iyi bir eğitim almıştı. Süryanice, Kürtçe, İngilizce, Türkçe, Almanca, Osmanlıca biliyordu. Latin, Arap ve Süryani alfabesini çok iyi kullanabiliyordu. Buralardan çekip gidebilir; İstanbul’da, Londra’da, Lübnan’da, Amerika’da ya da Paris’te iş bulup çalışır, dertsiz, korkusuz bir hayat kurabilirdi. Bir ara bu yol aklına geldi. Bu düşleri, bu düşünceleri önündeki vadinin dibine attı! “Babam, dedem, amcam, birçok Süryani boşuna mı ölmüştü?” diye sordu kendine. Babasıyla birlikte kurdukları hayaller; ezilen, horlanan, aşağılanan Süryanilerin acıları, umutları ne olacaktı? Sonra çocuklar, çocukların gözyaşları... Bu çocukların okuma hakkını kim savunacak, onlara kim okul açacaktı? Uzaklarda, çok uzaklarda elinde kalem tutan Asur Kralı Asurbanipal’i görür gibi oldu. “Ey Banipal, gel tut ellerimden, bana yol göster! Sen diyorsun ki, ‘Bilim silahtan güçlüdür. Önce bilim, sonra gerekirse silah!’ Ey Banipal, sen ki Asur Kralısın! İktidar sende, güç sende, çoğunluk sende! Ya ben ne yapayım? Gücüm yok, iktidarım yok, fillerin ayakları arasında kalmış, horlanmış, aşağılanmış, haraca bağlanmış bir Süryaniyim! Çocukların canını koruyamazken, onları nasıl okula göndereyim? Göndermek istesem okulum yok! Ey Banipal, söyle ben ne yapayım?” Banipal bir vardı, bir yok oldu. Şemun gene Sare’de, derin vadinin kıyısında yapayalnız kaldı! Kafasındaki sorular cevapları, cevaplar da yeni soruları doğuruyordu. Şu kısacık 20 yıllık yaşamında her ölüm yeni bir hayatı, yeni bir hayat ise yeni bir ölümü doğurmuştu. Düşündü, taşındı, önündeki karıncaya, havada uçan kartallara baktı, çocukların ağlayışını ve gülüşünü dinledi ve kararını verdi: 116 117 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Babamın ölümünden sonra hayatı yeniden yaratmak, yıkılan düzenimizi yeniden kurmak bana düşüyor! Olmak ya da olmamak! Ya ölüm, ya hayat! Bu dünyada ölüm de var, hayat da var. Ölmek var, ama dönmek yok! Babamın, dedemin, amcamın bıraktığı yerden hayatı devam ettirmek bana düşüyor.” Ayağa kalktı! Kafası aydınlanmış, gözleri ışımış, yüzüne can gelmişti... O an kartal olup yedi kat yerin üstüne çıkabilir; bütün zalimlere, bütün haramilere, bütün ağalara “Yeter artık, yeter!” diye ferman okuyabilirdi. Kendi kendine karar verdikten sonra, amcası Gewriye ile konuşmaya başladı. Haydolar soyunun en yaşlısı olan Gewriye rahip olmak istemiş, kendini dine vermiş, eline silah almamıştı. Fakat zekiydi, aklı başındaydı, sağlıklıydı, hafızası çok sağlamdı, yaşadığı, gördüğü, duyduğu olayları ayrıntılarıyla anlatıyor, yorumluyor, sonuçlar çıkarıyordu. Şemun Hanne Haydo’ya babalık yapıyor, ona yol yordam gösteriyor, tecrübelerini aktarıyor, Sare’deki, Basibrin’deki, çevre köylerdeki aşiretlerin gelmişini, geçmişini; Hıristiyan-Müslüman, Süryani-Kürt aşiretler arasındaki ilişkileri, ağaları, ağalık kurallarını anlatıyordu. Gewriye Haydo Süryanice okuyup yazan canlı bir tarihti. Önce Şemun’a Haydoları, Haydo Aşireti’ni tanıtmakla başladı işe. Şemun’u yanına alıyor, Basibrin’e gidiyor, kendi aşiretinden olan ve olmayan Süryanilerle konuşuyor, Şemun’u tanıtıyordu. İnsanları, aileleri, aşiretleri, sülaleleri her yönleriyle, geçmişte yaşanmış olaylara, bu olaylardaki tutum ve davranışlarına dayanarak anlatıyor, “Bak bu adama güvenilir, şu adama ve ailesine güvenilmez! Bu adam dürüsttür, fakat şu adamın soyu bozuktur, ikiyüzlüdür, güvenilmez!” diyerek kendi düşüncelerini aktarıyordu. Gewriye Haydo yaşı ve tecrübeleriyle Haydoların lideri haline gelmişti. Aileler arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde, düşmanların barıştırılmasında söz sahibi idi. Bu işleri yaparken, artık daima Şemun’u yanında bulunduruyordu. Daha sonra, baş başa kaldıklarında “Sen olsan ne yapardın? Nasıl çözerdin? Senin bu konudaki fikrin ne?” diye soruyordu. Gewriye Haydo aynı zamanda Müslüman-Kürt aşiretlerin Sare ve Basibrin’e saldırıları, saldırı yerleri, saldırı taktikleri hakkında ayrıntılı bilgiler veriyordu. Kendisi eline silah almamıştı, fakat silahlı çatışmaların kurallarını, taktiklerini iyi biliyordu. Sare’nin dıştan gelebilecek saldırılarda zayıf yönlerini, savunmasının nasıl yapılabileceğini gezerek, dolaşarak Şemun’a anlatıyordu. Şemun zamanla amcası Yawse’nin, babası Hanne’nin, dedesi Haydo’nun öldürülmesi olayları hakkında düşünmeye başladı. Yawse nerede hata yapmıştı? Neden kendine çok güvenmiş, karısının sözünü dinlememişti? Babası neden Çelebiyo’ya çok güvenmişti? Neden kendi güvenliğini Süryanilere değil de, Çelebiyo’nun Müslüman kölelerine vermişti? Babasının ölümüne yol açan hatalar nelerdi? Bu sorulara gerçek cevaplar arıyor, “Ben olsam şöyle davranırdım,” diyerek beynini çalıştırıyordu. Babasının ölümünden üç dört ay kadar sonra, “Bu iş silahsız olmayacak!” sonucuna vardı ve kendisine iyi bir silah ve asil bir Arap atı aldı. Atış talimlerine başladı, attığını vuruncaya kadar günlerce uğraştı. Ata binmesini, atla bütünleşmeyi, atlı ve atsız atış talimlerini amcasının nezaretinde yapıyordu. Artık silah en yakın arkadaşı olmuştu. Silahını yanından hiç ayırmıyordu. Yatarken silahını duvara asmıyor, yanı başına koyuyordu. 118 119 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun kardeşi Melke’nin hem ağabeyi hem de babası olmuştu. Melke’yi yakından izliyor, gerektiğinde onu eleştiriyor, yanlış bir davranışını gördüğünde azarlıyordu. Melke, ağabeyi Şemun’a karşı çok saygılıydı. Babasının ölüsünü görünce tutulmuş olan dili açılmıştı. Aşiret işleri, Sare’nin geleceği onu hiç ilgilendirmiyordu. Melke kavga dövüş istemeden bol bol bilye oynuyor, keklik avlıyor, gezip dolaşıyordu. Gewriye Haydo yeğeni Melke’yi de yakından izliyor, “Dur bakalım, şimdilik gezsin dolaşsın, kafasındaki korkuyu atsın, zamanı gelince onunla da konuşurum,” diyordu. Şemun Hanne Haydo bir akşam vakti, yorgun argın Basibrin’den geldiğinde, kardeşi Melke çocuklarla bilye oyununa dalmıştı. Çocuklar, gençler bağıra çağıra bilye oynuyorlar- dı. Melke’nin elinde oyunda kazandığı bilyeleri doldurduğu bir torba vardı. Ağabeyinin geldiğini fark etmedi bile. Şemun bu duruma biraz kızdı. “Ben nelerle uğraşıyorum, benim kardeşim nelerle uğraşıyor?” diye söylendi. Melke ağabeyinin sesini duyar duymaz sesin geldiği yöne baktı. Melke elindeki torbayı yere attı. Bilye oynayan çocuklar da şaşırmış, oyunu bırakmışlardı. Şemun elini kardeşinin omzuna koydu, “Ben kardeşimin bana destek olacağını, kardeşimle birlikte babamızın intikamını nasıl alacağımızı, aşiretimizi nasıl güçlendireceğimizi düşünüyorum, sen ise hâlâ bilye oynamaktan başka bir iş düşünmüyorsun!” dedi ve evin yolunu tuttu. Melke’nin yüzü kıpkırmızı oldu, eve giden ağabeyinin arkasından baktı. Oyun arkadaşları da sessizce Melke’ye bakıyor, ne yapacağını merak ediyorlardı. Melke yere düşen bilye torbasını aldı, dağılan bilyelerini topladı, torbaya koydu. Sonra arkadaşlarına bir şey demeden oyunu bıraktı, yakındaki su kuyusunun başına gitti ve torbayı kuyuya attı! Oyun arkadaşları çok şaşırmıştı! Hiçbiri “Ne yaptın, neden yaptın?” diye sormadı. Melke başını öne eğdi, arkadaşlarının yüzüne bakmadan evine gitti. Ağabeyinin karşısına dikildi: “Ağabey! Bana bir silah ver!” dedi, “Ben bilyeleri kuyuya attım! Artık oyun oynamayacağım!” Melke’nin verdiği çok önemli bir karardı bu! Şemun bunu beklemiyordu! Çok şaşırdı! Kalktı, kardeşinin önüne dikildi, gözlerini Melke’nin gözlerine dikti. “Yarın sana iyi bir silah vereceğim!” “Sağ ol Ağabey! Her zaman senin yanında olacağım!” Şemun kardeşini bir baba şefkatiyle bağrına bastı. “Kardeşim Melke, ben de her zaman, her yerde senin ya- 120 121 Yıl 1898 olmuştu. Şemun Hanne Haydo babasının ölümünden sonra geçen iki yıl içinde ata binmesini, silah kullanmasını, insanlarla oturup kalkmasını öğrenmiş; artık babasının yerine, Haydoların lideri haline gelmişti. Bu gelişmelerden Çelebiyo ve Serhano’nun haberi vardı. Bir gün bir adamını Sare’ye, Şemun ve Gewriye ile konuşmaya gönderdi. “Şemun! Bundan sonra benim adıma vergiyi sen toplayacak ve bana vereceksin! Gewriye de sana yardım edecek!” emrini verdi. Şemun artık Çelebiyo’nun haracını toplayan Sare ve Basibrin’in doğal lideri haline gelmiş, sorumluluğu daha da artmıştı. Atına biniyor, silah kuşanıyor Basibrin’e, çevre köylere gidip geliyor; gerektiğinde Çelebiyo adına karar ve emirler veriyordu. 3. Oyuna son! K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun bir hafta sonra Melke’yi yanına çağırdı. “Kardeşim, bu silah senindir. Hayırlı olsun! Seni beladan, ölümden korusun!” “Sağ ol ağabey!” diyerek hiç kullanılmamış, yeni silahı eline aldı. Şemun devam etti: “Melke, at binicisine göre koşar, silah atıcısına göre vurur. Her gün düzenli atış talimi yapacaksın! Uçana da, koşana da nişan alacak, attığını vuracaksın! Sana asil bir at da alacağım. Atını da, silahını da kullanmasını tam öğreneceksin!” Melke çok mutlu oldu. “Ağabey dediklerini yapacağım, sana layık olacağım,” dedi. Melke o günden itibaren her gün düzenli atış talimi yapmaya başladı. İki ay kadar sonra, Şemun saf kan beyaz bir Arap atını Melke’ye hediye etti. Ata binme, nişan alma talimini Gewriye amcasının gözetiminde ve onun talimatına göre yapıyordu. Bazı günler Şemun ile Melke birlikte atış talimi yapıyor, birlikte at koşturuyorlardı. Melke iki sene içinde attığını vuran iyi bir nişancı haline geldi. Ata çok iyi biniyor, at üstünde rüzgâr gibi giderken nişan alıyor ve vuruyordu. Melke’nin nişancılığı dillerde dolanır oldu. Bir gün Sare’de iddiaya giriştiler. Melke bir kişinin ağzındaki piponun üstündeki küçük bir elmaya nişan aldı ve vurdu! Şemun bunu duyunca memnun oldu, yanına kardeşini çağırdı. “Melke,” dedi, “Kutlarım seni! Piponun üstündeki elmayı vurmuşsun, fakat bir daha böyle tehlikeli işler yapma! Ya hedefi şaşırsan adamı vursaydın ne olacaktı? İnsan hayatıyla şaka olmaz!” Şemun bütün zamanını aşiretini toparlamaya, güvendiği insanları silahlandırıp eğitmeye, Sare ve Basibrin’de huzuru, can güvenliğini sağlamaya çalışıyordu. Aynı zamanda Çelebiyo ve Serhano’ya verilecek yıllık haracı Süryani ailelerden düzenli topluyor, zamanı gelince kuruşu kuruşuna hesap ederek, içi sızlayarak, “Bu yıl da verelim haracımızı!” diye kahrederek Çelebiyo’nun adamına teslim ediyordu. 1900 yılına geldiğinde, artık Sare ve Basibrin’deki insanları tek tek tanıyor, kimin ne yaptığını, ne düşündüğünü, ne yapabileceğini biliyordu. Kimseye açıklamadığı, Gewriye amcasına bile söylemediği kafasındaki esas düşünce “Çelebiyo ve Serhano’ya haraç vermeyeceğim!” düşüncesiydi. Bir Müslüman-Kürt aşiret ağasına, Çelebiyo gibi babasının katili olan bir ağaya “Artık sana haraç vermeyeceğim!” demenin sonuçlarını ve cezasının ölüm olduğunu iyi biliyordu. Melke’yi oyun oynarken eleştirdiği gün, Şemun’un “Çelebiyo’ya vergi, haraç vermeyeceğim!” kararını aldığı gündü. Bütün dikkatini, bütün beyin gücünü “Haraç vermeyeceğim!” diyeceği güne ve o günden sonra başlayacak olan silahlı kavgalara hazırlanmaya veriyordu. Yerin üstünü ve yerin altını, mağaraları, su kuyularını, köyün altındaki mahzenleri, zor bir anda kaçılacak gizli tünelleri araştırıyordu. Turabdin toprağını 30-40 santim kazarsan altından ıslak bir toprak çıkar. Bu toprak yumu- 122 123 nında olacağım!” dedi, “Korkma! Babamızın, dedemizin, amcamızın kanı yerde kalmayacak! Aşiretimizi yeniden toplayacağız!” 4. Kardeşim! Bu silah ve bu at senin! K e m a l Ya l ç ı n şaktır. Kolayca kazılır, kesilir, tünel, mahzen, sığınak açılabilir. Bu toprak hava alır almaz sertleşir, taşlaşır. Yüzlerce yıl Turabdin insanı canını, malını, namusunu korumak için yerin altını kendine korunak, sığınak yapmıştır. Turabdin köylerinin altında gizli, görünmez bir köy daha vardır. Şemun insanlarının ve toprağının dilini, huyunu, suyunu öğrenmişti. Yavaş yavaş, gizli gizli güvendiği insanları silahlandırıyor, Sare ve Basibrin’i dıştan gelecek muhtemel saldırılara karşı korumanın planlarını yapıyordu. Şemun ikinci yıl haracını da 1900 yılında, tam zamanında, kuruşu kuruşuna ödedi. Sonra kendi kendine “Gelecek yıl size son haracımızı vereceğim!” dedi. Bu düşüncesini “Artık zamanı geldi!” diyerek Amcası Gewriye’ye açtı. Baş başa idiler. Gewriye sordu: “İyice düşündün mü? Vermiyorum demenin cezasının ölüm demek olduğunu biliyor musun?” Şemun cevap verdi: “Çok düşündüm ve hayatımızı kurtarmak için ölümü göze aldım!” Gewriye dedi: “Çelebiyo kendisine karşı geleni, hele hele haracını vermeyeni yaşatmaz!” Şemun dedi: “Ölümü göze alarak hayatımızı savunmak zorundayız!” Gewriye sordu: “Melke’nin haberi var mı?” Şemun dedi: “Yok! Bir sen, bir de ben biliyorum!” Gewriye, Şemun’un elini tuttu: “Ölmek var, dönmek yok!” 124 Şemun Hanne Haydo 5. Bu son vergidir! Çelebiyo, Hanne Haydo hapse girdikten sonra aralıksız sekiz yıl Sare ve Basibrin’in vergisini, haracını almıştı. Hanne’yi öldürdükten sonra da iki yıl haracını, vergisini Şemun Hanne Haydo’ya toplatıp kuruşu kuruşuna sayarak almıştı. Toplam on yıldan beri Sare ve Basibrin’den vergisini ve haracını alan Çelebiyo ve Serhano, Şemun ile Melke’nin Süryaniler arasında saygınlık kazandıklarını, Süryanilerin Şemun Hanne Haydo’ya bağlanmakta olduğunu, Melke’nin iyi silah kullandığını duymuşlardı. 1901 yılının haraç alma zamanı gelmişti. Çelebiyo ağabeyi Serhano’ya haber gönderdi. “Bu yıl vergimizi almak için Sare’ye beraber gidelim!” dedi. Serhano, “Tamam! Beraber gidelim!” cevabını verdi. Çelebiyo habercisiyle Şemun’a “Biz şu gün geleceğiz, verginizi hazırla!” sözlü emrini bildirdi. Çelebiyo ve Serhano, 50 kadar silahlı adamla birlikte öğleden sonra Sare’ye geldiler. Kilisenin yanındaki meydanda, Şemun’un evinin önünde durdular. Şemun sorumlu olduğu Sare ve Basibrin köylerinin vergilerini toplamış, saymış, hesaplamış iki ayrı keseye koymuştu. Ayrıca Çelebiyo’yu, Serhano’yu ve silahlı adamlarını ağırlamak için her türlü hazırlığı yapmış, herkese görevini bildirmişti. Şemun ve Melke babalarını öldüren Çelebiyo ile Serhano’yu ilk kez görüyorlardı. İkisinin de içi kan ağlıyordu! Fakat yüzleri gülüyor, baba katillerine saygıda kusur etmiyorlardı. Şemun iki koç kestirmiş, Sareli kadınları zengin bir sofra kurmaları için görevlendirmişti. Gewriye ve Sare’nin ileri gelenleri Çelebiyo ile Serhano’nun yanında saygıyla duruyorlardı. 125 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun misafirlerini yatırdıktan sonra hiç uyumadı. Kadınlara, “İyi bir kahvaltı sofrası hazırlayın!” dedi. Kadınlar ağalara layık bir kahvaltı hazırladılar. Çelebiyo horozlar ötmeden uyanmıştı. Ağabeyini uyandırdı. Şemun ağaların sesinden uyandıklarını anladı. Kapılarını çaldı, ihtiyaçlarını görmeleri için su verdi. Çelebiyo, “Bize müsaade Şemun! Kimseyi rahatsız etmeden biz gidelim,” dedi. “Ağam kahvaltı hazırdır, kahvaltı yapmadan sizi göndermem! Buyurun sofraya!” Çelebiyo ve Serhano gene şaşırdılar. Memnuniyetle sabah kahvaltısını yaptılar. Dışarıdaki adamları da kahvaltılarını yaptılar. Kahvaltı bittiğinde güneş doğmuş, ortalık aydınlanmıştı. Serhano, “Artık bize müsaade Şemun!” dedi. Şemun, “Serhano Ağam,” dedi “Bize şeref verdiniz! Müsaade sizin!” Şemun Çelebiyo ve Serhano ile birlikte Sare’nin sınırına kadar yürüdüler. Silahlı adamlar arkalarından geliyordu. Şemun Hanne Haydo durdu! Çelebiyo ile karşı karşıya dikilmişlerdi. Şemun cebinden iki kese çıkardı. “Çelebiyo Ağam, bu iki kese aşiretimden topladığım yıllık verginizdir, buyurunuz!” Çelebiyo, “Sağ olasın Şemun, sağ olasın! Çok memnun oldum!” diyerek vergi keselerini cebine koyacağı an Şemun sözüne devam etti: “Çelebiyo Ağa!” dedi, “Bu sana vereceğimiz son vergidir! Bundan sonra sana vergi vermeyeceğiz!” Ortalık bir anda gerginleşti! O an her şey olabilirdi! Çelebiyo’nun kaşları çatıldı! Sağ eli uzun bıyıklarını sıvazladı: “Bu ne demek Şemun?” “Bu size bundan sonra vergi vermeyeceğiz demektir!” “Şemun siz on yıldan beri verginizi düzgün vermiştiniz!” “Evet Çelebiyo! Babam hapse girdikten sonra da, babamı öldürdüğünüzden sonra da vergimizi kuruşu kuruşuna ödedik. Fakat bu sondur! Artık sana vergi vermeyeceğiz!” Çelebiyo öfkelenmiş, sabırlı olmaya çalışıyordu: “Şemun iyi düşündün mü? Bana vergi vermemenin, bana karşı gelmenin sonucunu biliyor musun?” Şemun kararlı ve kesin konuşuyordu: “Evet Çelebiyo! On yıldan beri düşündüm!” Serhano aldı sözü: 126 127 Şemun misafirlerini akşam yemeğine buyur etti. Silahlı adamlara da ayrı bir yerde sofralar kurulmuştu. Çelebiyo, Serhano, Gewriye, Melke ve Şemun aynı sofraya oturmuşlardı. Çeşit çeşit Süryani yemeklerinin biri geliyor, biri gidiyordu. Çelebiyo ve Serhano babalarını öldürdükleri Şemun’dan böyle bir ikram, böyle bir ilgi ve saygı beklemiyorlardı. Çelebiyo, “Şemun, sağ olasın! Sofranızın zenginliğinden ve bize gösterdiğiniz misafirperverlikten memnun olduk!” diyerek şaşkınlığını dile getirdi. Şemun, “Ağamızsınız! Sizlere hizmet etmek, bizlere görevdir! Afiyet olsun!” cevabını verdi. Yemekten sonra kahveler içildi. Uzun uzun sohbet edildi. Gece yatmaları için ayrı odalara yün döşekler serilmişti. Çelebiyo, “Şemun artık yatma zamanı gelmiştir. Biz yatalım. Horozlar öter ötmez biz kalkıp gideceğiz. Kimse rahatsız olmasın!” dedi. Şemun, “Allah rahatlık versin! İyi geceler! Horozlar öter ötmez sizi uyandırırız!” cevabını verdi. 6. Yeni bir gün başlıyor K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 7. Felaket öncesi “Şemun sen daha gençsin! Ağalığın töresini, kanununu belki bilmiyorsundur. Bize vergi vermemek, bize karşı gelmek demektir. Bunun sonucunun ne olacağını biliyor musun? İyice düşündün mü?” Şemun kesin cevap verdi: “Evet Serhano! Evet Çelebiyo! Çok uzun zamandan beri, babamı toprağa verdiğimizden beri düşündüm!” Çelebiyo aldı sözü: “Şemun sen bir daha düşün! Elimi kana bulama benim!” “Bak Çelebiyo! Şu karşıdaki Kiwağ Köyü’nün sınırı, babamın ağalığının sınırı idi. Babamı öldürdünüz! Fakat sınır yerinde duruyor! Kiwağ’tan ötesi sizindir. Kiwağ’tan bu tarafı ise bizimdir. Dedem Haydo’nun ve Babam Hanne’nin zamanında sınır böyle idi. Bundan sonra, benim zamanımda da artık böyle olacak!” Serhano tekrar araya girdi: “Şemun! Sen bir daha düşün! Bunun sonu kötü olur!” Şemun hiç geri adım atmadı: “Serhano ben bugüne kadar çok düşündüm. Sonunda bu kararı verdim. Sizler de düşününüz! Sizlerden toprak istemiyorum! Sizin malınıza el koymuyorum. Babamın hakkı benim de hakkımdır, diye düşünüyorum.” Çelebiyo bir bela çıkarmak üzereydi. Serhano araya girdi. “Çelebiyo, haydi biz gidelim. Şemun bir daha düşünsün, son kararını bize bildirsin!” diyerek kardeşini sakinleştirdi. Kavgasız dövüşsüz ayrıldılar. Şemun, “Yolunuz açık olsun!” diyerek Çelebiyo ile Serhano’yu uğurladı. Sare’den öteye çekip gittiler. Çelebiyo, “Ağabey! Ben bunun hesabını Şemun’dan sorarım! Bana karşı geleni, vergimi vermeyeni yaşatmam ben!” diyerek öfkeyle yere tükürdü. Her an, her şey olabilirdi. Çelebiyo mutlaka bunun hesabını soracaktı! Eller tetikte beklemeye başladılar. Şemun ve Melke silah kuşanmışlardı. Sareli Süryani gençler de silahlanmış Şemun’un gözünün içine bakıyorlardı. Derhal Sare’nin düz, savunmaya elverişsiz olan tarafına siper kazıldı, mazgallar yapıldı. Şemun herkese görevini söylüyor, taktiklerini öğretiyordu. Şemun, Çelebiyo ile Serhano’ya “Artık size vergi vermeyeceğiz!” dedikten üç gün sonra silah kuşandı, atına bindi, yanına on kadar silahlı adamını aldı, dikkatlice Basibrin’e gitti. Aşiretinden adamlarla, Basibrin’de sözü geçen aile büyükleriyle bir toplantı yaptı. Sare’ye üç gün önce Çelebiyo ile Serhano’nun 50 kadar silahlı adamıyla vergi almaya geldiğini, vergisini verdiğini ve bir daha vergi vermeyeceğini söylediğini ayrıntılarıyla anlattı. “Çelebiyo! Bu sana verdiğim son vergidir!” sözü kimini sevindirdi, kimini tedirgin etti. Tedirgin olanlar, “Şemun, Çelebiyo bunun hesabını sorar!” dediler. “Biliyorum,” dedi Şemun. “Babamı, dedemi öldürdüler. Babamın ölümünden sonra iki yıl düşündüm. Ben babamın hakkını savunacağım. Babam ve dedem zamanında sınırlarımız ne ise, bugün de o sınır geçerli olacak. Ben Çelebiyo’nun Serhano’nun malına el koymuyorum. Kendi malımızı, kendi hakkımızı istiyorum. Bunun için mücadele ediyorum ve edeceğim!” Sordular: “Şemun kime güveniyorsun! Etrafımızı Müslümanlar sarmış! Ne yapabiliriz? Bizden ne istiyorsun?” Şemun cevap verdi: 128 129 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Kendimize güveniyorum. Sizden iki isteğim var!” “Nedir bizden istediğin?” “Hakkımızı almak için sizden yardım istiyorum! Haklarımızı hep birlikte savunalım. Bölünmeyelim. Bu birinci isteğim. Eğer bana yardım vermezseniz karşıma çıkmayın, tarafsız kalın. Bu da ikinci isteğim.” Saido söz aldı: “Şemun ben bu zamana kadar Çelebiyo’nun tarafında idim. Ben bugünden sonra Çelebiyo’dan ayrılamam, ona karşı çıkamam!” dedi. Şemun cevap verdi: “Saido, ben sana ‘Çelebiyo’dan ayrıl, ona karşı çık!’ demedim. ‘Bana karşı çıkma, bana karşı Çelebiyo adına silah çekme!’ diyorum.” Toplantı ortak bir karara varılamadan sona erdi. Şemun’un canı sıkılmıştı. Fakat sabırlı davrandı. Kimseye bağırıp çağırmadı. Konuşanları dikkatle dinledi, düşüncelerini saygıyla karşıladı. “Sağ olun! Ben de sizler de tekrar düşünelim. Birlik olmanın yollarını arayalım,” diyerek ayrıldı Basibrin’den. Şemun gittikten sonra Basibrinliler kendi aralarında konuşmaya, tartışmaya devam ettiler. Kimi: “Çelebiyo bizim Şemun’u yaşatmaz!” diyordu. Kimi: “Şemun haklı, fakat gücü az, Çelebiyo’ya nasıl karşı duracak?” diye soruyordu. Kimi korkudan susuyor, ağzını bile açamıyordu. Şemun biraz buruk, biraz mutsuz vaziyette Sare’ye dönmüştü. Birkaç gün konuşmadı. Düşündü, durumu değerlendirdi. Sonra Gewriye amcasının yanına gitti. “Amca, baş başa konuşalım, durumu değerlendirelim,” diye sana geldim. “Buyur Şemun, buyur! Konuşalım.” Şemun Basibrin’e gittiğini, bir toplantı yaptığını, toplantıda neler konuşulduğunu anlattı. Sözünü, “Amca senin düşüncen nedir?” diye sorarak bitirdi. Gewriye bir süre sustu. Söyleyeceklerini düşündü. Sonra her kelimeyi düşünerek konuşmaya başladı: “Şemun daha önce de söylemiştim. Kararın doğrudur. Çelebiyo ve Serhano’ya karşı tutumun doğrudur. Artık kararını açık açık yüzlerine karşı söyledin. Bundan sonra geri adım atmak, sözünden, kararından dönmek olmaz! Dönsen bile artık fayda etmez. Sabırlı ve kararlı olacaksın! Kendini koruyacaksın! Düşmanın istediği yerde ve zamanda değil, kendi istediğin yerde, senin şartlarının en uygun olduğu zamanda kavgaya gireceksin. Her an Sare’ye bir saldırı olabilir. Su uyur, düşman uyumaz! Yerin kulağı vardır! Ağzından çıkanı iyi düşün! Sırlarını zamanı gelmeden kimseye, bana bile söyleme! Bana göre henüz kavga için erkendir. Hazırlıklarını tamamla, silahlarını hazırla, talimlerini aksatma! Sana bir diyeceğim daha var!” “Buyur, söyle amca!” “Şemun bu işler bekâr hayatıyla yürümez! Sana bakan, seni koruyan bir hayırlı karın olmalıdır. Bekâr adama bizim millet pek güvenmez!” Şemun güldü! “Amca ben ölümle karşı karşıyayım, Çelebiyo ile nasıl savaşacağım diye düşünüyorum, sen ise bana evlen, bu işler bekâr hayatıyla olmaz diyorsun! Evlenip de arkamda yetim mi bırakayım?” dedi. “Şemun mademki milletin önüne geçtin, ölümü her an beklemelisin! Mademki ölüm var, o halde senin düşüncelerini, senin davanı devam ettirecek evlatlar yaratmalısın! Hayatın kanunu bu!” Şemun, “Bunu da düşüneyim amca!” diyerek noktayı koydu. 130 131 K e m a l Ya l ç ı n 8. Rehane dbe Hasanne Şemun, “Bunu da düşüneyim amca!” derken, gönlünde yatanı, onu sık sık Basibrin’e çekeni açıklamamıştı! Hatta tam dilinin ucuna gelmiş, söyleyememiş, gülüp geçmişti! Şemun Basibrin’de, Çelebiyo tarafını tutan Saido’nun akrabalarından Rehane dbe Hasanne adlı, güzelliği dillere destan olmuş kızı seviyordu. Kız ile birkaç kez görüşmüş, niyetini açıklamış, ama Rehane “Babam bilir!” diyerek geri çekilmişti. Güvendiği birini Rehane’nin babasına elçi olarak göndermiş, fakat babası “Şemun bizim tarafta değildir,” diyerek kızını Şemun’a vermek istememişti. Şemun babasının cevabından sonra Rehane ile bir kez daha görüşmüş, “Babana söyle, usulüne, töremize göre olsun! Beni zorlamasın!” demişti. Rehane, “Babam benim sözümü dinlemez! Ama ben senin sözünü dinlerim!” cevabını vermişti. Şemun “O halde şu gün sen hazır ol!” dedi. O gün geldi. Silahını, mermisini aldı, atına bindi Basibrin’e gitti. Rehane’yi atının terkisine bindirdi: “Ben Rehane’yi aldım, gidiyorum! Rehane artık benimdir! Kimse bana karşı çıkmasın!” diyerek atını Sare’ye sürdü. Şemun Sare’ye geldi. “Dediğini yaptım, bekârlığa son veriyorum,” diye gülerek Rehane’yi amcası Gewriye’ye teslim etti. Süryanilerde kesin bir kural vardı. Bir kız kaçırılsa bile, kız gönüllü gelmiş olsa bile dini nikâh yapılmadan, kız ile beraber olunamazdı. Gewriye: “Şemun! İşte bu yaptığın doğru değil! Kızı kaçırmayacaktın!” dedi, “Ama mademki kaçırıp getirdin, bundan sonra 132 Şemun Hanne Haydo dini nikâh kıyılana kadar Rehane benim kızım olacak ve sen ona yaklaşmayacaksın!” Şemun: “Babası vermedi, mecbur oldum kaçırmaya! Beni affet Amca!” dedi. Ertesi gün Rehane’nin ağabeyi kız kardeşini geri almaya geldi. Şemun işi tatlıya bağlamak istiyordu. Kardeşi Melke’yi çağırdı, “Melke, Rehane’nin ağabeyi gelmiş. Bir inek ile on koyunu götür ona ver,” dedi. Melke denileni yaptı. Fakat Rehane’nin ağabeyi, “Ben inek, koyun almaya değil, kardeşimi almaya geldim,” diye bağırmaya başladı. Bu kez Gewriye gitti. “Gel, otur şuraya! Sakin ol! Bağırıp çağırmaya gerek yok!” diyerek Rehane’nin ağabeyini sakinleştirdi. Sonra Sare’nin yaşlıları gittiler yanına, “Üzülmene gerek yok, Rehane Şemun’a, Şemun ise Rehane’ye layıktır,” diyerek gönlünü aldılar. Rehane ile Şemun kilisede kıyılan nikâhtan sonra karı koca oldular. 9. Çelebiyo’nun elçisi Rehane ile Şemun’un nikâhları Çelebiyo ve Serhano’nun muhtemel intikam saldırılarının tedirginliği ve huzursuzluğu içinde yapılmıştı. Turabdin’de intikam saldırıları daha acılı, daha korkutucu olması için düğünlerde, bayramlarda insanların bir arada bulunduğu, en mutlu anlarında yapılırdı. Onlarca, yüzlerce yıldan beri süre gelen aşiret kavgaları, özellikle Müslüman-Hıristiyan çatışmaları böylesine bir barbarlığı gelenek haline getirmişti. Şemun da bunu çok iyi 133 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo biliyordu. Bu nedenle nikâh tarihini kimseye duyurmadı ve düğün yapmadı. Çelebiyo Basibrin’de kendi adamı olan Saido’nun akrabası olan Rehane’yi Şemun’un kaçırdığını aynı gün duymuştu. Bu olayı da Süryaniler arasındaki bölünmeyi ve Şemun’a karşı düşünceleri körüklemek için kullanmaya başlamıştı. Şemun ile Rehane’nin nikâhlarından Çelebiyo’nun sonradan haberi oldu. Önceden haber alamadığı için kendine kızdı ve hemen harekete geçti. Mzizah Köyü ile Mor Gabriel Manastırı komşu idi. Çelebiyo Mor Gabriel Manastırı’ndaki ruhanileri iyi tanıyordu ve onlarla iyi ilişkileri vardı. Mzizah Köyü’ndeki Süryaniler de Çelebiyo’nun himayesi idiler. Ayrıca Çelebiyo’nun Ezidi köleleri de vardı. O zamanlarda Turabdin’deki Müslüman ağalar bazı Ezidi kölelerini tetikçi olarak kullanırlardı. Çelebiyo, Şemun’un evlendiği haberini aldıktan sonra Mor Gabriel Manastırı’na gitti. Manastırdaki Ruhanilerden biri olan Rahip Sefer ile görüştü. Şemun’un yaptıklarını öfkeyle, kinle anlattı. “Şemun bana ‘Vergi vermeyeceğiz!” diye dayılandı, bana karşı geldi. Bana vergi vermeyenin cezasını biliyorsun. Gençtir, okumuştur. Fakat bu işler okulla, kitapla olmaz. Acıdık kendisine! ‘Vermeyeceğiz!’ dediğinde, vergi nasıl alınır gösterecektim! Fakat ağabeyim Serhano engel oldu bana. Şemun’un canını bağışladım! Turabdin’e yeni adet getirmesin!” Rahip Sefer bu işleri iyi biliyor, Çelebiyo’yu da yakından tanıyordu. Çelebiyo’nun öfkesini yatıştırmaya çalışarak, “Haklısın! Senin gibi bir ağaya böyle denilmez!” dedi, “Gençtir, Mardin’de büyümüştür. Kolejde okumuştur. Babası yaşasaydı ona bu gerçekleri öğretirdi. İyi ki canını almamışsın! Allah korumuş! Büyüklük sende kalsın!” Çelebiyo biraz sakinleşti, “Rahip Sefer sana bir görev veriyorum,” dedi, “Sare’ye gideceksin. Şemun’a benim dediklerimi aynen söyleyeceksin: Şemun benim ağalığımı kabul etsin! Vergimizi versin! Vermezse babasına yaptığımızı yaparım. Canını karısının gözü önünde alırım! Leşini Sare Kilisesi’nin önüne, evinin kapısına sererim!” “Aman Çelebiyo! Sabırlı ol, elini Şemun’un kanına bulama! Günaha girme!” “Bilirsin Rahip Sefer, ben bir adamı yaşatmam dedim mi, yaşatmam!” “Bilirim seni Çelebiyo, yaşatmazsın!” Çelebiyo gene öfkelendi, bıyıklarını sıvazladı: “Derhal Sare’ye gideceksin, sana dediklerimi aynen söyleyeceksin ve bana cevabını getireceksin!” Rahip Sefer bir elçi olarak Sare’ye gitti. Şemun onu saygıyla karşıladı. Rahip Sefer, “Şemun, baş başa konuşalım! Sana Çelebiyo’nun elçisi olarak geldim!” dedi. Baş başa kaldılar. Rahip Sefer aynen, kelimesi kelimesine Çelebiyo’un dediklerini Şemun’a aktardı. Sonra kendi düşüncesini de söyledi, tavsiyelerde bulundu: “Şemun, biliyorsun bu adamlar çok belalıdır. Dedeni, babanı öldürmüşlerdir. Aşiretleri çok güçlüdür. Sen onlarla baş edemezsin. Gel vazgeç kararından! Yeni kavgalara, yeni ölümlere sebep olma! Vergilerini ver! Çelebiyo’dan özür dile! Ağalığını kabul et!” Şemun aldı sözü: “Rahip Sefer sana saygım büyüktür! Sağ ol!” dedi, “Buraya kadar elçi olarak geldin. Başımın üstünde yerin var! Bu gece misafirim ol! Benim için şereftir. Çelebiyo’nun tehditlerini, emirlerini bana bildirdin. Lütfen benim kararımı da aynen Çelebiyo’ya iletiver: Ben kararımdan dönmüyorum! 134 135 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 10. Sare Hanne Haydo’nun evliliği Artık Sareliler Çelebiyo’ya vergi vermeyecek! Ben ve aşiretim Çelebiyo’ya artık vergi vermeyeceğiz! Bunun sonuçlarını kabul ediyorum!” Rahip Sefer bu cevabı beklemiyordu. Bir süre sustu ve Şemun’un gözlerine bakarak bir kez daha sordu: “Şemun, bu kararın cezasının ölüm olduğunu biliyor musun?” “Evet Rahip Sefer, çok iyi biliyorum! Fakat Çelebiyo’nun ayaklarının altında zavallı bir köle olarak yaşamaktansa, Çelebiyo’ya karşı savaşta ölmek bana göre daha şereflidir. Bugüne kadar kul köle olarak yaşadık da dünya mı kurtuldu? Ağalara vergi, haraç verdik de ölümler sona mı erdi?” Rahip Sefer, “Sen de haklısın Şemun, sen de haklısın?” diyerek hüzünle sustu. Şemun, “Rahip Sefer lütfen sen benim kararımı aynen Çelebiyo’ya söyle. Kararımdan dönmüyorum! Çelebiyo’ya vergi vermeyeceğim!” “Allah senin yardımcın olsun Şemun!” Rahip Sefer bir gün sonra Çelebiyo’nun konağına gitti. Şemun’un kararından dönmediğini bildirdi. Çelebiyo çok öfkelendi: “Demek Şemun benim ağalığıma karşı geliyor! Demek bana vergi vermeyecekmiş ha! Ben ona verginin nasıl alınacağını göstereceğim! Rahip Sefer bana elçilik yaptın! Sare’ye gidip geldin! Sağ ol! Gidebilirsin!” Rahip Sefer’i uğurladıktan sonra Çelebiyo kendi kendine konuştu: “Bir Hıristiyan bir Müslüman’a karşı gelemez! Müslüman’ın emirlerine karşı gelen, Allah’ın emirlerine karşı gelmiş sayılır! Allah’a karşı gelen bir Hıristiyanı öldürmek günah olmaz! Artık günah benden gitti! Ulan fıllah! Ulan Hıristiyan! Senin canını almazsam bana da Çelebiyo demesinler!” Şemun Hanne Haydo ailenin büyüğü olarak bir aile içinde babanın yapacağı görevleri de üstleniyordu. Kız kardeşi Sare’nin evlenme yaşı gelmişti. Fakat Şemun’dan çekindikleri için damat adayları Sare ile evlenmeye talip olamıyorlardı. 1900’lü yılların başlarında, Turabdin’de, Süryani gelenek ve göreneklerine göre bir kız babasına ya da ağabeyine “Ben şu oğlanla evlenmek istiyorum!” diyemezdi. Zamanı gelince babasının ya da ailesinin uygun bulduğu bir erkekle evlendirilirdi. Sare’nin yaşı 16 olmuş, büyümüş, serpilmişti. Görenler güzelliğine, çalışkanlığına, boyuna posuna hayran oluyordu. Nusaybin yakınlarındaki Gremira Köyü’nde Şemun dbe Meliko isimli varlıklı, yardımsever, sözüne güvenilir, saygın bir Süryani vardı. Serhano Ağa ile iyi geçiniyor ve ona her yıl on katır yükü buğday veriyordu. Şemun dbe Meliko’nun Gewriye adında bir oğlu vardı. Evlenme yaşına gelmişti. Şemun dbe Meliko oğlunu büyük bir Süryani ailesinden bir kızla evlendirmek istiyor, çevresindeki Süryani ailelerinin kızlarını araştırıyordu. Güvendiği bir arkadaşına düşüncesini açtı. Arkadaşı cevap verdi: “Sen hiç başka ailelerin kızlarını düşünme! Sare Köyü’nde Şemun Hanne Haydo’nun kız kardeşi Sare tam senin aradığın kızdır. Ben Sare’ye gittiğimde onu görmüştüm. Senin oğluna uygundur. Güzeldir, çalışkandır, beceriklidir, güçlü kuvvetlidir ve cesurdur.” “O zaman gidip göreyim, oğluma isteyeyim!” “Hiç başkasına gidip görmeye gerek yoktur!” 136 137 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Tamam! Sen Sare Köyü’ne git. Şemun’a ‘Gremira Köyü’nden Şemun dbe Meliko size ziyarete gelmek istiyor,’ diye haber ver!” Usulüne göre haber verildi. Ziyaret için izin alındı. Şemun Hanne Haydo, ilk kez ziyaretine gelen Şemun dbe Meliko’nun hayırlı bir iş için ziyarete geleceğini düşünmüştü. Kararlaştırılan günde Şemun dbe Meliko oğlu ile birlikte geldi. Yanında Arbolu Şemun dbe Atte ve 5 saygın kişi vardı. Kız isteme gelenek ve göreneği böyle idi. Konuşuldu, çaylar kahveler içildi. Uygun bir anda, Şemun dbe Meliko söz aldı: “Şemun Hanne Haydo bize kapınızı açtınız. Sağ ol! Ben ve arkadaşlarım buraya hayırlı bir iş için geldik. Ziyaretimin amacı, kız kardeşin Sare’yi, oğlum Gewriye’ye istemektir.” “Meliko ve misafirler hoş geldiniz! Sefa geldiniz! Bize şeref verdiniz! Sen Gremira’dan gelirken Serhano’nun Konağı’nın önünden, Benıhmin Köyü’nün içinden geçip geliyorsun. Serhano bizim düşmanımızdır. Biliyorsun biz Haydoların düşmanı çoktur. Başına bela alma! En iyisi sen oğluna belasız bir kız bul!” Şemun dbe Meliko’nun oğlu Sare’yi kahve getirdiği zaman gördü. Görür görmez sevdi. Kendi kendine, “Olursa bu kız olur! Başkasını istemem!” dedi. Şemun dbe Meliko cevap verdi: “Şemun Hanne Haydo kız kardeşini beğendim. Belalı da olsa belasız da olsa kız kardeşini oğluma istiyorum!” “Sen bilirsin Meliko! Bir daha düşün! Oğlun ile konuş,” dedi. Şemun da Gewriye’yi görmüş, beğenmiş, kız kardeşine uygun bulmuştu. Bu nedenle “Kesinlikle olmaz! Bir daha bu amaçla ziyaretimize gelmeyin!” demedi. “Allah yazdıysa olsun! Siz bir daha düşünün!” diyerek kapıyı açık bıraktı. Dostça ayrıldılar. Şemun misafirlerini köy sınırına kadar uğurladı. Şemun dbe Meliko, bir kez daha geldi. Gene kesin bir sonuç alamadan döndü. Gewriye “Sare’yi beğendim. Olursa bu kızla evlenirim!” diyerek düşüncesini babasına açmıştı. Şemun Hanne Haydo da kız kardeşini karşısına alıp baş başa konuştu. “Kardeşim her şeyin bir zamanı vardır. Evlenme yaşın geldi. Seni istemeye geldiler. Damat adayını gördün. Benim için senin kararın önemlidir. Ben senin mutlu olmanı isterim. Sen ne diyorsun? Sen Gewriye’yi beğendin mi?” Sare ağabeyinden utandı, yüzü kızardı. “Şemun Ağabey, sen ne dersen o olsun! Ben senin kararını kabul ederim!” dedi. Bu cevaba göre Sare de damat adayını beğenmişti. Şemun dbe Meliko oğlu ve hanımı ile üçüncü kez geldi. Gene konuşuldu. Şemun son sözünü söyledi: “Şemun dbe Meliko! Mademki kız kardeşimi oğlun Gewriye’ye uygun gördün, ısrarla istiyorsun, mademki oğlun da Sare’yi beğenmiş, ısrarla istiyor bu durumda ben de kız kardeşimi vereceğim. Mutlu olsunlar!” Şemun dbe Meliko çok memnun oldu. Söz Sare ile Gewriye’nin düğünlerinin nasıl olacağına geldi. Şemun dbe Meliko “Ben oğlum Gewriye için hem burada, hem de kendi köyümde büyük bir düğün yapmak istiyorum!” dedi. Şemun Hanne Haydo düşüncesini açıkladı: “Sağ ol Meliko! Böyle bir düğün bizim için büyük şereftir. Fakat içinde bulunduğumuz şartlarda Sare’de düğün yapılması uygun olmaz. Çelebiyo ve Serhano ile düşmanlığımız devam etmektedir. Müslüman ağaların ne yapacakları belli olmaz! En mutlu bir anımızda kan dökmekten hoşlanırlar. 138 139 K e m a l Ya l ç ı n En iyisi sen Sare için düğünü kendi köyünde, Gremira da yap! Düğünümüzü kana bulamasınlar!” Meliko “Haklısın, çok haklısın Şemun! Düğünlerimizi bile korkarak yapar hale geldik! Yeni bir belaya meydan vermeyelim. Senin istediğin gibi düğünümüzü kendi köyümüzde yapalım,” dedi. Şemun Hanne Haydo son kararını vermeden önce, yan odaya geçti. Kız kardeşiyle bir kez daha konuştu. Düşüncesini sordu. Sare boynunu büktü. “Sen bilirsin Abi!” dedi. Şemun kardeşini bağrına bastı, “Benim babasız büyüyen kardeşim! Sağ ol! Allah seni mutlu etsin! Sana bir sorum daha var. Onlar düğünü hem burada, hem kendi köylerinde yapmak istiyorlar. Ben bir bela çıkmaması için, “Burada düğün yapılmasın, düğünü sadece kendi köyünüzde yapın,’ dedim. Sen ne diyorsun!” “Abi sen ne diyorsan, nasıl uygun buluyorsan öyle olsun! Ben senin kararlarını kabul ederim!” “Öyleyse hazırlan! Yarın gideceksin!” Ertesi gün Sare’yi ata bindirdiler. Şemun, Melke, akrabaları Sare’yi köyün sınırına kadar götürdüler. Vedalaştılar! Sare’nin gözleri annesini ve babasını aradı! Ne annesi vardı, ne de babası! İkisi de öldürülmüştü! Sare ağlamaya başladı! Gözyaşları ıslattı gelinliğini! Şemun dbe Meliko verdiği sözü yerine getirdi. Gremira Köyü’nde güzel bir düğün yaptı. Düğüne Müslüman komşularını, dostlarını da davet etmişti. Davetli Müslümanlar bir Hıristiyan’ın kestiği hayvanın etini mundar olmuştur diye yemezlerdi. Bu nedenle düğünde yenecek danayı bir Müslümana kestirdiler. Meliko bir tatsızlık çıkmaması için Serhano’yu düğüne davet etmemişti. 140 Şemun Hanne Haydo Şemun’un kız kardeşi Sare (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 141 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Serhano, Şemun Hanne Haydo’nun kız kardeşini gelin olarak alan ve büyük bir düğün yapan Meliko’ya çok kızdı. “Benim düşmanımın kız kardeşini alan benim düşmanım sayılır! Bunun hesabını sormalı, gereken cezayı vermeliyim!” dedi. Sare ile Gewriye’nin ardı ardına iki kızları olmuştu. Kızlarına Necme ve Nura isimlerini verdiler. Şemun dbe Meliko torunlarını çok seviyordu. Çok mutluydu. Arada sırada torunlarıyla birlikte Şemun Hanne Haydo’nun yanına gelip gidiyorlardı. Serhano Ağa, Şemun dbe Meliko’yu ya kendisi izliyor ya da kölelerine izletiyordu. Şemun dbe Meliko ile Şemun Hanne Haydo arasındaki akrabalık ilişkilerinin gelişmesini istemiyor, bu ilişkilerin kendi hâkimiyetine zarar vereceğini düşünüyordu. Fakat düşüncesini, kötü niyetini kimseye söylemiyor, Şemun dbe Meliko ile dostluğu geliştiriyordu. Paskalya ve Noel Bayramları geldiğinde Şemun dbe Meliko’nun evine bayramlaşmaya gidiyordu. Şemun dbe Meliko’da Ramazan ve Kurban Bayramlarını kutlamak için Serhano Ağa’nın konağına geliyordu. Böylesine dostluk ilişkileri devam ederken Serhano Ağa, Şemun dbe Meliko’nun öldürülmesine karar verdi. Cinayeti planladı. Paskalya Bayramı gelmişti. Serhano Ağa yanına beş adamını ve iki silahlı kölesini alarak Gremira Köyü’ne, Şemun dbe Meliko’nun evine bayramlaşmaya gittiler. Şemun dbe Meliko misafirlerini en iyi şekilde ağırladı. Zengin bir sofra kurdu. Yemekten sonra çaylar, kahveler içildi. Geçmişten gelecekten sohbetler edildi. Serhano Ağa söz aldı: “Şemun dbe Meliko, ikramlarınız için sana çok teşekkür ederim. Bana şeref verdin! Ben de seni her zaman evime beklerim. Bundan sonra daima sana yardımcı olacağım! Bir isteğin, bir derdin olursa hiç çekinme söyle! Elimden geleni yaparım!” Şemun dbe Meliko söz aldı: “Asıl sen bana şeref verdin Serhano Ağa! Allah senden razı olsun! Benim de kapım her zaman sana açıktır!” Serhano Ağa, “Bize müsaade! Size de iyi bayramlar!” diyerek ayağa kalktı. Şemun dbe Meliko, “Müsaade sizin Ağam!” dedi. Serhano Ağa ile birlikte yan yana sohbet ederek Gremira Köyü’nün sınırına kadar yürüdüler. Şemun dbe Meliko, “Yolunuz açık olsun!” diyerek Serhano Ağa’nın elini sıktı. Ayrıldılar! Şemun dbe Meliko evine doğru yürümeye başlayınca, Serhano iki kölesine “Vur!” emrini verdi! Zaten kölelere daha önceden ne yapacaklarını söylemişti. İki köle derhal ateşe başladılar ve Şemun dbe Meliko’yu arkasından vurup öldürdüler! Böyle bir kalleşlik ne ilk ne de son olacaktı! Turabdin, Müslümanlar geldikten sonra bu kalleşlikleri çok yaşamıştı. Şemun dbe Meliko’nun Paskalya Bayramında, bayramlaşmaya gelen bir Müslüman Kürt Ağa tarafından öldürülmesi Turabdin’i, Süryanileri yasa boğdu! Şemun Hanne Haydo bu kalleşliğe çok kızdı, çok üzüldü! Fakat o an Serhano’yu cezalandıracak gücü yoktu. Sabretti. Babasının ölümünden sonra Gewriye çok çalıştı. Babasının varlığını daha da büyüttü. Tam mutlu olacakları bir zamanda seyfo günleri geldi. Melke, Gewriye’ye haber gönderdi. “Çok kötü günler yaklaşıyor. Müslümanlar katliam yapacaklar. Süryaniler Basibrin’de toplanıyor. Siz de çocuklarınızı alın, buraya gelin!” dedi. Sare, “Gewriye, durmayalım buralarda! Müslümanlara güven olmaz! Hemen Basibrin’e gidelim!” dedi. 142 143 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Gewriye malını mülkünü bırakıp gitmek istemiyordu. Şemun dbe Meliko’nun sağlığından beri Gewriye’lerin evinde hizmetkârlık yapan bir Müslüman vardı. Adı Muhammed idi. Muhammed, Şemun dbe Meliko’nun evine çoban olarak gelmişti. Düğününü de Şemun dbe Meliko yapmış, ona bir ev vermişti. Gewriye yıllarca evlerinde yaşamış olan Muhammed’e güvenirdi. Muhammed, Şemun dbe Meliko’nun sağlığında Mğare Köyü’ne gitmiş, oraya yerleşmişti. Şemun dbe Meliko’nun yardımlarıyla kendisine bir tarla almış, ailesinin geçimini sağlıyordu. Arada sırada, kış günlerinde aç kaldığında Şemun dbe Meliko’nun evine gelir giderdi. Gewriye, bir gün Melke’den gelen haberi ona söyledi. “Muhammed, karımın ağabeyi haber göndermiş. ‘Müslümanlar saldıracaklar, Basibrin’e gelin!’ diyor. “Sen ne dersin?” Muhammed cevap verdi: “Öyle şey mi olur? Korkma! Sen hemen karını çocuğunu al, Mğare Köyü’ne gel. Benim yanımda kal. Benim evde iken size hiçbir Müslüman saldıramaz! Ben sizi korurum!” dedi. Sare, “Mğare’ye gitmeyelim. Basibrin’e gidelim!” diye ısrar ettiği halde, Gewriye, Muhammed’e güvenerek Basibrin’e gitmedi. Seyfo günleri gelmişti. Her yerden ölüm haberleri geliyordu. Gewriye hâlâ Muhammed’e güveniyordu. Bu güven onun sonunu getirdi. Muhammed bir cuma günü namazdan sonra Mğare’de, kendi evinin içinde “Bundan sonra senin malın mülkün, karın çocukların benim olacak!” diyerek Gewriye’yi öldürdü! Nankörlük, hainlik, vicdansızlık, kalleşlik ancak bu kadar olabilirdi! Sare iki büyük kızını Gremira’da bırakmıştı. Yeni doğmuş kızını yanına alarak gece evden kaçtı. Basibrin’e doğru gidiyordu. Fakat yolu tam bilmiyordu. Gündüzleri saklanıyorlar, geceleri yürüyordu. Bir sabah çok susamıştı. Bir kuyunun başına gitti. Kuyudan su çekti. Önce bebeğine su içirdi, sonra kendisi içti. Haç çıkardı, “Ey İsa, artık ben dayanamıyorum! Bir Müslüman’ın karısı olmaktansa ölmek istiyorum! Bana yardım et!” dedi. Kucağındaki bebeğini kuyuya attı! Bebeğin çığlığı, suya düşen bebeğin çıkardığı su sesi kuyuyu çınlattı! Sare daha fazla dayanamadı! Ayaküstü kendini de kuyuya attı! Fakat kuyunun ağzı dardı! Ayakları geçti, gövdesi geçmedi. Sıkışıp kaldı! Ne çıkabiliyor ne düşebiliyordu! Kuyunun ağzındaki taş, kuyu zinciri tarafından oluk oluk aşındırılmıştı. Taşın keskin yerleri Sare’nin vücuduna saplandı. Yaralandı, kanı siyim siyim kuyuya akmaya başladı! Saatlerce ölümü bekledi! Ölmedi! Gece oldu! Dolunay çıktı! Ölüp kurtulmak istiyordu. Ölemiyordu! Sabah oldu! Bir Müslüman su almak için kuyuya geldiğinde Sare’yi gördü! Heyecanla koşup geldi! “Dur yapma! Atma kuyuya kendini!” diye bağırdı. Sonra yavaş yavaş kuyuya yaklaştı: “Benden korkma! Sana dokunmayacağım! Annemin üstüne yemin ediyorum. Sana dokunmayacağım! Benim adım Mehmet. Çobanım ben!” dedi ve sordu: “Sen kimlerdensin! Nereye gitmek istiyorsun?” “Ben Şemun Hanne Haydo’nun ve Melke’nin kız kardeşiyim! Basibrin’de yaşayan ağabeyim Melke’nin yanına gideceğim!” “Ben Şemun’u ve Melke’yi biliyorum! Onlar benim aileme çok iyilik yaptılar, yardım ettiler. Korkma benden! Sana dokunmayacağım! Bana güvenmezsin, biliyorum. Ben 10 144 145 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo metre önden gideceğim, sana yaklaşmayacağım. Seni Basibrin’e götürüp Melke’ye teslim edeceğim!” Sare bu çobana güvenmedi! Bütün Müslümanları, bütün Kürtleri kendi düşmanları, kocasını öldürenlerden biri olarak görüyordu. “Bu adam beni kuyudan çıkaracak, kendisine karı yapacak!” diye çırpındı, kuyuya düşüp ölmek istedi. Fakat çaresizdi. Yaralıydı, kulaklarında dün kuyuya attığı bebeğinin sesi çınlıyordu! Çoban Mehmet Sare’nin yanına geldi. Annesinin sütü üstüne yemin ederek, Sare’yi tutup çıkardı. Sare perişandı, kederliydi, yavrusunu kuyuya atmış bir annenin tarifsiz acılarıyla kıvranıyordu! Çoban Mehmet, “Korkma benden! Sana dokunmayacağım! Bana güvenmezsin, biliyorum. Ben önden gideceğim, sana yaklaşmayacağım. Seni Basibrin’e götürüp Melke’ye teslim edeceğim!” diye yalvarıyordu. Sare bebeğinin ölüsünü kuyuda bırakarak Çoban Mehmet’in arkasına düştü. Çoban Mehmet sözünde durdu. Sare’yi Basibrin’e götürdü, Melke’ye teslim etti. Bu Çoban Mehmet de Müslüman idi, kocasını öldüren de! Bu Mehmet de Kürt idi, kocasını öldüren de! İnsan çeşit çeşit idi! Biri vicdansız katil, diğeri vicdanlı, vefalı kurtarıcı olabiliyordu! Melke kardeşi Sare’yi görünce çok memnun oldu! Çoban Mehmet’e para verdi. “Her zaman gel buraya! Sen benim kardeşim oldun artık,” dedi. Çoban Mehmet, “Sizler benim aileme çok iyilik yapmıştınız. Ben de sizin iyiliklerinize karşı biraz iyilik yapmak istedim,” cevabını verdi. Sare hayatında çok acılar gördü! Ağabeyi Melke’nin öldürüldüğünde Basibrin’de idi. Salihilerin geldiğini duyar duymaz kızlarıyla birlikte dağa kaçmış ve gizlenmişti. Bir süre dağlarda, mağaralarda yaşadı. Sonra Basibrin’e döndü. Şemun Hanne Haydo, Basibrin’e gelince Sare’yi Midyatlı İsa dbe Sifkar ile evlendirdi. İsa dbe Sifkar cesur ve mert bir adam idi. Seyfo zamanında dağlarda savaşarak 200 kadar Süryaniyi kurtarmıştı. 146 147 Sare ile Gewriye dbe Meliko’nun kızı Reyhane (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Ölüm kalım kavgası Sare ile Midyatlı İsa dbe Sifkar’ın kızı Besse (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) Sare ile İsa dbe Sifkar’ın evliliğinden Nura, Hanime ve Besse adlarında üç kızları oldu. Fakat Sare yaşadığı korkular nedeniyle hastalanmıştı. Çok yaşamadı. Midyat’ta vefat etti. Şemun Hanne Haydo, yeğeni Besse’yi Basibrinli İsa İşo ile evlendirdi. Besse okudu, kültürlü bir kadın oldu. Dayısı Şemun Hanne Haydo’ya uzun yıllar baktı, hizmetini gördü. Dayısının hayatıyla çok ilgilendi. Şemun’dan kalan fotoğrafların çoğunu da Besse çekmişti. 148 1. Çelebiyo Aşireti’nin ilk saldırısı Şemun Hanne Haydo, Rahip Sefer’i uğurladıktan sonra derhal savunma hazırlıklarına başladı. Adamlarını topladı, silahlarını kontrol etti, herkese görevini bildirdi. Saldırının gelebileceği Sare’nin doğu tarafındaki düzlüğe gitti. Siperleri, savunma duvarını kontrol etti. Yeraltındaki sığınakları, tünelleri, mahzenleri inceledi. Adamlarına talimat verdi: “Kesin olarak benim dediklerime uyacaksınız! Ben “Ateş!” demeden kimse ateş etmeyecek! Sonra Melke ile konuştu. “Kardeşim, artık keklik avına gitmeyi bırak! Her an saldırabilirler! Hazır olalım!” “Tamam Abi!” Rahip Sefer’in gidişinin üzerinden beş gün geçmişti. Şemun hemen bir saldırı olabileceğini düşünmüştü. Birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü gün beklenen olmamıştı. Beşinci gün insanlar bugün de olmaz herhalde diye düşünerek biraz gevşemişlerdi. Hatta Melke keklik avına gitmişti. Öğle vakti oldu. Çobanlar bağırmaya başladılar: “İmdat! İmdat! Serhano’nun ve Çelebiyo’nun adamları sürülerimizi, koyunlarımızı, davarlarımızı, ineklerimizi götürüyorlar! İmdat!” Sare’yi bir anda ölüm korkusu ve heyecanı sardı. Çocuklar korkuyla evlerine koştular! Anneler çocuklarını mah151 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Beklendiği gibi Çelebiyo ile ağabeyi Serhano ortak saldırı kararı almışlardı. Serhano’nun adamları arasında himayesindeki Süryaniler de vardı. Turabdin’in kanunu böyleydi. Süryani Süryaniye, Hıristiyan Hıristiyana da kırdırılırdı. O gün Sare’ye saldıran, Süryanilerin canını almaya gelen Serhano’nun adamlarından biri de Benıhmin Köyü’nde Ser- hano’nun himayesinde yaşayan Şemun Hanne Haydo’nun öz dayısı Gewriye dbe Murado idi. Sare’ye yapılan saldırıya mecburen katılmıştı. Yıllar sonra o gün yaşadıklarını, Çelebiyo ve Serhano’nun adamlarının neler yaptıklarını Şemun Hanne Haydo’ya anlatacaktı. Saldırganlar 50-60 kadardı. Saldırıları Serhano’nun dayısı yönetiyordu. Onun yanında da Serhano’nun güvendiği adamlarından Süleymane Amer bulunuyordu. Süleymane Amer, Şemun’un babasını öldüren katildi. Serhano ve Çelebiyo gelmemiş, konaklarında bekliyorlardı. Şemun Hanne Haydo Süryanilerin kazandıkları ve kaybettikleri savaşların, çatışmaların tarihini dikkatle incelemiş, kendine göre dersler çıkarmıştı: “Savaş demek iyi hazırlanmak ve sabırlı olmak demektir. Savaş demek hem kendi, hem de karşı tarafın gücünü iyi analiz etmek demektir. Savaş demek düşmanın saldırdığı an cevap vermek değil, düşmanın zayıf olduğu bir anda karşılık vermek demektir. Savaş demek, insanı iyi tanımak ve iyi yönetmek demektir. Savaş akıl, cesaret, sevgi ve yaşama heyecanı ile kazanılan bir kanlı mücadeledir.” Şemun Hanne Haydo bu düşünceleri, bu ilkeleri kafasına silinmez harflerle yazmış, zamanı gelince uygulamıştır. İşte yeni bir saldırıyla, yeni bir ölüm kalım kavgasıyla karşı karşıya gelmişti. Sareliler onun kararına göre savaşacak, ölüme karşı hayatı savunacaklardı. Çelebiyo ve Serhano aşiretinin adamları hiçbir direnmeyle karşılaşmadan kolayca Sarelilerin sürülerini, mallarını, davarlarını toplamış, ganimet olarak el koymuşlardı. Bu malların başında Süleymane Amer on kadar silahlı adamıyla kaldı. Daha sonra saldırganlar Serhano’nun dayısının komutasında Sare’nin içine girdiler. Tüm malları Kiwağ tarafına topladılar 152 153 zenlere saklamaya başladılar. Çobanların sesleri gelmeye devam ediyordu: “İmdat! İmdat! Yetişin!” Şemun Hanne Haydo derhal silahını kuşandı, adamlarını topladı ve seslendi: “Hazırlanın! Karşı koyacağız! Herkes görevinin başına!” Heyecanla, merakla koşturuyordu insanlar. Şemun karısına sordu: “Melke nerede?” “Ava gitmişti!” “Ben ona gitme demiştim!” Melke genellikle saldırının beklendiği Sare’nin doğu tarafındaki dağlara keklik avlamaya giderdi. Şemun kardeşinin saldırganların arasında kalabileceğini düşünerek üzülmüş, “Ölmese bari! Allah korusun!” diye dua etmişti. Fakat Melke o gün saldırının beklendiği doğu tarafa değil, batı taraftaki dağlara keklik avına gitmiş, çobanların “İmdat!” seslerini duyar duymaz hızla koşarak Sare’ye geri dönmüş, ağabeyinin yanına gelmişti. Şemun onu görünce sevindi, “Melke! Ben sana gitme demedim mi? Ölsen ne olacaktı?” dedi. Melke’nin yüzü kızarmıştı. “Kusura bakma abi!” dedi sessizce ve hemen görevinin başına geçti. 2. Ateş! K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Tam köyü terk edecekleri sırada Şemun’un sesi ortalığı inletti: “Malları bırakın! Canınızı alırız!” Saldırganlar köy içinde bir silahlı çatışma bekliyorlardı. Köy dışında bir çatışma beklemiyorlardı. Şemun Hanne Haydo ve Sareli silahlı Süryaniler siperlerinde, mazgalların ardında gizlenmiş, saldırganların tam ateş hattına girmesini bekliyorlardı. Tam o an geldi! Şemun “Ateş!” emrini verdi. Saldırganlar çaldıkları, el koydukları mallar için, Süryaniler ise canlarını, mallarını, namuslarını ve hayatlarını korumak için ateşe başlamışlardı. Saldırıyı ve soygunu yöneten Serhano’nun dayısı atının üstünde tam Şemun’un ateş mesafesine girdi. Süryanilerin karşı koyuşunun şaşkınlığı içindeydi. Şemun, “Bu kurşun babamın kanı içindir!” diyerek onun tam alnına nişan aldı ve tetiğe bastı. Hedefini tam ortasından vurdu! Serhano’nun dayısı atından yuvarlandı. Etrafındakiler komutanlarının yere yuvarlanarak can vermesinden şoke oldular. Şaşkına döndüler. Daha ne oluyor demeye kalmadan, Sarelilerin ateşi altında kaldılar. Kısa bir sürede 5-6 kadar saldırgan ölmüş, birçokları da yaralanmıştı. Saldırı düzenleri bir anda bozuldu. Kimi kaçıyor, kimi hedef gözetmeden ateş ediyordu. Şemun tekrar emretti: “Malları bırakın! Canınızı alırız!” Çelebiyo ve Serhano’nun adamları bozguna uğramıştı. Süleymane Amer dağılıp kaçan adamlarını toplamaya çalışıyordu. Melke hareket halindeki Süleymane Amer’in kafasına nişan aldı. Tetiğe bastı! Kurşun Süleymane Amer’in başındaki şapkayı düşürdü! Süleymane Amer mutlak bir ölümden kurtuldu! Çok korktu! “Hay keçisine, davarına, danasına! Az daha kurşun alnıma saplanacaktı! Allah beni korudu! Allah Hıristiyanlara yaptıklarımızı gördü ve razı olmadı! Töbe Töbe!” diyerek kaçmaya başladı. Melke Süleymane Amer’i tanımıyor, babasını öldürdüğünü bilmiyordu. Bilseydi öldürünceye kadar onun arkasını bırakmazdı. Çelebiyo ve Serhano’nun adamları el koydukları hayvanların çoğunu bırakarak; ölülerini, yaralılarını alarak kaçıp gittiler. Çelebiyo atların sırtında gelen ölüleri görünce ve adamlarının yenilgiye uğradığını anlayınca çok kızdı! Serhano bir atın sırtına bir heybe gibi karnı üstüne konmuş, elleri ve ayakları sallanan dayısının ölüsünü görünce hem üzüldü hem de çok kızdı! Yaralıların yüzüne bakan yoktu. Çelebiyo sinirinden yerinde duramıyor, ölümden canlarını zor kurtarmış adamlarına bağırıyor, “Nasıl oldu da 5-10 Süryani karşısında yenildiniz? Neden toparlanıp tekrar saldırmadınız? Neden Sare’yi yakmadan geldiniz?” diye soruyordu. Serhano has adamı Süleymane Amer’e öfkeyle bağırıp çağırıyordu! Çelebiyo Sare’den getirilen davarı, danayı, sığırı sıpayı görünce küçümsedi. “Hepsi bu kadar mı? Üç beş davar için mi öldü bunca adam?” diye kölelerine kızdı, küfretti. “Ulan bu lanetli Hıristiyan’ın, bu Şemun’un canını kendi ellerimle almazsam bana da Çelebiyo demesinler!” diyerek odasına çekildi. Bu ilk çatışma, Çelebiyo ve Serhano aşiretiyle Şemun Hanne Haydo liderliğindeki Sare ve Basibrin Süryanileri arasında yedi yıl sürecek kanlı kavgaların başlangıcı oldu. Şemun ve Melke bu yedi yıl içinde savaşa savaşa Süryanilerin kahramanı haline geldiler. Onlar artık Turabdin üzerinde kartal gibi uçmaya başladılar. 154 155 K e m a l Ya l ç ı n 3. Başarının etkileri Sareli Süryaniler Çelebiyo ve Serhano’nun adamları karşısında ilk kez başarıyla direnmişler, ölen ve yaralanan olmadan saldırganları püskürtmüşlerdi. Fakat bela sona ermiş değildi. Çelebiyo ve Serhano ölenlerin intikamını almak, zedelenen ağalık şerefini kurtarabilmek için yeniden saldırabilirdi. Şemun, Melke, Gewriye ve Sareli liderler bir araya gelerek hem başarılarını kutladılar hem de o günden sonra olabileceklere karşı alınacak önlemleri kararlaştırdılar: “Bundan sonra geri adım atmak olmaz! Her an köyümüze, malımıza mülkümüze yeni saldırı olabilir. Bu nedenle gece ve gündüz sürekli nöbet tutulacak!” dediler. Bu direniş Sarelilerin yüzlerini güldürdü, kendilerine güven geldi. Sareliler artık Şemun’un etrafında kenetlenmişlerdi. Direnişin başarısı ve sevinci kısa zamanda Basibrin’e ve Turabdin’deki Süryani köylerine, Çelebiyo ve Serhano aşiretine düşman olan aşiretlere kadar dalga dalga yayıldı. Direniş öncesinde Şemun’a pek güvenmeyen, “Ben Çelebiyo’ya vergi vermeyeceğim, bana yardımcı olun,” dediği zaman korkup susanlar, “Üç beş Süryani koskoca Çelebiyo Aşireti’ne karşı koyamaz!” diyenler, başarılı direnişten sonra memnun oldular, moralleri düzeldi, kendilerine güven geldi. Şemun adamlarıyla birlikte Basibrin’e gitti. Toplantılar yaptı, kendi aşiretinden insanlarla görüştü. Daha önce kendisine karşı çıkmış insanlarla tekrar konuştu. Basibrin’e herhangi bir saldırı olduğunda yardıma geleceğini söyledi. Basibrin’deki Süryaniler arasındaki anlaşmazlıkların çözümüne, çatışma ve kavgaların önlenmesine, küslerin barıştırılmasına yardımcı oldu. 156 Şemun Hanne Haydo Bu durumlar zamanla Basibrinlilerin de Şemun’a güvenlerini artırdı. Çelebiyo Aşireti’nin saldırısından sonra geçen bir yıl içinde Basibrin’den 50-60 silahlı Süryani Şemun’un liderliğini kabul ederek, ona her türlü desteği vermeye başladılar. Sareliler artık Çelebiyo’ya vergi vermekten kurtulmuştu. Daha sonra Basibrinliler de “Vergi vermeyeceğiz!” dediler. Şemun Hanne Haydo zamanla Sare ve Basibrin’in lideri haline geldi. Sare ve Basibrinliler köy işlerinin, aşiret ihtiyaçlarının karşılanması, özellikle muhtemel saldırılara karşı silah, mermi satın alınması için kendi aralarında gönüllü para topluyor, Şemun’un liderliğindeki köy yöneticilerine veriyorlardı. Şemun, Sare ve Basibrin’deki çocukların okumaları için özel çaba gösteriyordu. Elinden gelse, Sare ve Basibrin’de, Mardin Amerikan Koleji gibi okullar açmak istiyordu. Fakat 1900’lü yıllarda Süryani köylerinde okul açmak mümkün değildi. Bu nedenle kiliselerdeki okuma yazma çalışmalarını teşvik ediyor, zeki çocuklardan birkaçını Mardin’e, Amerikan Koleji’ne göndermek istiyordu. 4. Senin çaldığın mal benimdir! Serhano Ağa’nın güvendiği adamlardan biri, çeşitli saldırılarda Serhano adına saldırıyı, soygunu, yağmayı yöneten kişi Salihiler Aşireti’nin Ağası olan Süleymane Amer idi. Turabdin’de aşiret ilişkileri çok karmaşık ve sürekli değişim içindeydi. Hevêrkan Aşiretler Konfederasyonu içinde 26 ayrı aşiret bulunuyordu. Bu aşiretlerden en büyüğü, en güçlüsü Çelebiyo ve Serhano’nun yönettiği, ağalık yaptığı aşiretlerdi. Çelebiyolar, Serhanolar aşiretin en büyük ve en eski ağası olan Osmano’nun çocukları, torunlarıydı. Batte, 157 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Haco, Serhano, Çelebiyo büyük baba Osmano’nun torunları, amca çocuklarıydı. Fakat aralarında çok şiddetli kavgalar vardı. Fakat gene de Hevêrka Aşiretler Konfederasyonu içinde yer alıyor, gerektiğinde Osmanlı Devleti’ne karşı birleşerek ortak mücadele ediyorlardı. Osmanlı Devleti de kendi hâkimiyetini korumak için aşiretler arasındaki çelişkileri, çıkar kavgalarını körüklüyordu. Salihiler Aşireti küçük ama saldırgan bir aşiretti. Süleymane Amer ağalığını sürdürebilmek, aşiretinin gücünü artırabilmek için Benıhmin Köyü’nde oturan Serhano’nun emrine girmişti. Süleymane Amer’in emrinde 50-60 kadar cesur, vur deyince öldüren, gözü kara silahlı adamı vardı. Serhano ve Çelebiyo, ihtiyaçları olduğunda Süleymane Amer’i fedai ya da tetikçi olarak kullanırlardı. Aynı zamanda Süleymane Amer, Serhano adına Süryani köylerine soyguna gider, alıp getirdiği ganimetleri doğrudan Serhano’ya verirdi. Serhano da Süleymane Amer’e, getirdiği ganimetlerden bir parçasını verirdi. Süleymane Amer Serhano’dan daha yaşlıydı. Bu nedenle Serhano ona özel bir saygı gösterir, ganimetleri dağıtırken bir miktar daha fazla verirdi. Fakat verdiği pay, çaldıkları malın çok azı olurdu. Bin keçi çalmışlarsa, payına beş keçi düşerdi. Zamanla “Ben soygun yapıyorum, ben ve adamlarım canımızı ortaya koyarak kavga ediyoruz. Ölen de yaralanan da bizleriz, fakat bize verilen ganimet payı çok az oluyor!” diye düşünmeye başlamıştı. Günlerden bir gün Serhano’nun emriyle bir köyü bastılar, mallarını yağmaladılar. Keçisini davarını, sığırını sıpasını alıp geliyorlardı. Süleymane Amer’in aklından gene haksızlık düşüncesi geçti. Kendi kendine, “Çaldığım yüz kadar keçiden on tanesini kendime ayırsam, bir adamıma versem, kim görecek?” diyerek sürüdeki beş koçu ayırdı, bir adamına verdi. “Sen bunlara bak!” dedi. O güne kadar hiç olmayan olmuş, Serhano atına binmiş, soygunu teftişe gelmişti. Süleymane Amer’in silahlı bir adamının beş koçu alıp gittiğini gördü! Hemen atını koçların yanına sürdü, önlerine geçti. “Dur! Bu koçlar kimin?” Adam cevap vermek istemedi, sustu. “Bu koçlar kimin dedim sana?” Adam “Benim!” dese başına gelecekleri bildiği için, korktu, kekeleyerek: “Süleymane Amer’in!” dedi. “Süleymane Amer nereden aldı bu koçları?” “Süryanilerin sürüsünden ayırdı!” “Ne dedin sen, ne dedin? Ulan Süryanilerin sürüsü benimdir. Süleymane Amer çalmıştır, fakat benim için çalmıştır. Sürü benim olmuştur. Benim sürümden, benden habersiz beş koç almak hırsızlıktır! Sen de Süleymane Amer’in suçuna ortak olmuşsun! Derhal koçları evime götür!” “Tamam Ağam!” Adamın korktuğu başına gelmişti. Kaçsa kaçamaz, gizlense gizlenemezdi. Korkudan dizlerinin bağı çözüldü! Serhano atını hızla konağına sürdü. Süleymane Amer el koydukları Süryani mallarını adamlarıyla birlikte Serhano’nun ağılına doldurmaya çalışıyor, ağasından alacağı aferini ve ağasının vereceği ganimet payını düşünüyordu. Serhano atıyla koyun sürüsünün önüne geçti! Öfkeyle seslendi: “Süleymane Amer! Yanıma gel!” “Buyur Ağam!” “Süleymane Amer! Benim sürümden, bana sormadan beş koçu ayırıp adamına vermek ne demektir?” 158 159 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Süleymane Amer, Serhano’nun konağından ayrıldıktan sonra altı ay kadar nereye gideceğini düşündü. Kendi köyleri olan Daskan ve Sohran’a gelip yerleşse Serhano Ağa onu yaşatmazdı. Ayrıca Daskan ve Sohran köyleri Basibrin’e yakındı. Şemun Hanne Haydo bir gün mutlaka babasının intikamını alırdı. Suçunu ve cezasını çok iyi biliyordu! Mut- laka bir ağanın himayesine girmesi gerekiyordu. Yıllardan beri görüştüğü, sofrasına oturup yemek yediği Ömeriye tarafında Hermes Köyü’nde yaşayan Aliye Hasse’nin yanına gitti. Durumunu anlattı. “Aliye Hasse, sana sığınmaya geldim!” dedi. Çok zor bir andı! Aliye Hasse kendine sığınmaya gelmiş, başı darda kalmış eski bir dostu olan Süleymane Amer’in haline acıdı. Fakat aşiret işlerinde, ağalar arasındaki çatışma ve gerginliklerde duyguya, duygusallığa yer olmadığını bildiği için Süleymane Amer’in sığınma ricasını kabul etmedi. “Süleymane Amer, sen benim eski bir arkadaşım, eski bir dostumsun,” dedi, “Fakat benim gücüm seni korumaya yetmez! Serhano seni buralarda yaşatmaz. Sen buralarda hangi Müslüman aşiretine gitsen, sığınmak istesen seni kabul etmezler. Çünkü bilirsin buralardaki aşiretler ya Çelebiyo, ya da Serhano tarafını tutarlar. Benim sana dostça diyeceğim şudur: Sen en iyisi Sare’ye git! Şemun Hanne Haydo’dan af dile, ona sığın!” Süleymane Amer, dost bildiği, gerektiğinde yardımına koştuğu Aliye Hasse’nin bu önerisine şaşırdı. Dedi: “Ben Şemun’un babasını öldürdüm! Şimdi gider de nasıl babasını öldürdüğüm bir insana sığınırım, nasıl af dilerim?” Aliye Hasse cevap verdi: “Sen Şemun’un babasını Serhano’nun emriyle öldürdün. Serhano o zaman senin ağan idi. Şimdi durum değişti. Şemun akıllı bir adamdır. Seni affeder. Seni ancak Şemun koruyabilir!” Süleymane Amer düşündü taşındı. Başka gidecek yeri, sığınacak bir Müslüman ağası yoktu. Ortada kalmıştı. Ortada duran bir adamı da kimse yaşatmazdı. 160 161 Süleymane Amer, “Eyvah! Yakalanmış ayırdığım koçlar!” dedi içinden. Ama bilmezlikten geldi. “Ne oldu Ağam?” “Ulan hain! Ulan Nankör! Ulan hırsız! Benim sürümden beş koçu nasıl çalarsın?” Süleymane Amer ilk kez böyle ağır bir hakarete maruz kalıyordu. “Ağam ben ...” “Ulan hırsız köpek! Ulan nankör! Benim malımı çalmanın cezasını bilmiyor musun?” “Ben çalmadım! 50 adamımla Süryanilerin malına el koyduk!” dedi, “Ganimeti sana getirdim, teslim ediyorum. Fakat sen bana karşı hakaret ediyor, nankörlük yapıyorsun! Artık seninle yolumuz burada ayrılmıştır! Ben gidiyorum!” Serhano, “Gidersen git! Gözüm seni bir daha görmesin!” dedi. Kendisinden yaşça küçük olan Serhano tarafından hakarete uğramak Süleymane Amer’e çok dokundu. Bir anda aklından elindeki silahın kurşunlarını Serhano’nun üstüne boşaltmak geçti. Yapamadı, yapmadı! Bunun cezası çok kanlı olurdu. Böyle bir kanlı kavgayı göze alamadı. 50 kadar silahlı adamıyla birlikte yıllardan beri fedailiğini yaptığı Serhano Ağa’nın kapısından ayrıldı. 5. İşte kefenim, işte başım! K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Haklısın Aliye Hasse! Hakkını helal et! Bir daha ya görüşürüz, ya görüşmeyiz!” diyerek vedalaştı. Dışarıda bekleşen 50 kadar adamının yanına gitti. “Beni takip edin! Sare’ye gidiyoruz!” dedi. Hepsinin morali bozuktu. Hepsi de tek başına yaşayamayacağını, sürüden ayrılırsa, kurtlara yem olacağını biliyor, bu korkuyla birbirine sokuluyorlardı. Süleymane Amer, Sare’nin sınırında durdu. “Adamlarına siz burada beni bekleyiniz! Ben kendim gidip konuşayım,” dedi. Sare’ye gireceği zaman, köyü koruyan nöbetçiler, önüne geçtiler. “Kimsin? Nereye gidiyorsun? “Ben Süleymane Amer’im. Şemun Ağa ile görüşmek istiyorum!” “Sen burada bekle! Şemun’a haber verelim! Habersiz görüşemezsin!” “Hayır! Şemun Ağa’nın yanına beraber gidelim!” “Neden?” “Doğrusu böyledir!” “Peki, gel bizimle!” İki silahlı Süryani, Süleymane Amer’i aralarına alarak Şemun’un evine götürdüler. Süleymane Amer, Şemun’un karşısında durdu! Göz göze geldiler! Şemun ilk kez babasının katilini karşısında görüyordu. Kaskatı oldu! Sabır etmek için dişlerini sıktı. Süleymane Amer, sırtındaki beyaz kefenini çıkardı, Şemun’un önüne attı. Yalvaran, çaresiz bir insanın hüzünlü sesiyle: “Şemun! Ben sana sığınmaya geldim! Ben senin babanı öldürdüm! Senden af diliyorum! İşte kefenim, işte başım! İster öldür, ister yaşat beni!” 1900’lü yıllarda Turabdin’de bir gelenek vardı. Ağaların fedailiğini yapanlar, silahlı soygunlara katılanlar kefenlerini daima sırtlarında taşıyarak ölüme kendilerini hazırlarlardı. Silahlı adam kefenini çıkarıp birinin önüne atarsa, bunun anlamı “Ben sana teslim oldum! Sana sığındım! İster öldür, ister yaşat beni” demekti. Şemun Hanne Haydo bu geleneği biliyordu. Buz gibi bir sesle: “Süleymane Amer! Önüme attığın kefenini al ve git burdan!” dedi. “Şemun! Ben buradan bir yere gitmem! Sare’den sadece benim ölüm çıkar!” “Süleymane Amer! Al kefenini önümden! Benim babam bir koç idi! Ben onu sana kurban ettim! Al kefenini önümden!” “Şemun, ben 50 silahlı ve atlı adamımla buraya geldim! Sana sığındım! Ben 50 adamımla senin emrine girmeye geldim. Ben seninle yaşayacağım, adamlarım Araban (Karalar) Köyü’nde yaşayacaklar. Ben ve adamlarım senin dediklerini yapacağız! Bugünden sonra sen benim ağam olacaksın!” Şemun hızla durumu değerlendirdi: “50 adamıyla bana sığındığında bu adam bana güç vermiş olur. Ben Çelebiyo ve Serhano’ya karşı daha da güçlenmiş olurum. Pişman olmuş, af dileyen bir insandan zarar gelmez! O halde bu adamı affedeyim, benim yanımda kalsın!” Şemun aklından geçen düşünceyi dile getirdi: “Tamam Süleymane Amer, tamam! Sen benim himayemde kalacaksın! Adamların da benim emrimde hareket edecekler! Şimdi sana emrediyorum, al yerdeki kefenini sırtına koy!” 162 163 K e m a l Ya l ç ı n 6. Şemun Hanne Haydo’nun diğerlerinden farkı Şemun Hanne Haydo sabırla, dikkatle Süleymane Amer’le konuşuyor; Çelebiyo, Serhano ve onların silahlı adamları hakkında çok ayrıntılı bilgiler alıyordu: Çelebiyo’nun gücü nereden geliyor? Silahlı adamlarını nasıl eğitiyor? Ellerindeki silahlar nelerdir? Silahlarını nereden ve nasıl temin ediyorlar? Çelebiyo’nun zayıf tarafları nelerdir? Hevêrka Aşiretleri arasındaki ilişkiler nasıldır? Çelebiyo ve Serhano’nun köylerdeki, Midyat’taki adamları, ajanları kimlerdir? Çelebiyo ve Serhano Süryaniler arasında nasıl örgütlenmiştir? Süryaniler arasında çift taraflı ajanlık yapanlar var mıdır? Varsa kimlerdir? Köy köy dolaşarak incik boncuk, iğne iplik vb. satan çerçiler kimlere çalışmaktadır? Şemun bu ve buna benzer sorulara cevap arıyor, bu konularda birinci elden, Süleymane Amer’den çok önemli bilgiler alıyordu. Bir gün Süleymane Amer’e babasını nasıl öldürdüğünü anlattırdı. Başka bir gün, Sare’ye yaptıkları saldırı ve soygunu anlattırdı. Amaçları, hedefleri neydi? Saldırıyı kim, nasıl planlamıştı? Hepsini tek tek soruyor, cevap alıyordu. Şemun öğrendiği bilgileri değerlendiriyor, yorumluyor, sonuçlar çıkarıyor, yeni kararlar veriyordu. Şemun kendi gücünün sınırlarını biliyordu. Süleymane Amer, Çelebiyo, Serhano ve diğer Kürt ağalarının hemen hemen hiçbiri okul yüzü görmemişti. Öğrendikleri bilgiler hep kulaktan dolma idi. Dünyadan, Osmanlı’dan pek haberleri yoktu. Şemun ise kolejde okumanın, dil bilmenin şansını kullanıyordu. Şemun bilgisiyle, görgüsüyle, dünya görüşüyle diğer ağalardan farklıydı. İşte bu fark Şemun 164 Şemun Hanne Haydo Hanne Haydo’nun gücünün temeliydi. İşlerini planlıyor, sıralıyor, gücünü dikkatli harcıyordu. Sare saldırısını püskürttükten sonra silahlanmaya, adamlarını yeni silahlarla donatmaya ağırlık verdi. Sare’de yer altı tünellerini sağlamlaştırdı. Saldırıların geldiği doğu taraftaki siperlere, savunma duvarlarına ulaşan yeni tüneller, mahzenler ve su depoları inşa ettirdi. Sare’de insanların ihtiyaçlarını karşılayacak yeni su kuyuları açtırdı. Mevcutları onarttı. Halk sağlığına önem verdi. Kolejde gördüğü tuvalet sistemini Sare’de uygulamanın yollarını araştırdı. Ustalarla konuştu. Lağımların meydanlara akmasını önledi. Kilisedeki okuma yazma kurslarını düzenli ve mecburi hale getirdi. Her çocuk okuma ve yazma öğrenecekti. Boş zamanlarında bu kursları denetliyor, çocuklara İngilizce kelimeler öğretiyor, bir öğretmen olarak onların eğitimiyle uğraşıyor ve kursları denetlemeye giderken mutlaka cebinden eksik etmediği şekerlerle çocukları sevindiriyor, ödüllendiriyordu. Sareli çocuklar onu şeker dağıtan bir öğretmen, bir baba gibi seviyorlardı. Çelebiyo insanları korkuyla, Şemun ise sevgiyle kendisine bağlıyordu. Şemun, Süleymane Amer’le konuştuktan sonra, haber alma sistemini daha dikkatli kurmaya başladı. İkili üçlü denetim sistemiyle bilgi toplamayı denemeye başladı. Bir adamının verdiği bilgiyi, başka bir adamının verdiği bilgiyle karşılaştırıyor, denetliyordu. Süleymane Amer’in de bilgisinden, tecrübelerinden hareket ederek, Müslüman-Kürt aşiretler içinde de dostça ilişkiler geliştirmeye başladı. 165 K e m a l Ya l ç ı n 7. Serhano’ya bir ders Şemun Hanne Haydo Alike Şeh adlı Müslüman Temerz Köyü’nde yaşayan Serhano’nun güvendiği adamlarından biriydi. Görevi Temerz ve çevre köylerde olup bitenleri Serhano’ya bildirmekti. Temerz Köyü’ne komşu olan Karalar Köyü’nde Müslümanlar ve Süryaniler yaşıyordu. Süryaniler zorla Serhano’nun himayesini kabul etmek zorunda kalmışlardı. Şemun Hanne Haydo’nun başarılı çalışmalarını gördükten sonra, Müslüman-Kürt Kıbato Şemme Ailesi ona yaklaşmaya başlamışlardı. Bu durumdan Alike Şeh’in haberi oldu. Gözüne girmek, faydasını görmek için hemen Serhano’ya gitti: “Kıbatolar yavaş yavaş senin himayenden çıkıp, Şemun Hanne Haydo’ya yaklaşıyor. 50-60 adamınla beraber Karalar’a gel, Kıbato Ailesi’ne hadlerini bildir!” dedi. Serhano Kıbatolara çok kızdı! “Ben o fıllaholara, o Hıristiyanlara Şemun’a yaklaşmak nasıl olurmuş gösteririm! Ben saldırayım da, Şemun gelsin de Kıbatoları kurtarsın bakalım! Alike Şeh çok sağ ol! Bana önemli haberler getirdin! Sen şimdi git! Ben cuma günü namazdan sonra 50-60 adamımla gelir, Kıbatolara hadlerini bildiririm!” Alike Şeh, Serhano’dan hediyesini aldıktan sonra Temerz Köyü’ne döndü. Şemun’un da güvendiği bir adamı Alike Şeh’i takip ediyor, olup bitenleri Şemun Hanne Haydo’ya bildiriyordu. Serhano’nun, cuma günü namazdan sonra Kıbato Ailesi’ne saldıracağı haberi Şemun’a bildirildi. Şemun, bu haberin doğruluğunu tekrar araştırdı. Serhano’nun 50-60 adamıyla Kıbatolara cuma namazından sonra saldıracağı kesindi. Hemen hazırlığa başladı. Süleymane Amer’le konuştu. Durumu anlattı. Karalar Köyü ve Kıbato Ailesi’nin konumu, Serhano’nun nasıl ve nereden saldırabileceği, bu saldırıya nasıl cevap verilmesi konusunda görüşlerini aldı. Süleymane Amer, “Ben de seninle geleyim, müsaade ver,” ricasında bulundu. Şemun, “Seni ve adamlarını Karalar’da herkes tanır. Dikkat çekeriz. Sen Sare’de kal, ben orada iken buraya yapılabilecek bir saldırıya karşı nöbette bekle!” dedi. “Doğru söylüyorsun Şemun, haklısın! Benim burada kalmam daha iyi olur. Sen burayı bana bırak! Dikkatini Serhano’nun saldırısına ver. Allah seni korusun!” “Amin! Allah seni de, hepimizi de korusun!” Şemun Hanne Haydo bir yere giderken daima yanında iki adamını da götürürdü. Silahlı çatışmalara gireceği zaman ise en güvendiği, keskin nişancı, çevreyi iyi bilen bir adamına yedek silahını ve mermilerini verir, onu yanından ayırmazdı. Karalar Köyü’ne çatışmaya giderken yedek silahını Barsawmo dbe Muşe’ye verdi. Duasını yaptı, karısıyla vedalaştı. Şemun’un Barsawmo dbe Muşe ile birlikte Kıbato Ailesi’ne geldiğini gören biri “Her halde Şemun ziyarete gelmiştir,” diye düşünmüştü. Başka bir Müslüman ise Alike Şeh’e “Şemun, Kıbatolara ziyarete geldi,” haberini iletmişti. Alike Şeh, memnun oldu. “Tam zamanıdır! Serhano, Şemun’u da öldürür, Kıbatolara ve Süryanilere haddini bildirir,” dedi. Serhano silahlı adamlarının koruması altında cuma namazını kıldı. Namazdan sonra, Müslüman Kıbato Ailesi’ni cezalandırmak için silahlı adamlarını Karalar Köyü’ne gönderdi. Kendisi Temerz Köyü’ndeki konağında kalmıştı. Serhano’nun 50-60 kadar silahlı adamı Araban Köyü’ne (Karalar) geldiler, etrafa korku vererek Kıbato Ailesi’nin 166 167 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Günlerden bir gün Şemun Hanne Haydo yanına aldığı on kadar silahlı adamıyla birlikte Kürtçede “çöl köyleri” denilen, Türkçesi “ova köyleri” anlamına gelen Süryani köylerini ziyarete çıkmıştı. Yolda giderken 50 yaşlarında, fakir olduğu her halinden belli olan Müslüman bir kadın koşarak, nefes nefese yanlarına geldi. “Durun, durun! Ben Şemun Hanne Haydo’yu arıyorum! Bana yardım edin!” diye yalvardı. Şemun kadını gördü, sakince sordu: “Kardeşim! Söyle senin derdin nedir?” Kadın Kürtçe cevap verdi: “Herkese yardım eden Süryani Şemun Ağa sen misin?” “Evet benim! Senin adın ne? Benden ne istiyorsun?” “Benim adım Berfe! Benim bir kızım, bir ineğim var. Bugün ineğimi şu karşıdaki köyden, şu kişi çaldı. Benim ineğimden başka hiçbir şeyim yok. Gidip istedim, yalvardım yakardım. Fakat ineğimi vermedi. Ben çaresizim! Ben kimsesizim! Ne olur, Allah için bana yardım et!” Şemun bir kadına, bir karşı köye baktı. Bu köyü biliyordu. Ağasını tanıyordu. Gaddar bir adamdı! Yanında 40-50 kadar silahlı adamı vardı. Bir inek yüzünden silahlı bir kavgaya girmek yanlış olurdu. Kavganın, savaşın uygun bir yeri ve zamanı vardı. Şemun sabırlı davrandı. “Berfe! Bugün vaktimiz yok! İşimiz acele!” dedi ve yoluna devam etti. Fakat kadın ağlayarak, yalvararak koşa koşa Şemun’un ve adamlarının arkasından geliyordu. 100 metre kadar gittiler. Kadın koşarak geliyor, durmadan ağlıyor ve yalvarıyordu! Şemun kadının haline acıdı! Atını durdurdu. Bir an düşündü. Sonra kararını verdi. “İneğini yarına kadar sana geri getireceğim! Üzülme, ağlama! Sen burada bekle!” dedi. Adamlarıyla birlikte köye gitti. Tepeden seslendi: “Bana Şemun Hanne Haydo derler! Ben boş dönmem! Berfe’nin ineğini çalanlara sesleniyorum! Derhal ineği getirin! Ya ineği ya canınızı alırım!” Bu köyde yaşayanlar Şemun Hanne Haydo’nun namını duymuşlardı. Onun ne kadar cesur, ne kadar kavgacı olduğunu biliyorlardı. Kendi aralarında konuştular: “Bir inek için Şemun Hanne Haydo ile kavga etmeyelim! Zaten bu adama kurşun geçmiyormuş! İneği geri verelim!” dediler. 168 169 evine silahlı saldırı başlattılar. Şemun adamlarına “Biraz daha bekleyin!” işaretini verdi. Karşılık gelmediğini gören Serhano’nun adamları Kıbatoların demir kapısını açıp bahçeye girmeye başladılar! Şemun “Ateş!” emrini verdi. Kendisi de nişan alıp tetiğe bastı. Barsawmo dbe Muşe tüfekleri hazırlıyordu. Saldırganlar neye uğradıklarını bilemediler! Kapıdan giren kurşunu yiyip düşüyordu. Bir anda saldırganlardan 10-12 kişi öldü. Birçoğu da yaralandı. Saldırganlar ölülerini ve yaralılarını alarak geri çekildiler, Karalar Köyü’nü terk ettiler. Serhano adamlarının ölü ve yaralı kayıplar vererek kaçıp gelmelerine çok kızdı. Alike Şeh’i yanına çağırdı. “Sen bana neden doğru haber vermedin? Şemun Hanne Haydo ve adamlarının orada olduğunu neden söylemedin? Senin yanlış haberin yüzünden benim adamlarım öldü! Yıkıl karşımdan, defol! Gözüm seni görmesin!” diyerek Alike Şeh’e iki tokat attı! Evinden kovdu! 8. Fakir bir Müslüman kadının Şemun Hanne Haydo’dan isteği K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Turabdin’deki Müslüman ve Süryani aşiretler arasında Çelebiyo ve Serhano sertliğiyle, aşiretleri yenilmezliğiyle, adamları korkusuzluğuyla ün salmıştı. Gerek Hevêrka aşiretleri içinde, gerek Hevêrka dışında hiçbir ağa Çelebiyo ve Serhano’ya karşı gelemezdi. Çelebiyo bütün Müslüman aşiret ağalarına boyun eğdirmiş, mutlak hâkimiyetini ilan etmişti. Süryanilerin ise ağası yoktu. Her Süryani köyünün, her Süryani Sülalesinin, her Süryani ailesinin saygın, sözü geçen bir lideri vardı. Süryaniler de köylerindeki ya da bölgelerindeki Müslüman bir aşiretin ve aşiret ağasının tarafını tutmak zorunda kalıyordu. Bağımsız kalmak bile çok zordu. Şemun Hanne Haydo ve aşireti, Sare ve Basibrin Bölgesi’nde yeni bir güç olarak ortaya çıkmaya başlamıştı. O zamanlarda hiç olmayan, hiç düşünülemeyen olaylar, gelişmeler olmuştu. Şemun bir Süryani olarak, Çelebiyo’ya vergi vermeyeceğini ilan etmişti ve vermiyordu. Şemun komutasındaki Süryani silahlı güçleri, Çelebiyo’nun adamlarını perişan etmiş, Sare’ye sokmamıştı. Aynı şekilde Karalar Köyü’nde, Kıbato Ailesi’ne saldırmış olan Serhano’nun silahlı adamlarını püskürtmüş, saldırdıklarına pişman etmişti. Böylece Şemun, Müslüman ve Süryani halk içinde var olan, “Çelebiyo ve Serhano’ya karşı konulamaz, onlar yenilmez!” düşüncesini sarsmıştı. Çelebiyo ve Serhano’ya karşı olan, fakat korkularından susan, boyun eğen Müslüman-Kürt aşiretleri ve ağaları Şemun Hanne Haydo’ya hayranlık duymaya, ona yaklaşmaya, onunla dostluk ilişkileri kurmaya başlamıştı. Bunlar Turabdin’de son zamanlarda hiç akla gelmeyen değişiklikler ve yeniliklerdi. Araban (Karalar) Köyü’ndeki silahlı çatışmadan sonra Çelebiyo ve Serhano ile Mhamaye Alo hâkimiyet kavgası veren Domani Aşireti, Şemun Hanne Haydo’ya yaklaşan ilk Müslüman-Kürt aşireti oldu. Daha sonra Musaye Fatıme ve Dera Aşireti’nden Kürt ağaları Şemun Hanne Haydo ile gizlice görüştü. Çelebiyo’ya karşı birbirlerini destekleme kararı aldılar. Bundan sonra Botika Aşireti ağası Aliye Hasse Bereket aralarında dostluk ilişkileri kurmak için Şemun Hanne Haydo’ya özel bir elçi gönderdi ve konağına davet etti. Şemun, düşünüp taşındıktan, Süleymane Amer’in de görüşünü aldıktan sonra bu davete olumlu cevap verdi, ne zaman geleceğini bildirdi. Şemun Botika Aşireti Ağası Aliye Hasse Bereket’e vereceği hediyeyi usulüne göre hazırlattı. Yanına iki silahlı adamını alarak, Aliye Hasse Bereket’in köyüne hareket etti. Aliye Hasse Bereket misafirlerini köy sınırında karşıladı. Birlikte ağanın konağına gittiler. Aliye Hasse Bereket misafirini en iyi şekilde ağırlamak için hazırlık yapmıştı. Sofralar kuruldu, kahveler içildi. Şemun ve adamları o gece ağanın misafiri oldular. 170 171 Duyanlar koşup gittiler, ineği çalana “Şemun gelmiş! İneği istiyor! Derhal ineği götür ver! Başımızı derde sokma!” dediler. Şemun Hanne Haydo ineği aldı, götürüp Müslüman kadına verdi. Bu inek hikâyesi dilden dile anlatıldı, Turabdin’de duymayan kalmadı. Şemun Hanne Haydo hem Süryanilerin hem de Müslümanların sorunlarını akıl ve mantıkla çözüyordu. Şemun zamanla yoksul, gariban Kürtlerin, Müslümanların da hayranlığını kazandı, onların da kurtarıcısı haline geldi. 9. Müslüman-Kürt aşiretlerle dostluk ilişkileri K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Ertesi gün, Aliye Hasse Bereket’in değer verdiği insanlar Şemun Hanne Haydo’yu görmeye, hoş geldiniz dileklerini sunmaya geldiler. Bu gelenlerden birisi o bölgenin dışından gelmiş olan çok saygın bir şeyh idi. Şemun Hanne Haydo ile tanıştı. Sonra konuşmaya başladı: “Duydum ki, bir Süryani Çelebiyo ve Serhano’ya karşı gelmiş, onun adamlarını yenmiş. Bu adamın adını sordum. ‘Şemun Hanne Haydo’ dediler. Aşiretimizde herkes onun adından, kahramanlıklarından söz ediyordu. ‘Nasıl bir adamdır bu Süryani?’ diye çok merak ettim. Buraya geldiğini duyunca seni görmeye geldim!” Şemun, “Şeyhim çok teşekkür ederim. Bana şeref verdiniz! Ben de sizin gibi Allah’ın bir kuluyum!” cevabını verdi. Şeyh devam etti: “Şemun kabul edersen sana kendi özel kaftanımı hediye etmek istiyorum.” “Şeyhim bu benim için şereftir! Sağ olunuz!” Şeyh ayağa kalktı. Şemun da ayağa kalktı. Şeyh “Bu kaftan sana layıktır, sana yakışır!” diyerek kıymetli taşlarla, altın ve gümüş simlerle işlenmiş çok değerli kaftanı Şemun Hanne Haydo’ya giydirdi. Odanın içinde bulunan tüm insanlar ayağa kalkmıştı. Önce Şeyh, sonra Aliye Hasse Bereket ve diğerleri saygıyla, “Hayırlı uğurlu olsun! Seni her türlü beladan korusun!” dilekleriyle Şemun’un elini sıktılar. Kahveler geldi. Şemun’un ve Şeyh’in şerefine içilmeye başlandı. Daha kahvelerden bir iki yudum almadan dışarıdan silah sesleri geldi. Herkes elindeki kahveyi masaya koydu. Aliye Hasse Bereket böyle bir saldırıyı beklemiyordu. Adamlarına emretti: “Derhal silahlanın ve şiddetle cevap verin!” Saldırganlar, Botika Aşireti’nin düşmanı olan aşiretin adamlarıydı. Şemun “Acaba beni öldürmek için mi saldırdılar?” diye aklından geçirdi. Aliye Hasse Bereket, “Şemun bu adamların bir saldırı yapacağını bekliyordum. Ama bugün, senin buraya geldiğin gün böyle bir hainlik yapacakları aklıma gelmemişti. Kusura bakma!” “Kusura bakacak bir durum yok Aliye Hasse Bereket kardeşim!” Şeyh korkmuş ve çok kızmıştı: “Allah belalarını versin bu adamların!” dedi. Aliye Hasse Bereket silahını eline almıştı. “Şemun, sen çatışmaya girme! Seni saklayalım!” dedi. Şemun, “Sana yapılan saldırı, bana da yapılmış demektir. Sonuna kadar beraber hareket edecek, ölürsek de beraber öleceğiz!” dedi ve ekledi “Sırtımda Şeyh’imin kaftanı varken bana kurşun geçmez!” dedi. Şemun ve adamları Aliye Hasse Bereket ile birlikte sipere yattılar, kurşunlar vızıl vızıl başlarının üstünden geçiyordu. Çatışma bir gün bir gece devam etti. Şemun birinci gün akşam vakti sol omzundan yaralandı. Kurşun kalbine isabet etmeden omzundan girip çıkmıştı. Şemun ve Aliye Hasse Bereket çatışmayı birlikte yönettiler ve saldırıyı püskürttüler. Şeyh yarayı ve akan kanı görünce, “Allah korudu! Buna şükürler olsun!” dedi ve Allah’a yalvarmaya başladı: “Ey büyük Allah’ım! Şemun’u kurtar! Şemun ölmesin! Şemun bir Hıristiyandır, ama o biz Müslümanlara yardım etti! Ey Allah’ım! Şemun iyileşirse ahırdaki danamı sana kurban edeceğim!” Aliye Hasse Bereket’in sağlıkçıları Şemun’un yarasını temizlediler, sardılar. Şemun yaralı olmasına rağmen çatışmaya devam etti. 172 173 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Botika Aşireti’nin silahlı adamları, 100 kadar saldırganı püskürtmeyi başardılar. Ölen ve yaralananlar olmuştu. Şemun çatışma bittikten üç gün sonra iyileşti. Şeyh verdiği sözünü yerine getirdi ve danasını Allah’a kurban etti. Aliye Hasse Bereket, silahlı saldırganlara karşı koymuş olan insanlara yemek verdi ve 50 kadar silahlı adamının korumasında Şemun’u Sare’ye uğurladı. Bu olaydan sonra, Botika Aşireti Şemun Hanne Haydo’yu desteklemeye karar verdi. Artık Şemun sadece Süryaniler arasında değil, aynı zamanda Müslüman-Kürt aşiretler arasında da tanınmaya, saygı görmeye, bir kahraman gibi karşılanmaya başlandı. 10. Çelebiyo ve Serhano’nun öç alması 24 Temmuz 1908, Meşrutiyet ilanında Osmanlı milletlerinin sevincini gösteren, üzerinde Osmanlıca, Fransızca, Rumca, Ermenice, Ladino Yahudi İspanyolcası ile “Yaşasın anayasa, hürriyet, kardeşlik!” yazan bir kartpostal (Kaynak: Yadigar-ı Hürriyet, Birzamanlar Yayıncılık) Serhano’nun silahlı adamlarının Araban (Karalar) Köyü’nde, Kıbato Ailesi’ne saldırısı sırasında aldıkları yenilgi ve çatışmalar sırasında 12 adamının öldürülmüş olması Serhano’nun ağalığını sarsmıştı. Böylece Serhano da Şemun Hanne Haydo karşısında kötü bir yenilgi almıştı. Serhano ve Çelebiyo, baş başa verip durumu değerlendirdiler. Şemun’u ve Sarelileri kendi ağalıklarına karşı tehlike ve yok edilmesi gereken başdüşman olarak gördüler. Şemun’un varlığı Serhano ve Çelebiyo’nun sonunu getirebilir, Müslüman Kürt aşiretler ve Hevêrkalar içinde büyük güç ve prestij kaybına yol açabilirdi. Ağalıklarının devamı için Şemun’u ve Sare Köyü’nü yok etmeye karar verdiler. Öyle bir intikam, öyle bir öç alacaklardı ki, Turabdin’deki Süryaniler, bölgedeki tüm Hıristiyanlar bir daha bellerini doğrultamayacaklardı. Şemun’un Botika Aşireti’ne yaptığı ziyaret sırasında almış olduğu yara iyileşmişti. Yıl 1908 olmuştu. Osmanlı İmparatorluğu içinde çok önemli gelişmeler olmuş, Padişah Abdülhamit’in 33 yıl süren baskı rejimi sona ermiş, İstanbul’da İkinci Meşrutiyet ilan edilmişti. Abdülhamit’in baskı rejimine karşı olan Hıristiyanlar ve Müslümanlar İstanbul’da, omuz omuza gösteriler yapmış, başarılarını kutlamışlardı. Artık Osmanlı İmparatorluğu’nda yeni bir dönem başlıyordu. İstanbul’daki olumlu gelişmeler, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında esen bahar rüzgârları Turabdin’e, Midyat’a, Sare’ye gelinceye kadar etkisini kaybediyordu. İstanbul’daki olumlu hava Midyat’a gelinceye kadar tersine dönüşüyordu. Turabdin’in 174 175 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo kanunları, aşiret ve ağalık töreleri değişmeden devam ediyordu. Çelebiyo ve Serhano’nun İkinci Meşrutiyet’ten, Osmanlı Meclis-i Mebusanı içindeki tartışmalardan haberleri yoktu. Onların düşündüğü ve bildiği tek yol intikam ve öç alma yoluydu. Şemun Hanne Haydo ise İstanbul’daki siyasi gelişmelerden haber almıştı. Fakat İstanbul’da esmeye başlayan demokrasi rüzgârlarının Sare’ye ulaşacağından pek umudu yoktu. Meşrutiyet Rejimi’nin eli kolu Sare’ye ulaşıncaya kadar, Çelebiyo ve Serhano, Karalar Köyü’nün intikamını almak için kendi canını alabilir, Sare Köyü’nü yakıp yıkabilirlerdi. İstanbul’daki gidişata bakıp, Sare’de rahat uyunmaz, işler gevşetilemezdi. Şemun’a ulaşan haberlere göre Çelebiyo ve Serhano çok kanlı bir saldırıya hazırlanıyorlardı. Şemun Hanne Haydo muhtemel bir saldırıya karşı alınacak önlemleri görüşmek üzere kardeşi Melke, amcası Gewriye ve Süleymane Amer’le bir araya geldi. Önce Çelebiyo ve Serhano’nun kaç kişiyle saldırabileceği hesap edildi. Süleymane Amer 300 kadar silahlı adamın saldıracağını tahmin ediyordu. Şemun da aynı düşüncede idi. 300 silahlı saldırgana karşı kaç silahlı adamla karşı koyabilirlerdi? Süleymane Amer ilk kez 50 kadar silahlı adamıyla Çelebiyo ve Serhano’ya karşı savaşta yer alacaktı. Sare ve Basibrin’den 100 kadar Süryani direnişçi bu kavgaya, bu aşiretler savaşına katılacaktı. Bu duruma göre Çelebiyo ve Serhano daha güçlü görülüyordu. Sayı yönünden az adamla savaşı kazanmak için ne yapılabilirdi? Daha önceki direnişlerin, savunmaların tecrübelerini değerlendirdiler. Şemun saldırının beklendiği Sare’nin doğu tarafındaki duvarın sağlamlaştırılmasını, siperlerin derinleştirilmesini, tünellerin, mazgalların genişletilmesini ve silah teminini önemli buluyordu. Gewriye silahlı adamların sıkı talim etmesini ve kendilerine güvenmelerini şart koşuyordu. Melke görev bölümünün doğru yapılmasına önem veriyordu. Süleymane Amer’in adamlarıyla, Süryani savaşçıların birbirlerine güvenmeleri, sonuna kadar direnişi sürdürmeleri gerektiğini vurguladı. Şemun, “Ben Süleymane Amer ve Melke ile birlikte direnişi yöneteceğim. Birimiz yaralanırsa ya da ölürse sağ kalanımız komutayı üstlenir!” dedi. Zaman yaz mevsimiydi. Hava sıcaktı. Su ihtiyacı ve beslenme önemliydi. Ekmek pişirecek su taşıyacak kadınlar görevlendirildi. Çocuklar yer altındaki mahzenlerde, barınaklarda korunacaktı. Savaşçıların bakımı, yaralıların tedavisi için hasta bakıcılar hazır olacaktı. Şemun Hanne Haydo kolejde okurken ilk yardım ve sağlık kursuna katılmıştı. Yıllardan beri Sare’nin sağlıkçısı gibi insanlara yardımcı oluyordu. Her an saldırı bekleniyordu. Silahların bakımı tamamlandı. Gece ve gündüz düzenli nöbet tutuluyordu. Bu işlerden Melke sorumluydu. Beklenen an geldi. Nal seslerinden, tozdan dumandan saldırganların yaklaşmakta olduğu anlaşıldı. Herkes Sare’yi savunmak için siperlere yerleşti. Şemun Hanne Haydo’nun komutasında, eller tetikte heyecanla beklemeye başladılar! Kimsede korku yoktu! Sareliler kendilerine güveniyorlardı. Çelebiyo ve Serhano’nun komutasında 300 kadar savaşçı ateş menziline girdi. Tan yeri ağarmış, güneş henüz doğmamıştı. Saldırganlar sabah serinliğinde savaşı kısa bir sürede kazanıp, Sare’yi savunanları teslim almayı düşünmüşlerdi. Şemun “Ateş!” diye gürledi! Çok çetin, çok kanlı bir savaş başladı. 176 177 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Süleymane Amer ve adamları, Serhano’nun adamlarına karşı kin ve nefretle korkusuzca savaşıyorlardı. Süleymane Amer nişan alıyor, “Serhano! Serhano! Bu “Çaldın!” dediğin keçiler için! Bu da bana yaptığın hakaret ve küfürler için!” diye tetiğe basıyor, attığını vuruyordu. Çelebiyo ve Serhano beklemedikleri kadar sert bir direnişle karşılaştılar. Güneş doğmadan Sare’ye girip, teslim alacaklarını planlamışlardı. Güneş doğdu, direniş daha da şiddetlendi. Öğle oldu, akşam oldu! Silahlı çatışma devam ediyordu. Gece karanlık olunca çatışma yavaşladı. Yaralıların tedavileri yapıldı. Şafak sökerken çatışmalar yeniden başladı. Zaman geçtikçe Süryanilere, Süleymane Amer kuvvetlerine moral geliyor, saldırganların ise moralleri bozuluyordu. Ölenler artıkça saldırganların cesareti de kırılmaya başladı. Öğle sıcağında savaşırken Çelebiyo ve Serhano’nun adamları susuzluk çekiyor, kimileri susuzluktan savaşma gücünü kaybediyordu. Sareli savaşçılara ise kadınlar su yetiştiriyordu. Çatışmalarda kadınlara silah çekilmezdi! Turabdin’in kanunlarından biri bu idi. Üçüncü gün öğle saatlerinde Süleymane Amer çok susamıştı. Bir kadının su getirdiğini görünce siperden kalkıp yanına gitmek istedi. Şemun onu uyardı: “Dur! Gitme! Suya gitme!” Süleymane Amer susuzluğun etkisiyle Şemun’un uyarısını duymadı. Siperden çıkar çıkmaz vuruldu ve ağır yaralandı. Şemun siperin içinde sürünerek Süleymane Amer’in yardımına gitti. Yarasının çok ağır olduğunu, çok kan kaybettiğini gördü. “Derhal geri götürün! Kanını durdurmaya çalışın!” emrini verdi. Görevliler Süleymane Amer’i tünellerden taşıyarak bakım yerine götürdüler. Süleymane Amer’in yerini Melke aldı. Süleymane Amer’in adamları ve Süryaniler daha şiddetli, daha kararlı savaşmaya başladılar. Şemun Hanne Haydo saldırganları yeterince yorduktan, susuzluktan savaşamaz hale gediklerini gördükten sonra “Hücum!” diye haykırdı. Süryaniler ve Süleymane Amer’in adamları hücuma kalktılar. Saldırganları Kiwağ Köyü sınırına kadar kovaladılar. Böylece üç gün üç gece devam eden savaş sona erdi. Basibrin ve Sarelilerden altı, saldırganlardan on kişi ölmüştü. Çok sayıda yaralı da vardı. Saldırganların geri çekilmesi, Sarelilerin hayatta kalmaları demekti. Bu başarı Sarelileri ve Basibrinlileri çok mutlu etti. Süryanilerin kendilerine güven geldi. Cesaretleri, umutları daha da arttı. Şemun, Süleymane Amer’in yanına gitti. Yarasını inceledi. Kendinden geçmiş, baygın vaziyette yerde yatıyordu. Arkadaşının öleceğini anladı. Adamlarına emretti: “Süleymane Amer’i köyüne götürün! Orada ruhunu teslim etsin! Müslüman usulüne göre toprağa versinler!” İki beygirin arasına iki sırıktan sedye bağlandı. Süleymane Amer dikkatle, yarasını acıtmadan sedyeye konacağı zaman kendine geldi, gözleri açıldı: Sordu: “Ne yapıyorsunuz? “Seni Karalar’a götüreceğiz!” “Hayır! İndirin beni aşağı! Ben Şemun’a söz vermiştim. Benim ölümüm Şemun’un dizlerinde olacak!” Süleymane Amer’in dediğini yaptılar. Sedyenin üzerinde onu Şemun’un yanına götürdüler. Birkaç saat sonra Süleymane Amer, Şemun’un dizinde can verdi! Onu Karalar’a götürdüler. Müslüman usulüne göre toprağa verdiler. 178 179 K e m a l Ya l ç ı n Çelebiyo ile Serhano’nun yenilgisi, Süryanilerin ve Süleymane Amer’in adamlarının hayatta kalmalarını sağladı. Şemun Hanne Haydo’nun gücü, Süryaniler ve çevredeki Müslüman-Kürt aşiretler arasındaki saygınlığı daha da arttı. Sareliler, Basibrinliler ve dost Müslüman-Kürt aşiretleri onu ağa olarak görmeye başladılar. Şemun Hanne Haydo Turabdin’de korkusuz, cesur, akıllı, bilgili bir insan sembolü haline gelmişti. Birçok insan “Ona kurşun geçmez!” diye inanıyordu. 11. Haco ve Alike Batte’nin başkaldırmaları Sare direnişinin başarısından sonra, Çelebiyo ve Serhano’ya karşı olan Kürt aşiretleri arasındaki gerginlik, çıkar kavgaları daha da arttı. Hevêrka Aşireti içinde Çelebiyo ve Serhano’ya karşı Haco ve Alike Batte başkaldırdılar. Haco, Rayite ve Tur İzlo Dağı Bölgesi’ndeki Bedibbe (Dibek) Köyü’nde kendisine bir konak yaptırdı. Alike Batte bir çoban idi. Batte’nin oğluydu. Mzizahlı Süryaniler Alike Batte’nin yanına gitti. “Sen Mzizah’a gel, ağamız ol!” dediler. Alike Batte, Süryanilerin isteğini bazı şartlar karşılığı kabul etti. Süryaniler verdikleri söz üzerine, Alike Batte için Mzizah’ta büyük bir konak yaptırdılar. Mal mülk de verdiler. Bir süre sonra Alike Batte ile Mzizah’ta ağalık yapan Çelebiyo arasında çıkar kavgaları başladı. Alike Batte ile Çelebiyo amca çocuklarıydı. Çelebiyo, Alike Batte’den on yaş büyüktü. Bir gün mal davası yüzünden aralarında kavga çıktı. Aliko kendisinden on yaş büyük olan Çelebiyo’yu dövdü. Çelebiyo bu olaydan sonra Aliko’ya kin duymaya başladı ve Hevêrka Aşireti bölündü. 180 Şemun Hanne Haydo 12. Nasıl başardık? 1908 yılı Şemun Hanne Haydo’nun liderliğinin dost ve düşmanlar tarafından kabul edildiği bir yıl oldu. Turabdin’de Süryani bir ağa olarak Şemun Hanne Haydo hüküm sürmeye başladı. Kürt ve Süryani ozanlar onun hakkında, onun kahramanlıkları üzerine destanlar yakmaya başladılar. Şemun Hanne Haydo o zamanlarda hakkında Müslümanlar ve Kürtler tarafından destan yakılan tek Süryani oldu. Şemun Hanne Haydo liderliğinde Sareliler, Basibrinliler, Süleymane Amer ve adamları direnmiş ve kazanmışlardı. Fakat bu saldırı son olmayacaktı. Turabdin’de hayat böyle gelmiş, böyle devam mı edecekti? Şemun Hanne Haydo saldırganları püskürttükten, insanların hayatını kurtardıktan sonra tüm yardımcılarını topladı. Herkese teşekkür etti. Çocuklara şeker dağıttı. “Haydi bakalım! Gülün oynayın!” diyerek onları kiliseye gönderdi. “Derslerinize iyi çalışın!” dedi. Çocukları kiliseye gönderdikten sonra yardımcılarıyla konuşmaya başladı: “Bir sefer daha savaşı kazandık, bir sefer daha ölümden kurtulduk. Nasıl kazandık? Ölenlerimiz neden öldü? Hatalarımız var mıydı? Varsa nelerdi? Herkes düşüncesini söylesin,” dedi. Kadınlar, kızlar, aile büyükleri, yaşlılar, gençler söz alıp konuşuyor, düşüncelerini söylüyordu. Konuşanların ortak düşüncesi, Çelebiyo ve Serhano’nun yeniden saldıracağı, intikam almak için her türlü kalleşliği yapabileceği idi. Konuşanların hemen hemen hepsi, Süleymane Amer’i saygıyla anıyor, silahlı adamlarına teşekkür ediyordu. Onlar da Süryanilere çok teşekkür ettiler. 181 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Sareliler! Bizleri Serhano ve Çelebiyo’nun gazabından kurtardınız, sağ olun!” dediler, “Bizler de ilk olarak sizlerle beraber savaştık ve kazandık. Bu hepimize ders olsun. Birleşirsek yeniden gelecek saldırıları önleyebiliriz.” Söz alan kadınlar, Şemun Hanne Haydo’ya teşekkür ettiler. “Bizlerin namusunu korudunuz ve kurtardınız. Sağ ol, var ol!” diyerek memnuniyetlerini dile getirdiler. Bazı kadınlar da “Biz sadece ekmek pişirmek, su taşımak istemiyoruz. Bize de silah verin! Biz de silahla kendimizi ve namusumuzu korumak istiyoruz,” dediler. Şemun Hanne Haydo, bu istekleri memnuniyetle karşıladı. “Siz silah isteyin, ben size en iyisini veririm,” dedi. Melke söz aldı: “Süleymane Amer’in ve Müslüman kardeşlerimizin bizim yanımızda yer almaları, bizimle birlikte savaşmaları bize iyi bir ders oldu. Bundan sonra Müslümanlar arasında, Kürtler arasında dostlarımızı çoğaltmalıyız. Turabdin’de tek başımıza sadece Süryani ve Hıristiyan olarak huzur içinde yaşayamayız,” görüşünü dile getirdi. Şemun Hanne Haydo son sözü aldı ve şunları söyledi: “Konuşmalarınızdan, isteklerinizden, görüşlerinizden çok memnun oldum. Bunları gerçekleştirmek kolaydır. Benim sizden bir isteğim daha var. Bundan sonra çocukların eğitimine daha çok önem vereceğiz. Okuma yaşındaki tüm kız ve oğlanlar kilisedeki okula devam edecek, okuma yazma öğrenecek. Çocuklarımız kendi dillerini, kendi tarihlerini öğrenecek. İnsanları öldürmek kolaydır, yaşatmak zordur. Biz zoru başaracağız, çocuklarımıza daha güzel bir hayat yaratacağız. Bundan sonra ben de zaman buldukça kiliseye gidecek, çocuklarımıza ders vereceğim.” Sare’ye huzur gelmişti. Şemun Hanne Haydo Sare’nin, Basibrin’in işleriyle uğra- şırken, zaman ayırıp kilise okuluna gidiyor, çocuklarla konuşuyor, onlara matematik, coğrafya, tarih ve hayvancılık dersleri veriyordu. Şemun Hanne Haydo Mardin Amerikan Koleji’nde okurken sağlık bilgisi derslerinde hasta bakıcılık, iğne vurma, aşı yapma, ilaç verme gibi beceriler de kazanmıştı. Bu sağlık bilgileri ve becerileriyle Hıristiyan, Müslüman ayrımı yapmadan herkesin yardımına koşuyor, insanları, çocukları ölümden kurtarıyordu. Birçok Müslüman hayatını kurtarmış olan Şemun’a bu nedenle de saygı duyuyor ve seviyordu. 182 183 13. Çelebiyo Basibrin’i karıştırmak istiyor Çelebiyo kavgayla, savaşla kazanamadığı Sare ve Basibrin’i çeşitli hilelerle içeriden ele geçirmek için harekete geçti. Sare’de Şemun’un kesin hâkimiyeti olduğundan önce Basibrin’e el attı. 1900’lerde, 1910’larda Turabdin’deki her köyde, her yerleşim yerinde Müslümanlar, Hıristiyanlar, Kürtler, Süryaniler ve Ezidiler iki üç aşiret arasında bölünmüştü. Bu bölünme ve kamplaşma sadece Süryanilerin yaşadığı köylerde vardı. Süryaniler arasındaki bölünme, Süryani aileler ve aşiretler arasındaki anlaşmazlıklar Kürt aşiretleri ve Osmanlı Devleti’nin bölgedeki yöneticileri tarafından, “Böl, parçala ve hükmet!” siyasetiyle körükleniyordu. Basibrin Köyü bir Süryani köyü idi. Köyde yaşayan Müslüman Kürt aileler, Süryaniler tarafından çoban ya da hizmetkâr olarak getirilmişler, Süryanilerin ekmekleriyle karınlarını doyuruyorlardı. Fakat hemen hemen hepsi kapısında çalıştığı, sofrasına oturduğu Süryaninin malına, mülküne, karısına, kızına göz dikmişti. Ayrıca hemen hemen hepsi, Kürt ağalarının, Çelebiyo ya da Serhano’nun K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo gizli eli kolu idi. Basibrin’de olup bitenleri gizlice ağalarına yetiştiriyordu. Basibrin’deki Süryaniler de kendi aralarında bölünmüşlerdi. Bir Süryani aile rakibi olan Süryani aile karşısında kendini güçlü hissetmek için çevrelerindeki bir Kürt ağasıyla ilişkiye geçiyor, onun adamı ve taraftarı olarak çalışmaya başlıyordu. Şemun Hanne Haydo Basibrin’deki insanları, aileleri çok yakından tanıyordu. Basibrinli Süryanilerin hemen hemen hepsi onu sayıyor, seviyordu. Gülo’yu kendi temsilcisi olarak görevlendirmişti. Gülo, Basibrin’deki işlerin yöneticisi ve sorumlusuydu. Çelebiyo bunu öğrendikten sonra harekete geçti. Gülo Ailesi ile aralarında anlaşmazlık olan Kowme dbe Gawro Ailesi ile bağlantı kurdu. Bir gün kölesi Çelo’ya emir verdi: “Sen iki eşeğe çay, kahve, şeker, nohut, helva, yağ, meyve yükle, Basibrin’e götür, Kowme’ye ver. ‘Bunları Çelebiyo gönderdi. Bundan sonra Gülolara karşı seni destekleyecek,’ diye söyle.” Çelo, ağasının birçok kölesi arasından kendisine iş ve emir vermesinden çok memnun oldu. Çelebiyo’nun emirlerini severek yerine getirdi. Çelebiyo’nun gönderdiği hediyeleri, destek ve yardım sözünü alan Kowme hemen harekete geçti. Çevresine “Ben Çelebiyo’nun adamıyım,” diye duyurdu. Artık akşamları evinde sohbet toplantıları düzenliyor, davet ettiği Süryanilere çay kahve ikramında bulunuyor, Çelebiyo’nun iyiliklerini anlatıyor, Haydoların, Şemun Hanne Haydo’nun yaptıkları işleri eleştiriyordu. Daha önce Gülo’nun sohbet toplantılarına katılan, kahvesini, çayını içen bazı Süryaniler artık Kowme’nin toplantılarına, davetlerine katılmaya başladılar. Kowme’nin toplan- tılarındaki ikramlar Gülo’nun toplantılarından daha boldu. Çelebiyo sık sık kölesi Çelo ile iki üç eşek hediye göndermeye devam ediyordu. Kowme’nin sohbet toplantıları artık kalabalıklaşmaya başladı. Gülo durumun kötüye gitmekte olduğunu, Çelebiyo’nun Basibrin’i içten fethetmek istediğini gördü ve durumu Şemun Hanne Haydo’ya bildirdi. Şemun, “Gülo sağ ol verdiğin bilgiler için,” dedi, “Ben Çelebiyo’ya kızmıyorum! Benim esas kızdığım bir bardak çaya, bir fincan kahveye aldanan, tavır değiştiren, Çelebiyo’ya bağlanıveren yanardöner Süryaniler. Ben, milletimin bu zayıf yönlerine kızıyorum. Sen işinin başına git! Çelebiyo’nun kölesi ne zaman, nereden geliyor araştır, sonucu 184 185 Çelebi Ağa ve fedaileri (Bu resmi Şehmuz Çelebi Ağa Arşivi’nden aldım. K.Y.) K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo bana bildir, ben gereğini yaparım.” Gülo hemen cevap verdi: “Araştırdım, izledim, takip ettim. Çelebiyo’nun hediyelerini Çelo daima cuma günleri, öğleye doğru Mzizah’tan getiriyor, akşama dönüyor. “Tamam Gülo! Sen Basibrin’e dön! Gerisini bana bırak!” Şemun cuma günü iki adamını yanına aldı. Basibrin’e gitti, Mzizah’tan gelen yolu beklemeye başladı. Bir süre sonra Çelo üç eşekle göründü. Birine binmiş, ikisine hediyeleri yüklemişti. Şemun önüne geçti. “Dur! İn aşağı! Kimsin sen?” “Ben Çelo’yum, Çelebi Ağa’nın kölesiyim!” “Nedir bu eşeklerdeki yükler?” “Çelebi Ağa’nın hediyeleridir?” “Kime götürüyorsun?” “Kowme’ye!” “Silahla giremediği Basibrin’e, iki eşek yükü hediyeyle mi girecek Çelebiyo?” “Ben bilmem!” “Çelo! Senin kabahatin yok bu işte! Sen ağanın emrini yerine getiriyorsun! Şimdi sen geri dön, götür git bu hediyeleri ağana ver! Çelebiyo’ya selam söyle, ‘Şemun beni Basibrin’e sokmadı!’ de... Çelo, bir daha da buralara gelme! Canını alırım senin!” “Sağ ol Şemun Ağa, sağ ol! Bir daha gelmem! Bir daha ayak basmam buralara!” diye diye geriye döndü, Mzizah’a doğru eşeklerini sürdü gitti. Çelebiyo kölesinin yüklü eşeklerle geri dönüp geldiğini görünce sinir oldu. Öfkeyle sordu: “Çelo ne oldu?” “Şemun yolumu kesti, beni Basibrin’e sokmadı!” Çelebiyo öfkesini kölesinden aldı, ağzının üstüne okkalı bir tokat attı! Çelo yere yuvarlandı. “Ağam! Ağam vurma! Şemun...” diye yalvaran köleye iki tekme daha attı. “Ulan köpek oğlu köpek! Geberteceğim seni! Neden hediyeleri vermeden geldin?” İki tekme daha vurdu. Çelo’nun ağzından burnundan akan kanla, Turabdin toprağı ıslanıyordu... 186 187 14. Midyat’ta bir düğün Midyat yakınlarında bir köyde oturan, 30 kadar köy sahibi olan bir Müslüman Ağa 1909 yılında oğlunu evlendirecekti. Dillere destan bir düğün yapmak istedi. Turabdin’in ağalarını davet etti. Süryanilerin tek ağası olan Şemun Hanne Haydo’yu da davet etmişti. Şemun Hanne Haydo daveti kabul etti ve “Memnuniyetle geleceğim,” haberini gönderdi. Düğün tarihi geldi. Şemun Hanne Haydo yanına silahlı adamlarını alarak ağanın köyüne gitti. Ağa adet olduğu için, davet etmiş olduğu tüm ağaları köy sınırında karşılıyor, evine getiriyor, diğer davetlilerle tanıştırıyordu. Şemun Hanne Haydo’yu da aynı şekilde karşıladı, evine getirdi. Şemun Hanne Haydo misafir odasına girdiğinde 7-8 kadar ağa oturuyordu. Çelebiyo ve Serhano da oradaydı. Ağalar ayağa kalkarak Şemun’a saygıyla “Hoş geldin Şemun Ağa!” diyerek elini sıktılar. Çelebiyo ve Serhano ayağa kalkmadılar! Düşmanca tavırlarını sürdürdüler. Düğün sahibi kavga dövüş çıkmaması için çok dikkatli davranıyordu. Ağalar kendi aralarında sohbete başlamışlardı. Şemun Hanne Haydo Çelebiyo ve Serhano ile göz göze gelmemeye dikkat ediyor, konuşulanları dinliyor, ağaların hareketlerini izliyordu. Fakat korkusu yoktu, kendine güveniyordu. Düğün sahibi bir süre sonra misafir odasına Üsüfe adlı yaşlı bir ağa getirdi. Üsüfe Ağa’nın sırtında kıymetli taşlarla K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo işlenmiş çok değerli bir kaftan vardı. Odanın içinde bulunan başka ağaların hiçbirinde böyle kıymetli kaftan yoktu. Ağalar usulüne göre ayağa kalkarak Üsüfe Ağa’nın elini sıktılar, “Hoş geldin Ağam!” dediler. Üsüfe Ağa düğün sahibine “Şemun Ağa burada mı?” diye sordu. “Evet Üsüfe Ağa buradadır!” “Kimdir?” Şemun cevap verdi: “Benim!” “Çok memnun oldum Şemun Ağa!” dedi, “Senin hakkında çok güzel sözler duydum.” “Sağ ol Üsüfe Ağa! Allah senden razı olsun!” Üsüfe Ağa ayağa kalktı, “Şemun, bu kaftan sana layıktır!” diyerek sırtındaki kaftanı çıkardı, Şemun Hanne Haydo’ya hediye etmek istedi. Şemun Hanne Haydo, “Üsüfe Ağa, çok sağ ol! Bana şeref verdin! Fakat bu kaftan bana değil, sana yakışır, sana layıktır!” diyerek almak istemedi. O an “Bir kıskançlık olabilir, almayayım!” düşüncesi aklından geçmişti. Üsüfe Ağa ısrar etti! “Şemun, ben yaşlandım, sen daha gençsin! Kaftanım senin sırtında yaşasın!” diyerek kaftanı kendi eliyle Şemun Hanne Haydo’nun sırtına koydu. Şemun, “Çok sağ ol Üsüfe Ağa!” diyerek saygıyla elini sıktı. Yerlerine oturdular. Serhano kıskançlık ve kinle konuşmaya başladı: “Şemun!” dedi, “Ben bu kaftanı senin kefenin yapmazsam, bana da Serhano demesinler!” Şemun Hanne Haydo gülerek sakince cevap verdi: “Serhano! Üsüfe Ağa, bu kaftanı bana hediye etti! Hediyeyi almamak olmaz! Almasam biliyorsun ki Üsüfe Ağa’ya hakaret olurdu. Ben bu kaftanı çok değerli bir hediye olarak kabul ettim. Sen bu hediyeyi ister benim kefenim yap, ister yapma! Ben Üsüfe Ağa’nın kaftanını aldım, kabul ettim ve sırtıma giydim ve giyeceğim!” Üsüfe Ağa yaşlı ve tecrübeli bir insandı. Serhano’nun niyetini sezdi. Sakince konuşmaya başladı: “Serhano Ağa! Beni dinle! Ben kendi hırkamı, ağalık kaftanımı kime vereceğimi bilirim! Şemun ağalığı kendi bileğinin gücüyle kazandı. Ağalık ona babasından miras kalmadı! Ben Şemun’un ne yaptığını, senin ne yaptığını biliyorum. Şemun’u ilk kez bugün, burada gördüm. Sırtımdaki kaftanı ona hediye ettim. Lütfen kıskanma! Kavga dövüş çıkarma! Düğün evinde kavga olmaz! Aranızda olanları, olmuşları bugün burada unutun! Düğünün tadını kaçırmak ağalığın töresine uymaz!” Serhano ve Çelebiyo Üsüfe Ağa’nın yanında sustular. Şemun’a bir daha laf atmadılar, hakaret etmediler. Yemekler yendi. Düğün sahibine hediyeler sunuldu. Dışarıda halaylar çekiliyordu. Bir ara Üsüfe Ağa, Serhano ile Çelebiyo’nun yanına geldi. Kenara çekti. Kimseye duyurmadan düşüncelerini dile getirdi: “Sizin babanızı iyi tanırım. Ağalığı da, ağalık törelerini de iyi bilirim. Hep kavgayla, hep kan ve ölümle ağalık olmaz! Şemun bir Süryanidir. Ama dürüsttür, vicdanlıdır, aşiretinin hakkını korumaktadır. Yeter artık yaptıklarınız! Savaşa, kavgaya artık bir son veriniz! Aranızda bir anlaşmazlık varsa konuşunuz! Gerekirse ben de yardımcı olayım! Kabul ederseniz elçiniz olayım. Aranızdaki savaşı bırakın, bir barış yapın! Barış savaştan hayırlıdır!” Serhano, “Şemun benim adamlarımı öldürdü,” dedi. Üsüfe Ağa, “Bana bak Serhano!” dedi, “Şemun’un babasını hapisten çıktığı gün sen öldürmedin mi? Çelebiyo, sen barıştığın insanı, barıştığın gün öldürmedin mi? Bana ba- 188 189 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Serhano, Üsüfe Ağa’ya “Bir düşünelim!” demişti ama sözünü köyüne varınca unuttu. Şemun Hanne Haydo’nun önünden ardından “Ölümü benim elimden olacak!” diye konuşuyordu. Bu sözler Şemun’un kulağına kadar gelmişti. “Kim kimi öldürüyormuş? Kimin ölümü kimin elinden oluyormuş ben ona göstereyim,” dedi. Serhano’ya haddini bildirmek için ayrıntılı plan yaptı. Önce gizlice Serhano’nun evinin keşfini yaptırdı. Nerede oturuyor? Geceleri ne yapıyor? Kaç köpeği var? Evine kimler girip çıkıyor? Misafirleriyle hangi odada oturup konuşuyor? Hepsini iyice öğrendi. Henüz düşüncesini Melke’ye bile açmamıştı. İyi bir vesile, uygun bir zamanı bekliyordu. Mevsim yazdı. Hasat yapılıyor, mercimekler yolunuyordu. Melke ile Şemun birkaç günden beri Sare Köyü yakınındaki tarlalarında mercimek yolmaya başlamışlardı. Sabahleyin erkenden işe başlıyor, sabah serinliğinde çalışıyor, öğle sıcağında eve gelip dinleniyorlardı. Üçüncü gün erkenden sıcak bastırdı. Eğilince yüzlerini toprak yakıyor, doğrulunca başlarını güneş yakıyordu! Ter su gibi akıyordu. Şemun bir nefes almak, alnının terini silmek için doğrulduğunda arkasından “Çat!” diye bir metal sesi geldi! Melke de bu sesi duyar duymaz dikkat kesildi! Bu sesi çok iyi biliyordu. Bu ses bir silahın tetik sesiydi! Baktı, biri elinde silahıyla kaçıyordu! Daha hızlı kaçabilmek için silahını yere attı. Şemun da kaçanı gördü. “Yakala Melke!” Melke fırtına gibi koştu, tarlanın sınırları içinde adamı yakaladı! Altına aldı! Adamın belindeki hançerini çekti! “Kıpırdama! Canını alırım senin!” Şemun koşup geldi. Melke hançeri altındaki adamın boğazına dayadı! “Konuş! Kimsin? Kim gönderdi seni?” “Beni öldürme! Her şeyi anlatayım!” “Anlat!” “Ben Serhano Ağa’nın kölesiyim! Şemun’u ve seni öldürmem için beni Serhano gönderdi! İki gün sizi takip ettim. Bugün öldürecektim. Fakat tetik düştü, ateş almadı!” “Ulan Ezidi! Ulan vicdansız! Şemun ne yaptı sana? Neden öldürecektin bizi?” “Beni affet! Ben bir köleyim! Serhano’ya hayır diyemem! Beni öldürür!” Melke çok kızmıştı. “Serhano değil, ben kendi ellerimle öldüreceğim şimdi seni!” Şemun seslendi: “Dur Melke, dur! Öldürme Ezidiyi. O bir köledir!” “Öldüreceğim ben onu!” “Hayır Melke, hayır! Dur öldürme onu! Konuşsun, anlatsın her şeyi!” Melke ağabeyinin sözünü tuttu. Hançerini Ezidinin boğazından çekti. Ellerini arkasından bağladı. Ezidi biraz rahatladı. Tam teslim oldu! “Sağ ol Melke! Sağ ol Şemun! Canımı bağışladınız!” dedi. Şemun sordu: 190 191 kın! Yaptıklarınız doğru değildir, ağalığın şanına yakışmaz! Bir düşünün! Bu düğün, barışın başlamasına bir vesile olsun!” Serhano, “Sağ ol Üsüfe Ağa!” dedi, “Dediklerini bir düşünelim, kardeşimle bir konuşalım!” 15. Serhano’ya bir uyarı K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Adın ne senin?” “Cındo!” “Cındo, bizi öldürmeye yalnız mı geldin? Etrafta gizlenenler var mı?” “Yalnız geldim!” “Kalk bakalım! Yürü bizimle!” Şemun onu tarlanın içindeki bir meşe ağacının gölgesine götürdü. “Otur Cındo!” Oturdu. Zavallı bir köleydi. Boynunu büktü! Melke onu altına alıp, başını toprağa sürttükçe toz toprak alnındaki, yüzündeki terle çamurlaşmış, yüzüne, alnına sıvanmıştı. Elleri arkadan bağlı olduğundan alnından akan terini silemiyor, ter gözlerinin içine doluyordu. Şemun karşısındaki köleye acıdı. “Melke ellerini çöz, su ver bu adama!” dedi. “Tamam Ağabey!” Köle az önce öldürmek istediği Şemun’un iyiliği, anlayışı, insanlığı karşısında utandı. Melke’nin verdiği suyu içti! Susuzluktan bayılmak üzereydi. Alnının terini sildi. “Sağ olun!” dedi. Şemun sordu: “Cındo söyle bakalım. Serhano neden kendisi gelmedi de seni gönderdi buraya?” “O ağadır! Gelmez!” “Ben ve Melke bugüne kadar sana hiç kötülük yaptık mı?” “Hayır!” “Melke, bir daha su ver Cındo’ya!” Suyu içti. Gördüğü iyilik karşısında Cındo’nın vicdanı tekrar sızladı. Kendi kendinden utandı! Utandıkça zavallı bir hal alıyordu! Şemun ve Melke’nin sorularına ayrıntılı cevaplar verdi. Sonunda “Şemun ben bugüne kadar Serha- no’nun kölesiydim. Bundan sonra senin kölen olayım! Emret, Serhano’yu öldüreyim!” dedi. Şemun güldü. “Cındo biliyorsun bizde kölelik ve ağalık yoktur!” dedi. “Biz bir adamı öldürmek istersek, kendi ellerimizle öldürürüz!” “Söyle, emret senin için, sizin için ne yapayım?” diye yalvardı. Şemun “Senden tek bir isteğim var,” dedi, “Bir daha ne bizi, ne de başkasını öldürme!” “Sağ ol Şemun Ağa! Bundan sonra kendim ölürüm, ama seni, Melke’yi öldürmem!” dedi. Şemun elini Cındo’nın omuzuna koydu: “Şimdi beni iyi dinle Cındo! Buradan doğruca Serhano’nun yanına gideceksin! Silahını Serhano’ya vereceksin. ‘Şemun’a ateş ettim, fakat silah patlamadı! Şemun’u öldüremedim. Şemun ve Melke beni yakaladılar. Fakat öldürmediler,’ diyeceksin!” “Aynen söylerim!” “Dur Cındo bitmedi!” “Buyur!” “Serhano’ya aynen söyle: Serhano beni öldürmeye kendisi gelsin!” Cındo “Sağ ol Şemun Ağa! Sağ ol Melke Ağa! Beni öldürmediniz! Canımı bağışladınız! Bu iyiliğinizi hiçbir zaman unutmayacağım!” diyerek yanlarından ayrıldı. Serhano’nun huzuruna çıktı. Olup bitenleri aynen anlattı: “Şemun bana ‘Serhano beni öldürecekse kendisi gelsin! Kölesini göndermesin!’ dedi.” Serhano kölesine çok kızdı: “Ulan Şemun’u öldüremeden dönüp geliyorsun! Karşıma çıkıp konuşuyorsun! Def ol git karşımdan!” diye bağırdı. 192 193 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun o güne kadar aldığı bilgilere göre Serhano’yu öldürme planını yaptı. Melke ile oturup konuştu. Planı tekrar gözden geçirdiler. Melke bazı noktalara dikkatini yoğunlaştırmıştı. Mercimek tarlasında olup bitenlerden bir hafta sonra Şemun kararını verdi: “Melke artık zamanı gelmiştir! Bu akşam Serhano’nun son akşamı olmalıdır!” dedi. Şemun ile Melke silahlarını kuşandılar. Mermileri yerleştirdiler. Gece karanlığında sessizce Benıhmin Köyü’ne gittiler. Serhano’nun evinin önünde köpekler duruyordu. Köpeklere görünmeden evin arkasına gittiler. Evin arkasında bir tahta merdiven duruyordu. Merdiveni yavaşça kaldırdılar. Önceden planladıkları gibi, Melke merdiveni tuttu. Şemun merdivene çıktı. Dikkatlice pencereden içeriye baktı. Serhano misafirleriyle konuşuyordu. Ne konuştuklarını dinledi. Kendisi üzerine konuştuklarını anladı. Misafirlerden biri Şemun’u kötüledi, “Bu Fıllah’ın canını almak zamanı geldi, geçiyor,” dedi. Serhano ona çok kızdı ve sözünü kesti: “Ağzından çıkana dikkat et!” dedi, “Şemun cesur ve büyük adamdır. Babasının aşiretini topladı. Bize karşı aşiretini korudu. Başka Süryanilerin yapamadığını yaptı ve yapıyor. Kimse Şemun’a hakaret edemez!” Şemun bu sözleri duyunca Serhano’yu öldürmekten vaz geçti! Tetiği indirdi! Pencereye bir mermi koydu. Aşağı indi. Melke, “Ne oldu? Neden öldürmedin?” diye fısıldadı. “Sonra anlatırım! Gel benimle!” Sessizce su kuyusunun başına gittiler. Şemun hançeriyle Kürtçe adı “dêwl”, Süryanice adı “davlo” olan deriden yapılmış su kabının ipini kesti. Davloyu Melke’ye verdi. Sonra kuyunun yanında duran Boteli Süryanilerin imal ettiği toprak testiyi kırdı. “Tamam! Gidelim!” dedi. Geldikleri gibi, sessizce geri döndüler. Davloyu Serhano’nun konağının yakınındaki büyük meşe ağacının dalına astılar. Serhano her sabah erkenden kalkar, davlo ile kuyudan su çeker, abdestini alır, sabah namazını kılardı. O sabah da aynı şekilde erkenden kalktı. Su kuyusunun başına gitti. Davlo yerinde yoktu! Gece biri gelmiş, davlonun ipini kesmiş, alıp götürmüştü! Çok şaşırdı! Kim yapabilirdi bunu? Kim gece vakti gelip davlonun ipini kesebilirdi? Davloyu götürene kızarken, toprak testinin de kırıldığını gördü! Dehşete düştü! Korktu! Kim gelip de testiyi kırabilirdi? Hayatında böyle bir şey görmemiş ve yaşamamıştı! Şaşırdı! Sırtından ter boşandı! “Davlonun ipini kesen, testiyi kıran beni de öldürebilirdi!” dedi. Koskoca Serhano Ağa korktu! Sırtından bıçaklanmış, alnından kurşunu yemiş gibi oldu! Abdest alamadan eve döndü. Karısına bile davlonun ipinin kesildiğini, testinin kırıldığını söyleyemedi. Karısı da su kuyusunun başına gidince şaşırmış, davlonun çalındığını, su testisininin kırıldığını Serhano’ya heyecanla, korkuyla anlatmıştı. Serhano, “Korkma! Bir şey olmaz! Yapanı bulur, cezasını kendi elimle veririm!” diyerek karısını yatıştırmaya çalışmıştı. Fakat kendisi o gün evden dışarıya çıkmadı. Şemun ertesi gün Serhano’ya haber gönderdi. “Serhano Ağa, penceredeki kurşunu al! Seni bağışladım! Davloyu senin tarlanın içindeki meşe ağacının dalına astım! Gidip alabilirsin! Kırdığım toprak testinin yenisini de yakında sana göndereceğim!” dedi. Serhano pencereye gitti. Tek bir kurşun duruyordu! Kurşunu eline aldı! Eli titredi! Bu kurşunu pencereye koyan Şemun istese canımı da alırdı!” dedi. 194 195 K e m a l Ya l ç ı n Şemun onun canını bağışlamıştı! Ağalık töresinde bunun anlamı, “Gel barışalım! Savaşa son verelim!” demekti. Serhano durumu Çelebiyo’ya anlattı. “Şemun benim canımı bağışlamıştır! Barışalım!” dedi. Çelebiyo “Nasıl barışacağız?” diye sordu. Serhano “Usulüne göre!” cevabını verdi. BEŞİNCİ BÖLÜM Savaş ve barış 196 1. Barış için atılan adımlar Serhano, Üsüfe Ağa’ya “Ziyaretine gelmek istiyorum, müsait misin?” diye haber gönderdi. Üsüfe Ağa, “Başımın gözümün üstünde yeri vardır. Cuma gününe gelsin!” cevabını gönderdi. Düğünden iki üç ay sonrasıydı. Serhano’ya özel bir karşılama hazırladı. Zengin sofralar kurdu. Serhano Ağa’yı onurlandırdı. Uzun uzun geçmişten, gelecekten konuştular. Üsüfe Ağa sözü Şemun Hanne Haydo’ya getirdi. “Şemun Ağa ile barışma konusunu düşündün mü?” diye sordu. “Düşündüm. Barış iyidir, ama nasıl olacak?” “Önemli olan niyettir. Sen barışmaya gönüllü müsün?” “Evet, ama bu nasıl olacak? İki taraftan da çok adam öldü. Şemun’un babasını, dedesini öldürdük!” “Serhano! Koskoca devletler, imparatorluklar binlerce ölünün, binlerce yaralının kanları ve canları üzerinde barış yapıyorlar da, siz iki aşiret neden barışmayacaksınız?” “Haklısın Üsüfe Ağa!” dedikten sonra Şemun’un yaptıklarını, kovanın ipini kestiğini, pencereye kurşun bıraktığını anlattı. Üsüfe Ağa, “Şemun senin canını bağışlamış! Barışın zamanıdır!” diye sözün önünü açtı. “Çelebiyo ile konuştun mu?” diye sordu. 199 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Konuştum!” “Ne diyor?” “Yedi sene savaştık! Şemun’un dedesini, babasını öldürdük. Bugüne kadar Sare’ye defalarca saldırdık. Her saldırıdan biz zararlı çıktık. Her saldırıdan sonra Şemun daha da güçlendi. Hıristiyanlar Şemun’un ve Haydo Aşireti’nin etrafında toplandı. Saldıra saldıra Şemun’u ağa yaptık. Artık barışalım!” diyor. “Çok iyi! Çelebiyo öfkelidir ama akıllıdır.” Serhano devam etti: “Şemun Ağa bize güvenmez, sana güvenir. En iyisi sen Şemun ile konuş. Bizim niyetimizi söyle!” diye bir ricada bulundu. Üsüfe Ağa, “Serhano!” dedi, “Barış için aracı olmak büyük sevaptır ve benim için büyük şereftir! Ben gereğini yaparım. Fakat sizden kesin bir ricam olur.” “Buyur Üsüfe Ağa!” “Serhano, ben Şemun ile görüştükten sonra Sare’ye saldırmayacaksınız! Silahları elinizden bırakacaksınız!” “Şemun Ağa da bize saldırmazsa...” “Serhano, bugüne kadar Süryaniler sana hiç saldırdı mı?” “Hayır!” “O halde tedirgin olmana gerek yok! Şemun Ağa sözünde duran bir insandır. O size saldırırsa ben de sizinle birlikte Şemun’a saldırırım!” “Üsüfe Ağa, ben sana söz veriyorum. Bugünden itibaren Şemun Ağa’ya saldırmayacağım.” Üsüfe Ağa Serhano’nun elini sıktı. “Sağ ol Serhano! Bana şeref verdin!” dedi. Üsüfe Ağa Şemun Hanne Haydo’ya bir adamını gönderdi. “Önemli bir iş konuşmak için ya sen bana gel ya da ben sana geleyim,” dedi. Şemun, Üsüfe Ağa’ya “Siz zahmet etmeyiniz! Ben uygun bir zamanda size gelirim!” cevabını verdi. Ağalık kaftanını veren bir ağanın yanına boş gidilmezdi. Şemun, Üsüfe Ağa’ya yaraşır özel hediyeler hazırlattı. Geleceği günü bildirdi. Yanına yeterli sayıda silahlı adamlarını aldı. Üsüfe Ağa’nın kaftanını giydi. Üsüfe Ağa’ya ziyarete gitti. Üsüfe Ağa, Şemun’u saygıyla karşıladı. Şerefine sofralar kurdurdu. Zamanı gelince baş başa Şemun ile konuşmaya başladı. Durumu aynen anlattı. Çelebiyo ve Serhano’nun barışa evet dediklerini bildirdi. Şemun biraz düşündükten sonra söze başladı. “Üsüfe Ağa! Barış elçisi olduğun için sana çok teşekkür ederim. Sağ ol! Başkası olsa elçiliğinden kuşkulanırdım. Fakat sana güveniyorum.” “Sağ ol Şemun Ağa! Güvenine layık olmak isterim!” “Üsüfe Ağa biliyorsun, Çelebiyo babamla barıştığı gün, babamı evinde ağırlamış, ertesi gün kölesine babamı öldürtmüştü.” “Çok iyi biliyorum Şemun!” “Barıştıkları gün babamı öldüren adamların barış isteklerine nasıl güvenebilirim?” “Haklısın Şemun Ağa! Bana göre önce silahlar bırakılsın! Karşılıklı güven oluşsun! Ben sana garanti veriyorum! Eğer Çelebiyo veya Serhano sözlerinde durmaz da sana saldıracak olurlarsa, ben seninle birlikte onlara karşı savaşacağıma söz veriyorum!” “Üsüfe Ağa, senin sözüne güvenirim. Fakat önce karşılıklı ateşkes yapalım. Karşılıklı güven oluştuktan sonra barış yapalım.” “Tamam Şemun Ağa, tamam! Ben senin kararını Serhano ve Çelebiyo’ya bildireceğim. Bugünden itibaren silahlar sussun!” 200 201 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun Hanne Haydo, ateşkes anlaşmasından sonra her an yeni bir kalleşlik yapabilirler düşüncesiyle hareket ediyor, savunma tedbirlerini, gece ve gündüz düzenli nöbet tutma işini sürdürüyordu. Ateşkesin devamından yararlanarak Basibrin’deki ilişkileri düzene koymaya, çevre köylerde yaşayan Süryanilerle ilişkileri geliştirmeye ağırlık verdi. Melke’yi Basibrin işlerini düzenlemesi için görevlendirdi. Kendisine bir şey olursa, Melke onun yerini alabilmeliydi. 1911 yılında Üsüfe Ağa’nın arabuluculuğu ile Şemun Hanne Haydo, Serhano ve Çelebiyo aralarındaki anlaşmazlıkları gidermek, köy sınırlarını belirlemek için bir araya gelmeye karar verdiler. Üsüfe Ağa belirtilen günde barış anlaşmasının şahidi olarak adamını gönderdi. Çelebiyo ve Serhano silahlı adamlarıyla birlikte Sare’ye iki kilometre uzaklıktaki Kiwağ Köyü sınırına, aralarındaki anlaşmazlık noktasına geldiler. Şemun da silahlı adamla- rıyla birlikte, yanına Melke’yi ve amcası Gewriye’yi alarak Çelebiyo ve Serhano’nun yanına gitti. Çelebiyo, Serhano ve Şemun aralarındaki en yaşlı kişi olan Gewriye’nin önünde el sıkışarak barıştılar ve görüşmeyi başlattılar. Çelebiyo dedi: “Şemun Ağa, aşiretlerimiz ve köylerimiz arasındaki sınır belli olsun!” Şemun cevap verdi: “Çelebiyo, sınırımız babamın zamanındaki sınırdır.” Serhano söze girdi: “Aramızdaki en yaşlı kişi Gewriye’dir. Onun dediğini kabul ederiz!” dedi. Gewriye sınırdaki tartışmalı olan üç tarlanın sınırını gösterdi. “Şu tarla Çelebiyo’nundur. Bu tarla bizimdir. Sınır iki tarlanın ortasından geçer.” Çelebiyo, “Gewriye’nin dediği doğrudur. Aynen kabul ediyorum,” dedi. Üsüfe’nin adamının önünde tekrar el sıkıştılar. Birbirlerine saldırmayacaklarına ve kabul edilen sınıra dokunmayacaklarına söz verdiler. Çelebiyo “Geçmişteki ölüm olayları için senden özür diliyorum!” dedi. Serhano da aynı şekilde özür diledi. Çelebiyo ve Serhano sırayla Şemun’a, Gewriye’ye, Melke’ye sarıldılar. Şemun, “Barış kahvemizi bizde içelim! Buyurun bize gidelim,” diyerek Çelebiyo ve Serhano’yu adamlarıyla birlikte evine davet etti. Çelebiyo ve Serhano ilk kez kavgasız dövüşsüz Sare’ye girdiler. Barış kahveleri içildi. Şemun’un hazırlattığı sofrada barış yemeği yenildi. 202 203 “Üsüfe Ağa, sana söz veriyorum. Bugünden itibaren Çelebiyo ve Serhano’ya karşı silah çekmeyeceğim. Fakat onlar babama yaptıkları gibi, bana da bir kalleşlik yaparlarsa, onlara gereken cevabı vermekten çekinmem! Bunu da bilsinler!” “Şemun Ağa, sözlerinde durmazlar, sana karşı ateş açarlarsa, silah kullanmak hakkındır, ben de senin yanında olacağım!” Üsüfe Ağa böylece Çelebiyo ve Serhano ile Şemun Hanne Haydo arasında yıllardan beri sürüp gelmiş olan silahlı kavgalara son vermek için ilk adımı atmayı başarmış oldu. Karşılıklı ateşkes sağlandı. 2. Barış anlaşması K e m a l Ya l ç ı n Çelebiyo kendilerine gösterilen misafirperverlikten çok memnun kalmıştı. “Şemun Ağa, artık sizi de bize davet ediyorum. Buyurun bir barış kahvesini de birlikte içelim,” diyerek yola çıktılar. Şemun, Melke, Gewriye ve silahlı adamları Serhano ve Çelebiyo’yu Sare sınırına kadar uğurladılar. Bakalım bu barış anlaşması ne kadar sürecekti? 3. Barış dönemi Barış anlaşması Sare’deki, Basibrin’deki ve Turabdin’deki Süryanilerin Şemun Hanne Haydo’ya olan güvenini artırdı. Bu anlaşmadan sonra artık Sare, Basibrin ve çevre köylerdeki Süryani aşiretler Şemun’u ağa olarak kabul ederek, düzenli vergilerini Şemun’a vermeye başladılar. Salihiler Aşireti de vergilerini Şemun Ağa’ya vermeye başlamıştı. 1911 yılında Midin Köyü’nden liderler Şemun’un yanına gelmişti. Oturup konuştular. Midin liderleri “Ya biz buraya gelelim, ya da siz bize gelip yerleşin, bize liderlik yapın. Çünkü bizim Midin’deki aile liderleri birbirleriyle iyi geçinemiyorlar, iyi yönetemiyorlar,” dediler. Şemun, Midinlilerin bu ricasını kabul etmedi. “Biz her zaman sizinle beraberiz! Her zaman size yardım edeceğiz! Fakat siz can, mal ve namus güvenliğinizi kendiniz sağlamaya çalışacaksınız! Biz size her zaman yardımcı olacağız. Dışardan gelebilecek her türlü saldırılara ve düşmanlıklara karşı sizi korumaya hazırız ve sizi korumaya söz veriyoruz,” dedi. Böylece Midin köylülerinin Haydolarla samimiyeti ve arkadaşlığı daha da artmış oldu. Şemun Ağa vergileri kendisi için değil, halkının huzuru, refahı, can ve mal güvenliklerinin sağlanması için dikkatli204 Şemun Hanne Haydo ce harcıyordu. Çelebiyo’nun dostluğunun her an düşmanlığa dönüşebileceğini düşünerek yaşıyor, silahını daima yanında bulunduruyordu. Çelebiyo bir gün Sare’ye, Şemun Ağa’yı ziyarete gelmişti. Kendisine karşı gösterilen ilgiden, dostluktan çok memnun kaldı. “Şemun Ağa!” dedi. “Ben aramızdaki bu dostluğun ve barışın kalıcı olmasını istiyorum. Bunun için oğlum Muhammed Selim’in sünnetine seni davet ediyorum ve senin oğlumun kirvesi olmanı rica ediyorum!” “Çelebiyo davetini memnuniyetle kabul ediyorum. Mhammed Selim’in kirvesi olmak benim için bir şereftir!” cevabını verdi. Sünnet günü gelince Melke ve Süryani ileri gelenleri “Aman Şemun Ağa, dikkatli ol! Çelebiyo’ya güven olmaz! Seni sünnete çağırır, kirve ol der, sonra da bir kalleşlik yaparak senin canını almak ister,” diyerek kaygılarını ve kuşkularını dile getirdiler. Şemun, “Haklısınız!” dedi, “Fakat bu barışın kalıcı olması için, Muhammed Selim’in kirvesi olacağım!” dedi. Yanına adamlarını alarak Mzizah’a Çelebiyo’nun konağına gitti. Muhammed Selim’in kirvesi oldu. Böylece Çelebiyo ile barış kirvelik ilişkisiyle daha kalıcı hale gelmiş oldu. 205 ALTINCI BÖLÜM Felaket yaklaşıyor 1. Felaket haberleri Şemun Hanne Haydo Çelebiyo ve Serhano ile barışmıştı. Fakat huzurlu değildi. Kolejli sınıf arkadaşlarından, İngiliz ve Osmanlı gazetelerinden aldığı haberler Çelebiyo ve Serhano belasından çok daha büyük belaların, çok daha kanlı felaketlerin yaklaşmakta olduğunu gösteriyordu. 1908 İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra, daha kardeşlik, özgürlük haykırışları kulaklarda çınlarken, daha “Hıristiyan-Müslüman bütün Osmanlı milletleri kardeş olacak, İmparatorluğa barış ve huzur gelecek!” diye umut ederken, 1909 yılında Çukurova’da, Adana ve çevresinde Türklerin, Osmanlı askerlerinin yapmış olduğu saldırılarda 30.000 kadar Ermeni katledilmişti. Şemun Hanne Haydo Türk şairlerinden Tevfik Fikret’i çok severdi. Kolejde onun şiirlerinden bazılarını ezberlemişti. Yiyin efendiler yiyin, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yiyin! diyen şiirini severek ezberinden okurdu. Tevfik Fikret 1908 sonrasında meydana gelen olaylardan hayal kırıklığına uğramış, İttihat ve Terakki’nin yaptıklarını eleştirmeye başlamış, Hürriyet diye diye, hürriyeti yok ettik! diyen şiirler yazmıştı. Şemun Hanne Haydo da Tevfik Fikret gibi hayal kırıklığına uğramıştı. 209 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 1909 Adana katliamında yakılan evler. (Kaynak: Zakarya Mildanoğlu, Agos Gazetesi) Şemun Hanne Haydo, Mardin Amerikan Koleji’nde okurken Sultan Abdülhamit’in zorbalık rejimini eleştiriyor, basın ve yayın organları üzerindeki ağır sansüre karşı çıkıyor, Osmanlı vatandaşlarının Abdülhamit’e karşı olan hareketlerini destekliyordu. Şemun, 1900 yıllarında Genç Türklerin ve daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Sultan Abdülhamit’e karşı olan düşünce ve siyasi mücadelelerini desteklemişti. Fakat İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin 1908 Kongresi’nde alınan kararları öğrenince umutları kırıldı, “İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidara gelirse yandık!” diyerek tedirgin olmuştu. 31 Mart gerici ayaklanması (Rumi takvime göre 13 Nisan 1909), hemen ardından 14-27 Nisan 1909 günlerinde yapılan Adana Katliamı, 1912 ve 1913 Balkan Harbi yenilgileri ve 23 Ocak 1913 tarihinde Enver Paşa ve Talat Paşa’nın em- rindeki İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinin İstanbul’da hükümet binası Bâb-ı Âli’yi basarak yaptıkları askeri darbeyle İttihat ve Terakki Hükümeti’nin kurulması... Avrupa’da Almanya ile İngiltere ve Fransa arasında giderek derinleşen çelişkiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya’nın yanında İngiltere ve Fransa’ya karşı yer alması... Bütün siyasi ve askeri gelişmeler Osmanlı vatandaşı olan Hıristiyanların aleyhine idi. Şemun Hanne Haydo okuduğu tarih kitaplarında ve özellikle Osmanlı tarihinin son 100 yılında her yenilginin suçunun Hıristiyanlara, Ermenilere, 210 211 Balkan Savaşı’nda savaştan Anadolu’ya kaçan Müslümanlar (Elveda Doğduğum Toprak Sergisi kataloğundan alınmıştır) K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun Hanne Haydo bu kaygı ve düşüncelerle 1911’den itibaren Turabdin’deki Süryaniler arasında birlik ve beraberliği sağlamaya önem verdi. Bu konuda Midyat’taki ve diğer yerlerdeki Süryani liderleriyle görüşmeler yapıyor, Süryani sorumlularına, sözü geçen Süryani liderlere siyasi gidişat hakkında bilgiler veriyor; onların görüşlerini alıyor, “Tek çare birleşmek!” diyordu. Turabdin’deki Süryaniler arasında mevcut siyasi durumu değerlendirme konusunda fikir birliği yoktu. “Ne yapalım? Nasıl yapalım?” sorularına doğru cevaplar verilemiyordu. Kimisi, “Padişah ve İttihat ve Terakki Hükümeti sadece Ermenilere kızıyor, sadece onları cezalandırmak istiyor, Süryanilere dokunmaz,” diyordu. Kimisi, “Osmanlı Hükümeti sadece Protestanlara kızıyor, bize dokunmaz,” diyordu. Kimisi, “Osmanlı Devleti’ne karşı gelinmez, bir şeye karışmayalım, tarafsız kalalım,” diyordu. Şemun Hanne Haydo ise yaklaşan felaketin çok kanlı olacağını, Osmanlı’nın yakacağı ateşin ayrım gözetmeden tüm Hıristiyanları yakacağını söylüyor, “Peki ne yapalım?” diye soran insanlara, “Birleşelim, silahlanalım, Osmanlı’nın ve Müslüman Kürtlerin büyük saldırısına hazırlanalım,” cevabını veriyordu. Bu konuları görüşmek için Arbo’ya gitti. Orada yaşayan Süryaniler arasında çelişkiler, kavgalar vardı. Aşiret ve aile liderlerini topladı ve onlara görüşlerini açıkladı: “Osmanlı İmparatorluğu içindeki siyasi durum ve gelişmeler 1895-1896 yıllarındakinden daha kötüdür. Siyasi gelişmeler, Müslümanların Hıristiyanlara saldıracağını, büyük katliam yapacaklarını gösteriyor. Muhtemel bir Süryani katliamını ancak birlik olursak önleyebiliriz. Gelin birleşelim, aramızdaki aşiret kırgınlıklarını unutalım!” Bütün çabalarına rağmen, Arbo’da birlik ve beraberlik gerçekleşmedi. Midyat’ta, Turabdin’in her yerinde durum aynıydı. Yaklaşan büyük felaket karşısında Süryaniler çok dağınıktı. Şemun Hanne Haydo Arbo ve Midyat’tan morali bozularak Sare’ye geri döndü. Melke’ye ve diğer Süryani liderlerine durumu özetledi. “Turabdin’de Süryanileri birleştirmek çok zor. Biz işimize Sare ve Basibrin’den başlayalım! Önce kendi aşiretimizde, Sare ve Basibrin’de birlik ve beraberliği sağlayalım,” dedi. Şemun Hanne Haydo’nun Süryanileri Müslümanların muhtemel saldırılarına karşı birleştirmeye çalıştığı bir zamanda, Midyat yakınındaki Estel Köyü’nün camisinde 1913 yılında bir toplantı oldu. Bu toplantıya Midyat’ın askeri sorumlusu ve dört Kürt ağası katıldı. Komutan, ağalara “Süryanileri öldürün, malları sizin olsun!” teklifinde bulundu. Bu teklife sadece Alike Batte karşı çıktı. “Ben Süryanileri, Hıristiyanları öldürmem ve öldürtmem!” dedi. Diğer üç ağa sustular! “Hayır!” demediler. Susmak “Evet!” anlamına geliyordu. 212 213 Rumlara, Süryanilere çıkarıldığını, Osmanlı’nın her yenilgiden sonra öfkesini Hıristiyan vatandaşlardan aldığını öğrenmişti. 1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın yenilgisinden sonra 1895-1896 yıllarında 300.000 kadar Ermeni ve Süryani katledilmişti. 1912-1913 Balkan Harbi yenilgilerinden ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlardan çekilmek zorunda kalmasından sonra Anadolu’da, Turabdin’de Hıristiyanlara karşı kin, öfke, nefret çok artmıştı. Bu öfke eninde sonunda Süryanilerin başını da yakacaktı. 2. Midyat-Estel Köyü Camisi’nde yapılan toplantı YEDİNCİ BÖLÜM 1913 Turabdin’de ağaların tutuklanması 1. Şemun Ağa’nın gözaltına alınması Zaman 1913 yılı Ağustos ayının sonlarıydı. Turabdin’de hasatlar yapılmış, buğdaylar, arpalar ambarlara konmuştu. İncirler ballanmış, Midyat kavunları olgunlaşmış, bağı olanlar pekmez pişirmekle meşguldü. Kadınlar, kızlar, gelinler buğday kaynatıyor, kışlık bulgurlarını hazırlıyorlardı. Keçiler, koyunlar, danalar çoğalmış alıcısını bekliyordu. Turabdin bol yağış almıştı. Yıl, bolluk yılıydı. Sare’de ve Basibrin’de silahlar susmuş, insanlar huzur içinde uyumaya başlamış, düğünler çoğalmış, doğumlar artmıştı. Süryanilerin yüzü gülüyor, çanlar korkusuz çalıyor, pazar ayinlerinde kiliseler dolup taşıyordu. Sareliler bu güzelliklerin, bu özlenen huzurun ve güvenliğin Şemun Ağa sayesinde gerçekleştiğini düşünerek, onun sağlığı için İsa’ya dua ediyorlardı. Melke, Sareli Haddo Ailesi’nden Meryem ile evlenmişti. Bu evlilikten ikisi kız, biri oğlan üç çocukları olmuştu. Oğluna Basibrin’de öldürülen amcası Yawse’nin adını koymuştu. Şemun Ağa da çocuklarına sarılıyor, babalığın tadını ve güzelliklerini yaşıyor, Sarelilerin ve Basibrinlilerin mutluluğunu gördükçe, mutlu oluyor, yaptığı işlerin sonuçlarını aldıkça, “Çok kavga dövüş ettik; canımızı, kanımızı verdik 217 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo ama sonunda biraz huzura kavuşabildik,” diye haklı bir gurur duyuyordu. O gün başka bir işi olduğu için pazar ayinine katılamamıştı. Ayin dağılınca insanlar karşılarında 5-6 tane silahlı askerle karşılaştılar. Bunu beklemiyorlardı. Şaşırdılar, içlerine bir korku geldi. Birbirlerine tedirgin gözlerle bakıyor, “Ne var acaba? Ne oldu gene?” diye soruyorlardı. Askerlerin komutanı, “Şemun Ağa’nın evi nerede?” diye sordu. “İşte şu ev!” diye gösterdiler. İnsanların merakı daha da artmıştı. Uzaktan askerleri izliyorlardı. Sare’yi bir anda kuşku ve korku sessizliği sarmıştı. Komutan, “Şemun Ağa! Şemun Ağa!” diye seslendi. Evde Melke varmış. Hemen dışarı çıktı: “Buyurun kimi arıyorsunuz?” diye sordu. “Şemun Ağa’yı arıyoruz!” “Şemun Ağa benim! Buyurun, oturun!” Komutan “Eline kelepçe vurun!” diye işaret etti. Askerler derhal Melke’nin ellerine arkadan kelepçe vurdular. Melke, “Ne oluyor? Beni neden kelepçelediniz?” diye sordu. Cevap vermediler. Komutan emretti: “Neden kelepçelendiğini sonra öğrenirsin! Yürü gidiyoruz!” Sorgusuz sualsiz Melke’yi alıp gittiler. Şemun Ağa eve geldiğinde, insanlar korkmuş, perişan olmuş, çaresiz ağlaşıyorlardı. Sordu: “Ne var, ne oldu? Neden ağlıyorsunuz?” Dediler: “Askerler geldi, seni sordu. Melke ‘Benim!’ dedi. Melke’yi kelepçeleyip götürdüler!” “Nereye?” “Midyat yoluna!” Şemun Ağa atına bindi, hızla gitti, onlara yetişti. “Durun! Durun! Şemun Ağa benim!” diye seslendi. Durdular. Şemun Ağa, askerlerle usulüne göre, bağırıp çağırmadan, saygıyla konuşuyordu. “Komutan! Bir yanlışlık olmuş! Şemun Ağa benim. Kelepçelediğiniz benim kardeşimdir.” Komutan öfkeyle sordu: “Nasıl olur? Bana neden yalan söyledin?” Melke yerine, Şemun Ağa cevapladı: “Komutan kusura bakma. Kardeşim beni korumak için yapmıştır. Size saygısı sonsuzdur. Buyurun evime gidelim. Yemeğimi yiyin, kahvemi için. Sonra birlikte nereye gideceksek gideriz.” Komutan Şemun Ağa’nın saygılı ve misafirperver davranışından memnun oldu. “Elini çözün!” dedi. Melke’nin elini çözdüler. Birlikte Şemun Ağa’nın evine geldiler. Derhal sofra kuruldu. Askerler acıkmışlardı. İştahla yemeklerini yediler, sularını, kahvelerini içtiler. Askerler ve komutan Şemun Ağa’nın saygılı davranışından çok etkilenmişlerdi. Onlar “Çatışma çıkabilir!” düşüncesiyle derhal Melke’nin elini kelepçelemişlerdi. Komutan, “Şemun Ağa, sağ ol! Yedik içtik, artık yola çıkalım! Birlikte Midyat’a kadar gideceğiz!” dedi. Şemun Ağa komutana yavaşça sordu: “Nereye gideceğiz?” “Midyat’a!” “Neden?” “Ben de bilmiyorum! Komutanım emretti. Sanırım bir olay olmuş, senin ifadeni alacaklarmış!” 218 219 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Ağa aldığı cevaba pek inanmadı, ama üstelemeden sordu: “Ne zaman dönerim?” “Önemli bir olay değilmiş! Birkaç güne kadar döner gelirsin köyüne!” Bu işler böyle başlar, arkasından hiç akla gelmeyen belalar gelirdi. Şemun Ağa karısıyla, çocuklarıyla, Melke’yle, Gewriye’yle vedalaştı. “Merak etmeyin! Birkaç gün sonra dönerim! Melke ben gelinceye kadar işleri sen idare et!” dedi. Melke, Gewriye ve Sareliler köy çıkışına kadar Şemun Ağa’ya eşlik ettiler. Gewriye, “Komutan!” dedi, “Ben Şemun’un amcasıyım. Midyat’a kadar sizinle geleyim!” “Hayır! Olmaz! Emir var, yalnız götüreceğim!” “Ben yaşlı başlı bir insanım! Benden size tehlike gelmez!” “Hayır! Gelemezsin! Çok istiyorsan yarın gelirsin!” Şemun Ağa araya girdi. “Amca merak etme! Bana bir şey olmaz! Israr etme!” dedi. Komutan aldı sözü: “Bak kelepçe vurmadan götürüyoruz Şemun Ağa’yı! Buna şükret! Daha fazlasını isteme benden!” Gewriye ile Şemun Ağa birbirlerine sarılarak vedalaştılar. Sareliler korku ve merak içinde evlerine döndüler. Dünya durmuş Sarelilere bakıyordu. Kimse Şemun Ağa’nın bir daha geri dönüp dönmeyeceğini bilmiyordu... 2. Ağaların gidişi Şemun Hanne Haydo’yu doğru Midyat Hükümet Konağı’na götürdüler. Midyat’ta olağan dışı bir hal vardı. Askerler elde silah bekliyor, Hükümet Konağı’na kimseyi yaklaştır220 Şemun Hanne Haydo mıyorlardı. Turabdin’in en önemli Müslüman Kürt ağaları, Çelebiyo, Serhano, Haco, Alike Batte tek tek tutuklanmış, elleri kelepçelenerek Hükümet Konağı’na getirilmişlerdi. Midyatlılar “Ne olmuş? Ne oluyor? Ağalar neden kelepçelenmiş?” diye merak ve korkuyla birbirine soruyordu. Şemun Hanne Haydo içeriye girince ağalarla karşılaştı. Selamlaştılar. Şemun Ağa, hayatında dört ağanın elleri kelepçeli nezarete alındığını görmemişti. “Haa! Bu işin içinde bir bela var!” düşüncesi beyninde yankılandı. Sakince ağalara sordu: “Sizleri neden buraya getirdiler?” Serhano “Biz de bilmiyoruz!” dedi. Şemun en son gelen ağa idi. Onu beklemişlerdi. Emir büyük yerden gelmişti. Midyat Kaymakamı, Karakol Komutanı telaşlı ve heyecanlıydılar. Akşam vakti yaklaşmıştı. Ağalar Midyat’tan Mardin’e yaya olarak götürüleceklerdi. Gece karanlığında gitmek tehlikeli olurdu. Komutan düşüncesini Kaymakam’a açıkladı. Kaymakam, “Haklısın, yarın sabah yola çıkarsınız,” dedi. Ağalar geceyi nezarette geçirdiler. Midyatlılar “Ne olacak acaba?” diye merakla bekleşiyor, olayı kendilerine göre yorumluyorlardı. Sabahleyin Midyatlıların o güne kadar hiç görmedikleri, hiç duymadıkları, hiç düşünemedikleri bir olay oldu. Turabdin’in en büyük dört Müslüman ile bir Süryani ağası birbirlerine boyunlarından ve ayaklarından zincirle bağlanarak Mardin’e doğru yola çıkarıldı! Midyatlılar korkuyla ağaların gidişine baktılar. Görenlerin çoğu, “Zincirlenerek gidenler bir daha canlı geri dönemezler!” düşüncesiyle sarsıldılar. 221 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 3. Midyat’tan Mardin’e giden uzun ince bir yol Komutan atlı, askerler ve ağalar yaya idi. Midyatlı Süryaniler, yıllardan beri Hıristiyanlara, Süryanilere saldırmış, kan dökmüş, can almış Çelebiyo’nun, Serhano’nun zincirle Şemun Hanne Haydo’ya bağlanmış hallerini görünce hiç sevinmediler, “Oh olsun!” diye gülmediler; tersine üzüldüler. “Müslüman ağalara bunu yapan Osmanlı, bizlere bunun on mislini yapar!” diye korktular. Yaşlı Süryaniler, görmüş geçirmiş Müslümanlar, “Osmanlı’ya hiç güvenilmez! İşine geldi mi adamı vezir eder, işine gelmedi mi aynı adamı rezil eder! Çelebiyo, Serhano düne kadar vezirdi, bugün rezil ediliyor! Bu işin sonu nereye varacak bakalım!” diye sessizce söylenerek evlerine kapanıyorlardı. Osmanlı’nın amacı ise hem Müslüman Kürtlerin, hem de Süryanilerin gözlerini iyice korkutmak, açık seçik haksızlıklara, her türlü baskı ve zulme boyun eğmeleri sağlamak idi. Boyunlarındaki ve ayaklarındaki demir halkalar, aralarındaki zincirler ağalar yürüdükçe derilerini kesiyor, büyük acı veriyordu. Yıllarca birbirlerine düşmanca davranmış, aralarında büyük kavgalar olmuş ağalar şimdi aynı demir ve zincir acısıyla kıvranarak Mardin’e doğru yol alıyorlardı. 39 yaşındaki Şemun Ağa, Mardin’e yakın Kalitmara adlı köye vardıklarında artık yürüyemez hale gelmişti. Ayağındaki demir halka her adım attığında, sürtüne sürtüne derisini, etini yemiş, kan akmaya başlamıştı! Artık demir halka kemiğe dayanmıştı. Askerler akan kanı, parçalanmış deri ve eti görüyor, Şemun Ağa’nın çektiği büyük acıyla kıvrandığını görüyor, ama halkayı çözmüyorlardı. Kalitmara Köyü’nde yaşayan insanlar ağaların hallerini görünce korktular. Şemun Ağa bu köyde öğretmenlik yapmıştı. Kendisine korkuyla bakan birkaç öğrencisini tanıdı. Fakat seslenmedi. Yaşlı köylüler Şemun Öğretmen’i tanıdılar, yardım etmek istediler. Bir öğrencisi “Öğretmenim ne oldu sana? Nereye götürüyorlar sizi?” diye sordu. “Korkmayın çocuklar! Bizi Mardin’e götürüyorlar!” cevabını verdi Şemun. Bir anda öğrencileri, köylüler Şemun Öğretmen’e yardım etmek için askerlere yalvarmaya başladılar. “Yazıktır, günahtır! Bu insanları kanlı ayaklarla yürütmeyin! Biz onlara atlarımızı, eşeklerimizi verelim. Gidecekleri yerlere götürelim!” dediler. Komutan “Ata binmeleri yasaktır, kaçabilirler! Ancak eşeğe binmelerine müsaade ederim,” diyerek iyi niyet gösterdi. Hemen beş eşek getirdiler. Şemun Öğretmen’e, ağalara ve askerlere ekmek, su getirdiler. Biraz dinlendikten sonra, 222 223 Boynundan ve ayağından zincirli Kürtler K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo yürüyemez hale gelmiş olan Şemun Öğretmen’i ve ağaları eşeklere bindirdiler. Kalitmara köylüleri, “Komutan! Askerler de yorulmuş, müsaade et de onlara da eşek verelim, onlar da eşekle Mardin’e kadar gitsinler,” ricasında bulundular. Komutan “Tamam, getirin eşekleri!” dedi. Köylüler koşup giderek askerlerin bineceği eşekleri getirdiler. Her eşeğe bir torba yiyecek astılar. Komutan ağaların ayaklarındaki zincirleri çözdü, fakat boyunlarındaki demir halkayı çıkarmadı. Her eşeğin başını Şemun Hanne Haydo’nun bir öğrencisi tutuyor, eşeklerin huysuzlanıp kaçmasını ya da sağa sola saparak ağaların, Şemun Öğretmen’in boynundaki halkanın acı vermesini önlemeye çalışıyorlardı. Askerler ve komutan Şemun Ağa’nın öğretmen olduğunu, Mardin Amerikan Kolejini bitirdiğini öğrenince şaşırdılar, ona daha saygılı davranmaya başladılar. Kalitmara Köyü ile Mardin arası 4-5 kilometre kadardı. Ağalar, askerler eşeklerle, komutan atıyla, Şemun Hanne Haydo’nun öğrencileri ise yaya olarak kervan gibi yola dizildiler. Komutan atıyla en önde, ağalar ortada, askerler arkadaydı. Şemun Ağa’nın eşeği en öndeydi. Onu Çelebiyo’nun, Serhano’nun, Alike Batte’nin ve Haco’nun eşeği takip ediyordu. Ağalar boyunlarındaki halkayı, aralarındaki zinciri elleriyle tutuyor, yavaş yavaş Mardin’e doğru yol alıyorlardı. Çelebi Ağa Kalitmara köylülerinin ve eski öğrencilerin Şemun Ağa’ya karşı gösterdikleri saygıyı, sevgiyi görünce şaşırmıştı. Önünde giden Şemun Ağa’ya, “Şemun Ağa, sağ olasın! Senin sayende ayaklarımızdaki halkalar çıktı, ayaklarımız yerden kesildi. Sen olmasan Mardin’e varamadan ölürdük herhalde!” diyerek teşekkür etti. Şemun Ağa, “Çelebi Ağa, sen bana değil, Kalitmara köylülerine ve bu öğrencilerime teşekkür et,” dedi. “Tabii tabii! Onlara da teşekkür ediyorum,” dedi, “Ölmeden bu zincirlerden kurtulursam, sağ salim Mzizah’a dönersem, ben onların ve eşeklerin haklarını fazlasıyla vereceğim.” Serhano ve diğer ağalar da Kalitmara köylülerine teşekkür ettiler. Şemun eşeğinin çilbirini tutan öğrencisiyle yavaş yavaş, askerlere, komutana duyurmadan okul hatıralarından, öğrencisinin okuldan sonra geçen hayatından, çocuklarından konuşuyordu. Bu konuşmalar onu geçmiş zamanlara, babasının tutuklandığı, Haydo dedesinin öldürüldüğü günlere götürdü. Sustu, kendi kendisiyle konuşmaya başladı. Canlanan hatıralar bir bir gözünün önünden geçiyordu. Mardin’e yaklaştıkça, babasının hapiste yattığı zamanlar, kendisinin ve kardeşinin Amerikan Koleji’nde geçen acı tatlı günleri canlanmaya başladı. Sonra babasının pusuya düşürülmesi, kalleşçe öldürülmesi geldi aklına. Babasının gözleriyle göz göze geldi! İçinde bir ağlama, bir haykırma isteği geldi. Dişlerini sıktı! Gözyaşlarını içine akıttı. Sonra kendine geldi. Babasını öldürenlerle boyunlarından zincirlenmiş vaziyette sonu belirsiz tozlu yolda, zayıf bir eşeğin üstünde yavaş yavaş ilerliyordu. Kader miydi, hayatın şartları mıydı onu bu hallere getiren ve bilinmezliklere götüren? Bilmiyordu. Mardin’e doğru baktıkça “Bizi asmaya mı götürüyorlar?” sorusu aklına geliyor, “Ben halkımın iyiliğinden başka ne yaptım ki?” diyerek ölüm düşüncesini kafasından atmaya çalışıyordu. 224 225 Mardin’e vardıklarında akşam oluyordu. Karakola vardılar. Şemun eşeğin üstünden arkasına dönüp baktı. Mezopo- K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Mardin’de iki gün kaldılar. Sonra birbirlerine zincirlerle bağlanarak Diyarbakır’a götürüldüler. Ağaların ilk sorguları, sırayla Diyarbakır’da yapıldı. Önce Şemun’u sorgu odasına aldılar. Başladılar sorguya: “Adın ve soyadın?” “Şemun Hanne Haydo!” “Hıristiyan mısın?” “Evet!” “Ermeni misin?” “Süryaniyim!” “Süryanilerden de ağa oluyor mu?” “Bilmem, ben kimseye beni ağa yapın demedim. Benim milletim beni ağa yaptı.” “Şakayı bırak! Ciddi ol! Biz kimin nasıl ağa olduğunu biliriz! Düzgün Türkçe konuşuyorsun. Nerede öğrendin?” “Okulda.” “Hangi okulda?” “Mardin Amerikan Koleji’nde!” “Vay vay vay! Demek Amerikan Koleji’ne gittin?” “İngiliz ajanı mısın?” “Osmanlı Devleti’nin sadık bir vatandaşıyım!” “Göreceğiz şimdi nasıl bir vatandaş olduğunu! Bizi hiç uğraştırmadan anlat bakalım! 50-60 kadar Osmanlı vatandaşını nasıl öldürdün?” “Ben kimseyi öldürmedim!” “Ağalığından utan! Yalan söyleme! Ben ağa mağa takmam! Konuşturmasını iyi bilirim! Söyle bakalım Kiwağ Köyü’nde Halefe Meşo’yu ve ailesini mağaraya doldurup neden yaktın?” Bu soru Şemun’un kafasında şimşekler çaktırdı! Demek bu cinayetin hesabını soracaklardı. Hemen kendini toparladı. Paniklemeden, korkmadan, yavaş yavaş inandırıcı bir dille cevap vermeye başladı. “Ben yakmadım.” “Kim yaktı?” 226 227 tamya Ovası, sonsuzluğa doğru dümdüz uzanıp gidiyordu. Şemun Kalitmara köylülerine ve öğrencilerine teşekkür etti. Hepsi de “Öğretmenim, biz ne yaptık ki! Asıl biz sana teşekkür ederiz!” diyerek Şemun’un gönlünü aldılar. Saygıyla ağalarla ve Şemun’la vedalaştılar, eşeklerine binerek köylerine döndüler. Karakol Kumandanı ağaları bodrumdaki loş, sidik kokan, demir kapılı nezarethaneye kapattı. Geceyi bu odada geçirdiler. Sabahleyin bir subay geldi. Gözü loş odadaki insanları doğru dürüst göremiyordu. Sert bir şekilde sordu: “Şemun Hanne Haydo nerede?” “Burada!” Subay sesi uzaktan duymuş, gözü loş ışığa alışamadığından kimin cevap verdiğini tam anlayamamıştı. Sert adımlarla yürüyerek geldi, Şemun’un yanında oturan Haco Ağa’ya çok sert bir tokat attı! “Ulan gâvuroğlu gâvur! Ulan Hıristiyan! Ulan namussuz, dinsiz, imansız! Demek Müslümanları sen öldürdün?” Tokatın sesi bodrumun taş duvarlarında yankılandı! Ağalar donup kaldılar! Haco Ağa, “Ben Şemun değilim,” demedi! Şemun da “Yanlış vurdunuz! Şemun benim!” demedi. Komutan hakaret ederek uzaklaşıp gidince, Haco Ağa, Şemun’un kolunu tuttu, “Şemun senin yiyeceğin tokatları ben yedim!” dedi gülümseyerek. 4. Diyarbakır’da yapılan ilk sorgu K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Bilmiyorum!” “Ulan nasıl bilmezsin?” “Bilmiyorum!” “Halefe Meşo’yu tanır mısın?” “Evet!” “Düşmanın mıdır?” “Hayır, dostumdur.” “Halefe Meşo Süryani midir?” “Hayır, Ezidi’dir!” “Hıristiyan mıdır?” “Hayır!” “Ya nedir?” “Ezidilerin ayrı dinleri, inançları vardır.” “Bakıyorum, bunları çok iyi biliyorsun, fakat dostunu kimin öldürdüğünü bilmiyorsun!” “Bilmiyorum!” “Ulan Şemun! Ulan gâvuroğlu gâvur! Yalan söyleme! İşte hakkında yazılı ihbar mektubu var!” “Benim dostum da vardır, düşmanım da. Bana düşman olan biri beni ihbar etmiş olabilir. Lütfen söyleyin, beni ihbar eden kimdir?” “Gizlidir! Söylemem!” “O zaman ihbar mektubunda anlatılanları, hakkımda yapılan suçlamaları söyleyiniz?” Şemun’un sorgusu uzadı da uzadı. Aslında cinayetin, katliamın aslını Şemun biliyordu. Sare Köyü yakınlarındaki Kiwağ Köyü’nde yaşayan Ezidi Lideri Halefe Meşo ile Serhano ve Çelebiyo arasında köyün vergisini toplama nedeniyle bir anlaşmazlık olmuş, bu anlaşmazlık karşılıklı düşmanlığa ve silahlı kavgaya dönüşmüştü. Şemun bu anlaşmazlıkta tarafsız kalmıştı. Bir yıl kadar önce, Çelebiyo ve Serhano silahlı adamlarıyla Kiwağ Köyü’ne saldırmış, Hale- fe Meşo ve ailesini öldürmek istemişti. Ezidiler saldırganlara silahla cevap vermişlerdi. Fakat Çelebiyo ve Serhano’nun saldırısını püskürtememiş, canlarını kurtarmak için köyün içindeki bir mağaraya sığınmışlardı. Çelebiyo ve Serhano önceden adamlarına yaptırdığı keşifte bu mağaradan haberliydi. Gittiler, mağaranın ağzını buldular, içeriye ot ve saman doldurarak ateşe verdiler. Halefe Meşo ve ailesinden 50-60 kadar Ezidi dumanla zehirlenerek feci bir şekilde ölmüştü! Ezidilerin yakılarak, dumanla zehirlenerek katledilmeleri İstanbul gazetelerine haber olmuştu. Önce bu konu üzerinde devlet yöneticileri durmamıştı. Fakat İttihat ve Terakki Hükümeti’nin kurulmasından sonra, katliam araştırılmış, bir Hıristiyan tarafından yapıldığı bir ihbar mektubu ile anlaşılmış, İçişleri Bakanı Talat Paşa, Hıristiyanlara ders olacak bir şekilde olayın faili olan Hıristiyanın cezalandırılmasını emretmişti. Emir çok yüksek makamdan geldiği için, Diyarbakır Valisi, Mardin Mutasarrıfı harekete geçmiş, ağaları tutuklamıştı. Aslında asıl amaç Şemun Hanne Haydo’nun katliam suçlusu olarak asılması idi. İhbar mektubunu yazan kişi, Temerz Köyü’nde yaşayan, Serhano’nun adamı Alike Şeyh idi. Katliamdan sonra Serhano’nun emriyle karakola giderek “Halefe Meşo ve ailesini katleden, Halefe Meşo ile aralarında düşmanlık bulunan Şemun Hanne Haydo’dur!” diye uzun bir ifade vermiş, ihbar dilekçesinin altına da imza yerine parmak basmıştı. Fakat katliam büyük olduğundan, soruşturma emri çok yüksekten geldiğinden, soruşturma genişletilmiş, katliamın gerçek suçlularıyla birlikte Şemun Hanne Haydo da tutuklanmıştı. Sorgu tam altı saat sürdü. Şemun hakkındaki iddiaları bir bir çürüttü. “Halefe Meşo ve ailesini ben öldürmedim! Be- 228 229 K e m a l Ya l ç ı n nim dinim, inancım ve vicdanım böyle katliam yapmaya, suçsuz insanları öldürmeye müsaade etmez!” dedi. Bildiği halde kimin yaptığını da söylemedi. Sorgu ifadesini okudu ve imzaladı. Sorgudan sonra onu dört ağanın yanına getirdiler ve üstünden kilitlediler. Çelebi Ağa, merakla Şemun’un elini tuttu. “Sana ne sordular? İfaden neden bu kadar uzadı?” diye sordu. “Kiwağlı Halefe Meşo ve ailesinin mağarada yakılması, dumanla zehirlenerek öldürülmesinin hesabını benden sordular.” “Eyvah! Vallahi bu adamlar hepimizi asacaklar! Şemun, sadece sen kurtulacaksın ölümden! Çünkü sen Türkçe biliyorsun, kanunları biliyorsun. Kendini savunursun. Biz kendimizi savunamayız. Elimize kalem almamışız. İmzamızı bile atamıyoruz. Sen bizi savunmazsın, çünkü...” Şemun, Çelebiyo’nun sözünü kesti: “Çelebiyo,” dedi, “Sen hiç merak etme! Ben kimseyi ihbar etmem! Ben seni ve sizleri kötülemem! Ben seni de, Serhano’yu da, Haco’yu da, Alike Batte’yi de savunurum. Hatta sizlerin tercümanlığınızı da yaparım. Artık burada aramızda düşmanlık kalmamıştır. Beşimiz de beraberiz! Çünkü birimizi asacaklarsa hepimizi de asarlar! Ya hep ya hiç!” Şemun Hanne Haydo Harput 1902. Yukarı Mahalle Surp Hagop Kilisesi ve Fırat Koleji Binaları (Kaynak: Harvard University Houghton Libary) 1900’lerde Mardin, Diyarbakır ve Harput Hıristiyanların yoğun olarak yaşadığı önemli ticaret, kültür merkezleriydi. Mardin’de, Diyarbakır’da, Harput’ta ticari, ekonomik ve kültürel hayat Ermenilerin ve Süryanilerin elindeydi. Diyarbakır Osmanlı İmparatorluğu içinde Ermenilerin çok olduğu önemli şehirlerden biriydi. Ermenilerden başka Süryaniler, Yahudiler, Keldaniler nüfusun önemli bir kısmını meydana getiriyorlardı. Harput nüfusunun büyük çoğunluğu Ermeni idi. Osmanlı İmparatorluğu içinde nüfusunun çoğunluğunu Ermenilerin oluşturduğu altı vilayet vardı. Bunlara “Vilayet-i Sitte” deniyordu. Erzurum, Sivas, Van, Bitlis, Mamüretü’l Aziz (Harput, Elâzığ, Muş) ve Diyarbakır Vilayetleri 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması’na göre Ermenilerin çoğunlukta olduğu vilayetler olarak kabul edilmiş ve buralara Rusya’nın garantörlüğünde özel statü getirilmişti. Harput çok önemli bir ticaret ve kültür merkeziydi. Burada pazarlanan mallar Avrupa’ya ve Amerika’ya gönderilirdi. Bu nedenle Harput ile Amerika arasında ticari ve kültürel ilişkiler yoğundu. Harput’ta önemli bir Amerikan Koleji vardı. Harputlular 1890’lardan itibaren Amerika’ya gidip 230 231 5. Harput Cezaevi’nde hayat K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 6. Ağaların tutuklanmasından sonra Turabdin gelmeye, çocuklarını Amerika’da okutmaya başlamışlardı. Harput aynı zamanda hapishanesiyle de ünlüydü. Ağır suçlular genellikle Harput Cezaevi’ne gönderilirdi. Turabdin’in beş önemli ağası, Diyarbakır’da yapılan ilk sorgularından sonra tutuklanarak Harput Cezaevi’ne gönderilmişti. Ağaları aynı koğuşa vermişlerdi. Bir zamanların kanlı bıçaklı düşman ağaları artık aynı koğuşta yatıp kalkıyorlardı. Ağalardan sadece Şemun Hanne Haydo iyi bir eğitim görmüştü. Diğer dört ağa okul yüzü görmemişti. Bu nedenle, Şemun diğer ağaların hem tercümanı, hem dava vekili, hem sekreterleri haline gelmişti. Hepsinin dava dosyalarını okuyor, çeviriyor, itiraz dilekçelerini yazıyordu. Ayrıca ağaların özel mektuplarını yazıyor, gelen mektuplarını okuyordu. Bu nedenlerle Çelebiyo, Serhano, Haco ve Alike Batte ister istemez Şemun’a muhtaç hale gelmişlerdi. Hapishane şartları onları kader ortakları haline getirmişti. Melke Hanne Haydo, ağabeyinin tutuklanmasından sonra Basibrin ve Sare’deki liderlik işini Gülo dbe Gawro ile beraber üstlendi. Melke ağabeyine göre daha heyecanlı, daha ataktı. Şemun’un onu eleştirmesinin üstünden 14 yıl geçmişti. Bu 14 yıl içinde liderliği de, savaşmasını da, insanları yönetmesini de öğrenmişti. Hayat onu erkenden olgunlaştırmıştı. Melke ağabeyi Sare’de yaşarken vereceği kararları, yapacağı önemli işleri ona sorardı. Onun Harput Cezaevi’ne kapatılmasından sonra artık kararları kendi başına almak, köy işlerini kendisi yönetmek zorunda kaldı. Gewriye amcası çok yaşlanmıştı. Buna rağmen Melke’ye yardımcı olmaya çalışıyordu. Şemun Hanne Haydo’nun tutuklanmasından itibaren onun her türlü ihtiyacını karşılamaya çalışıyordu. Mardin’e gitmiş, kolejli arkadaşlarından dava vekilliği yapan biriyle konuşmuş, ne yapması gerektiğini sormuştu. Arkadaşı, “Benim Harput’taki davayı takip etmem zor olur. En iyisi orada çalışan güvendiğim bir dava vekili arkadaşıma bu işi verelim, o daha iyi takip eder,” demişti. Melke, Mardin’den sonra tedbirli davranarak Harput’a gitmedi. Güvendiği bir adamını gönderiyordu. Ağabeyinin tavsiyelerine uyuyor, mümkün olduğunca ağabeyinin dediklerine göre hareket ediyordu. Fakat olayların akışı hızlanınca kendi başına kararlar alıyor ya da Muhtar Gülo dbe Gawro ile görüşerek ortak kararlar almaya dikkat ediyordu. Bu dönemde Çelebiyo ve Serhano, Şemun Hanne Haydo ile dost olduklarından, aynı koğuşta yattıklarından Sare ve Basibrin’de can, mal, namus güvenliği eskisine göre daha iyi idi. Müslüman-Kürt aşiretlerden, özellikle Çelebiyo ve Serhano aşiretlerinden saldırı beklemiyorlardı. Fakat 1914 232 233 Harput 1902. Amerikan Misyonu’na ait binalar, 1902 (Maria Jakobsen Koleksiyonu’ndan alınmıştır.) K e m a l Ya l ç ı n yılı başından itibaren yeni bir felaketin ayak sesleri duyulmaya başlamıştı. Şemun Hanne Haydo’nun dedikleri bir bir çıkıyordu. Siyasi gelişmeler kanlı bir Müslüman-Hıristiyan çatışmasına doğru hızla ilerliyordu. Melke siyasi durumu değerlendirdi. Muhtemel bir Müslüman-Hıristiyan çatışmasının geçmişteki çatışmalardan çok daha kanlı olacağı, Hıristiyanların var olma, yok olma savaşıyla karşı karşıya kalacağı sonucuna vardı. Böyle bir savaşa hazırlanmak, milletini böyle bir savaşa hazırlamak ve savaş çıktığında bu savaşı yönetmek çok ağır bir görevdi. Melke gerçekçi bir insandı. “Bu ağır görevi tek başıma yapamam, ancak güvendiğim arkadaşlarla beraber bu görevi başarabilirim,” sonucuna vardı. Basibrin ve Sare’deki en güvendiği Süryaniler arasından dokuz kişilik bir savaş ve direniş merkezi oluşturdu. Bu dokuz kişi şunlardı: 1- Ğozar dbe Kaşo Sawme /Yusuf dbe Kaso Sawme 2- Hanno dbe Saido 3- Gülo dbe Gawro 4- Gawriko dbe Elyas 5- Hanno dbe Rimmo 6- Gawriye dbe Muré 7- Yuhanun dbe Sodeko 8- Behno dbe Rubé 9- Gewriye dbe Denho Bu dokuz kişi bir araya gelerek Melke Hanne Haydo’yu lider seçtiler. Müslümanların muhtemel bir saldırısına karşı kanlarının son damlasına kadar direnmek için İncil’e el basarak ant içtiler. Çalışmalarını mümkün olduğunca gizli yapıyor, Sarelileri ve Basibrinlileri Müslümanların muhtemel saldırılarına karşı hazırlıyorlardı. 234 SEKİZİNCİ BÖLÜM Seyfo Öncesi 1. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girişi Avrupa devletleri arasındaki çelişkiler, dünyanın yeni bir savaşa doğru hızla gitmekte olduğunu gösteriyordu. Osmanlı İmparatorluğu İttihat ve Terakki Hükümeti’nin başındaki Enver-Talat-Cemal üçlüsü tarafından Almanya’nın yanında savaşa sokulmak üzereydi. Enver-Talat-Cemal üçlüsü, 1878 Berlin Antlaşması’ndan beri Osmanlı İmparatorluğu’nun başını ağrıtan “Vilayet-i Sitte” meselesinin, yani o günlerde sık kullanılan deyimiyle “Ermeni Meselesi”nin kesin çözümünün Almanya’nın yanında savaşa girmekle mümkün olacağını düşünüyorlardı. Hâlbuki Osmanlı İmparatorluğu Balkan Harplerinden büyük yenilgiyle, büyük toprak kayıplarıyla çıkmış henüz kendisini toparlayamamış, ordusunu düzene sokamamıştı. Enver Paşa tam bir Alman işbirlikçisi olarak siyaset yapıyordu. 1913 yılında bir darbeyle iktidarı ele geçirmiş olan İttihat ve Terakki Partisi’nin başındaki Harbiye Nazırı Enver Paşa Almanya ile birlikte savaşa girmek istiyordu. Bu nedenle Enver Paşa Osmanlı Hükümeti’ne ve Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na bilgi vermeden 2 Ağustos 1914 tarihinde, İstanbul’da, Alman Büyükelçisi Baron von Wangenheim ile gizli bir ittifak antlaşması imzaladı. Bu gizli antlaşmadan Padi237 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo şahın, Osmanlı Meclisi’nin, Bakanlar Kurulu’nun ve halkın hiç haberi yoktu. Başbakan Sait Halim Paşa, Savunma Bakanı Enver’in imzaladığı gizli anlaşmayı öğrendiği zaman Almanya’dan bazı tavizler koparmayı denedi. 2 Ağustos 1914 tarihinden sonra Osmanlı İmparatorluğu savaşa giden yolda ilk adımı attı ve genel seferberlik ilan etti. Belli yaş gruplarından tüm erkekler silah altına alınmaya başlandı. Silah altına alınan askerler dinlerine göre ayrı birliklere yerleştiriliyordu. 20-45 yaş arasındaki Hıristiyan erkekler düzenli orduya alınmıştı. 15-20 ve 45-60 yaş arasındaki Hıristiyan erkekler amele taburlarına alınmış, silah verilmemişti. Bu gruptaki erkekler yük taşımada kullanılacaktı. Midyat’ta olduğu gibi birçok yerde seferberlik sırasında askere alınan Hıristiyanlar kaçmasınlar diye gruplar halinde zincire vurularak yola çıkarılmışlardı. Böyle bir durum ilk kez görülüyordu. Halk zincirlenerek askere alınanların bir daha geri dönemeyeceklerini düşünerek büyük korkuya kapılmıştı. Amele taburları sadece yük taşımada değil, siper kazmada, yol inşaatında, tarım alanında da çalıştırılıyordu. Kısa bir süre sonra amele taburlarındaki şartların çok kötü olduğu, hayvanların bile çıkamayacağı dağlara, bayırlara ölümüne zorlanarak yük taşıttırıldığı hızla kulaktan kulağa yayılıyordu. Birinci Dünya Savaşı’na girme kararı almış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun savaş planları 1914 Ağustos ayında Berlin’de, Alman Genelkurmay Başkanlığı’nda hazırlandı. İngiltere, Fransa ve Rusya Enver Paşa’nın imzaladığı gizli antlaşmadan haberdar olmuşlar ve Ortadoğu’da çıkabilecek bir savaş için hızla savaş planları hazırlamaya başlamışlardı. Aynı günlerde Enver Paşa, Osmanlı Hükümet üyelerine bile haber vermeden Alman askeri danışmanlarla birlikte, Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmesini sağlamak için Rusya’ya karşı kışkırtma faaliyetlerini başlattılar. Doğu’da İran sınır bölgelerindeki Nasturi köylerinde katliamlara başladılar. Alman Genelkurmayı’nda hazırlanan Osmanlı Devleti’nin savaş planları tamamlanmış, onaylanarak Osmanlı Genelkurmayı’na ulaştırılmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girmesi için gün sayılıyordu. 238 239 Osmanlı Ordusu’nun bütün kademelerinde ve bütün cephelerinde Alman General ve subayları görev alacak, Osmanlı Ordusu’ndaki bütün kararlar ve emirler Almanca ve Türkçe olacaktı. Artık kılıç çekilmişti! Bir yanda Almanya, Osmanlı İmparatorluğu ve Avusturya/Macaristan İmparatorluğu; diğer yanda ise İngiltere, Fransa ve Rusya yerlerini almıştı. Enver Paşa siyasi amaçlarına ulaşmak için olağan askeri emir komuta dışında, gizli operasyonları, özel görev kuvvetlerini ve ölüm mangalarını kullanıyordu. Bu amaçla Balkan Harbi’nden önce Teşkilât-ı Mahsusa adlı gizli bir örgüt kurmuştu. Bu örgütü hem cephe gerisinde misilleme, sabotaj, kışkırtma yapmak için hem de parti içindeki ve dışındaki politik muhaliflerine karşı kullandı. Teşkilât-ı Mahsusa, 15 Ekim 1911’de resmi bir devlet organına dönüştürülmüştü. Teşkilât-ı Mahsusa ajanları, istihbarat subayları, casuslar, sabotajcılar ve kiralık katillerden meydana geliyordu. Anadolu’daki Teşkilât-ı Mahsusa, merkezi Erzurum’da olan Üçüncü Ordu’nun emir komutasına verilmişti. Teşkilât-ı Mahsusa’nın çekirdek kadrosunu meydana getirenler arasında, doğrudan Enver Paşa’dan emir alan Çerkez Ömer Naci de vardı. 1914 Ekim ayı sonunda, Almanya’nın Akdeniz Filosu’na K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo ait Goeben ve Brestlau adlı iki zırhlısı İngiliz ve Fransız savaş gemileri tarafından sıkıştırılmıştı. Alman zırhlıları Çanakkale’de Osmanlılara sığınarak kurtulabilmişlerdi. İngiltere ve Fransa, Alman savaş gemilerinin kendilerine verilmesi için Osmanlı Devleti’ne ültimatom verdiler. Osmanlı Hükümeti derhal iki Alman zırhlısının isimlerini Türkçeleştirdi. Birine Yavuz, diğerine de Midilli adını verdi, gönderlerine de Osmanlı Bayrağı çekti. “Gemileri satın aldım. Gemiler benimdir!” açıklamasını yaptı. Yavuz ve Midilli içindeki Alman mürettebatla Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından Karadeniz’e geçtiler. Rusya’nın Odesa ve bazı Kırım limanlarını top ateşine tuttular. Bu açık kışkırtma üzerine Rusya, 2 Kasım 1914 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaş ilan etti. Böylece Osmanlı İmparatorluğu oldubittiyle kendini savaş içinde buldu. Osmanlı Padişahı V. Mehmet Reşat, Halife sıfatıyla 2 Kasım 1914 tarihinde İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı Cihad ilan etti ve tüm Müslümanları, özellikle Osmanlı İmparatorluğu dışındaki İran ve diğer ülkelerdeki Müslümanları, din uğruna ortak savaşa çağırdı. V. Mehmet Reşat’ın Cihad ilanı, iki gün sonra, 4 Kasım 1914’de Şeyhülislam Hayri Efendi (Ürgüplü) tarafından yayınlanan bir fetva ile onaylandı. Cihad ilanı ve fetva hükümet binalarına hemen asıldı. Artık din uğruna savaşmak, Hıristiyanları öldürmek sevaptı! Cihad ile İngiliz sömürgelerindeki Müslümanların ayaklandırılması da amaçlanıyordu. Fakat Cihad çağrısı, İran’da Sünni Kürt aşiretleri dışında, Şii Müslümanlar arasında hemen hemen hiç yankı bulmadı. Bunun üzerine, Necef ve Kerbela’da yaşayan büyük Şii liderler bir Cihad fetvası yayınlayarak İran’daki Şiileri Rusya’ya karşı savaşa çağırdılar. Cennete gitmek hayalindeki Müslümanlar tarafından Şeyhülislam Hayri Efendi’nin Cihad-ı Ekber Fetvasına dayanarak binlerce, yüz binlerce Hıristiyan katledildi. Cihad-ı Ekber Fetvası olmasa, bu fetva ile kandırılmış binlerce Müslüman katil olmaz, yıllarca beraber yaşadığı Hıristiyan komşusunun kanını belki bu kadar iştahla içmezdi! 240 241 Camilerde Cihat-ı Ekber okunuyor, gezginci hocalar cami cami, köy köy dolaşarak Müslümanları Hıristiyanlara karşı kışkırtıyordu. Turabdin’deki camilere özel propagandacı hocalar Diyarbakır’dan gönderiliyordu. Hocalardan başka İttihat ve Terakki Cemiyeti Diyarbakır Mebusları ve Teşkilat-ı Mahsusa elemanları da Turabdin’deki köyleri, kentleri dolaşıyor, aşiret reisleriyle görüşüyor, “Padişahımız ferman verdi. Hıristiyanları öldürün, malı mülkü sizin olacak!” diyordu. Dr. Reşit Karasi Mutasarrıflığı’ndan sonra, Talât Paşa’nın özel himayesi altında, kariyerinde hızla yükselmeye başladı. 1914 Ağustos ayı ortasında Diyarbakır’a vali olarak tayin edildi. Diyarbakır’da göreve başladığından bir hafta sonra, Diyarbakır eski çarşısında büyük bir yangın çıktı. Ermenilere, Süryanilere, Keldanilere ait dükkânlar, depolar üç gün üç gece yandı. Bu çarşı yirmi yıl önce, 1895’te de kundaklanarak yakılmıştı. Fakat bu kez, Komiser Mehmet Memduh emriyle kimse yangını söndürmeye yanaştırılmadı ve esnafın yangından mallarını kurtarmaları engellendi. Yangında 1578 dükkân ve depo yanmış, kül olmuştu. Yangında kundaklama ihtimali yüksekti. Dükkânları yananlar ellerindeki kanıtlarla İstanbul Hükümeti’ne şikâyette bulundular. Merkezi hükümet göreve başladığından bir ay sonra Vali Dr. Reşit’i görevden aldı, Basra’ya tayin etti. Diyarbakır’daki görevini kısa sürede tamamlamıştı! Polis Komiseri Mehmet Memduh da Adana’ya gönderildi. K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Dr. Reşit 28 Mart 1915 günü, yanında jandarma komutanları Rüştü ve Şakir, Vilâyet Sekreteri Bedri Bey ve elliden fazla jandarma eriyle birlikte Diyarbakır’a geldi. Pirinççizâde Feyzi Bey ve Diyarbakır’ın ileri gelenleri tarafından karşılandı. Jandarma erleri arasında şahsen Dr. Reşit’e bağlı olan Çerkez Harun ve çetesi de bulunuyordu. Dr. Reşit Diyarbakır çarşısını yaktırmış olmanın övüncü ve ödüllendirilmesiyle güçlenerek geri gelmişti. Diyarbakır’dan sonra tayin olduğu yerde de yangın çıkarmaya devam edecekti. Dr. Reşit 1916 yılında Ankara Valisi olduktan bir hafta sonra da Ankara Ermeni Mahallesi yakılıp kül edilecekti! Adana’ya gönderilmiş olan Polis Komiseri Mehmet Memduh da, Diyarbakır’a terfi ettirilerek getirildi, Diyarbakır Emniyet Müdürü yapıldı. Vali Dr. Reşit emirleri doğrudan Tâlat Paşa’dan alıyordu. Vilâyet Sarayı’ndan İstanbul’daki Dâhiliye Nezareti’ne doğrudan telgraf hattı çekilmişti. Dr. Reşit Diyarbakır Vilâyeti’ne tehcir emri gelmeden önce, 1915 Nisan ayından itibaren Hıristiyanlara karşı faaliyetlere ve örgütlemelere başlamıştı. İlk adım olarak “Ermeni Sorununu Araştırma Komitesi” adlı bir merkez kurdu. Bu komitede Diyarbakır mebusları, Müslüman tüccarlar, din adamları, çeşitli kademelerden devlet memuru ve idarecileri olmak üzere 30 kişi bulunuyordu. Komitenin en etkin üyeleri şunlardı: Albay Cemilpaşazâde Mustafa Nüzhed Bey, Diyarbakır Mebusu Pirinççizâde Feyzi Bey, Vilâyet Mektupçusu İbrahim Bedri, Jandarma Komutanı Binbaşı Rüştü, İttihat ve Terakki Katib-i Mes’ulü Yasinzâde Şevki (Ekinci) ve kardeşi Yasinzâde Cındo (Ekinci) Beyler, Milli Müdafaa Cemiyeti Başkanı Veli Necdet, Polis Müdürü Memduh, Milis Komutanı Şevki ve Müftüzâde Şeref (Uluğ). Diyarbakır katliamını uygulayacak takım artık kurulmuştu. Katliamı örgütleyip uygulayacak İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne (İTC) ve doğrudan Talât Paşa’ya bağlı çekirdek tamamlanmıştı. Sıra bu çekirdeğin emirlerini gözünü kırpmadan yerine getirecek, vur deyince öldürecek, ölüm mangalarını örgütlemeye geldi. Vali Reşit zaten bu konuda çok tecrübeliydi. Diyarbakır Vilâyeti ve Turabdin’deki Süryanileri, Ermenileri, Keldanileri, kısaca Hıristiyanları katletmek için her biri gönüllü 50 Müslümandan oluşan “Milis Alayları” dediği ölüm mangaları kurdu. Bu ölüm mangaları 50 kişiden meydana geldiğinden halk onlara Arapça olarak “El-Hamsin” diyordu. El-Hamsin katillerinin özel üniformaları vardı. Kırmızı pazıbentler takıyorlardı. El-Hamsin komutanlarına subay rütbeleri verildi. Diyarbakır Vilâyeti’nin milis şefi Mustafa Bey’di. Her ölüm mangası, belli bir yerden sorumluydu. Bir Mıhellemi olan Teğmen Refik Nizamettin Kaddur Bey, Turabdin’in güneyindeki, Nusaybin bölgesinden sorumluydu. Mardin ve çevresindeki ölüm mangasını Bitlisli Kürt Nuri yönetiyordu. Cizre’deki ölüm mangasının başında Mardinli Mıhellemi Ahmet Nazo vardı. 242 243 Dr. Reşit 1914 Kasım ayı sonuna kadar Basra’da çalıştı. Burada, aralarında selefinin de bulunduğu bazı üst düzey devlet görevlilerinin öldürülmesini planlayıp uygulatmıştı. Bu cinayetlerden sonra 24 Kasım 1914’de Bağdat’a geçici vali olarak atanmıştı. Dr. Reşit 10 Ocak 1915 ile 25 Şubat 1915 tarihleri arasında Musul Valiliği yapmıştı. Devamlı olarak görev yeri değiştiriliyordu. Üstlendiği özel görevler biter bitmez başka bir yere tayin ediliyordu. Irak’ta görev yaparken Çerkez gönüllülerden özel bir çete kurmuştu. Gizli cinayetlerde bunları kullanıyordu. K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Van’da Ermenilerin isyanı 13 Nisan 1915 tarihinde başlamıştı. İstanbul’daki Ermeni aydınlarının toplanıp sürgüne gönderilmesi 24-25 Nisan 1915 günlerinde gerçekleşmişti. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yok etme, soyunu kurutma, ocaklarını söndürme planı adım adım uygulanmaya başlanmıştı. Tehcir kafilelerinden ölüm haberleri geliyordu. Diyarbakır’daki Müslüman ileri gelenleri, askeri ve sivil memurlar, ittihatçıların sorumluları yok etme planını görüşmek üzere, Pirinççizâde Feyzi’nin başkanlığında bir camide toplanmışlardı. Toplantı üç gün sürdü. Ermenileri, Süryanileri yok etme planları hazırlandı. Müftü İbrahim ve Kadı Necip, genç Ermeni kadın ve çocuklarının öldürülmesi taraftarı değildi. Müftü ve Kadı, on iki yaş altındaki Hıristiyan çocuklarının Müslümanlığa döndürülmesini amaçlıyorlardı. Bu karar Dr. Reşit, Kürt Beyleri, Pirinççizâde Feyzi ve arkadaşları tarafından “Ermenilerin kitle halinde imha edilmesi, sadece kadınların ayrı tutulması,” biçiminde karara bağlanmıştı. Camide yapılan toplantıda Diyarbakır Emniyet Müdürü Mehmet Memduh’un katliamı planlayıp yönetmesi için Mardin’e gönderilmesine karar verildi. Böylece 1895 yılında yapılan katliamlarda ortaya çıkan sorunlar önlenmiş olacaktı. 1895 yılında katiller Hıristiyanları, Ermenileri, Süryanileri evlerinde öldürmüşlerdi. Bu yöntem uygulamada bazı zorluklar çıkarmıştı. Bu zorlukları önlemek için İttihat ve Terakki sorumluları, tehcir yöntemini uygulamaya başladılar. Yok etme planı beş aşamalı olacaktı: Arama Tutuklama İşkence Tehcir İnfaz Diyarbakır Müftüsü İbrahim, Ermenilerin Müslümanlaşmalarını istiyordu. Ermeni ailelere dinlerinden vazgeçip yaşamlarını kurtarmaları önerildi. Böylece 350 Gregoryan Ermeni aile, 25 Ermeni Katolik ve 12 Keldani aile Müslüman oldu. Müftü İbrahim, Müslüman olarak hayatta kalabilen her aileden dört beş bin altın lira alıyordu. Müslüman olmanın bedeli her geçen gün, ölüm yaklaştıkça artıyordu. Bu miktar zamanla 20.000 ile 24.000 altın liraya kadar yükseldi. Bu yolla Müftü İbrahim çok para kazanmıştı. Fakat Diyarbakır’ın Türk ileri gelen sorumluları, Müslümanlığa dönen Ermenilerin de tehcir edilmelerini emrettiler. Bir gecede “dönme aileler” toplandı, Diyarbakır dışına götürülerek katledildi! 1-3 yaş arasındaki 400 kadar çocuk Protestan okulunda toplandı ve Dr. Reşit’in emriyle acımasızca, insanı insan olduğuna utandıran yöntemlerle öldürüldü. Seyfoya giden ilk adımlar, Diyarbakır’da 1915 Nisan ayı ortalarında, Hıristiyan ev, işyeri, kilise, okul ve her yerlerinde asker kaçağı aramakla başladı. Seferberlik başladığında bazı Hıristiyan gençleri amele taburlarında çalışmaya gitmemiş, saklanmışlardı. 16 Nisan 1915, Cuma günü, 244 245 El-Hamsin çeteleri, bazen Kürt aşiretlerinden gönüllülerle birleşerek katliam yapıyorlardı. Ölüm çeteleri bütün bölgede örgütlenmişlerdi ve emirleri doğrudan Vali Reşit’ten alıyorlardı. Der-zor ve Suriye çöllerine giden Ermeni tehcir kafileleri Diyarbakır Vilayeti içinden geçiyordu. El-Hamsin Ölüm Mangaları bu kafileleri yok etme işinde de kullanılmıştı! 2. Seyfo vakti gelmiş, kılıç çekilmişti! K e m a l Ya l ç ı n 1915 öncesi Diyarbakır’dan görünüş (Kaynak: 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler, Orlando Carlo Columeno Koleksiyonu’ndan Kartpostallar, Birzamanlar Yayıncılık, İstanbul, 2005) Diyarbakır Ermenilerinin oturduğu Hançepek Mahallesi askerler tarafından sarıldı. Mahallenin kapıları kapatıldı. Askerler her yerde silah ve asker kaçağı arıyordu. Bir gün süren aramalarda 300 asker kaçağı ve birçok silah yakalanmıştı. 300 genç askerlik şubesine teslim edilmedi, tutuklanarak İçkale’deki hapishaneye kapatıldı. Tellal ise, “Toplanan tüm silahların tekrar sahiplerine verileceğini,” bağıra bağıra duyuruyordu! Diyarbakır’daki bu ev aramaları, Van’daki Ermeni Mahallesi’nin bombalanması, İstanbul’da Ermeni aydınlarının tutuklanmasıyla aynı günlerde gerçekleşmişti. Silah ve asker kaçağı aramaları durmadan, çevre sancaklara, kazalara kadar yayılarak devam ediyor, bulunan ya da bulunduğu 246 Şemun Hanne Haydo iddia edilen silahlar sergilenip, gazetelerde fotoğrafları yayınlanıyordu. Böylece Ermenilere, Süryanilere, Keldanilere ve tüm Hıristiyanlara karşı kin, intikam ve nefret körükleniyordu. Ermeni Mahallesi’nin aranması, silahların toplanması ve Müslümanlar arasında kin ve nefretin körüklenmesinin günlük olaylar haline gelmesinden sonra, Gregoryanlar, Katolikler ve Protestanlar dâhil olmak üzere tüm Ermeni mezheplerinin dini ve laik liderleri bir araya geldiler. Durum değerlendirmesi yaptılar. Ne yapacaklarını, silahların toplanmasından sonra, muhtemel bir saldırıya, 18951896’da olduğu gibi bir katliama karşı canlarını, mallarını nasıl koruyabileceklerini tartıştılar. Silahlı bir direniş örgütleme olanaklarını değerlendirdiler. Bir grup “Ne pahasına olursa olsun direnelim!” diyordu. Bir grup buna karşı çıkıyor, “Elimizdeki üç beş silahla direnemeyiz!” diyordu. Bu toplantı hiçbir ortak karar alınamadan sona ermişti. Vali Dr. Reşit olup bitenleri yakından izliyordu. Ermenilerin kendi aralarında yaptıkları toplantıda anlaşamadıklarını öğrendikten sonra, Ermenilerin önde gelen şahsiyetlerinin tek tek tutuklanmaları başladı. Vali Reşit, gelişmeleri Talât’a bildiriyordu. Bir ay içinde, çoğunluğu Ermeni olmak üzere, Süryani Katolik, Keldani toplam 1600 varlıklı, saygın, lider konumunda Hıristiyan tutuklanıp hapsedilmişti. Bu insanların hiçbiri mahkeme önüne çıkarılmamış, ifadeleri işkence altında alınmış, bazıları ölmüş ya da öldürülmüştü. Hepsi de Müslüman olmaya zorlanmıştı. Müslümanlığı seçip tövbe edenlerin affedilecekleri söylenmişti. Birçok varlıklı aileden, tutuklanan yakınlarının serbest bırakılması için rüşvet alınmıştı. 247 K e m a l Ya l ç ı n 3. Ne yapacağız? Şemun Hanne Haydo Ölüm adım adım Süryanilerin üstüne doğru geliyordu. Ne yapılabilirdi? Turabdin’deki Süryaniler köy köy, aşiret aşiret bu soruya cevap aramaya başlamıştı. Şemun Hanne Haydo 1913 yılında, hapse girmeden önce Müslümanların Hıristiyanlara saldıracağını, çok büyük katliam yapacaklarını tahmin etmiş, Süryanileri birleştirebilmek için Arbo’ya gitmişti. Melke Hanne Haydo liderliğindeki sekiz kişilik Direniş Merkezi, Sare ve Basibrin’deki liderleri, aile temsilcilerini Basibrin’de yapacakları bir toplantıya çağırdı. Toplantıya 40 kişi katıldı. Şemun’un tahminleri doğru çıkmıştı. Onun başlattığı birlik görüşmelerini sürdürmek ve Süryanilerin birliğini sağlamak hayati bir mesele idi. Melke siyasi durumu, çevreden gelen haberleri, Müslüman dostlarından aldıkları bilgileri anlattı. Toplantıda bulunanlar da görüşlerini, düşüncelerini dile getirdiler. “Müslümanlar yakın bir zamanda Osmanlı askerleriyle birlikte Süryanilere saldıracak ve katliam yapacak!” görüşünde birleştiler. Melke sordu: “Ne yapacağız? Ne yapmalıyız?” Dediler: “Önce sen fikrini, önerini söyle!” Melke başladı konuşmaya: “Müslümanların saldırısına karşı tüm güçlerimizi birleştirmeliyiz. Tüm gücümüzle hazırlanmalıyız. Biz Sare’yi ve Basibrin’i ayrı ayrı, kendi başımıza savunamayız. Bu nedenle Sare’yi geçici olarak boşaltalım, Basibrin’e gelelim. Basibrin savunmaya daha elverişlidir. Basibrin’i hep birlikte savunalım. Aynı şekilde, çevre köylerdeki Süryaniler de, Müslüman aşiretlerle birlikte yaşayan Süryaniler de Basibrin’e gelsinler. Ancak birlik olursak, hep birlikte direnirsek hayatımızı kurtarabiliriz! Benim düşünceme göre başka çaremiz yoktur!” Toplantıya katılanlar Melke’nin önerisini kabul ettiler. Sekiz kişilik Basibrin-Sare Direniş Merkezi’nde yer alan Ğozar dbe Kaşo Sawme ve Hanno dbe Saido ve Basibrin Muhtarı Gülo söz aldılar ve görüşlerini dile getirdiler: “Savaş ancak iyi bir kumandanla kazanılabilir. Melke sen 14 yıldan beri Şemun ile beraber savaştın, kahramanlığını, cesaretini ispatladın. Sen bizim kumandanımız, liderimiz ol! Seninle birlikte karar alacak, savaşı yönetecek bir heyet seçelim. Kararları bu heyet alsın, fakat emir bir kişinin ağzından, sadece senin ağzından çıksın!” dediler. Toplantıya katılan 40 kişi, oybirliğiyle Melke Hanne Haydo’yu tek lider olarak seçtiler. Melke, “Bana şerefli, zor bir görev verdiniz! Sağ olun!” dedi. Gewriye söz aldı: “Birlik ve beraberliğimizi sağlamak, Melke’nin kararlarına ve emirlerine uymak ve hayatımızı korumak için kanımızın son damlasına kadar savaşmak için İncil’e el basarak söz vereceğiz!” Gewriye’nin önerisini oybirliği ile kabul ettiler. Basibrin ve Sare’yi temsil eden 40 kişi Gewriye’nin önünde İncil’e el basarak söz verdiler. Bu 40 kişi, Basibrin’i savunmayı ve direnişi yönetecekti. Bu 40 kişi Direniş Komitesi olarak görev yapacaktı. Bu toplantıda Basibrin’de savunmaya en uygun yer olan Mor Dodo Kilisesi’ni direniş merkezi haline getirmeyi ve Melke’nin ailesiyle birlikte burada kalmasını kararlaştırdılar. 248 249 K e m a l Ya l ç ı n 4. Melke’nin aklından geçenler ve durum değerlendirmesi Melke yaklaşık 1300 yıllarından beri Sare ve Basibrin Bölgesi’nde yaşayan Şemun soyundan geliyordu. Şemun soyu savaşkan, Süryanilerin güvenini kazanmış; adil, adaletli, vicdanlı liderlik yapmış insanlar çıkarmış olan bir soydu. Melke, Ağabeyi Şemun Hanne Haydo hapse atıldıktan sonra aşiretinin liderliğini üstlenmişti. Melke 1914 yılında seferberlik ilan edilmesinden, özellikle Diyarbakır Çarşısı’nın 1914 yılı Ağustos ayında yakılmasından sonra yeni bir katliamın yaklaşmakta olduğunu, bu katliamın 1895 Diyarbakır Çarşısı yangınından sonra meydana gelmiş olan katliamdan çok daha tehlikeli ve çok daha kanlı olacağını düşünüyordu. Çünkü 1895 yılından farklı olarak Osmanlı İmparatorluğu Almanya’nın yanında Dünya savaşına katılmıştı. Padişah seferberlik ilan etmişti. Şeyhülislam Hıristiyanlara karşı Cihat-ı Ekber fetvası yayınlamıştı. Melke Mardin Amerikan Koleji’nde okurken Seferberliğin, Cihat-ı Ekber’in ne olduğunu okumuş, sonuçlarının Hıristiyanları toptan yok etmeye kadar varabileceğini öğrenmişti. 18951896 yıllarında esas hedef olarak Ermeniler gösterilmiş olmasına rağmen binlerce Süryani de öldürülmüştü. İstanbul’dan gelen haberlere göre Osmanlı Padişahı Ermenileri katletmek için bir ferman vermişti. 1895-1896’da da Padişah Ermenileri katletmek için ferman vermiş, fakat katliam başlayınca “Hıristiyan Hıristiyandır! Soğan soğandır, ha beyaz, ha kırmızı olmuş fark etmez!” denmişti. Kırmızı soğan Ermeni, beyaz soğan Süryani demekti! 1914’de Cihat-ı Ekber ilan edildikten sonra, Seyfo başlayınca Ermeni-Süryani ayrımı yapılmayacak, orman yangını gibi her 250 Şemun Hanne Haydo şeyi yakacak, Süryanilerin soyunu kurutacak, ocaklarını söndürecekti. Bir halkın, bir milletin direniş lideri, komutanı seçilmek büyük bir şerefti. Fakat bu şerefli görevi başarıyla yürütebilmek çok zordu. Melke Süryanilere ve kendi gücüne, yeteneklerine güveniyordu. Muhtemel bir Müslüman saldırısını başarıyla püskürtebileceklerine tüm kalbiyle inanıyordu. Bu nedenle liderliği kabul etmişti. Henüz 35-36 yaşındaydı. Evliydi. Karısının adı Meryem’di. Atiya ve Seyde adlarında iki kızı ve Yawse adında bir oğlu vardı. 5. Seyfo öncesi Saruhano ile görüşme Serhano Ağa hapse girdikten sonra yerine oğlu Saruhano geçti. Saruhano, babasının isteği üzerine Melke ile görüşmeye geldi. Birlikte yaklaşan tehlikeyi görüştüler. Saruhano “Melke!” dedi, “Durum çok kötüdür. Osmanlı askerleri Süryanilere saldıracaktır. Ben aşiretimle sizi korumak ve size yardım etmek isterim.” Melke, Saruhano’ya çok teşekkür ettikten sonra şunları söyledi: “Yardım teklifin beni çok memnun etti. Gerekirse senden yardım isterim. Şimdilik biz kendimizi koruyabiliriz. Sen aşiretiniz içindeki Süryanileri koru! Bu bizim için daha önemlidir. Biz kendi aramızda karar aldık. Sare’yi geçici olarak boşaltıp Basibrin’e gideceğiz. Çevre köylerdeki Süryaniler de Basibrin’e gelecek. Müslümanlardan gelecek saldırılara hep birlikte karşı koyacağız.” Saruhano, “Doğru bir karar almışsınız,” dedi “Ne ihtiyacınız olursa bana söyle. Sizleri korumak benim boynumun borcudur.” 251 K e m a l Ya l ç ı n 6. Mezopotamya ve Turabdin’de MüslümanHıristiyan ilişkilerinin özellikleri Süryaniler tarihlerinin en zor zamanlarını M.S. 7. yüz yılda Müslümanlık ortaya çıktıktan sonra yaşamışlardı. Müslümanlar zayıf oldukları zamanlarda Süryanilerle barış yapmış, güçlenince Süryanilere saldırmış, mallarını, mülklerini, kadınlarını, kızlarını almış, ya da almak istemişlerdi. Müslümanların arasında “Köprüden geçinceye kadar ayıya dayı diyeceksin, geçtikten sonra ayıyı ayı olduğuna pişman edeceksin!” bir davranış kuralı, bir kimlik özelliği haline gelmişti. Müslümanlar zayıfken mazlum, güçlenince zalim oluyorlardı. Müslüman ağalar, emirler, halifeler Hazreti Muhammed’in ve Hazreti Ömer’in yazılı Amennamelerini, şahitler huzurunda Süryanilere verdikleri sözleri işlerine geldiği zaman uygulamış, işlerine gelmediği zaman bilmezlikten gelmişlerdir. Tarihte Süryanilerin Müslümanlara karşı katliam, kırım, soykırım yaptığı hiçbir zaman görülmemiştir. Tam tersine Müslümanlar daima Süryanilere, Hıristiyanlara, Müslüman olmayan halklara, milletlere saldırmış katliam, soygun, yağma, kırım, soykırım yapmış; ele geçirdiği her şeyi, kadını kızı, adamı oğlanı, malı mülkü kılıç hakkı ganimet olarak sahiplenmiş, Kur’an’a göre helâl kabul etmiş, vicdan rahatlığı içinde kullanmış, yemiş içmiştir. Müslümanlar “Domuzdan bir kıl koparmak sevaptır!” atasözünü bir davranış kuralı olarak uygulamışlardır. Bu kurala uymayan vicdanlı, dürüst Müslümanlar da var olmuş, ama daima azınlıkta kalmıştır. Bu nankörlükleri yaşaya yaşaya Süryanilerin Müslümanlara ve Kürtlere olan güvenleri sarsılmış, zayıflamış ve za252 Şemun Hanne Haydo manla bu güven tamamen kaybolmuştur. Süryaniler “Müslüman bir altın elma da olsa alma, almak zorunda kalırsan delik cebine koy, düşüp gitsin!” demek zorunda kalmışlar ve bu deneyimlerini atasözü haline getirmişlerdir. Turabdin’deki Süryaniler Müslümanlarla, Müslüman Kürtlerle bir arada, yan yana yaşamak zorunda kaldıkları için hayatın her alanında savunma tedbirleri almışlardır. Süryaniler her savaştan, her katliamdan dersler çıkarmış ve bu dersleri nesilden nesile aktarmışlardır. Süryanilerin devleti, ordusu, harp okulu, harp akademisi yoktu! Sadece kendi tarihlerini, kendi tarihlerinden çıkardıkları dersleri yaşatan güçlü hafızaları, toplumsal akılları vardı. Müslümanlar nasıl saldırır? Osmanlı ne yapar? Osmanlı’nın sözüne ne kadar, nereye kadar güvenilir? Kürtlerle Osmanlılar, Kürtlerle Türkler arasındaki çatışmalarda Süryanilerin yeri neresi olmalıdır? Süryaniler bu tür soruların cevaplarını kendi aralarında çok konuşmuşlar “Müslümana da, Osmanlıya da, Kürtlere de, Türklere de, Araba da, Çerkez’e de güvenilemez!” sonucunu çıkarmışlardır. 7. Direniş Komitesi’nin aldığı kararlar 40 kişilik Direniş Komitesi ilk gizli toplantısını Basibrin’de, Mor Dodo Kilisesi’nde Melke’nin başkanlığında yapmış ve şu kararları almıştı: · Yeterli sayıda iyi silah, mermi ve barut temin edilecek. Sahip olunan silahlar sayılacak, kontrol edilecek, bozuk olanlar onarılacak. Silah ustaları derhal korunaklı, güvenli bir yerde silah bakım yeri açacaklar. Barut imal edecekler. 253 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo · Her aile iyi bir silaha, yeterli mermi ve baruta sahip olacak. · Basibrin Köyü çevresine siperler kazılacak, gerekli yerlere taş duvarlar örülecek. · Yeraltındaki mağaralar temizlenecek, yeni mahzenler kazılacak, mağara ve mahzenler tünellerle birbirine bağlanacak. · Kiliseler direnişe hazır hale getirilecek. · Yiyecek ve tuz depolanacak. · Su kuyuları temizlenip, su doldurulacak. · Bütün Süryaniler kadın erkek, genç yaşlı direnişe hazır hale getirilecek, Görev taksimi yapılacak. Herkes görevini bilecek. Bu görevleri yerine getirebilmeleri için eğitilecekler. · Uygun bir yerde sağlık merkezi kurulacak. Yaralılar, hastalar burada bakılacak. Tedavi için gerekli olan bez, ilaç depolanacak. · Sare’den gelen 70 aile ile birlikte Basibrin’de daha şimdiden 300 kadar aile toplanmıştır. Çevre köylerden gelecek ailelerle birlikte bu sayı bin aileyi geçebilir. Her aile ortalama 4-5 kişi olsa Basibrin’de 4000-5000 kadar insan bir arada yaşamak zorunda kalacaktır. Bu kadar insana yetecek tuvalet hazırlanmalı, salgın hastalıkları önlemek için temizliğe çok dikkat edilmelidir. · Derhal Basibrin’de nöbet sistemine geçilecek, gece ve gündüz sürekli nöbet tutulacak. Köye giriş ve çıkışlar sürekli kontrol edilecek. · Haberleşme ağı kurulacak, köy içinde ve köy dışında olup biten her şey direniş komitesine ve lideri Melke’ye bildirilecek. · Çevre köylerde yaşayan Süryaniler ile derhal bağ kurulacak. Onlara Seyfonun yaklaşmakta olduğu bildirilecek. Onların Basibrin’e gelmeleri, Basibrinli silahlı korumala- rın gözetimi altında olacak. · Elde bulunan tüm altın ve paralar direniş komitesine teslim edilecek. · Saldırı başlar başlamaz Basibrin’de yeme, içme, beslenme gibi hayati faaliyetler direniş komitesinin emri altında, ortaklaşa yapılacak. Yemekler ortak pişecek, ekmekler ortak yapılacak. Bunun için yeterli sayıda kadın ve erkek görevlendirilecek. · Çevredeki dört Kürt aşiret ağasıyla ilişkiye geçilecek. Karşılıklı yardımlaşmanın gerçekleşmesi sağlanacak. · Turabdin’deki Süryani direniş yerleri ve direniş komiteleriyle ve liderleriyle bağ kurulacak karşılıklı yardımlaşma sağlanacak. · Bütün işlerde savaş ve gizlilik kuralına uyulacak. · Dar bir alanda, çok sayıda insan bir arada kalmak zorunda kalacaktır. Hırsızlık, ahlaksızlık, bozgunculuk yapanlar derhal cezalandırılacaktır. · Direniş Komitesi’nin aldığı kararlar sadece Melke tarafından açıklanacak. Melke’nin ölümü halinde kimin lider olacağı belli olacak. Bu kararların alındığı toplantıdan hemen sonra Direniş Merkezi olarak kullanılacak olan Mor Dodo Kilisesi’nin kapısına üç nöbetçi koydular. Keferbeli Şemun Payruz nöbetçilerin sorumlusu olarak görevlendirildi. 254 255 8. Aynwardo, Hazak, Hah, Zaz ve diğer yerlerdeki direniş hazırlıkları Melke Hanne Haydo, Direniş Komitesi’nin aldığı kararları zaman geçirmeden hayata geçirmek için derhal harekete geçti. En önemli kararlardan birisi yeterli miktarda iyi silah, mermi ve barut bulmak ve satın almaktı. K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Aynwardo’nun genel görüşü, Nisan 2009, (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Hah Köyü’ndeki Meryem Ana Kilisesi, 2011, (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) O günlerde Turabdin’in çeşitli yerlerinde, özellikle Hazak’ta, Aynwardo, Hah, Zaz köylerinde ve Midyat’ta Süryaniler yaklaşmakta olan Seyfo’ya karşı hazırlıklar yapıyorlardı. Melke yanına yeterli sayıda güvendiği silahlı adamını alarak Aynwardoya gitti. Aynwardo’da da bir Direniş Komitesi kurulmuş, Mzizahlı Mas’ud lider seçilmişti. Melke Direniş Komitesi Lideri Mas’ud ve Gello Şabo ile uzun uzun konuştu. Birlikte durum değerlendirmesi yaptılar. Yeni bir katliamın, yeni bir Fermanın, yeni bir Seyfonun gelmekte olduğu, Süryanileri yok etmek için Osmanlı askerlerinin ve Müslüman Kürt aşiretlerinin ortaklaşa olarak Süryanilere saldıracakları düşüncesinde birleştiler. Melke, Mas’ud’a ve Gello Şabo’ya Aynwardo’da yaptıkları direniş hazırlıklarını sordu. Mas’ud yaptıklarını anlattı ve gösterdi. Melke ile Mas’ud hemen hemen aynı yaşlardaydı. Mas’ud da Melke’ye Basibrin’deki hazırlıkları sordu. Melke de hazırlıkları, aldıkları kararları anlattı. “En büyük derdimiz yeterli sayıda iyi silah ve mermi bulmak,” dedi. Mas’ud, “Bizim de en büyük derdimiz bu. İyi silah bulmak zor ve karaborsa. İyi silah altından değerli hale geldi,” dedi. Melke, Mas’ud’dan çevredeki Süryani köylerinde, Mzizah’ta, Hah’ta, Zaz’da, Hazak’ta ve Midyat’ta olup bitenler, direniş hazırlıkları konusunda bilgi aldı. Süryaniler var olma kavgasını kazanmak için ölümü de göze alarak hazırlık yapıyorlardı. 256 257 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Melke Hanne Haydo normal yollardan iyi ve yeterli silah bulamayacağını anlamıştı. Silah kaçakçılarının hemen hemen hepsi Kürt idi, Müslüman idi. Silah kaçakçıları çeşitli yöntemlerle Osmanlı Ordusu’ndan elde ettikleri silahları ya da silah fabrikalarının uzantısı olan büyük silah tüccarlarından satın aldıkları silahları karaborsa fiyatına satıyorlardı. Silah kaçakçılarının devletin gizli örgütleriyle ilişkisi olabileceğini bu işin içinde olan herkes tahmin edebilirdi. Melke silah kaçakçılarından silah temin edilmesinin hem zor hem de çok sakıncalı olabileceğini düşünerek başka bir yol buldu. Basibrin’deki Osmanlı Karakolu’nu basarak tüm silahlara el koymak en mantıklı çözümdü. Melke Aynwardo’dan döndükten sonra Direniş Komitesi’ni topladı. Aynwardo’da gördüklerini, duyduklarını anlattı. “Onların da bizim de en büyük amacımız iyi silah bulmaktır. Günümüzün en iyi silahı da Alman Mavzeridir!” dedi. “Silah olmadan direnemeyiz! Biz silahı nereden bulacağız?” diye sordular. Melke cevap verdi: “Basibrin’den bulacağız!” “Nasıl?” “Arkadaşlar, Karakol’u basıp silahlara el koymaktan başka çaremiz yok!” “Karakol’u basıp Osmanlı’nın silahlarına el koyarsak, Osmanlı’yı karşımıza almış olmaz mıyız?” diye soranlar oldu. Melke cevap verdi: “Osmanlı canımızı almaya karar vermiş, Padişah hakkımızda ferman çıkarmış. Osmanlı’nın silahlarını Osmanlı’ya saldırmak için değil, kendi canımızı korumak için kullanacağız! Bize saldırmazlarsa bu silahları kullanmayız. Saldırı olursa Osmanlı’ya ya da Müslümanlara Osmanlı silahları ile karşılık veririz. Canımızı kurtardıktan, barış olduktan sonra silahlarını geri veririz. Benim düşünceme göre başka çaremiz yok!” Direniş Komitesi’nde bir sessizlik oldu. Turabdin’de ilk kez Süryaniler Karakol basarak Osmanlı silahlarına el koyacaklardı. Melke, “Arkadaşlar başka çaremiz yok! Ya Osmanlı’nın, Müslümanların silahlarıyla öleceğiz ya da Osmanlı’nın silahlarıyla canımızı kurtaracağız! Zaten bu silahlar bizim Osmanlıya verdiğimiz vergilerle alınmıştır, yani sonuçta bizimdir!” diyerek sessizliği bozdu. “Haklısın Melke! Doğru düşünüyorsun!” dedi yaşlı bir Süryani. “Haklısın, doğru söylüyorsun! Sen ne dersen, o olsun!” dedi hepsi. Melke düşüncesini kabul eden herkese teşekkür etti ve sözlerini “Arkadaşlar derhal hazırlıkları tamamlayalım, karakol içinde ve çevresinde gerekli keşifleri yapalım!” diyerek tamamladı. Melke karakol çevresinde gerekli keşifleri yaptı. Karar alındıktan üç gün sonra gece yarısı “Vakit tamam!” dedi. Direniş Komitesi çelik gibi birbirine kenetlenmişti. Baskını Melke yönetiyordu. Bu baskın Melke’nin yöneteceği ilk silahlı eylem olacaktı. Melke 100 Süryani savaşçıyla birlikte Basibrin Karakolu’nu bastı. Hiç çatışma çıkmadan askerleri esir aldılar. Melke Karakol Kumandanı’na durumu açıkladı: 258 259 Melke ile Mas’ud aralarında sürekli haberleşme sağlanması, Seyfo başladığı zaman karşılıklı yardımlaşma konusunda anlaştılar. 9. Karakol baskını K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Kusura bakmayınız! Korkmayınız! Biz sizi ve askerlerinizi öldürmek için buraya gelmedik!” dedi ve devam etti: “Duyduk ki, Padişah bir ferman çıkarmış, Müslümanlar ve Osmanlı askerleri bize saldıracakmış. Bizi öldüreceklermiş! Kadınlarımıza, kızlarımıza el koyacaklarmış! Canımızı ve namusumuzu korumak için silaha ihtiyacımız var. Karakoldaki tüm silahları, mermileri bize teslim ediniz. Biz size dokunmayacağız. Basibrin sınırına kadar sizi götüreceğiz. Siz oradan Midyat’a gidiniz. Silahları tek tek sayarak teslim alacağız ve size söz veriyorum, savaş bitince, barış olunca silahlarınızı tek tek sayarak geri vereceğiz!” Karakol Kumandanı’nın hayır diyecek durumu yoktu. Kendisi ve askerleri esir alınmıştı. “Tamam!” dedi. “Saya saya veririm, sonra da saya saya alırım!” İş tatlıya bağlanmıştı. Melke ile Karakol Kumandanı karşılıklı oturdular. Melke kumandana bir sigara uzattı. Kumandan buraların kanununu biliyordu. Kendisine sunulan sigarayı reddetmedi. Teşekkür ederek aldı ve Melke’nin çakmağı ile sigarasını yaktı. Sonra askerlere “Silahları getirin!” dedi. Askerler karakoldaki tüm silahları, kasaturaları, mermileri, barutu, asker elbiselerini, asker potinlerini getirip tek tek sayarak Melke’ye teslim ettiler. Melke, “Kumandanım ne aldıysak yazalım ve tutanak tutup imzalayalım. Sonra az verdin, çok verdin tartışması olmasın!” dedi. Kumandan “Haklısın!” dedi. Hayatta kimin ölüp, kimin sağ kalacağı belli olmaz! İnsan ölür, yazısı kalır geriye!” Melke teslim aldığı silahları, mermileri, barutu, kasaturaları, asker elbiselerini ve erzak deposundaki yiyecekleri el yazısıyla tutanağa geçirdi. Aslını kendi aldı, kopyasını komutana verdi. Karakol baskını Basibrin’de bir anda duyulmuş, herkes ne olacak diye nefesini tutmuştu. Askerlerin teslim olduğu haberi Basibrin’de herkesi sevindirmişti. Tutanaklar imzalandığında artık sabah oluyordu. Melke “Askerler için kahvaltı hazırlansın, aç göndermek olmaz!” dedi. Hemen kahvaltı hazırlandı. Kumandan ve askerlere sunuldu. Kumandan Basibrinlilere teşekkür etti. Melke ile vedalaştı. Melke, “Dilerim bu silahları kullanmak zorunda kalmadan size geri veririz,” dedi. Kumandan, “Allah ne yazdıysa o olur! Allah yardımcınız olsun!” diye cevap verdi. Süryani direnişçiler askerleri Basibrin sınırına kadar götürdüler. Vedalaşırlarken kimse başlarına neler geleceğini bilmiyordu... Karakol Kumandanı, Midyat’a doğru yürümeye başlayınca başına gelecekleri düşünmeye başladı. “Midyat’ta varınca komutana ne diyeceğim? Süryaniler bizi esir aldılar desem, ‘Neden karşı koymadınız?’ diye benden hesap sorarlar! ‘Silahları teslim ettim, işte tutanağı!’ desem, tutanağı ağzıma sokarlar. ‘Direndik, sabaha kadar karşı koyduk, mermimiz bitti!’ desem ‘Bu tutanak neyin nesi öyleyse?’ diye beni Divan-ı Harbe gönderirler! Başımı kurtarmak için ne yapmalıyım? Ne yapmalıyım? Neeee?” Askerler de hiç konuşmadan Midyat’a doğru yürüyorlar, onlar da Midyat’a varınca başlarına gelecekleri, yiyecekleri dayakları düşünüyorlardı... Basibrin sınırından 4-5 kilometre uzaklaştıktan sonra komutan, “Asker dur!” dedi. Durdular. “Şu ağacın gölgesine oturun!” Oturdular. 260 261 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Beni dinleyin! Biz teslim olmadık! Sabaha kadar direndik! Mermimiz bitti! Bizi zorla teslim aldılar!” “Tamam komutanım!” “Biz silahları teslim etmedik! Tutanak tutmadık!” Tutanağı cebinden çıkardı. Yaktı! Kömürleşen tutanağı ayağıyla iyice ezdi! “Asker beni dinle! Kimsenin ağzından başka bir kelime çıkmayacak! Sabaha kadar direndik! Mermimiz bitti! Bizi zorla teslim aldılar!” “Ağzından başka bir söz çıkanın ağzını yırtarım! Tamam mı?” “Tamam komutanım!” “Herkes tek tek yemin edecek!” “Yemin ediyorum! Kur’an’a el basarım ki sabaha kadar direndik! Mermimiz bitti! Bizi zorla teslim aldılar!” Karakol Kumandanı: “Tamam! Yemin etme işi bitti! Sabaha kadar direnen asker böyle mi olur?” diye sordu. Askerler cevap verdiler: “Böyle olmaz komutanım!” “Derhal sıraya geçin! Sabaha kadar direnen asker nasıl olurmuş göstereyim size!” Kumandan ağacın dalını kırdı. Askerleri sıra dayağına çekti! Kiminin cebini yırttı. Kimin düğmelerini kopardı. Kiminin başı şişmiş, kiminin kaşı yarılmıştı! “Asker bana bak! Direnen asker böyle olur işte!” “Haklısın Kumadanım! Sağ ol Kumandanım!” “Sıraya geç! Hedef Midyat! Yürü!” Yürürken askerler birbirini direnen askere benzetmeye devam etti! Midyat Karakolu’na vardılar. Hepsi perişan vaziyette idi. Midyat Karakol Kumandanı sordu: “Nedir bu hal! Ne oldu size?” Basibrin Karakol Kumandanı hazır ola geçti! Başladı anlatmaya: “Komutanım! İki yüz kadar silahlı Hıristiyan gece yarısı biz uykudayken karakolu bastı. Nöbetçileri esir almışlar! Bağırış çığırıştan derhal uyandım. Askerlerime ‘Derhal silah kuşanın!’ diye emrettim! Silahlı çatışma başladı! Sabaha kadar direndik! Fakat mermimiz bitti! Hıristiyanların elinde en iyi silahlar vardı. Bizi zorla teslim aldılar! Bizi karakoldan çıkardılar. Dinimize, imanımıza küfrederek, bin bir hakaretle bizi köyden çıkardılar! ‘Gidin Padişahınıza! Bizden selam söyleyin!’ diyerek padişahımıza da hakaret ettiler!” “Vay! Vay! Vay!” “Aynen böyle komutanım!” “Demek Osmanlı ülkesinde kâfirler karakol basarak, padişahımıza hakaret ediyorlar ha!” “Aynen komutanım!” “Ulan ben bu kâfirlerin canlarını almazsam bana da Midyat Komutanı demesinler!” “Sağ ol komutanım! Canımız padişahımıza feda olsun!” Basibrinli Süryanilerin Karakol’u basarak askerleri köyden dışarı attıkları haberi bir anda Midyat’a yayılıvermişti. Süryaniler, “Osmanlı bunun hesabını bizden sorar!” diyerek başlarına gelebilecekleri düşünmeye başladılar. 262 263 10. Yeni silahlarla talim 1914 yıllarında Osmanlı Ordusu’nda Alman malı Mauser markalı silahlar kullanılıyordu. Bu silahlar Alman Kayseri II. Wielhelm’in 1889 yılında İstanbul’a yaptığı ilk resmi ziyaret sırasında Osmanlı Ordusu’na satılmıştı. Bu silahlara halk arasında “Mavzer” ya da “Aynalı Martin” adı takılmış, hakkında türküler yakılmıştı. Karakol baskınından önce Basibrin’de sadece beş adet K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo mavzer vardı. Diğer tüfekler barut doldurmalı, çakmaklı, eski tüfeklerdi. Karakoldan ele geçirilen 25 mavzer Melke’nin seçtiği cesur, nişancı, savaşçı Süryani gençlerinden meydana gelen direniş gücüne verildi. Melke bir adet mavzeri de kendisi aldı. Direniş gücü mavzerlerle atış talimine başladı. Kısa zamanda bu silahları kullanmasını öğrendiler. Kurulan silah atölyesinde silah ustaları tüm silahları elden geçirdi. Bozuklar onarıldı. Hançerler, bıçaklar, kasaturalar, kılıçlar, oraklar, baltalar bilendi. Tüm erkekler askeri düzene göre 25, 50, 100 kişilik direniş grupları halinde örgütlendiler. Her grubun komutanı belirlendi. Bütün gruplar Melke’nin emrine verildi. Direniş grupları her gün düzenli eğitim yapıyordu. Melke karakol baskınından sonra her an askerler tarafından bir saldırı olabileceğini düşünüyor, askeri eğitimi hızlandırıyor, köy etrafındaki nöbetçileri dikkatli olmaları için sürekli uyarıyordu. Basibrin Direniş Komitesi, aldıkları 20 maddelik kararları hayata geçirmek için aralarında görev bölümü yapmıştı. Herkes aldığı görevi yerine getirmek için canla başla çalışıyordu. Basibrin nüfusu her gün çevreden gelenlerle artıyordu. Sağlık konusundaki hazırlıklara ve uygulamalara ağırlık verildi. Karakol baskını Basibrin’deki yeni hayatın başlangıcı oldu. Tüm insanlar kadın erkek örgütlendiler. Gönüllü kadınlara da silah kullanmaları öğretilmeye başlandı. Direniş Komitesi Basibrinli ileri gelenleri topladı. Melke görev alan, hazırlıklara katılan herkese teşekkür etti. “Bugünden itibaren Basibrin hepimizindir!” dedi. “Artık burada senin malın, benim malım yok! Her şey canımızı korumak ve kurtarmak için! Artık yemekler, ekmekler görevliler tarafından pişirilecek ve kişi başına eşit dağılacak. Haksızlık yapılmayacak. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için yaşayacağız ve başaracağız!” 264 265 11. Çevredeki Süryani köylerine ve Süryanilere çağrı Melke Hanne Haydo karakol baskınından sonra çevre köylere haber gönderdi. Onlara “Seyfo olacak. Seyfo günleri yaklaşıyor. Basibrin Süryanilerin direniş merkezi olacak. Müslümanların ve askerlerin muhtemel saldırılarına karşı ayrı ayrı yerlerde karşı koyamayız. Basibrin’e gelin, canımızı ve namusumuzu korumak ve kurtarmak için hep birlikte direnelim!” çağrısı yaptı. Bu çağrıdan sonra çevre köylerdeki Süryaniler kendi istekleriyle Basibrin’de toplanmaya hız verdiler. Bazı köyler uzaktaydılar. Basibrin’e gelebilmek için Müslüman Kürt köylerinden geçmeleri gerekiyordu. Her an saldırıya maruz kalabilirlerdi. Bu nedenle Çöl Bölgesi’ndeki (Ova Bölgesi) Gırebiye, Kaval, Kanak, Ser-dahl, Gir-Baraz, Kaneke, Bazar köylerinde yaşayan Süryaniler Melke’ye haber gönderdiler: “Biz geleceğiz. Fakat korumasız gelemeyiz. Gel bizi koru! Sizin korumanız altında gelelim,” dediler. Melke yeterli sayıda silahlı direnişçiyi yanına alarak Çöl (Ova) köylerine gitti. Köylüleri güvenlik içinde Basibrin’e getirdi. Keferbe’deki 20 Süryani aile koruma altında Basibrin’e getirildi. Midin, Tamars, Beth Ishok, Terskono, Araban, Benıhmin, Keferbe, Beth-Wardo, Zinawrah köylerinde yaşayan Süryaniler Basibrin’e getirildi. Keferze’deki 25 Süryani aile ile Beth-Kustan Köyü’nden dört aile de güvenlik içinde Basibrin’e getirildiler. K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo durdu. Himayesindeki Süryanileri kimsenin burnu kanamadan Basibrin’e getirdi, Melke’ye teslim etti. Melke, Musaye Fatıme’ye çok teşekkür etti! “Senin bu iyiliğini hiç unutmayacağız!” dedi. Musaye Fatıme, “Allah yardımcınız olsun! Sana söz veriyorum, her zaman sizlere elimden gelen yardımı yapacağım!” diyerek Basibrin’den ayrıldı. Onu köy sınırına kadar bizzat Melke uğurladı. Daha sonra Temerze’deki Dera Aşireti Ağası Mhamaye Alo Süryani himayelerini silahlı korumalar eşliğinde getirip Melke’ye teslim etti. 1915 yılında toplam 18 köyden Süryaniler Basibrin’de toplandılar. 12. Midin Köyü Süryanilerinin Basibrin’e getirilmesi Aşiretlerinin içinde Süryani himayeleri bulunan Basibrin çevresindeki Kürt ağalar Melke’ye haber gönderdiler. “Süryani himayelerimizi asker geldiği zaman koruyamayız! Asker gelmeden gelin, himayelerimizi Basibrin’e götürün!” dediler. Bu Kürt ağalarından Musaye Fatıme, Süryanilere çok yardımcı oldu. Himayelerini topladı; “Osmanlı askerleri gelirse sizleri koruyamayız! Sizleri silahlı adamlarımın koruması altında Basibrin’e götüreceğim! Başka çarem yok!” dedi. Süryaniler ağalarına teşekkür ettiler. Musaye Fatıme dürüst, vicdanlı bir Müslüman Kürt Ağası idi. Sözünde Midin Köyü, düz bir arazide kurulmuş, savunmaya elverişsiz, 500 kadar Süryani ailenin yaşadığı büyük bir köydü. Midinli Süryani liderleri Hanna Cello ve Musa Ğadde durumu değerlendirdiler. “Müslüman aşiretlerin saldırısı yaklaşıyor. Muhtemel bir saldırıda kendimizi burada koruyamayız, daha önceki saldırılarda yaptığımız gibi savunmaya elverişli Basibrin’e gidelim!” kararına vardılar. Fakat 50 kadar Süryani aile bu karara karşı çıktı, “Basibrin’de kendimizi koruyamayız. Biz Benıhmin Köyü’ne gideceğiz, Saruhano’ya sığınacağız,” dediler. Geri kalan 450 kadar ailenin liderleri Hanna Cello ve Musa Ğadde Melke’ye haber gönderdiler. “Biz Basibrin’e gelmek istiyoruz. Fakat yolumuz uzun ve Müslüman köylerinden geçiyor. Bize saldırabilirler, lütfen silahlı adamlarınla gel, bizi Basibrin’e götür. Biz sana sığınacağız!” 266 267 Melke Hanne Haydo beyaz atının üstünde direnişi yönetiyor. 1916 (Bu resim Sonna Krom tarafından yapılmıştır, 2018) K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Melke Midin Köyü ile Basibrin arasındaki yolu iyi biliyordu. Silahlı koruma olmadan Midinliler Basibrin’e gelemezlerdi, durumu Direniş Komitesi ile görüştü. Onların onayını aldıktan sonra 150 kadar silahlı adamıyla yola çıktı. Silahlı Süryaniler Midin ile Basibrin arasında güvenli bir yol koridoru oluşturdular. Melke Midinli ailelerin liderleriyle görüştü. “Taşıyabileceğiniz, götürebileceğiniz her şeyi alınız. Hayvanlara yükleyiniz! Sürülerinizi Basibrin’e sürünüz!” dedi. Midinliler kısa zamanda köylerini, evlerini boşattılar. Yola çıktılar. Kimse bir daha geri dönüp dönemeyeceğini bilmiyordu. Kadınlar, çocuklar dönüp dönüp köylerine, evlerine bakıyordu. Midinliler çoluk çocuk, kadın erkek, mal masat, davarı koyunu, köpeği ineği ile toz toprak içinde sessizce yürüyordu. Köpekler bile suskundu. Hamile kadınlar dişlerini sıkarak, karınlarını tutarak, karınlarında taşıdıkları yavrularına “Aman dur yerinde, aman geleceğim deme!” diye yalvararak yürüyorlardı. Sessizliği ağlayan bebeklerin sesi bozuyordu sadece... Kafile Mor Barsawmo Kilisesi’ne yaklaşınca, en önde giden silahlı korumalar etraflarının silahlı Müslümanlar tarafından sarılmış olduğunu fark ettiler. “Müslümanlar saldıracak!” sözü dalgalandırdı insanları. Melke, “Sakin olun! Korkmayın! Silah başına!” emrini verdi. Domani, Dorika ve Salihi Aşireti’nin silahlı adamları bir anda ateşe başladılar. İnsanlar ateş altında kaldılar. Herkes bağırış çığırış içinde can derdine düşmüştü. Çocuklar ağlıyor, köpekler havlıyordu! Hayvanlar sırtlarındaki yükleriyle kaçmak istiyordu. Basibrinli silahlı güçler çok sert karşılık verdiler. Çatışma iki saat kadar sürdü. Süryani nişancılar üzerlerine gelen Müslüman saldırganlardan 5-6 kadarını öldürmüş, 15-20 kadarını yaralamışlardı. Ölülerini ve yaralılarını alarak geri çekildiler, kaçıp gittiler. Süryanilerden Circis dbe Gorgiso ve Kawme dbe Gawro şehit olmuştu. 10 kadar insan da yaralanmıştı. Melke ve Basibrinli korumalar böyle bir saldırı olabileceğini beklediklerinden elleri tetikte yürüyorlardı. Eğer silahlı korumalar olmasa Midinliler çok büyük bir felaket yaşamış, çok sayıda can ve mal kaybı vermiş olacaklardı. Herkes felaketi hafif atlattık, diyerek şükrediyor, bir an önce Basibrin’e varabilmek için hızla yürüyordu. Basibrin’e vardıklarında Midinlileri çoluk çocuk, kadın erkek Basibrinliler karşıladı. Şehitler gözyaşları içinde toprağa verildi. Yaralılar sağlık merkezine götürüldü. Bu saldırı Seyfo öncesinde meydana gelen ilk Müslüman-Süryani silahlı çatışması oldu. Midin’den gelen 450 aileyle birlikte Basibrin’de toplanmış ailelerin sayısı 1100’ü buldu. Toplam insan sayısı ise 5000-6000 kadar olmuştu. Melke ve Direniş Komitesi dar bir alana yerleşmiş 50006000 kadar insanın günlük yaşamlarını, yemelerini, içmelerini, barınacak yerlerini, köyün bakımını temizliğini düzenlemeye çalışıyorlardı. Melke Midinlilerin gelmesinden ve meydana gelen ilk silahlı çatışmadan sonra güvenlik tedbirlerini, Basibrin’in savunma hazırlıklarını yeniden gözden geçirdi. Midinliler silahlarını da beraberlerinde getirmişlerdi. Midinliler silahlarını Direniş Komitesi’ne teslim ettiler. Midinli erkekler de direnişçiler arasına katıldılar. Karakol binasına 30 kadar silahlı direnişçi yerleştirildi. Basibrin etrafındaki kiliseler savunma ve direniş merkezleri haline getirildi. Her kiliseye 25-30 direnişçi yerleştirildi. Basibrin etrafına yeni siperler kazıldı. Savunma hattı sağ- 268 269 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 13. Midyat’ta saldırı öncesi lamlaştırıldı. Mor Dodo Kilisesi direniş merkeziydi. Buraya en iyi 100 kadar direnişçi yerleştirilmişti. Basibrin çevresindeki Zinaurah Temerz, Beth-İshok, Bawarde, Bazar köylerindeki Süryaniler ve Çöl Bölgesindeki yedi köyde yaşayan Süryaniler Basibrinli silahlı direnişçilerin koruması altında güvenlik içinde Basibrin’e gelebilmişlerdi. Çevre köylerden gelen aileler evlere paylaştırılmıştı. İki göz evi olan birini gelenlere vermişti. Buna rağmen ev bulamayan, açıkta kalan aileler Kiliselere, çoğunluğu da Mor Dodo Kilisesi’ne yerleştirildi. Sağlık merkezi de Mor Dodo Kilisesi’ndeydi. Sağlık merkezinin sorumlusu Midinli Doktor Murad Reşit idi. Murat Reşit hem Hıristiyanlara, hem de Müslümanlara doktorluk yapıyordu. Doktora kimse dokunmuyordu. Çatışmalarda tarafsız bir doktor olarak herkesin yardımına koşuyordu. 20 aşçı her gün Mor Dodo Kilisesi’nde yemek pişiriyor, 40 kadın da ekmek yapıyordu. Yemekler kazanlarla Basibrin merkezine (Hweyre Meydanı) götürülüp herkese eşit olarak dağıtılıyordu. Melke bir gün yemek vakti insanlara seslendi: “Kardeşlerim! Bundan sonra burada Sareli, Basibrinli, Midinli, Temersli, Çöl Köylü ayrımı yok!” dedi, “Üzüm bağları, hayvanlarımız, davarlarımız, sütümüz, yoğurdumuz hepimizindir! Artık senin malın, benim malım ayrımı ortadan kalkmıştır! Hepimiz aynıyız! Hepimiz eşitiz! Yaşarken de, ölürken de savaşırken de beraberiz! Hepimiz canımızı ve namusumuzu kurtarmak için ölünceye kadar direneceğiz, savaşacağız! Korkmak yok! Yılmak yok! Teslim olmak yok! Direneceğiz ve kazanacağız! Allah bizimledir!” dedi ve kendi koçunu keserek yemek yapmaları için aşçılara verdi. Seyfo öncesi Turabdin’in ticari, ekonomi, idari, dini, kültürel merkezi Midyat idi. Midyat’ta dört büyük Süryani sülalesi vardı. Midyat’ta Süryanilerin kendilerini korumaları için Nusaybin taraflarından getirilip kendilerine ağa yaptıkları Mehmedolar ve Nehrozlar adlı iki Kürt Müslüman sülale vardı. Müslüman Kürtler toplam 50 aile kadardı. Geri kalan tüm Midyat Hıristiyan’dı, Süryani idi. Midyat’a üç kilometre uzaklıktaki Estel Köyü’nün tamamı Mıhallemi denilen Müslümanlardı. Estelliler çoğunlukla Midyatlı Süryanilere karşıydı, içlerinde düşmanlık besliyorlardı. Midyat’ın Belediye Başkanı Gelle Hirmiz idi. Midyat Kaymakamı Nuri Bey, Süryani köylerine yapılan saldırıları desteklemiyordu. Hıristiyanları koruyacağına dair söz vermişti. Diyarbakır Valisi Dr. Reşit’in emirlerini yerine getirmiyordu. Bu nedenle Dr. Reşit onu yok etti. 27 Haziran 1915 tarihli bir telgrafla Kaymakam Nuri Bey’in kayıp olduğu ve bulunamadığını üst makamlara bildirilmişti. Nuri Bey’in yerine geçici olarak Hacı Beşir Bey Midyat Kaymakamı tayin edilmişti. Hacı Beşir makamına oturur oturmaz Midyat ve çevresinin Kürt aşiret reislerini makamına çağırdı. Onlarla Hıristiyanlara karşı yapılacakları konuştu. Osmanlı Hükümeti’nin kararları hakkında bilgi verdi. Aşiret reislerinden Hıristiyanlara karşı sert, acımasız saldırıya geçmelerini istedi. Kaymakam kapıcısı bir Mıhellemi idi. Süryanilerin dostuydu. Duyduklarını, Süryani Ortodoks Liderine gidip haber verdi. Bu toplantıdan birkaç gün sonra, 2 Temmuz 1915 günü, cuma namazından sonra Midyat yakınındaki Estel Camisi’nde Kaymakam Hacı Beşir, Mıhellemi reisleri ve Kürt aşi- 270 271 K e m a l Ya l ç ı n ret reislerinin katıldığı gizli bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Süryanileri öldürmek için kendi aralarında anlaştılar. Midyat Ağası Aziz Mehmedo Enhel’deki Süryanilerin öldürülmesine karşı çıktı. “Güçlerimizi bölmeyelim, önce Aynwardo’yu halledelim, sonra Enhel’e sıra gelsin!” dedi. Cami kapısını bekleyen Salimo adlı bir Kürt duyduklarını Süryani liderine anlattı. Ölüm kalım günlerinde, Süryanilere yardım etmenin cezasının çok ağır olduğunu bile bile, Süryani dostlarına yardım etmeye çalışan Salimo gibi vicdanlı, insaniyetli, dürüst Kürtler de vardı. Süryani liderler Mor Şimuni Kilisesi’nde toplandılar. Durumu değerlendirdiler. Fakat direnme konusunda anlaşamadılar. “Herkes kendi başının çaresine baksın!” diyerek moral bozukluğu içinde ayrıldılar. Midyat’ta Seyfo 6 Temmuz 1915 günü başladı. Askerler önceden Midyat’ı ablukaya almışlardı. Giriş çıkış asker kontrolünde idi. 15 Temmuz 1915 günü Ramazan ayı başlıyordu. Müslümanlar Ramazan başlamadan Midyat’ın defterini dürmek istiyordu. Midyat Merkez Camisi’nin inşaatı 1913 yılında başlamıştı. Caminin tüm masraflarını Süryaniler, özellikle Gelle Hirmiz karşılıyordu. Caminin mimarı ve baş ustası Melke Abraham idi. Cami inşaatında çalışanların hepsi Süryani idi. Cami yapımı için gerekli taşları eşekleri ve katırlarıyla Süryaniler taşıyordu. Taş taşıyanların Midyat’a giriş çıkışları serbestti. Midyat’ta Seyfo bir hafta kadar sürdü. Midyat’tan sonra sıra Aynwardo’ya geldi. Aynwardo’ya saldırı 15 Temmuz 1915 günü başladı. Ramazan ayı idi. Müslümanlar ağızlarının oruçlarıyla Süryanileri öldürmeye geliyorlardı. Aynwardo’nun etrafı 11.000 Osmanlı askeri ve 15.000 kadar Aşiret kuvvetleri tarafından sarılmıştı. 272 DOKUZUNCU BÖLÜM Basibrin’de SEYFO 1915 yılının Mayıs ayının başından itibaren Müslüman Kürt aşiret kuvvetleri Basibrin’in etrafını kuşattılar. Köye giriş çıkış çok zorlaştı. Basibrin her an Müslümanların saldırısını bekliyordu. Direnişçilerin elinde 650 kadar barut doldurmalı “Kırmanci” denilen eski silah ve karakoldan el koydukları 25 adet mavzer vardı. Ayrıca köylerden gelen Süryaniler de toplam 50 tane “Capeli-mavzer” denilen silah getirmişlerdi. Mermiler namluya sürülmüş, eller tetikte bekleniyordu. Süryaniler canlarını ve namuslarını koruyabilmek, hayatta kalabilmek için kenetlenmişler, tek vücut, tek yürek olmuşlardı. 1. Basibrin’de Seyfo başlıyor! Salihi Aşireti silahlı adamları 1915 yılının Mayıs ayı sonunda, Cuma günü namazdan sonra Basibrin’in Turo da Taye (Müslüman Dağı) tarafından saldırıya geçtiler. Saldırıyı Salihiler Aşireti Ağası Muhammede Amer ile yardımcısı İsmaile Ramazan yönetiyordu. Saldırının başladığı bölgede Basibrinlilerin üzüm bağları vardı. Müslümanlar Süryanilerin mallarını yağmalamak, kadınlarını kızlarını kaçırmak için saldırıyor, Süryaniler ise canlarını, namuslarını korumak, hayatta kalabilmek için direniyorlardı. Çok çetin bir çatışma oluyordu. Salihilerin ağaları Süryaniler275 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo den bu kadar sert bir karşılık beklemiyorlardı. Süryanilerin en ön siperlerinde savaşan Danho dbe Bahho yaralanıp düşmüştü. Onu kurtarmak için Melke’nin sağ kolu durmundaki çok cesur bir kişi olan Ğozar dbe Kaşo yardımına koştu. Müslümanların kurşunları arasından geçerek Denho’nun yanına kadar ulaşabilmişti. Yaralı Denho’yu kucaklayıp ayağa kalktığı sırada alnından vuruldu ve öldü. Ğozar dbe Kaşo’nun ölümü üzerine Melke, Süryanilere karşı saldırı emrini verdi. İlk saldırıda Denho’yu yaralayan, Ğozar dbe Kaşo’yu öldüren Müslümanları öldürdüler. Ğozar’ın yerine Yusuf dbe Kaşo Sawme geçti. Muhammede Amer daha çok kayıp vermemek için adamlarına “Geri çekil!” emrini verdi. Yarım gün süren kanlı çatışmalar sonunda saldırganlar geri püskürtülmüştü. Melke öfkeyle bağırdı: “Neden kaçıyorsunuz? Adam gibi savaşın!” Muhammede Amer cevap verdi: “Melke! Ben Haydoların oğullarının karşısında kaçmayı ayıp görmüyorum!” Bu başarı Basibrin’de toplanmış Süryaniler arasında büyük heyecan yarattı. Kendilerine olan güvenleri ve ölümden kurtulacaklarına dair umutları arttı. Melke Hanne Haydo saldırganlar püskürtüldükten sonra Direniş Komitesi’ni topladı. Yarım gün süren çatışmayı, Seyfo’nun ilk büyük çatışmasını değerlendirdiler. Kayıp vermemek, kayıpları en aza indirmek için ne yapmak gerektiğini tartıştılar. Siperleri daha da derinleştirdiler, savunma hattını sağlamlaştırdılar. Yeni bir saldırıyı beklemeye başladılar. Muhammede Amer de çevresindeki aşiret ağalarını topladı. Düşüncelerini, görüşlerini açıkladı: “Ben aslında Süryanilerin direniş güçlerini anlamak için saldırmıştım. Süryaniler tahmin ettiğimden daha iyi silahlanmışlar, beklediğimden daha sert karşılık verdiler. Anladığıma göre, 80-100 silahlı adamla Basibrinli Süryaniler yenilemez. Bundan sonra Müslüman aşiretler olarak hepimiz güçlerimizi birleştirmeli, hep birlikte saldırmalıyız.” Toplantıya katılan ağalar, Muhammede Amer’e hak verdiler ve önerisini kabul ettiler. “Bundan sonra hep birlikte, tüm gücümüzle, Allah’ın yardımıyla Süryanilere saldıracağız!” diye karar verdiler. 276 277 Basibrin’e saldırı yapıldığı günlerde Turabdin’deki birçok Süryani köyüne de saldırı başlatılmıştı. Midyat yakınlarındaki Hapisnas Köyü’ne de (Süryanice adı: Hapsus) Mayıs ayı sonlarında Raman Aşireti saldırmıştı. Turabdin’de tüm zorluklara rağmen Süryaniler ve direniş merkezleri arasında haberleşme vardı. Basibrin’e Salihilerin saldırdıkları ve geri püskürtüldükleri hızla Turabdin’de duyuldu. Anywardo, Zaz, Hah gibi direniş merkezlerindeki direnişçilere moral verdi. Direniş merkezleri birbirlerine yardımcı olmaya, eksiklerini birbirlerinden tamamlamaya çalışıyorlardı. Bir gün Keferbe’de yaşayan 20 kadar Süryani ailenin lideri Melke’ye haber gönderdi. “Gelin bizi kurtarın! Bizi Basibrin’e götürün!” diye yardım istedi. Melke, yanına 50 kadar silahlı adamını alarak Keferbe’deki Süryanileri kurtarmaya gitti. Süryanileri toparladı, herkes alabildiği eşyalarını yanlarına almıştı. Yola çıktılar. Keferbe Köyü Ağası ve Diyarbakır’dan gelen El Hamsin Ölüm Mangası Kumandanı Kaddur Bey Süryanilerin Melke’nin koruması altında Basibrin’e gideceklerini haber almış ve Keferbe sınırında tuzak kurmuştu. Süryaniler pusuya K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Aynwardo direnişçileri çok zor durumda. Mas’ud acil yardım istedi. Biz ancak 100 direnişçimizi gönderebiliyoruz. Bu yetmez. Siz de gönderebildiğiniz kadar silahlı adamınızı yardıma gönderin. Güçlerimizi Mor Gabriel’de birleştirdikten sonra Anywardo’ya yardıma gidelim!” dedi. Mor Melke Liderleri, Melke Hanne Haydo’nun önerisini kabul ettiler. Silahlı adamlarını birleştirip, Anywardo’ya yardıma gitmeye karar verdiler. Fakat tam o günlerde Mıhelmi Şeyhi Şeyh Fathalla’nın aracılığıyla Süryanilerle Müslüman Kürtler arasında barış sağlandı. Aynwardo direnişi 63 gün, 63 gece sürdü. Aynwardo’ya sığınmış olan 6-7 bin kadar Süryani hayatlarını kurtarmış oldu. düştüler. Müslümanlar Keferbe ağasının komutası altında saldırıya geçtiler. Amaçları Melke’yi öldürmekti. Melke canını kurtardı fakat, onu kurtarmak için uğraşan 10 Süryani ölmüştü! Keferbeli Süryaniler Basibrin’e getirildi. Fakat kayıp büyüktü. Direniş Komitesi derhal toplandı. Durumu değerlendirdiler. Direniş Komitesi oy birliği ile verdikleri kararı açıkladılar: “Melke sen bundan sonra Basibrin’den ayrılmayacaksın! 40-50 Süryaninin hayatını kurtarmak isterken 4000-5000 Süryaninin hayatını tehlikeye atamazsın!” Melke bu karardan sonra bir daha Basibrin’den ayrılmadı. Çevreden yardım çağrısı geldiğinde, Melke’nin yardımcıları Süryani direnişçileri yönetiyordu. Aynwardo’dan gelen yardım çağrılarına da artık Melke gitmiyor, yardımcıları gidiyordu. 15 Temmuz 1915 günü Aynwardo kuşatması başladıktan sonra, Temmuz, Ağustos, Eylül aylarında Basibrin’e saldırı olmadı. Çünkü Müslüman Kürt Aşiretler bütün güçlerini Aynwardo’daki Süryanilerin direnişini kırmak için kullanıyor, güçlerini bölmek istemiyorlardı. Aynwardo direnişinin zor günlerinde Aynwardo Direniş Lideri Mas’ud, Melke’den yardım istedi. Melke kuşatma altındaki Aynwardo’ya çeşitli yollardan barut, mermi, silah ve tuz gönderdi. Kuşatma altındaki Aynwardo’ya silahlı direnişçi göndermek çok zordu. Aynwardo direnişinin son zamanlarında Mas’ud, Melke’den acil yardım istedi. Melke, Basibrin Direniş Komitesi’nin onayını alarak 100 kadar Basibrinli direnişçiyi Aynwardo’ya yardıma gönderme kararı aldı. Fakat Aynwardo kuşatmasını kırabilmek için 100 silahlı direnişçi yetmezdi. Bu nedenle Melke, Mor Melke Manastırı’ındaki Direniş Liderlerine haber gönderdi: Aynwardo direnişinin zaferle sonuçlanmış olması Zaz, Hah köylerindeki direnişlerin Şeyh Fathalla’nın aracılığı sayesinde barışla sonuçlanması Basibrinlilere büyük moral ve umut verdi. Aynwardo, Zaz, Hah, Hazak’ta direnen Süryaniler hayatlarını kurtarmışlardı. Basibrin’e 1915 yaz aylarında saldırı olmadı. Fakat köylüler ürünlerini ekinlerini tarlada, meyvelerini bahçede, üzümlerini bağlarda bırakmak zorunda kalmışlardı. Basibrin’de toplanmış olan Süryaniler kış hazırlıklarını yapamamışlardı. Basibrin’e toplanan 18 köyün ürünlerine Müslümanlar el koymuşlardı. Daha 1915 Kasım ayı geldiğinde, Basibrin’deki yiyecek stokları bitmeye başlamıştı. Kış geliyordu. Açlık içinde sert kış ayları geçemezdi. Direnerek hayatlarını kurtarmış olan insanlar açlıktan kırılabilirlerdi. Melke yiyecek stoklarını artırmak için çareler düşünüyordu. Düşündüklerini Direniş Komitesi’ne açıkladı: “Ürünlerimize, buğdayımıza, arpamıza, mercimeğimize, malımıza, mülkümüze Müslümanlar el koymuşlardır. Bi- 278 279 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo zim olan her şeyi, zorla onlardan almak hakkımızdır. Kış gelmeden, açlığa karşı tedbirlerimizi alalım!” Direniş Komitesi, Melke’nin önerilerini kabul etti. Basibrinli direnişçiler Süryani köylerini talan etmiş olan Müslüman köylerine 100-200 kişilik gruplar halinde silahlı baskınlar yapmaya başladılar. Geceleri ansızın baskın yapıyor, yiyecek, içecek ne varsa; koyun, keçi, sığır ne kadar hayvan varsa toplayıp getiriyorlardı. Süryanilerin baskınlarından korkan Müslüman köyler savunmaya elverişli köylerde toplanmaya başladılar. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki gerilim daha da artmaya başlamıştı. 2. Melke’yi öldürme planı Mıhelmi Şeyhi Şeyh Fathalla. Mekânı cennet olsun! 280 1915 yılında Aynwardo direnişinden sonra bir daha Basibrin’e saldırı olmadı. Fakat Salihilerin Melke’yi öldürmek için saldırıları biçim değiştirerek devam ediyordu. Salihiler Aşireti’nin Ağası Muhammede Amer boş durmuyordu. Aklı fikri Melke’yi öldürmek için çalışıyordu. 1915 yılının Eylül ya da Ekim ayında bir gün Basibrin’deki bir gizli ajanını bu iş için görevlendirdi. “Sen git Melke’ye söyle, ‘Salihiler Aşireti Ağası seninle barışmak istiyor. Basibrin yakınındaki şu yerde seni bekliyor’ de!” Bu hain planı Saido Ailesi’nden Paulus duydu. Çok kızdı, vicdanı sızladı! Kendi kendine: “Sizde hiç vicdan yok mu? Melke öldürülürse bizim halimiz ne olacak? Basibrin’de toplanmış Süryanilerin sonu ne olacak?” dedi. Hemen evine girdi. “Derhal Melke’ye haber vermeliyim!” dedi. Bir süre durduktan sonra gizlice dışarı çıktı. Mor Dodo Kilisesi’ne gitti. Melke kilisenin kapısının önünde traş oluyordu. Berber Melke’nin sağ yüzünü bitirmiş, sol 281 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo yüzüne başlamak için usturasını keskinleştiriyordu. Paulus dikkat çekmeden Melke’ye yaklaştı, “Derhal kilisenin içine gir ve kapıyı kapat!” dedi. “Ne oldu Paulus?” “Biraz sonra anlarsın! Sen derhal içeri gir!” “Tamam!” Melke sol yüzünün sabununu silmeden Paulus ile birlikte hemen Mor Dodo Kilisesi’ne girdi ve kapısını kapattı. Paulus duyduklarını anlattı: “Salihiler Ağası Muhammede Amer buradaki adamı ile sana barışmak istediğini ve şurada seninle baş başa görüşmek istediğini bildirecek. Kesinlikle gitme! Seni öldürecekler!” “Tamam Paulus! Sağ ol!” Paulus dikkat çekmemek için sessizce evine döndü. Melke kilisenin içinde beklemeye başladı. Bir süre sonra Salihilerin işbirlikçisi üç kişi kiliseye geldi. Kapıda bekleyen nöbetçiye Melke ile görüşmek istediklerini söylediler. “Tamam! Ben Melke’ye haber vereyim! Siz kapının önünde bekleyin!” dedi. Melke bir süre sonra kapının arkasına geldi. Küçük konuşma penceresini açtı. “Hoş geldiniz! Buyurun ne istiyorsunuz? Bir derdiniz mi var?” “Hayır Melke! Derdimiz yok! Hayırlı bir işi sana söylemeye geldik!” “Buyurun, söyleyin!” “Salihiler Ağası Muhammede Amer sana haber gönderdi. Seninle barışmak istiyormuş! Barış görüşmesi için seni Mor Barsawmo Kilisesi’nde bekliyor!” “Öyle mi? Çok sağ olun!” “Siz hemen Mor Barsawmo Kilisesi’ne gidin! Muhammede Amer’e selamımı söyleyin! Biraz beklesin! Ben hemen kiliseye geleceğim!” Melke Hanne Haydo, “Demek durum bu!” dedi. Direniş Komitesi’nden insanlar da meseleyi merak etmişlerdi. Durumu açıkladı. Hemen kararını verdi. Geçirecek fazla bir zaman yoktu. 20 silahlı direnişçiyi başka bir yoldan Mor Barsawmo Kilisesi’ne gönderdi. “Dikkatli olun! Kim var, kim yok? Kontrol edin! Çatışmaya girmeyin! Derhal geri dönüp gelin!” diye emretti. Direnişçiler Mor Barsawmo Kilisesi’ne yaklaştıklarında Salihilerden 50-60 kadar silahlı adamın sipere yatmış vaziyette beklediğini gördüler. Bunun üzerine derhal geri döndüler. Durumu Melke’ye bildirdiler. Melke, “Demek ki Paulus’un anlattıkları doğruymuş!” dedi. Görevlilere emretti: Melke ve direnişçiler birkaç saat sonra, bu hainliğin nerede, kimin tarafından planlandığını anladılar. Melke “Derhal bu hainleri yakalayıp getirin!” diye emir verdi. Emri derhal yerine getirdiler. Melke Mor Dodo Kilisesi’nde altı Süryaniyi sorguya çekti. Bunlardan üçü de suçlarını kabul ettiler, Melke’den özür dilediler. Melke onları serbest bıraktı. Diğer üçü ise suçlu görüldü. Melke, “Yaptığınız iş çok büyük bir kalleşliktir, çok büyük bir hainliktir! Sizi affedemem! Önce yargılanacaksınız. Karar ne ise o yapılacak!” dedi. Melke 40 kişilik Direniş Komitesi’ni, ruhbanları, papazları toplantıya çağırdı. Durumu açıkladı. “Bu üç kişiyi yargılayacaksınız! Karar ne ise o yapılacak!” dedi. Ruhbanlar ve papazlar, “Melke, bizi bu işe karıştırmayın!” diyerek ayrıldılar. Direniş Komitesi üç kişiyi yargıladı. Üç kişi de suçlarını kabul ettiler. Direniş Komitesi, “Seyfo şartlarında, etrafımız kuşatılmışken, her an saldırı beklerken, Liderimiz Melke’yi öldür- 282 283 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Karar derhal uygulandı. “Barış görüşmeleri yapılacak!” dedikleri yerde kurşuna dizildiler. Kurşuna dizilenlerin yakını olan 20 Süryani de derhal Basibrin’den sürgün edildiler. Sürgün edilenler Salihiye Aşireti’ne sığındılar. Bu olay Basibrinlilerin biraz morallerini bozmuştu. Süryaniler canlarını, namuslarını korumak için Salihilere karşı savaşırken, içlerinden üç Süryani kıskançlıktan, düşüncesizlikten, çekememezlikten dolayı direniş Lideri Melke’yi öldürmek için Muhammede Amer ile işbirliği yapmışlardı. Fakat bu hain tuzak Paulus Saido sayesinde bozulmuş, Melke ve Basibrin’de toplanmış olan Süryaniler de ölümden kurtulmuştu. Süryaniler, “Bundan sonra daha dikkatli olmalıyız! İçimizdeki hainleri tanımalı, onların zarar vermelerini önlemeliyiz.” dediler. 3. Basibrin’e büyük saldırı planı mek için Salihiler Ağası Muhammede Amer’in kurduğu tuzağa alet olmak hainliktir! Hainliğin cezası ölümdür! Karar derhal uygulanmalıdır!” kararını açıkladı. Melke, “Kararınızı kabul ediyorum! Derhal uygulansın!” dedi. Kararı verenler infazı Melke’nin yapması bekliyorlardı. Melke, “Kararı sizler verdiniz! İnfazını da sizler yapınız!” dedi. Muhammede Amer, Melke’ye karşı düzenlediği suikast planının açığa çıkması, Basibrin’deki üç işbirlikçisinin kurşuna dizilmesinden sonra çevre köylerdeki aşiret ağalarını toplantıya çağırdı. Domanilerin ve Dorika Aşireti’nin ağalarıyla bir toplantı yaptı. Zaman 1916 yılının Ocak ayı idi. Kış sert geçiyordu. Etraf kar buz ile kaplıydı. Muhammede Amer toplantının ilk konuşmasını yaptı: “Turabdin’de Müslümanlar her Süryani köyüne girdiler. Sadece bizler, Salihiler, Domaniler ve Dorikalılar Basibrin’e giremedik. Bu Hıristiyanların hakkından gelemedik. Müslümanlığı Basibrin’e sokamadık. Aynwardo’ya, Hah’a, Zaz’a, Midyat’a, Mzizah’a girdik. Oralardaki Süryanilere Müslümanın gücünü gösterdik. Fakat burnumuzun dibindeki Basibrinlilere gösteremedik. Ferman bitti diyorlar. Doğrudur, oralarda bitti, fakat burada yeni başlayacak!” 284 285 Mor Dodo Kilisesi’nin iç avlusu. (Kaynak: TURABDİN, Lebendige Kulturerbe, Living Cultural Heritege, Canlı Kültür Mirası, Hans Hollerweger, s. 255) K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Muhammede Amer, saldırı için havaların ısınmasını bekliyordu. Karda kışta saldırı başarılı olmazdı. Hazırlıkları denetliyordu. Midyat’a gitti, Osmanlı Ordusu’nun sorumlusuna haber verdi, onayını aldı ve silah istedi. Komutan silah ve mermi vermeye söz verdi. Midyat’tan döndükten sonra ağalarla tekrar bir araya geldiler. 1916 yılının Nisan ayının ikinci cuma günü saldırı başlatmaya karar verdiler. Vakit tamam oldu. Salihiye, Domani, Dorika Aşiretlerinden 2000-2500 kadar silahlı Müslüman Kürt Basibrin’e kar- şı saldırıya geçtiler. Silahların çoğunu Midyat’taki komutan vermişti. Melke ve Direniş Komitesi böyle bir saldırıyı bekliyorlardı. Kış aylarında hazırlıklarını, direnişçilerin silahlı talimlerini aralıksız sürdürmüşlerdi. Turabdin’de Müslümanlar daima cuma günleri namazdan sonra Süryanilere karşı saldırı başlatıyorlardı. Birinci savaş Mor Barsawmo tarafında oldu. Saido Ailesi’nden yedi kişi öldürüldü. Müslümanlar tarlaya çalışmaya giden Süryanileri tek tek yakalayıp kılıçla öldürüyorlardı. Süryani nöbetçiler bunu anladılar ve Melke’ye haber gönderdiler. Melke Mor Dodo Kilisesi’nden silahlı direnişçilerle birlikte çıktı. Süryanilerin seçme kuvvetlerinin başında karşı saldırıyı yönetiyordu. Müslümanlar çok şiddetli bir saldırıya geçmişlerdi. Salihiye Aşireti’nin ikinci ağası İsmaile Ramazan’ın oğlu Smailo, Melke’yi öldürmek için en önde ateş ediyordu. Melke derhal sipere yattı, “Ateş öyle değil, böyle edilir!” diyerek mavzerinin tetiğini çekti. İsmaile Ramazan’ın oğlunu tek kurşunla alnının ortasından vurup öldürdü! Bu ölüm, saldırganları korkuttu. Komutansız kalan saldırganlar geri çekildiler. Aslında Müslümanlar, Mor Barsawmo ile Mor Yuhanun Kiliseleri arasından başlattıkları bu saldırıyı Süryanileri yanıltmak için yapmışlardı. Esas saldırıyı Kiwağ-Keferbe tarafından, Basibrin Mezarlığı’nın olduğu bölgeden başlattılar. Büyük bir hücuma geçtiler. Muhammede Amer ve İsmaile Ramazan komutasındaki Müslümanlar Mor Yuhanun Kilisesi ile Mor Eşahyo Kilisesi tarafından Süryanilerin direnişini kırarak, Basibrin’e girmeyi hedeflemişlerdi. Melke Mor Barsawmo Kilisesi tarafındaki savaşı yönetiyordu. Mor Yuhanun Kilisesi tarafından savaşanlardan ha- 286 287 Dorika Aşireti Ağası söz aldı: “Haklısın Muhammede Amer, yerden göğe kadar haklısın! Fakat adamlar birleşmişler, iyice silahlanmışlar.” Muhammede Amer, “Silahlansınlar! Onların silahları varsa bizim de güçlü bir Allah’ımız var! Biz de birleşeceğiz, biz de silahlanacağız!” diyerek sürdürdü konuşmasını. Dorika Aşireti Ağası aldı sözü: “Ben bütün aşiretimle Basibrin’e saldırmaya söz veriyorum!” dedi. Üç ağa Basibrin’e saldırmaya karar verdiler. Muhammede Amer, “Hemen hazırlıklara başlamalıyız. Devlete de, çevremizdeki dostumuz olan ağalara da haber vermeli, silah yardımı istemeliyiz!” diyerek konuşmasını bitirdi. Önerileri diğer ağalar tarafından kabul edilmişti. Domani ve Dorika aşiretlerinin ağaları, “Muhammede Amer, senin dediğine biz uyarız. Basibrin’e karşı savaşımızı sen yönet!” dediler. “Bana şeref verdiniz! Sağ olun! Allah’ın yardımıyla bu sefer Hıristiyanlara iyi bir ders vereceğiz! Basibrin’de canlı bir Süryani bırakmayacağız!” dedi. 4. Ölüm kalım günü K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo ber geldi: “Derhal geri dönün! Esas hücum Mor Yuhanun Kilisesi tarafından başladı,” dediler. Melke direnişçileri o tarafa kaydırdı. “Derhal Mor Yuhanun Kilisesi tarafından gelen saldırıyı durdurun!” emrini verdi. Süryaniler ölümle hayat arasında savaşıyorlardı! Çatışma bölgesi bağlık, meşelik, ağaçlık bir araziydi. Melke buradaki direnişte sağ omuzundan vuruldu. Sağ kolunu kullanamaz hale geldi. Muhammede Amer ile İsmaile Ramazan, Melke’nin omuzundan yaralandığını görmüşlerdi. Melke’yi öldürmek için çatışmanın şiddetini iyice artırdılar. Yedi Süryani savaşçı Melke’yi koruma altına almışlardı. Melke’yi koruyanlardan Hanna dbe Sağdo ve Yusuf dbe Kaşo Sawme arkadaşlarına “Siz Melke’yi kurtarın! Biz onlara karşı koyuyoruz!” dediler. Muhammede Amer ve İsmaile Ramazan Melke’yi öldürmek için siperlerinden çıktılar daha da yaklaştılar. Melke’yi ve yanındaki direnişçileri ateş altına aldılar. Ortalığı barut dumanı ve kokusu kaplamıştı. Kurşunlar yağmur gibi geliyordu. Hayatın en zor anıydı! Ölüm ile hayat yan yana idiler. Müslümanlar önce Yusuf dbe Kaşo Sawme’yi öldürdüler! Hanna dbe Sağdo’nun mermisi bitmişti! Muhammede Amer yaklaşıyordu! Melke silah sesi gelmeyince Hanna dbe Sağdo öldü sandı. Merakla sordu: “Hanno ne oldu?” “Mermim bitti!” “Hanno bana yaklaş! Bende mermi var!” Hanno mermi almak için Melke’ye doğru hareket ettiğinde başına saplanan kurşunla canını verdi! Muhammede Amer Hanna’nın öldüğünü görmüş, saklandığı yerden “Melke! Az sonra senin canını kendi elimle alacağım!” diye bağırmıştı! Melke’nin yanında dört Süryani daha kalmıştı: Hanna dbe Rimmo, Balte dbe Mure, Midinli Hanno ve Gewriye dbe İsak dbe Kusyono. Hanna dbe Rimmo Muhammede Amer’in söylediklerini duydu. “Senin canını da ben alacağım!” diye bağırdı. Ölüm Melke’ye ve yanındaki üç cesur Süryani evladına doğru yaklaşıyordu! Gewriye dbe İsak de öldü! Melke’nin yanında sadece Hanna dbe Rimmo, Midinli Hanno ve Balte dbe Mure kalmıştı. Muhammede Amer ve İsmaile Ramazan otların, meşe ağaçlarının arasından sürünerek Melke’ye doğru yaklaşıyorlardı. Melke hızla kan kaybediyor, silah kullanamıyordu. Hanna dbe Rimmo ve Midinli Hanno üzerlerine gelen ölüme karşı kurşun sıkıyorlardı. Muhammede Amer iyice yaklaştı! Arada 20-30 metre kadar bir mesafe kalmıştı. Hanna dbe Rimmo’yu görüyordu. Hanno’nın mermisini bitirmek için hemen bir savaş hilesine başladı. Bir meşe ağacının ardına sipere yattı. Şapkasını elindeki mavzerin ucuna taktı. Namluyu havaya kaldırıyor, Hanna da şapkayı görür görmez ateş ediyor, kurşunları boşa gidiyordu. Hanna dbe Rimmo’nun sadece tek bir kurşunu kalmıştı! Melke, “Dur Hanna, dur! Sakin ol! Şapkasına değil, kendisine ateş et!” dedi. Melke, Muhammede Amer’in elindeki hançerle kendisine yaklaşmakta olduğunu görmüştü. “Dur Hanno, dur! Muhammede Amer şimdi kendisini gösterecek, hazır ol!” dedi. Muhammede Amer bir süre bekledi. Ateş sesi kesilince Hanno’nın kurşunları bitti sanmıştı. Eline hançerini aldı! 288 289 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Muhammede Amer’in öldürülmesi savaşın Süryanilerin zaferiyle bitmesini sağlamıştı. Salihiler Aşireti, Basibrin Bölgesi’ndeki Müslüman Kürt aşiretler arasında en saldırganı; Muhammede Amer ise en gaddar ağalardan biri idi. Muhammede Amer’in tek kurşunla öldürülmesi Basibrin’deki 5000-6000 bin kadar Süryaninin kurtuluşu olmuştu. Melke’nin başını hançerle kesecekti! Ayağa kalktı! Melke’ye doğru bir adım attığı an, Hanna tetiğe bastı! Tek kurşunla Muhammede Amer’i alnından vurarak öldürdü! Hanna dbe Rimmo’nun tek kurşunu savaşın gidişatını değiştirdi! Muhammede Amer’in öldüğünü ilk gören yakınındaki İsmaile Ramazan olmuştu. “Ağalık artık bana geçti!” diye sevindi. Melke ölseydi Basibrinliler hayatlarını kaybedeceklerdi. Muhammede Amer’i öldüren Hanna dbe Rimmo haç çıkardı. “Bize yardım eden Allah’ım bizleri koru!” diyerek dua etti. Sonra Balte dbe Mure hançerini çekti, Muhammede Amer’in kafasını kesip almak için yerinden kalktı! Melke onu görür görmez bağırdı: “Balte! Dur, gitme!” Balte, Melke’nin sesini duymamıştı. Sürünerek Muhammede Amer’in yanına vardı. Keskin, sivri hançerini Muhammede Amer’in boynuna dayadı ve çekti! Bir Müslüman onu takip ediyordu. Balte dbe Mure hançerini ikinci sefer çekip başını kaldırdığı an, tetiğe bastı! Balte dbe Mure alnından vuruldu! Muhammede Amer’in cansız bedeninin üstüne düştü! Melke, “Balte! Balte! İşte bu hatayı yapmayacaktın Balte!” dedi. Çok üzüldü! Muhammede Amer’in öldüğünü duyan Müslümanların moralleri çok bozuldu. İsmaile Ramazan “Barış istiyoruz!” diye bağırdı. Silah seslerinden sesi iyi duyulmamıştı. Tekrar bağırdı: “Her iki taraf ateşi kessin! Her iki taraf ölüsünü, yaralısını alıp geri çekilsin!” Melke karşılık verdi: “Barışı kabul ediyoruz! Ateş kesilsin! Her iki taraf ölü ve yaralılarını alıp geri çekilsin!” Bu büyük çatışmanın olduğu günlerde Osmanlı İmparatorluğu çeşitli cephelerde savaşıyordu. Savaşın gidişatı Osmanlı İmparatorluğu’nun ve savaş ortakları olan Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun aleyhine dönmüştü. Osmanlı İmparatorluğu’nun Turabdin’deki MüslümanHıristiyan, Kürt-Süryani çatışmalarıyla uğraşacak hali yoktu. Düzen bozulmuş, koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü hızlanmıştı. Bu çöküş ve savaş şartlarında Süryanilerin kendilerinden başka dostu, güvenecekleri kimse yoktu! Basibrinli Süryaniler, kendilerini yok etmeye gelmiş olan barbar, vahşi aşiretlerin saldırısını en değerli evlatlarının canları pahasına önleyebilmişlerdi. Süryani Direniş Komitesi’nden yedi yiğit insan Süryanilerin hayatta kalmaları için canlarını vermişlerdi. Salihilerden on saldırgan ve Aşiret Ağası Muhammede Amer ise Süryanilerin canlarını, mallarını, namuslarını almak için savaşırken öldürülmüşlerdi. Her iki taraftan da çok sayıda yaralı vardı. İsmaile Ramazan, Muhammede Amer ölünce derhal Salihiler Aşireti’nin ağası haline gelmişti. Ateşkes istediğinde yıllardan beri beklediği ağalığı elde etmişti. Her iki taraf ölülerini toplayıp, kim öldü, kim kaldı diye bakıyordu. İsmaile Ramazan oğlunun da ölmüş olduğunu 290 291 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Basibrin’de toplanmış olan Süryaniler 1915 Seyfo yılını büyük kayıplar vermeden atlatmışlardı. Müslüman aşiretlerin büyük saldırısını 1916 yılı Nisan ayında püskürtmüşler, hayatlarını kurtarmışlardı. Fakat Müslümanlar yeniden saldırabilirlerdi. Müslüman aşiretler zayıflayınca Hıristiyanla barış ister, güçlenince canını isterlerdi. Turabdin’in, Mezopotamya’nın değişmeyen kaderiydi bu. Direniş Komitesi savunma hazırlıklarını, silahlanmayı, silah talimini devam ettiriyordu. Fakat Basibrin’e toplanmış olan 6000 kadar insan 1915 ve 1916 yaz aylarında hasat yapamamış, tarlalarına buğday arpa, mercimek ekememiş, bağlarındaki üzümleri toplayıp pekmez yapamamış, sürülerini besleyememişti. Hep hazırdaki stoklardan yenip içiliyordu. 1915 yılı Kasım ve Aralık aylarında yapılan baskınlarla bir miktar yiyecek depolanmıştı. 1916 kış ayları çok sert geçmişti. İnsanlar dağlara gidip odun getiremiyordu. Bir yandan soğuk, bir yandan açlık insanların canlarını almaya başlamıştı. Önce salgın hastalıklar çocukların canını almaya başladı. Yaşlılar her gün birer ikişer ölüyordu. Basibrin, Müslüman aşiretlerin kuşatması altındaydı. Çevredeki köylerle, Midyat ile alışveriş yapılamıyor, normal yollardan yiyecek bulunamıyordu. 1916 yılı Nisan ayındaki savaştan sonra Basibrinlilerin yiyecek stokları çok azaldı. Günlük ekmek tüketimini iyice azalttılar. İnsanlar palamut tohumu yiyorlardı. Palamutlar da bitti! Bahar gelmişti. Ot yemeye başladılar. Fakat yenecek otlar da bitti! Salihiler Aşireti’nin yeni Ağası İsmaile Ramazan ile Melke Hanne Haydo arasında anlaşma yapıldı. İsmaile Ramazan söz verdi: “Bugünden sonra aşiretim artık Süryanilere saldırmayacak! Kimseyi öldürmeyecek! Süryanilerin malına, canına ve namusuna zarar vermeyecek!” Melke Hanne Haydo da söz verdi: “Süryaniler Müslümanlara, Salihiler Aşireti’nin adamlarına saldırmayacak! İntikam peşinde koşmayacak!” Melke barış anlaşmasından sonra Basibrin’de yaşayan herkesi Mor Dodo Kilisesi’nin önünde toplantıya çağırdı. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek tüm Süryaniler Mor Dodo Kilisesi’nin önünde toplandılar. Hepsi Seyfo’dan kurtulmuş olmanın heyecanı ve şerefiyle tek bir yürek haline gelmişlerdi. Melke iki yıldan beri Direniş Merkezi olan Mor Dodo Kilisesi’nin düz ve geniş birinci kat çatısına çıktı. Yanında Direniş Komitesi’nin sağ kalan üyeleri ve Basibrin Muhtarı da vardı. Hepsi de heyecanlı ve mutluydu! Gür sesiyle konuşmaya başladı: 292 293 gördü. Çok üzüldü! Daha sonra oğlunu Melke’nin öldürdüğünü öğrendi. Ateşkes istediğine pişman oldu. “Eğer oğlumun öldüğünü bilseydim, oğlumun intikamını alıncaya kadar savaşa devam ederdim! Fakat bir kere söz ağzımdan çıktı! Barışı ben istedim. Tekrar savaşa başlamak ağalığın şanına yakışmaz!” dedi. Oğlunun cesedini aldı ve köyüne döndü. Melke’nin ve diğer Süryani yaralıların tedavileri Mor Dodo Kilisesi’ndeki sağlık merkezinde Midinli Doktor Murat Reşit tarafından yapıldı. Melke’nin sağ omzundaki kurşun yarası üç haftada iyileşti. Üç ay sonra yeniden silah kullanmaya başladı. 5. Açlıkla savaş K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Süryani Kardeşlerim! Basibrinliler, Sareliler, Çöl Köylüler, Keferbeliler, Midinliler! 18 köyden bir araya gelmiş Süryaniler! Seyfoya karşı hep birlikte direndik ve kazandık! Hepinize şahsım ve Direniş Komitesi adına çok teşekkür ederim! Sağ olun! Var olun! Süryanilerin hayatını kurtarmak için canlarını vermiş olan kardeşlerimizi saygıyla anıyorum! Hiçbir zaman onları unutmayacağız! Bundan sonra da birlik ve beraberlik içinde yaşayacağız! Daima dikkatli olacağız! Müslümanlar gene saldırabilirler. Bu saldırılara karşı uyanık ve hazırlıklı olacağız! Uzak köylerden, yakın köylerden Basibrin’e gelmiş olan Süryaniler isterlerse toplu olarak, saldırılara karşı önlemlerini alarak köylerine dönebilirler. Direniş Komitesi olarak biz görevimizi yapmaya devam edeceğiz. Silahlı güçlerimizi koruyacağız! Yeni hayatınızda hepinize sağlık, mutluluk ve başarılar dilerim!” Süryaniler Melke Hanne Haydo’yu sevgiyle, onurla alkışladılar. Basibrin Muhtarı Bihno dbe Rüme de söz aldı ve Melke’ye teşekkür etti. Turabdin, Turabdin olalı böylesine bir onuru, böylesine bir zaferi az kutlamıştı! Çevre köylerden gelmiş olan Süryaniler, toplu halde köylerine gidip gelmeye, köylerinde yenecek içecek ne varsa toplayıp gelmeye başladılar. Fakat bu gidiş gelişler de çok tehlikeli idi. Her an Müslümanların intikam saldırılarına uğrayabilirlerdi. Basibrin çevresindeki tarlalara buğday, arpa, mercimek ekilecekti. Fakat ekilecek tohum kalmamıştı. Uzak köyler- den gelmiş olan Süryaniler bağına, bahçesine, tarlasına gidip gelemiyordu. Can güvenlikleri yoktu. Bu nedenle 1917 yılında da hasat yapılamadı. 1917 kışı erkenden başlamıştı. Yakacak, yiyecek, içecek kalmamıştı. Seyfodan kurtulmuş insanları açlık, yokluk kırıp tüketiyordu. Çevrede baskın yapılacak Müslüman köyleri de kalmamıştı. Melke Aynwardo’ya, Hah’a, Zaz’a haber gönderdi, yiyecek yardımı istedi. Onların da ambarları boştu. Gene de ekmeklerini Basibrinlilerle paylaşmaya çalıştılar. Fakat gelen birkaç çuval arpa, buğday açlıktan kırılan insanlara yetmiyordu. 294 295 6. “El koyduğunuz silahları geri verin” 1916 yılı Nisan ayındaki savaştan bir yıl kadar sonra açlık Basibrinli Süryanileri esir almış durumdaydı. Melke açlıktan milletin kırılmasını önlemek için çareler arıyor, Midyat’taki Süryani liderlerden yardım istiyordu. Fakat yardım gelmiyordu. 1917 Nisan ayı başlarında Midyat’tan Abdul Aziz dbe Sefer ve Aynwardo Köyü liderlerinden İsa dbe Circo, Melke’ye haber gönderdiler ve öneride bulundular: “Melke, Seyfo bitmiştir. Barış olmuştur. Osmanlı Padişahı Süryanileri korumaya söz vermiştir. Seyfo öncesinde Basibrin Karakolu’ndan aldığın silahları artık geri ver! Eğer vermezsen, Osmanlı askerleri Basibrin’e gelerek zorla alacaktır!” Melke derhal Direniş Komitesi’ni topladı. Durumu anlattı. “Ne yapalım?” diye sordu. Çok zor bir kararla karşı karşıya kalmışlardı. Evet Seyfo bitmişti, fakat Salihilerin, Domanilerin, Durkiyelilerin kinleri bitmemiş, intikam istekleri yerine gelmemişti. Her K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Alınan ortak karar üzerine karakol baskınında el koydukları, tutanağa geçirdikleri 25 mavzer silahını, kasaturaları, kılıçları topladılar. Karakolun erzak deposundan aldıkları yiyecekleri geri verecek durumları yoktu. Asker elbiseleri, asker ayakkabıları çoktan eskimiş atılmıştı. Melke silahları, kasaturaları, kılıçları üç katıra yükledi. Yanına Direniş Komitesi’nden iki kişiyi ve beş korumasını aldı. Midyat’a gittiler. Midyat’ta onları Komutan ile Melke arasında aracılık yapan Abdul Aziz dbe Sefer karşıladı. Birlikte Midyat Karakolu’na gittiler. Komutan onları saygıyla karşıladı. Melke cebindeki tutanağı çıkardı: “Komutanım!” dedi, “Mecbur kaldığımız için; canımızı, malımızı, namusumuzu korumak için Basibrin Karakolu’na gitmiştim. Hiçbir çatışmaya kavgaya meydan vermeden, Karakol Kumandanı’ndan silahları aldım. Aldıklarımı tek tek tutanağa geçirdik ve imzaladık. Tutanağın aslını kendim aldım, suretini ona verdim.” Komutan tutanağı eline aldı. Okudu. Altındaki imzalara baktı. Şaşırdı! “Siz karakolu bastığınızda askere saldırmadınız mı? Sabaha kadar çatışma olmadı mı?” “Hayır Komutanım! Hiçbir askere dokunmadık! Konuşa konuşa teslim aldık silahları. Benim önerimle tutanak tuttuk. Çünkü bir gün silahları size geri vereceğimizi biliyorduk. Silahların hepsini geri verdiniz, vermediniz tartışması olmaması için tek tek yazdık.” “Karakol kumandanını sen dövmedin mi?” “Hayır Komutanım, hayır! Tam tersine böyle bir davranışa mecbur kaldığımız için kendisinden özür diledim. Sabahleyin de tüm askerlere kahvaltı yaptırdık. Köyün sınırına kadar uğurladık!” Komutan’ın kulaklarında Basibrin Karakol Kumandanı’nın anlattıkları çınlıyordu! Demek ki anlattıklarının hepsi yalandı! Komutan elindeki tutanağı tekrar okudu, imzalara baktı! “Demek tutanak tuttunuz ve imzaladınız!” “Evet,” dedi Melke, “Tutanağın aslını ben almış, suretini ona vermiştim! Fakat gördüğünüz gibi tutanakta yazılı ayakkabıları, elbiseleri, erzakları geri veremiyoruz. Erzaklar yenildi; ayakkabılar, elbiseler kullanıldı, eskidi ve atıldı.” 296 297 an yeniden saldırabilirlerdi. Osmanlı Devleti’ne de güven olmazdı. Ne zaman güvenmişlerse, canlarından olmuşlardı. Seyfo’yu yapan aynı devlet, aynı Osmanlı değil miydi? Süryanilerin canlarını alan Müslüman aşiretler pusuya yatmış saldırı anını ya da Osmanlı Devleti’nin “Saldırın!” işaretini bekliyordu. Çok tartıştılar. Çok konuştular. Dışarıdan kiliselerin çan sesleri geliyordu. Yeni bir cenaze, yeni bir ölüm daha olmuştu! Mezarlıklarda da yer kalmamıştı. Yeni bir saldırıya karşı koyacak, eldeki silahları kullanacak insan kalmıyordu. Melke tekrar sordu: “Arkadaşlar haklısınız! Osmanlı’ya, Müslümana güvenilmez! Fakat askerlerin saldırısına karşı koyacak gücümüz kalmadı! Bunu unutmayalım!” Direniş Komitesi üyeleri, “Melke biz düşüncemizi söyledik. Kararı sen ver!” dediler. Melke kararını açıkladı: “Osmanlı askerleriyle savaşmaya gücümüz kalmamıştır. Aldığımız silahları geri verelim!” “Senin kararın bizim de kararımızdır!” diyerek Melke’nin kararını onayladılar. 7. Buyurun silahlarınızı! K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Komutan yazıcısına emretti: “Evladım, teslim alınanları tek tek tutanağa geçir!” “Emredersiniz Komutanım!” Tutanaklar imzalandı. Suretini Melke’ye verdiler. Komutan kahve istedi. Barış kahvelerini birlikte içtiler. Melke söz aldı: “Komutanım,” dedi, “Biz silahlarımızı size teslim ettik. Tek arzumuz, tek dileğimiz barış içinde, huzur içinde yaşamaktır. Devletimize, Padişahımıza güvendiğimiz için silahları size teslim ettik. Fakat çevremizdeki köylerde yaşayan Müslümanların, Kürt aşiretlerinin düşmanlığı devam etmektedir. Her an yeni bir saldırı olabilir. Bizi koruyunuz. Bunun için Basibrin Karakolu’na yeterli sayıda asker veriniz. Kadınlarımızı, kızlarımızı, çocuklarımızı korusunlar. Çünkü yiyecek toplamak, bağlarda çalışmak, hayvanlarını otlatmak için giden kadınlarımıza, kızlarımıza Müslümanlar saldırmaya devam ediyor. Silahlarımızı size teslim ettikten sonra bu saldırılar artacaktır. Lütfen bizi koruyunuz!” “Söz veriyorum sana!” dedi komutan, “Karakol yeniden açılacak, yeterli sayıda asker karakolda bulunacak ve sizlerin malını, namusunu koruyacaklardır. Rahat olunuz! Padişahımıza ve devletimize güveniniz! Köyünüze korkmadan dönünüz!” Melke tekrar söz aldı: “Komutanım sizden bir ricam daha var.” “Buyur!” “Komutanım, karakol binasını iki yıl kadar kullandık. Bina eskidi, pencereleri, camları kırıldı. Sıvası döküldü. Bana bir iki hafta zaman ver. Karakolu onartayım, boyatayım. Ben size karakol kullanıma hazır olunca haber gönderirim. O zaman askerleri gönderirsiniz!” “Sağ ol Melke! Çok düşüncelisin! Senden gelecek haberi bekleyeceğim! O güne kadar sizi rahatsız eden olursa derhal bana haber gönder. Gerekeni ben yaparım!” Karşılıklı güven içinde, Komutan ile Melke dostça el sıkıştılar. Silahlarını teslim eden Basibrinliler Midyat’tan ayrıldılar. Melke, “Önce Aynwardo’ya uğrayalım. Oradaki durumu görelim. Bize yaptıkları yardımlar için liderlerine teşekkür edelim,” dedi. Aynwardo’ya geldiler. Onları İsa dbe Circo karşıladı ve ağırladı. “Silahları geri vermekle doğru bir iş yaptınız. Artık askerle savaşmak zamanı geçmiştir,” dedi. Melke ve arkadaşları Aynwardo’da üç gün kaldılar. İsa dbe Circo, “Kusura bakma Melke! Daha fazla vermek isterdik ama bizde de yok!” diyerek dört çuval buğday, iki çuval arpa verdi. 298 299 8. Osmanlı askerleri Basibrin’e geri geldi Midyat Karakol Kumandanı sözünde durdu. Fakat karakolun onarımını falan beklemeden, Melke’den silahları teslim aldığı günden bir gün sonra 40 kadar askeri yeni karakol kumandanının emri altında Basibrin’e gönderdi. “Basibrin’de derhal huzuru sağlayacaksın! Süryanilerin can, mal ve namuslarını koruyacaksın!” diye emretti. Melke’nin bu kararlardan ve gelişmelerden hiç haberi yoktu! Basibrin Karakolu’na tayin olan komutanın adı Murtaza idi. Murtaza, Yunanistan’da, Manastır Vilayeti yakınındaki bir Türk köyünde doğmuş, okumuş asker olmuştu. 1912 Balkan Harbi sırasında ailesi kaçarak Türkiye’ye gelmiş, İskân Dairesi onları Çanakkale Vilayeti Bigadiç ilçesinin bir köyüne iskân etmişti. Osmanlı İmparatorluğu devlet geleneğine göre, Kürtlerin yaşadığı şehirlere, bölgelere o bölgenin insanları, o bölge- K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo nin Kürtleri asker ve memur olarak görevlendirilmezdi. Kürtler genellikle Türklerin yaşadığı şehirlerde, Türkler de Kürtlerin yaşadığı yerlerde askerlik yaparlardı. Kürt Bölgelerinde askerlik, memurluk yapmak zordu. Yeni mezun askerler, öğretmenler, memurlar Anadolu’nun doğusuna, Kürt Bölgelerine “Şark hizmeti” denilen zorunlu göreve gönderilirdi. Manastırlı Murtaza da subay olduktan sonra önce Erzurum’a oradan da Midyat’a tayin olmuştu. Balkan Harbi yenilgisi sonucu Osmanlı İmparatorluğu Selanik, Manastır Bölgelerini, Makedonya ve Batı Trakya’yı Yunanistan’a vererek Edirne hattına kadar geri çekilmişti. Manastırlı Murtaza Yunanlılara, Hıristiyanlara içten içe çok kızıyor, kin duyuyor ve nefret ediyordu. Midyat’a gelinceye kadar Süryani diye bir millet olduğunu, Süryanilerin Hıristiyan olduğunu duymamıştı. Yunanistan’dan Hıristiyan Ortodoksların arasından ailesiyle birlikte kaçıp gelmiş, Midyat’a Süryani denilen Hıristiyanların arasına düşmüştü! İçine kapanık, sinsi bir karakteri vardı. Hıristiyanlardan içten içe nefret ediyordu. Fakat kimseye düşüncelerini, duygularını açmıyordu. Basibrin Karakolu’na tayin edildiğinde memnuniyetini ifade etmiş, “Emredersin komutanım!” diyerek yola çıkmıştı. Emrindeki askerlerin hepsi Batı Anadolu vilayetlerinden gelmiş Türklerdi. Basibrin Karakolu’na vardılar. Komutan, “Buraya 40 asker sığmaz. Ayrıca burası savunmaya elverişli değildir. Başka bir bina bulmalıyım,” dedi. Köyü dolaştı. Mor Dodo Kilisesi’ni karakol olarak uygun buldu. Kimseye sormadan, askerlere emir verdi: “Boşaltın içerdeki eşyaları! Kapı dışına koyun! Karakol burası olacak. Yerleşin! Derhal nöbet sırasına göre nöbet tutulmaya başlansın!” Mor Dodo Kilisesi, Direniş ve Sağlık Merkezi’ydi. Melke, ailesiyle birlikte burada kalıyordu. Direniş Komitesi’nden sorumlular “Komutan! Burası Melke’nin evi. Burası bizim sağlık merkezimiz! Burası bizim toplantı yerimiz! Melke gelsin, size daha uygun bir bina versin! Size kim burayı Karakol yapın dedi?” Murtaza Komutan kimseyi dinlemiyordu. “Ben Midyat’ta Melke ile konuştum!” cevabını verdi. Melke’nin karısı Meryem, eşyalarını kucaklayıp kilisenin önüne götüren askerlere engel olmak istedi. “Kocam gelsin! Biz eşyalarımızı kendimiz taşırız!” dedi. Askerler kimseyi dinlemiyordu. Direniş Komitesi’nden üç dört kişi Meryem’in yardımına geldi. Eşyalarını kilisenin yakınındaki Piyoke’nin evine taşıdılar. Askerler bir saat içinde Mor Dodo Kilisesi’ni boşalttılar, kendi eşyalarını yerleştirdiler. Direniş Komitesi’nin toplantı odasını Karakol Kumandanı’nın odası haline getirdiler. Sağlık Merkezi olarak kullanılan büyük oda ve Melke’nin kaldığı iki oda askerlerin koğuşu haline getirildi. Nöbetçiler Mor Dodo Kilisesi’nin kapısını kapattılar ve nöbet tutmaya başladılar. Basibrinliler Mor Dodo Kilisesi’nin karakol haline getirildiğini görünce üzüldüler. Daha ilk günden askerlere olan güvenleri sarsılmaya başlamıştı. Melke üç gün sonra geldiğinde, gördüklerine inanamadı, şaşırdı! Direniş Komitesi’ndeki arkadaşları durumu anlattılar. “Komutan seninle konuşmuş!” dediler. “Hayır! Ben komutanı görmedim, konuşmadım!” dedi. “Benim eşyalarım nerede? Karım, çocuklarım nerede?” “Onları Piyoke’nin evine yerleştirdik!” Melke, Piyoke’nin evine gitti. Meryem üzgündü. “Sen komutana ‘Mor Dodo Kilisesi’ni karakol yapın!’ mı dedin?” diye sordu. 300 301 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo ke’ye kapıyı gösterdi. Melke komutanın tavrını hiç beğenmedi. Daha ilk görüşmesinde kendi kendine notunu verdi: “Bu komutana güvenilmez!” dedi. Fakat durumu kabul etmekten başka çaresi yoktu. Askerler 1917 yılının Nisan ayında gelmişlerdi. İki ayda Basibrin’de güvenliği ve huzuru sağladılar. İnsanlar, kadınlar, kızlar köyden çıkmaya, tarlalarına, bağlarına gidip gelmeye, çalışmaya, ekip dikmeye başladılar. Basibrinlilerin yüzü gülmeye başladı, kendilerini güvende hissetmeye başlamışlardı. “Hayır! Ben bu konuda kimseyle konuşmadım! Ben böyle bir şey der miyim? Ben hemen gidip komutanla konuşayım!” Meryem, onu “Aman dikkat et!” diye uyardı. Melke Komutanı görüp konuşmak için Kilise’ye gitti. Nöbetçiler onu Kilise’nin kapısından içeri sokmadılar. Nöbetçilerden biri “Burada bekle! Komutana haber verelim!” dedi, “Adın ne senin?” “Melke!” Asker gitti, komutana haber verdi. “Getir buraya!” emri üzerine Melke’yi içeri aldı. Melke kendini tanıttı: “Benim adım Melke Hanne Haydo! Basibrinliyim. Size her zaman yardımcı olmak isterim. Görevinizde başarılar dilerim!” Komutan da kendini tanıttı: “Benim adım Murtaza!” diyerek elini uzattı. Yer gösterdi! “Buyurun oturun!” dedi, “Türkçeyi güzel konuşuyorsunuz! Buralarda sizin gibi düzgün Türkçe konuşan insan pek görmedim! Nerede öğrendiniz?” “Mardin’de okula gittim!” “Hangi okula?” “Amerikan Kolejine!” “Haa! Demek koleje gittin?” “Evet!” “Neden geldin? Bir derdin mi var?” “Evet! Derdimiz değil, bir ricamız var!” “Neymiş o?” “Komutanım! Ben Midyat’ta kimseye Mor Dodo Kilisesi’ni karakol yapın demedim. Burası bizim kilisemiz. İbadet yerimiz! Biz size daha uygun bir bina verelim!” dedi. Komutan’ın yüzü birdenbire değişiverdi. Kinle bakarak: “Midyat’tan gelen emir böyle!” deyip kestirip attı ve Mel- Melke ve Direniş Komitesi askerlere karşı çok dikkatli davranıyor, onların her hareketlerini takip etmeye çalışıyorlardı. Ayrıca Basibrin’e gelip gidenleri dikkatle izliyorlar; kim kiminle konuşuyor, neden gelmiş, nereden gelmiş? Bilmek istiyorlardı. Daha karakol kurulalı bir ay olmuştu. Melke ve Basibrinli liderler Salihiler Aşireti’nden iki kişinin ellerini kollarını sallaya sallaya Basibrin’in ortasından geçerek karakola gittiklerini gördüler. Bu olay sıradan bir ziyaret değildi. Salihiler hem meydan okumak, bela çıkarmak, hem de Basibrin’de ne var ne yok diye anlamak istiyorlardı. Melke, “Bu adamları takip edin! Karakol’da ne işleri varmış anlamaya çalışın!” dedi. Aradan birkaç gün geçti. Bu kez Salihiler Aşireti’nin yeni ağası İsmaile Ramazan’ın adamlarından üç kişi Basibrin’e geldi. Ellerini kollarını sallaya sallaya, etrafa baka baka Karakola gittiler. Melke, “Bu adamların bu kadar sık karakola gelip gitmelerinin bir nedeni olmalı? Basibrinliler Karakola girip çı- 302 303 9. Salihiler karakola gelip gitmeye başladı K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo kamazken, askerlerle konuşamazken bu adamlar karakola geliyor askerlerle, komutanla konuşuyor. Bu adamların gelip gitmelerinin amacı kötü bir planı uygulamak, yeni bir saldırıyı başlatmak için olabilir!” değerlendirmesini yaptı. Düşüncesini Direniş Komitesi’ne açtı. “Benim tahminime göre bu adamlar Muhammede Amer’in, İsmaile Ramazan’ın oğlunun intikamını almak için bize saldıracaklar. Komutanla, askerlerle bunu konuşmaya geliyorlar! Çok dikkatli olmalıyız! Komutanla, askerlerle neler konuştuklarını, komutanın tavrını kesinlikle anlamalıyız!” dedi. Bir süre sonra mesele anlaşıldı. Melke’nin tahminleri doğruydu. İsmaile Ramazan, hem Basibrin’e saldırmak için keşif yaptırıyor, hem de güvendiği adamları vasıtasıyla Karakol Kumandanıyla, askerlerle bağ kurmak, kafasındaki kötü planı hayata geçirmek için onları kullanmak istiyordu. İsmaile Ramazan, Karakol Kumandanı’na “Müslümanlar her Hıristiyan köyüne girdi. Sadece Basibrin’e giremedi. Melke’nin emriyle Süryaniler Müslümanları öldürdüler. Melke benim oğlumu ve Aşiretimizin Ağasını öldürdü. O bir azılı katildir! Bütün Hıristiyanları devletimize ve Müslümanlara karşı ayaklandıran eşkıya başıdır! Müslümanların intikamını almak için Melke’yi öldürünüz! Size ne isterseniz verelim!” teklifini yapmıştı. Murtaza Komutan bu teklifi kabul etmemiş, askerlere de “Bir daha bu adamları karakola sokmayın!” emrini vermişti. İsmaile Ramazan, Karakol Kumandanı ve askerlerden umduğu yardımı alamayınca başka planlar kurmaya başlamıştı. 10. Bir düğün, bir olay 304 Basibrin’de hayat normale dönmüş görünüyordu. Turabdin’i, Basibrin’i bahar kaplamıştı. Yaz mevsimi geliyordu. Seyfo korkusuyla düğünlerini erteleyenler, hayatın normale döndüğünü görerek düğün yapmaya, evlenmeye başlamışlardı. İsmaile Ramazan’ın Melke’nin öldürülmesi için Karakol Komutanı ile güvendiği adamları vasıtasıyla görüştüğü günlerdi. Düğün sahipleri adet olduğu üzere Karakol Komutanı’nı düğüne davet etmişti. Komutan iki askerle birlikte düğüne geldi. Düğün sahibi ona özel sofra kurdu, başköşeye oturttu. Komutan düğün sırasında Mihdo isimli çok güzel bir Süryani kızını gördü ve çok beğendi. Ertesi gün bu kızı elde etmek için harekete geçti. Mido’nun evlerine iki asker gönderdi. “Mido’yu alıp gelin, bize hizmet etsin!” dedi. Askerler Mido’nun babasına komutanın isteğini söylediler. Kızın annesi ve babası “Kesinlikle kızımızı vermeyiz!” diyerek komutanın isteğini reddettiler. Askerler karakola döndüler. Durumu komutanlarına anlattılar. Komutan bu işe bozuldu. Mido’nun annesi ve babası askerler gidince hemen Mido’yu gizlediler ve Melke’ye koştular. Durumu Melke’ye anlattılar. “Bize yardım et!” diye yalvardılar. Melke, “Böyle şey olmaz! Mihdo bizim namusumuzdur! Siz evinize gidin! Ben komutanla durumu konuşurum!” dedi ve Karakol’a gitti. Karakol Komutanı ile sakin sakin konuştu. “Komutanım!” dedi, “Bir olay olmuş. Askerlerinizi Mido’nun evine göndermişsiniz! Kendinize hizmet etmesi için Mido’yu babasından istemişsiniz. Mido’nun annesi babası korku içinde bana geldiler. Sizinle konuşmamı rica ettiler. Size hizmet etmesi için bir erkek Süryani görevlendirebi305 K e m a l Ya l ç ı n 1915’lerde Süryani kadınları (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır) 306 Şemun Hanne Haydo liriz. Fakat size hizmet etmesi, çayınızı demlemesi, yemeğinizi pişirmesi için bir Süryani kızını veremeyiz. Mido’yu size hizmetçi olarak veremeyiz! Bu bizim için namus meselesidir! Lütfen bizi anlayınız!” “Haklısın Melke!” dedi Komutan, “Kusura bakma!” Mihdo olayı bu şekilde kapanmış oldu. Fakat Melke, bu olayın arkasının geleceğini tahmin etti; Komutanın ve askerlerin hareketlerini, görüştüğü kişileri takip etmeye başladı. Mihdo meselesi hemen Basibrin’de duyulmuş, Süryaniler “Mido’yu kesinlikle vermeyiz!” demiş olan Melke’nin arkasında durmuşlardı. Mihdo meselesi etrafa yayıldı, İsmaile Ramazan’nın kulağına kadar gitti. İsmaile Ramazan, “İşte şimdi yandın Melke!” dedi. Güldü, neşelendi, bir sigara yaktı. “Ulan Melke! Ulan gâvuroğlu gâvur! Siz vermezseniz vermeyin! Biz Mido’yu da, istediğimiz Süryani kızını da almasını biliriz!” Hemen bir adamını Komutana gönderdi. “Fazla ortalıkta görünmeden git! Komutana özel selamımı söyle, bir isteği, bir arzusu var mı? Sor gel!” Komutan, “Bir arzum, bir isteğim yok!” diye cevap verdi, ama İsmaile Ramazan’ın ne demek istediğini anlamıştı! Karakol Komutanı, düğünden bir ay kadar sonra yanına iki asker alarak Midoların evine gitti. Babasından Mido’yu istedi. Komutanın Mido’nun evine gittiğini görenler hemen Melke’ye haber verdiler. Melke hançerini beline soktu. Direnişçilerden 5-6 kişiyi yanına aldı, Mido’nun evine geldi. Kapıda bekleyen Komutanı sakin ama kararlı bir şekilde uyardı: “Komutan! Komutan! Sen bana bir ay önce söz vermiş ve özür dilemiştin! Verdiğin sözü unuttun mu? Mihdo’yu sana vermeyiz! Mihdo bizim namusumuzdur! Osmanlı Padişahı seni buraya bizim namusumuzu korumaya mı, yoksa na307 K e m a l Ya l ç ı n musumuzu almaya mı gönderdi? Zorla güzellik olmaz! Bizi zora sokmayın! Kan akmasın! Lütfen buradan ayrılınız!” Murtaza Komutan içinden “Ben bunun hesabını senden sorarım! Ben istediğim kızı almasını bilirim!” diye tehditler savurarak, öfkeyle kapıdan çekildi, karakola döndü. Basibrinliler Melke’nin kararlı tutumuyla Mido’yu ve namuslarını korumuş olmanın sevincini yaşadılar. Fakat yaşlılar, tecrübeli insanlar ve Melke bunun arkasının geleceğini, Komutan’ın intikam almak için çeşitli tertiplere girişebileceğini düşünüyor, büyük kaygı duyuyorlardı. Mihdo ise güzelliğine kızıyor, düğüne gittiğine pişman oluyordu. 11. Palamut ekmeği Zaman 1917 yılının Haziran ayının son günleriydi. Hava sıcaktı. Basibrinliler açlıktan kırılıyordu. Melke insanları açlıktan kurtarmak, çocukları salgınlardan korumak için direniş komitesi ile birlikte çareler düşünüyordu. Un, buğday, arpa bitmişti. Basibrinliler palamut ekmeği yemeye başlamıştı. Melke, Basibrin Muhtarı ile birlikte on gün önce karakola gitmiş, durumu anlatmış, “Açlıktan ölmemek için dağlardan palamut tohumu toplayıp, ekmek yapacağız. Her gün 20 kadını palamut toplamaya göndereceğiz. Saldırı olabilir. Biliyorsunuz silahlarımızı teslim ettik. Kadınlarımızı koruyacak silahımız yok! Kadınlarımızı kaçırabilirler. Lütfen palamut toplamaya gidecek kadınlarımızı korumak için iki üç asker ver,” demişti. Karakol Komutanı Murtaza “Millet palamut ekmeği mi yemeye başladı? Yazık, yazık! Siz hiç merak etmeyin! Ben her gün kadınları korumak için üç asker görevlendireceğim. Siz rahat olun! Ben burada olduğum sürece kimse 308 Şemun Hanne Haydo sizin kadınlarınıza, kızlarınıza dokunamaz!” demişti. Komutan sözünde durmuştu. Her gün kadınlar askerlerin koruması altında palamut toplamaya gidip geliyorlardı. Bir gün kadınlar palamut toplamaya gittikten sonra, Karakol Komutanı Melke’ye bir asker gönderdi. Melke’yi çağırdı, “Gel bir konuşalım!” dedi. Ortada konuşacak bir mesele yoktu. Melke askere “Komutan benimle ne konuşacak acaba?” diye sordu. Asker sır vermedi. “Ben bilmem!” dedi “Tamam asker! Sen git, benim bir işim var, hemen geliyorum!” diyerek askeri gönderdi. Melke ortada bir neden yokken Komutanın kendini yanına çağırmasından şüphelendi! Daha üç gün önce Komutanla yolda karşılaşmış, selamlaşmış, halini hatırını sormuştu. Murtaza Komutan o zaman yolda da konuşabilirdi. 12. Ölüm, senin adın batsın! Melke Süryani Liderlerinden Bihno dbe Rüme, Yuhanun dbe Kaşo Sawme ve Gawriko dbe Denho ile beraber Mor Dodo Kilisesi’ne gitti. Kapıdaki nöbetçi “Komutanım sadece seni istedi,” diyerek Melke’yi kilisenin ikinci katında bekleyen Murtaza Komutanın yanına götürdü. Yanındaki üç Süryani liderini, “Sizler burada bekleyeceksiniz!” diyerek iç avluda bekletti. Komutan ikinci katta yan yana yürürken Melke’ye “Bizden de mi silah almaya geldin?” diye laf attı! Melke, Komutan Murtaza’nın attığı laftan başına gelecekleri sezdi! Yavaşladı! Geri dönmek, kaçmak istedi. Komutan “Telaşlanmana gerek yok Melke! Seninle görülecek küçük bir hesabım var!” dedi. Eli belindeki tabancanın kabzasını tutuyordu! “Gel benimle!” dedi. Sesinin tonu değişmişti. Emretmeye başlamıştı! Melke’yi Kilise’nin damına çıkardı. Amacı Mel309 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo ke’yi aşağı atmak, “Kaçarken düştü, öldü!” demekti. Melke başına gelecekleri anlamıştı. Tam o sırada aşağıdan, kilise avlusundan silah sesleri geldi. “Demek ki beraber geldiğimiz arkadaşlarımı öldürdüler! Beni pusuya düşürdüler!” dedi. Ölümle hayat arasındaki bir andı! Saniyelerin bile önemi vardı. Beyninde şimşekler çaktı! Bir anda belindeki hançerini çekti yanındaki askere saldırdı, elindeki silahını aldı, önündeki duvarın arkasına atladı, sipere yattı, ateş etmeye başladı. Ortalık bir anda savaş alanına dönüverdi. Melke kendisine nişan alan askeri, tetiği çekinceye kadar öldürdü. Kargaşalık oldu. O kargaşalıkta Melke Kilise’nin damına çıktı. Yıllarca Direniş Merkezi olmuş olan Mor Dodo Kilisesi’nin her yerini avcunun içi gibi biliyordu. Kilise’nin çatısı çok yüksekti. Atlayamazdı. Hemen çatıdaki bir odaya girdi. “Burada kendimi bir süre savunurum! O zamana kadar Süryaniler yardımıma yetişirler!” diye düşündü. Karakol Kumandanı Murtaza ile Salihiler Aşireti Ağası İsmaile Ramazan yaptıkları katliam planını uygulamaya başlamışlardı. Önceden yapılan plana göre, eğer Melke yalnız gelmezse, yanında gelenler avluda bekletilecek, komutanın bir işaretiyle derhal öldürüleceklerdi! Askerler komutanın işaretiyle ateşe başladılar! Bihno dbe Rüme, Yuhanun dbe Kaşo Sawme’yi öldürdüler. Gawriko dbe Danho ise çok atik davrandı! Kendini yere attı! Hızla yuvarlandı, kolundan aldığı bir kurşun yarasına rağmen kapıdan kaçmayı başardı. Dağlara ulaştı ve saklandı! İnsanlık Karakol Kumandanı Murtaza’nın Melke’yi ve Süryanileri öldürmek için yaptığı suikast ve katliam planını daha sonra Gawriko dbe Danho’dan öğrenecekti. Kanlı plana göre askerler bir gece önce Mor Dodo Kilisesi’nin arka duvarını delmiş, dikkat çekmeden Salihiler Aşireti’nin silahlı adamlarını içeriye almışlar, Mor Dodo Kilisesi’nin arka odasına gizlemişlerdi. Salihililer sessizce saldırı emrini bekliyorlardı. Karakoldaki Türk askerlerinin de plandan haberleri vardı. Her asker görevini biliyordu. Katliam Melke’yi karakola çağırıp öldürerek başlayacaktı! Fakat Melke erken davranmış, bir askeri öldürmüş, silahını almış, hesapta olmayan bir çatışma meydana gelmişti. Murtaza Komutan artık içindeki tüm kinle, tüm intikam duygularıyla hareket ediyordu. Plana göre Melke karakola geldiği an görevli bir asker Mor Dodo Kilisesi’nin çan kulesine çıkacak, büyük bir beyaz bez parçası sallayarak Basibrin etrafını sarmış olan Salihiler Aşireti’nin silahlı adamlarına ve palamut toplamaya giden kadınları koruyan askerlere “Hazır olun!” emrini verecekti. Görevli asker beyaz bezi salladı! Salihiler ve askerler saldırı emri için hazır ola geçtiler! Aç kurtlar gibi pusuda bekleşiyorlardı! Vakit öğle zamanıydı. Ortalık sıcaktan yanıyordu. Aylardan Ramazan ayı idi. Basibrinli Süryanilere saldırmak, canlarını almak için “Hücum!” işaretini bekleyen Müslümanların çoğu oruçlu idi. Ağızlarının orucuyla “Allah’ın izni ve yardımıyla!” çalacakları malları, soyacakları evleri, kaçıracakları kızları, gelinleri, kadınları ve kazanacakları sevapları düşünüyorlardı! 310 311 13. Bayrağı salla! Melke kendini odaya kapatınca, Murtaza Komutan görevli askere emir verdi! “Bayrağı salla!” Bayrağın sallanması “Ey Kürtler, Ey Türkler, Ey Müslümanlar! Hıristiyanları öldürün!” demekti. K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Salihilerin saldırısını yöneten adamlar, “Bayrak sallandı! Hücum!” diyerek bağırdılar. Kimi besmeleyle, kimi “Allah Allah!” naralarıyla Süryanilerin kanını akıtmak, canlarını almak, mallarını yağmalamak, kadınlarını kızlarını kaçırmak için hücuma geçtiler. Palamut toplayan kadınları korumakla görevli üç askerin sorumlusu beyaz bezin sallandığını görmüş, “Hazır ol!” işaretini vermişti. “Bayrak sallandı! Ateş!” Derhal kadınlara ateş etmeye başladılar! Kadınlar, kızlar ne olduğunu anlayamadılar! Çığlık çığlığa bağırarak ağaçtakiler kendilerini yere atıyor, yerdekiler canlarını kurtarmak için kaçmaya çalışıyorlardı. İki asker bayrak sallandıktan sonra ele geçirecekleri kadınları seçmişlerdi. Ölen, yaralanan kadınlar arasından koşup yakaladılar. Hemen orada, palamut ağacının altında ırzlarına geçmek için saldırdılar! Kadınlar namuslarını kurtarmak tüm güçleriyle karşı koyuyorlardı. Üçüncü asker Aydın-Sökeli bir garibandı! Bir anda kendinden geçti! Kendi ablasının ırzına geçildiği an geldi gözlerinin önüne! 10-12 yaşlarındaydı. Babası sıtma salgınında ölmüştü. Kimi kimseleri yoktu. Açlıktan ölmemek için annesi, 15 yaşındaki ablasıyla birlikte Söke Ovası’nda, Şahinbeyler Çiftliği’nde boğaz tokluğuna hizmetçilik yapıyorlardı. Bir gün annesi hastalanmış, yataktan kalkamamıştı. Ablasıyla birlikte pamukların arasındaki otları yolmaya gitmişlerdi. Sıcak bir gündü. Ter su gibi akıyordu. Çiftliğin hizmetkârlarından üçü yanlarına geldi. Bir anda ablasına saldırdılar. Ablasını korumaya çalıştı. Hayvan gibi bir adam ağzının üstüne iki tokat vurdu. Kendini pamukların arasında buldu. İki hizmetkâr ablasını altlarına aldılar! Ablası namusunu korumak için çabalıyor, üstündeki adamları ısırmak istiyordu. Birisi bıçağını çekti ablasının boğazına dayadı! Sonra ellerini, ağzını bağladılar. Üç adam gözlerinin önünde ablasının ırzına geçmeye başladılar! Sökeli asker bir anda kendini Söke Ovası’nda Şahinbeyler Çiftliği’nde hissetmişti! Her şey aynen gözlerinin önüne geliverdi! Birisi onun ellerini bağlamıştı. Irzına geçilen kız aynen ablasıydı! Bir anda “Bırakın ulan ablamı!” diye bağırdı! Bırakmadılar! “Bırakın ulan ablamı!” İki el havaya ateş etti! Bir anda dünya durdu! “Bırakın ulan kızları!” Bıraktılar! Ablasının üstünden kalkan asker, “Ne oluyor sana Sökeli?” diye sordu. “Konuşma! Silahına yaklaşma! Yakarım çıranızı!” Sökeli Asker hüzünlü bir sesle “Bacılarım derhal kaçın buralardan! Sizi öldürecekler!” dedi. Kadınlar ölülerini orada bırakarak, yaralıları yanlarına alarak palamut ağaçlarının arasında kayboldular! Hem kaçıyor, hem de “Allah gönderdi bu askeri buraya!” diye dua ediyorlardı. Sökeli Asker, ırza geçen iki askerin silahlarını vermedi! Çaprazlama omuzuna astı. “Vururum ikinizi de! Alırım canınızı! Derhal karakola gidin!” diye emretti. Gitmek istemediler! Ayaklarının altına doğru iki el daha sıktı! Arkalarına bakmadan karakola doğru koşup gittiler. Sökeli Asker bir daha karakola dönmedi! Silahlarla birlikte gizlene gizlene Midyat’a gitti. Karakol Komutanı Murtaza’nın yaptıklarını Midyat Karakol Komutanı’na bir bir anlattı! Silahları teslim etti! İnsanlık bugün Basibrin katliamı hakkında bilinenlerin önemli bir kısmını Sökeli askerin vicdanlı, dürüst davranışından öğrendi. 312 313 K e m a l Ya l ç ı n 14. Basibrin’de katliam Şemun Hanne Haydo Melke ise saklandığı odada beklemeye başladı! Kurtuluş yollarını arıyordu. Askerler gizlendiği odaya saldırmamışlardı. Saatler bir yıl uzunluğunda geçiyordu. Melke başına gelecekleri tahmin etti. “Askerler beni yoracak, sonra kaldığım odanın tavanını delip içeriye yanmış saman, ot, paçavra atıp dumanla beni zehirleyip öldürecekler!” dedi. Hemen kaldığı odanın tabanını hançeriyle delmeye başladı. Açtığı delikten alttaki odaya atlayabilirse, bir ihtimal kurtulabilirdi. Tüm gücüyle taştan tabanı delmeye uğraşıyordu. Düşündüğü gibi oldu. Askerler odanın tavanını delmeye başladılar! Dakikaların, saniyelerin çok önemli olduğu bir zamandı! Melke tabanı delmeyi başardığında, askerler de tavanı delmiş, içeriye yanık saman, paçavra, ot atmaya başlamışlardı. Bir anda içerisi duman doldu. Nefes almak zorlaştı, gözü görmez oldu. Hayatın son anlarıydı, can havliyle hançerini beline soktu, askerden aldığı silahı bağrına bastı, kendini delikten aşağı bıraktı! Nasıl olduysa elindeki tüfek delikte takılı kaldı, kendisi yere düştü! Melke silahsız kaldı! Elinde silah olarak sadece hançeri vardı. Melke bu odada üç gün kapalı kaldı. Pencereden bağırıyor, Basibrinlileri yardıma çağırıyordu. O an dışarıda ne olup bittiğini bilemiyordu. Hâlbuki askerler daha ilk anda, komutan onu odasına davet ettiği anda, Melke ile beraber gelmiş olan üç liderden ikisini öldürmüşlerdi. Birisi yaralı kaçabilmişti. Melke gizlendiği odanın tabanını delmek için uğraşırken askerler Mor Dodo Kilisesi’nin etrafını çevirmiş, kiliseye giden yolları kapatmış, Süryani erkeklerini yakalayıp toplamaya başlamışlardı. Melke taş tabanı delip kendini aşağı attığında ve “Ben ölmedim! Yaşıyorum! Yardıma gelin!” diye bağırdığı saatler- de Salihiler Aşireti’nin adamları aç kurtlar gibi Basibrin’e saldırmış, yıllarca giremedikleri Basibrin’e girmiş, işgal etmeye başlamışlardı. Basibrinli direnişçiler silaha sarılmışlardı. Fakat karakoldan aldıkları silahları geri verdiklerinden ellerinde iyi silah yoktu. Hazırlıksız yakalanmışlar, bir yandan askerlerin, bir yandan da Salihilerin ateşi arasında kalmışlardı. Melke saklandığı yerde direnirken, Komutan Murtaza, “Melke seni öldürmeyeceğim!” diye yemin ederken Salihili katiller 70 kadar Süryani direnişçiyi yakalamış Karakol’un yakınındaki Piyoke’nin evine kapatmış, öldürmeye başlamışlardı. Bütün her şey Melke’nin Karakol Komutanı’na Mido’yu vermediği günden sonra İsmaile Ramazan ile Karakol Komutanı tarafından planlanmıştı. Bir insan ancak bu kadar ikiyüzlü, kalleş olabilirdi! Murtaza Komutan üç gün sonra Melke’nin sığındığı odanın kapısını çaldı. “Melke! Melke! Seni öldürmeyeceğim! Teslim ol!” Melke cevap vermedi! Murtaza’nın Salihilerle birlikte planladığı kanlı tertibin içine düşmüştü. “Ölmeden ne yapabilirim?” diye düşündü. Kapıyı açtıkları an elindeki hançeri komutana saplayacaktı! Murtaza Komutan tekrar bağırmaya başladı: “Melke! Melke! Kur’an’a el basarım! Allah adına sana söz veriyor, yemin ediyorum! Teslim ol! Seni öldürmeyeceğim!” Melke cevap vermedi! Askerler kapıyı baltalarla kırarak açtılar. Melke kapıdan ilk girene saplamak için hançerini fırlattı. Hançer duvara saplandı, kaldı. Askerler Melke’yi yakaladılar. Odadan dışarı çıkardılar. Birkaç dakika önce “Öldürmeyeceğim!” diye yemin eden Murtaza Komutan tabancasındaki mermileri Melke’nin kalbine, beynine boşalttı! 314 315 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Melke’nin dev gibi vücudu Mor Dodo Kilisesi’nin taş tabanına cansız düşmüştü. Kalbinden, kafasından akan kan Mor Dodo Kilisesi’nin kutsal taşlarının üstünde sessizce akıp göl oldu! Murtaza tabancasını beline koydu. “Ulan gâvuroğlu gâvur! Sen kendini kral mı sanmıştın? Ulan sen gâvur! Sen kızlarının namus bekçisi misin?” diyerek Melke’nin kalbine doğru kin ve nefretle bir tekme attı! Ayağındaki çizmeye Melke’nin kanı bulaştı! Bir anda korktu! Yanındaki askere bağırdı: “Ne duruyorsun ulan! Git, bez getir! Çizmemi temizle!” Asker komutanının çizmesini temizlerken, Salihili katiller Piyoke’nin evindeki Süryani erkeklerini öldürüyorlardı. Turabdin, Turabdin olalı çok kalleşlik, çok barbarlık görmüş ama böylesini az görmüştü! Süryanilerin en yiğit, en fedakâr 70 evladı Salihiler Aşireti’nin katilleri tarafından katledildi! Süryanilerin kanları su gibi akıp gitti Turabdin toprağının üstünde! Güneşin ağladığı bir gündü! O an güneş insan kılıklı mahlûkatların yaptıkları vahşeti görmemek için kapatmıştı elleriyle yüzünü! Basibrin’e canlarını kurtarmak için toplanmış Süryaniler, o an Salihilerin kanlı ellerine düşmemek için çığlık çığlığa kaçıyor, koşuyordu! Salihiler ve çevredeki Müslüman Kürt aşiretlerinden yağmaya, kız, kadın kaçırmaya gelmiş gözü dönmüş caniler Süryanilerin tertemiz, yüzüne bakmaya kıyamadıkları kızlarını, kadınlarını uzun saçlarından yakalayıp yerlerde sürükleyerek götürüyorlardı! Basibrin’deki katliam Seyfo bittikten sonra Osmanlı askerlerinin, Türklerin, Kürtlerin, Müslümanların elbirliği ile yapılmıştı. Katillerin dilleri, milletleri ayrı dinleri birdi! Salihiler ve diğer Kürt aşiretleri Basibrin’i yağmaladılar; taş üstünde taş, vücut üstünde baş bırakmadılar! Kadınlar, kızlar, çocuklar kapanın elinde kaldı. Salihiler Basibrin’i işgal ettiler. Süryanilerin evlerine güle oynaya yerleştiler. Salihiler Aşireti’nin katliamı Basibrin’den sonra etraftaki dağlarda, mağaralarda buldukları Süryanileri öldüre öldüre üç ay kadar devam etti. Hücum bayrağının sallandığı gün 100 kadar Süryani direnişçiyi öldürmüşlerdi. Daha sonraki günlerde 100-150 direnişçiyi, kadını, erkeği öldürdüler. Hâlbuki Seyfo zamanındaki çatışmalarda ölen Süryanilerin sayısı 50-60 kadardı. Ölenlerin çoğu açlıktan ve hastalıklardan ölmüştü. Melke Hanne Haydo canını verdi! Direniş Komitesi’ndeki Süryanilerin en iyi evlatlarından çoğu daha ilk gün Piyoke’nin evinde öldürülmüştü. Fakat Melke Hanne Haydo ve Direniş Komitesi’nin liderliği, doğru savaş taktikleri ve cesur mücadeleleri ile Basibrin’de toplanmış olan 18 köyden 5000’den fazla Süryani Seyfo’dan kurtulmuş oldu. Ölenler boşuna ölmemişti! Melke’nin oğlu Yawse Seyfo sırasında geçirdiği bir kaza ile, kızları Atiya ve Seyde hastalıktan ölmüşlerdi. Melke’den geriye sadece unutulmaz hatıraları kaldı! 316 317 15. Kaçırılan Süryani kadın, kız ve çocukların başlarına gelenler Hücum bayrağı sallandıktan sonra Salihiler Aşireti’nin silahlı adamları Basibrin içine dalarak direnişçi erkekleri yakaladılar. Çünkü direnişçilerin ellerinde kötü silahlar vardı. Saldırganlar ise iyi silahlarla donatılmıştı. Çünkü Osmanlı Devleti, Hıristiyanların ellerindeki silahları Aynwardo, Hah, Zaz gibi direniş yerlerinde topladığı gibi Basibrin’de de toplamış, fakat Müslümanların ellerindeki silahları, aşiretlerin ellerindeki silahları toplamamıştı. K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Salihiler Aşireti’nin silahlı, atlı adamları ön tarafta; kadınlar ve yaşlı erkekler katırları, eşekleriyle arka tarafta yer alarak Basibrin’e saldırmışlardı. Silahlı adamlar insan öldürecek, kadınlar soygun yapacak, yaşlı erkekler Süryani kadın ve kızlarını kaçıracaklardı! Silahlı adamlar önde savaşırken onlar arkada biraz beklemişler, direniş kırıldıktan sonra talana, soyguna; kadın, kız ve çocukları yakalamaya başlamışlardı. Askerlerin desteği ve yardımlarıyla korkunç bir saldırı, çok kanlı bir katliam yapmışlardı. Eli silah tutacak erkekleri toplayıp öldürdüler! Yaşlı, hasta kadınları, erkekleri ise yakaladıkları yerde öldürüyorlardı! Basibrin’in taş evleri, taşlı sokakları canlarını, namuslarını kurtarmak için direnen, kaçan, koşan insanların çığlıklarıyla sarsılıyordu! Birçok çocuk annesini babasını kaybetmişti, kimi ağlıyor, kimi titriyordu! Kimileri de korkudan, geçirdikleri şoktan hareketsiz kalmıştı. Bu çocuklardan hayatta kalanlar o anki şokun etkisini ömürleri boyunca beyinlerinde taşıdılar. En acı olayları Süryani kadınları, kızları yaşamak zorunda kaldı. Ölenler ölmüştü, fakat sağ kalanlar, esir alınanlar, kaçırılıp köle yapılanlar düşünülemeyecek kadar büyük, insan onurunu ayaklar altına alan zulümler yaşadılar. Birçok kadın, kız namusunu korumak için kendi canına kıydı ya da kıymak istedi! “Bu zulmü yaşayacağımıza ölüp kurtulsaydık!” diyen çok kadın, kız vardı. Ölüm değil, zulüm zor geliyordu Süryani kadınlarına! Salihiye Aşireti Sohrane, Kakwane ve Daskane adlı üç köyde yaşıyordu. Basibrin katliamına üç köyden Kürtler katılmıştı. Salihiler Aşireti soyguncuları Basibrin’den çaldıkları malları, eşyaları katırlarla, atlarla, eşeklerle köylerine, evlerine taşıdılar. Soygun, talan, hırsızlık günlerce devam etti. Salihiler kaçırdıkları kızları, kadınları, çocukları Sohran Köyü’ne götürdüler. Kaçırılan kızlardan biri de Harput Cezaevi’nde tutuklu olan Şemun Hanne Haydo’nun 13 yaşındaki Azze Köre adlı kızı idi. Kadın, kız almak isteyenler köy meydanında toplanmıştı. Salihiler genellikle kaçırdıkları kadınların, kızların kimin kızı, kimin karısı, gelini olduğunu biliyorlardı. Esir kadınlar, kızlar güzelliğine, gücüne kuvvetine, ailesinin varlığına, yaşına göre kapışılıyordu! Kadın, kız almaya gelenlerin çoğu erkekti. Fakat kocasına ikinci, üçüncü karı seçip almak için gelmiş Kürt kadınları da vardı. Beğendiği kızı kadını alan zorla, bağırta bağırta annesinden, kardeşinden, akrabasından, komşusundan kopararak götürüyordu! Bu kadınlardan biri de Direnişçi Denho dbe Şuşe’nun karısı Hindé idi. Hindé genç, güzel, güçlü kuvvetli bir kadındı. Dört yıl önce Denho dbe Şuşe ile evlenmişti. Denho katliam sırasında dağa odun almaya gitmişti. Ölümden tesadüfen kurtulmuştu. Hindé katliam sırasında kucağındaki üç yaşındaki oğlu Yusuf ile birlikte Zohranlı Ferho adında bir Kürt adam tarafından yakalanmış, diğer esir kadınlarla birlikte Sohran Köyü’ne getirilmişti. Kadınların paylaşımı sırasında Hindé’yi aldı, fakat kucağındaki oğlunu almak istemedi. Hindé oğlundan ayrılmak istemiyordu. Etrafındaki adamlar, “Anasını aldın, çocuğunu da al! Büyüyünce köle olarak kullanırsın!” dediler. Zohranlı Ferho, Hindé’yi oğlu ile evlendirmek için almıştı. Kadınların, kızların paylaşımı sırasında Şemun Hanne Haydo’nun kızı Azze Köre’yi Sohran Köyü’nden Nıhmetto Ailesi almıştı. Böylece Hindé ile Azze Köre aynı köye düşmüşlerdi. Zohran’a götürülen başka kadınlar, kızlar da vardı. Her Müslüman aile ganimet olarak aldığı Süryani kadını ya da kızı Müslüman olmaya zorluyordu. Çünkü Hıristiyan 318 319 K e m a l Ya l ç ı n bir kadının, kızın dokunduğu her şeyin mundar olacağına, Müslüman aileye uğursuzluk getireceğine inanıyorlardı. Hıristiyanın malını mülkünü kullanan, çaldığı buğdayını, ununu rahat rahat yiyen Müslümanlar, Hıristiyan kadınları kullanmadan önce Müslüman yapmak istiyorlardı. Çünkü Hıristiyan bir kadını, bir kızı zorla Müslüman yapmak sevaptı, cennetin kapısını da açıyordu! Seyfo sırasında olsun, Seyfo öncesinde ya da sonrasında olsun, Turabdin’de, Mezopotamya’da ve başka bölgelerde hiçbir hoca, hiçbir imam, hiçbir müftü, hacı, şeyh “Durun! Hıristiyan’ın kızını, karısını kaçırmak ve onları zorla Müslüman yapmak günahtır!” demedi! Tam tersine Süryanilerin, Hıristiyanların, Müslüman olmayan milletlerin kızlarını, kadınlarını kaçırmak, Müslüman yapmak sevap sayıldı, teşvik edildi! Aşiret sistemi, aşiret töreleri, gelenek ve görenekleri Hıristiyanların kadın ve kızlarını kaçırıp Müslümanlaştırılmasını onayladı ve destekledi. Kadın ve kız kaçıranlar kahramanlaştırıldı; dine hizmet etmiş muteber adam sayıldı. Eğer Müslümanlık, Hıristiyanların ve Müslüman olmayanların kadınlarını, kızlarını kaçırmayı kabul etmese, sevap saymasa, yasaklasa, günah saysa idi; imamlar, hocalar, müftüler, şeyhler karşı çıkmış olsalardı kadın ve kızların kaçırılması töre haline gelmezdi. Bunların hiçbiri olmadı! Hıristiyanın malı da, namusu da helal sayıldı! Hindé’yi alan Zohranlı Ferho, daha ilk günden “Derhal Müslüman olacaksın!” diye baskı yapmaya başladı. Kaçıp gitmemesi için üç yaşındaki oğlunu aldılar, başka bir aileye verdiler. Müslüman yaptıktan sonra geri zekalı, ağzının suyu akan, leş gibi kokan oğulları Hamo ile evlendireceklerdi. Hindé bu adamla evlenmemek ve Müslüman olmamak için kendini evin önündeki su kuyusuna attı! Hemen ku320 Şemun Hanne Haydo Azze Köre’nin resmi (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 321 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo yudan çıkardılar. Nıhmetto Ailesi’nden adamlar, kadınlar geldi. “Ferho, bu kadını zorlama, oğluna karı yapma!” dediler. Ferho hiç kimseyi dinlemiyor, “Ben onu Basibrin’den kaçırıp getirdim. Kaçırırken yoruldum. O benim kölemdir! İster yaşatırım, ister öldürürüm! Benim oğluma da karı olacaktır!” diyordu. Hindé ancak altı ay kadar direnebildi. Kokar Hamo’ya zorla karı yapıldı! Hamo’dan iğreniyor, geceleri kusuyordu! Sonunda hamile kaldı! Bir oğlu oldu! Adını Azizo koydular! Azizo’nun suçu yoktu! Azizo’ya analık yaptı. Fakat dört yaşına gelmiş olan oğlu Yusuf ’u göstermiyorlardı. Hindé’nin kaldığı evdeki Kürt kadınları, kızları Hindé’ye hiç yardımcı olmuyor, onu insan gibi görmüyor, kaçmaması için başında nöbet tutuyorlardı. Tuvalet ihtiyacını gidermek için evin dışına çıktığında başında bekliyorlardı. Üç yaşındaki Yusuf ’u anasından ayırıp başka bir Kürt aileye vermişlerdi. Bu ailenin çocukları Yusuf ’a akla hayale gelmeyecek kötülükler yapıyorlardı. Ailenin kadınları, büyükleri “Bu Hıristiyan çocuğu ölsün de, atalım dereye!” diye düşünerek Yusuf ’a ekmek vermiyor, aç bırakıyorlardı. Evin çocukları aç kalan Yusuf ’a pisliğe bulanmış ekmek veriyor, onun pislikli ekmeği yiyişine gülüyorlardı! Bunlar da yetmedi! Yusuf ’un kıçına çöp sokup, boynuna ip bağlayıp dolaştırıyorlardı. Görenler gülüp geçiyordu! Yusuf pislik, açlık içinde yaşamaya çalışırken başına, vücudunun yaralı yerlerine sinekler çöktü, kurt attı! Yusuf ’u öldürmüyor, zulüm ve işkence ediyorlardı! Şemun Hanne Haydo’nun kızı Azze Köre bir gün Yusuf ’u gördü. Dayanılmaz bir durumdaydı! Derhal eline taş aldı! Ona işkence yapan çocukları kovaladı! “Bir daha Yusuf ’a dokunursanız ya ben ölürüm, ya siz!” diyerek tehdit etti ve Yusuf ’u Nıhmetto Ailesi’nin evine getirdi, yıkadı, temizle- di, başındaki kurtları bir tahta parçasıyla sıyırıp attı. Nıhmetto Ailesi’nin yaşlı kadınına rica etti. Yusuf ’u yanına aldı. Azze Köre korkusuz bir kız olmuştu. Kimseden çekinmiyor ve korkmuyordu. Azze sadece babasından korkuyordu. Nıhmetto Ailesi Kürt idi, Müslüman idi, fakat Şemun Hanne Haydo’nun kızı olduğu için ona daha anlayışlı, daha iyi davranıyorlardı. Zamanla Sohran Köyü’ndeki Süryani kadınlar kendi aralarında haberleşmeye başladılar. Sonra Salihiler Aşireti’nin diğer köylerinde yaşayan Süryani kadınlarla bağ kurdular. Kadınlar hayatta kalabilmek, onurlarını korumak için çok zor ve çok tehlikeli de olsa gizli gizli birbirlerine yardımcı olmaya, duydukları haberleri birbirlerine ulaştırmaya çalışıyorlardı. Basibrinli hayatta kalmış olan insanlar, kadını erkeği, büyüğü küçüğü kaybolan yakınını; kaybolan karısını, kızını, çocuğunu; kaybolan kocasını, babasını, kardeşlerini arıyordu. Henüz kim öldü, kim kurtuldu, kim kaçırıldı, kim nerede, kimin başına neler geldi? Kimse bilmiyordu. Herkes uçan kuşlardan, esen rüzgârlardan haber soruyordu. Osmanlı İmparatorluğu ise savaştığı tüm cephelerde büyük kayıplar vermeye başlamıştı. İstanbul’daki hükümet, Saray’daki Padişah Basibrinli Süryanilerin başına gelenlerle, kaçırılmış Süryani kadınlarının dertleriyle ilgilenmiyordu! Süryaninin tutunacağı bir dal yoktu! Kimi kime şikâyet edecekti? 322 323 ONUNCU BÖLÜM Şemun Hanne Haydo’nun hapisten kaçması ve sonraki gelişmeler 1. Tek kurtuluş yolu 1913 yılından beri Harput Cezaevi’nde hükümlü olarak aynı koğuşta kalan Turabdin ağaları; Çelebiyo, Alike Batte, Haco, Serhano ve Şemun Hanne Haydo olayları yakından takip ediyorlardı. Osmanlı Devleti, Ermenilere ve Süryanilere karşı planladığı soykırımı gerçekleştirebilmek için genel planın bir parçası olarak ağaları yakalayıp hapse atmış, onları rehin almıştı! Eğer bu ağalar, Şemun Hanne Haydo hapiste olmasalardı, Turabdin’deki Süryaniler Seyfoyu belki daha az kayıpla atlatabilirlerdi. Çünkü rehin alınmış olan Kürt ağalarının himayesi altında çok sayıda Süryani, Hıristiyan vardı. Bu ağalar kendi himayelerini aşiret geleneğine, aşiret töresine göre korurlar, bile bile ölüme göndermezlerdi. Ağaların hepsi, Harput Cezaevi’nin bahçesinde 200 kadar Ermeninin öldürüldüğünü görmüşlerdi. Şemun Hanne Haydo, “Der Zor’a gönderileceğiz!” diye bekleyen Ermenilere “Sizi Der Zor’a götüreğiz diye yola çıkaracaklar, sonra derenin içinde öldürecekler. Başınızın çaresine bakın!” demiş, ama kendisi başka bir yardım edememişti. Şemun ve diğer ağalar Süryanilerin başlarına gelenleri öğreniyor, çeşitli yollardan Süryanilere yardımcı olmaya çalışıyorlardı. 327 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun kendini çok iyi bir savunma yaparak idamdan kurtarmıştı. Kimi kimsesi, arayanı soranı olmayan gariban yoksul mahkûmlara, tutuklulara hukuksal yardım yapıyor, verilen kararlara itiraz dilekçeleri yazıveriyordu. Yazdığı itiraz dilekçeleri sayesinde birkaç mahkûmu idamdan kurtarmıştı. Onu cezaevi müdürü de seviyordu. Cezaevi müdürü düzgün Türkçe konuştuğu, okunaklı yazdığı ve hesap işlerini iyi yaptığı için Şemun’a cezaevi kantinini işletme görevini vermişti. Şemun kısa bir sürede kantini kâra geçirdi. Çünkü Şemun işini doğru yapıyor, kasadan para çalmıyordu. Kantini çalıştırırken, askerleri, gardiyanları, mahkûmları da tanıma imkânı bulmuştu. Ayrıca mal alışverişi vesilesiyle dışarısıyla bağ kuruyor, bulabildiği gazeteleri okuyordu. Şemun ne yapıp ediyor kardeşi Melke’yle haberleşiyordu. Ona önerilerde bulunuyordu. Basibrin’in büyük kayıplar vermeden Seyfo yıllarını atlamış olmasından memnun oluyordu. Seyfo bitti, artık Basibrinliler kurtuldu, diye düşünürken Salihiler Aşireti’nin Basibrin’i işgal ettiği, Kardeşi Melke ile birlikte 200 kadar direnişçinin öldürüldüğü haberi gelmişti! Bunu beklemiyordu! Ağalarla olup bitenleri konuşuyordu. Onlar da Salihilerin yaptıklarından çok rahatsız olmuşlardı. Şemun’a dünya dar geliyordu! Basibrin katliamından sağ kurtulabilmiş insanların yardımlarına koşmak istiyordu. Salihilerin kaçırdığı kadınlar arasında kızı Azze Köre’nin de olduğunu öğrenmişti. Şemun Osmanlı’nın eline esir düşmüş, Harput Cezaevi’nin kalın duvarları arasına kapatılmıştı! İyi bir savunma yaparak idamdan kurtulmuştu. Fakat hakkında verilen cezanın bitmesine daha çok uzun yıllar vardı. Hâlbuki Süryanilerin, Basibrinlilerin, Sarelilerin bekleyecek halleri yoktu! Acilen Şemun’a ihtiyaçları vardı. Ne yapabilirdi? Tek yol vardı! Cezaevinden kaçmak! Bu düşünce aklına gelince gözlerine uyku girmez oldu. Uzun uzun düşünüyor, kaçmanın yollarını arıyordu. Bu işi kendi başına başaramazdı. Mutlaka ağalardan biriyle ya da hepsiyle kaçabilirdi. Düşüncesini ağaların en genci ve en atağı olan Alike Batte’ye açtı. Alike Batte, “Kaçalım! Fakat nasıl?” diye sordu. Birlikte düşünmeye başladılar. Diğer ağalarla tek tek konuştular. Çelebiyo “Siz kaçın, kurtulun! Fakat ben yaşlandım, yürüyemem. Ben burada kalacağım,” cevabını verdi. Serhano “Ben yaşlandım, kaçamam!” dedi. Haco da “Siz kaçın, ben kaçmayacağım,” dedi. Beş ağa kimseye sır vermedi. Alike Batte ile Şemun gizlice duvarı deldiler ve kaçtılar. 328 329 Harput’ta hapishaneye götürülen Ermeniler, 1915 (Kaynak: Agos Gazetesi) K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Alike Batte ile Şemun gece karanlığında yürüyor, gündüzleri saklanıyorlardı. Ellerinde bir bıçaktan başka silah yoktu. Önce kendilerine sağlam, uzun birer sopa yaptılar. Köpeklerin ve insanların saldırılarına ellerindeki sopalarla karşı koyacaklardı. Aç kaldılar. Ekmek yapan kadına rastladılar. Şemun Türkçe olarak “Kardeşim hastadır, bir ekmek verir misin?” dedi. Kadın onlara acıdı, birer ekmek verdi. Yollarına devam ettiler. Bir çoban onları gördü, “Kaçak hırsızlar var!” diye ihbar etti. Jandarma aramaya geldi. Kayaların arasında saklanarak kurtuldular. Başka bir köyde üç genç karşılarına çıktı. Onları yakalamak istediler. Karanlıktı. Alike Batte’yi hasta sanarak ona saldırdılar. Alike Batte onları dövdü. Kaçıp gittiler. Bu tehlikeyi de atlatmışlardı. Gene kayalıklarda saklandılar. Aç ve susuz kalmışlardı. Alike Batte karşılaştıkları bir çobandan ekmek ve su isteyecekti. Şemun karşı çıktı. “Biraz daha sabredelim, her çoban bizi ihbar ediyor! Tahminime göre bizim bölgeye yaklaşıyoruz,” dedi. Yürüye yürüye Dicle Nehri’ne vardılar. Dicle’yi geçerken boğulma tehlikesi atlattılar. Savur’a bağlı Sürgüç Köyü’ne vardılar. Alike Batte kendini tanıttı. Köylüler onu tanıdılar. Evlerine buyur ettiler. Ekmek, su verdiler. Bir gece orada dinlendiler. Yıkanıp temizlendiler. Tıraş oldular. Köylülerin verdiği yeni elbiselerini giydiler. Sürgüç Köyü Muhtarı Şemun ile Alike Batte’ye iki at ve dört silahlı koruma verdi. Midyat’a, Estel’e geldiler. Alike Batte’nin hapisten kaçarak Şemun Hanne Haydo ile birlikte Estel’e geldiğini duyan insanlar, aşiret mensupları onları karşılamaya gittiler. Herkes Alike Batte ile Şemun Hanne Haydo’ya geçmiş olsun dileklerini sunuyordu. Alike Batte, Estel’den Midyat’a atının üstünde gelirken, Midyat Kaymakamı ile karşılaştı. Kaymakam onu tanıdı. “Alike Batte, geçmiş olsun! Gel bana teslim ol! Ben seni affettireceğim!” dedi. Alike Batte, “Sağ ol Kaymakam Efendi! Hapisten yeni çıktım! Yeniden hapse girmek istemiyorum!” diyerek Midyat Kaymakamı’nın teklifini reddetti. Alike Batte’nin Midyat’a gelişinde Hevêrka Aşireti büyük bir karşılama töreni yaptı. Aşiret ağaları, Alike Batte ve Şemun Hanne Haydo’yu karşılamaya gelmişlerdi. Hep beraber Midyat’tan Mzizah Köyü’ne gittiler. Mzizah, Alike Batte’nin köyü idi. Bin kadar misafir geçmiş olsun dileklerini sunmaya gelmişti. Bir ay içinde 350 keçi kesildi. Gelenlere ziyafet verildi. Alike Batte kısa bir zamanda Hevêrka Sultanı olarak anılmaya başlandı. Şemun Hanne Haydo’yu yanından hiç ayırmıyordu. Çünkü Şemun onun güvendiği, akıl danıştığı tek kişi idi. Alike Batte gençti, aceleciydi, övülmekten ve kendi gücünü göstermekten çok hoşlanıyordu. Çoğu zaman düşünüp taşınmadan, sonunun ne olacağını hesaplamadan karar veriyordu. Ayrıca hiç Türkçe bilmiyor, hesaptan kitaptan anlamıyordu. Aşiretinin işlerini, akıl ve mantıkla değil, duygularla yapıyordu. Şemun Hanne Haydo, ona akıl ve mantığa göre yapması gerekenleri söylüyor, duygusal nedenlerle verdiği kararları durdurmaya ya da düzeltmeye çalışıyordu. 330 331 2. Şemun Hanne Haydo’nun kurtulduğu haberinin yayılması Şemun Hanne Haydo’nun Alike Batte ile birlikte 1917 yılı Kasım ayında hapisten kaçarak kurtulduğu, Mzizah’a geldiği haberi hızla Turabdin’e yayıldı. Bu haber Salihiler K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Aşireti tarafından esir alınmış, Müslümanlaştırılmış, zorla evlendirilmiş Süryani kadınlarına, Azze Köre’ye kadar ulaştı. Hepsinin yüzü gülmeye, umutları tazelenmeye başladı. Basibrin ve Sare’de Salihiler Aşireti’nin işgali altında rehine ve köle olarak yaşamak zorunda kalmış Süryanilerin direnme güçleri, yaşama heyecanları arttı. “Şemun kurtulmuşsa, mutlaka bizi de kurtarır!” diyerek mutlu oluyor, çektikleri acılara sabırla katlanıyorlardı. 1917 yılı Şubat ayında Aynwardo Direnişi’nin lideri Mzizahlı Mas’ud’un hain bir planla öldürülmesi Süryaniler arasında umutsuzluğun yayılmasına sebep olmuştu. Şemun Hanne Haydo’nun, 1917 yılı Kasım ayında hapisten kurtulması, Alike Batte ile birlikte mücadeleye başlamaları Süryanileri canlandırdı. Şemun, Basibrin ve Sare’de Salihilerin işgali altında yaşamak zorunda kalmış olan Süryanilere gizlice haber gönderdi. “Sabredin, kendinizi koruyun! Sizi kurtarmaya geleceğim!” dedi. Şemun hayatta kalmış Süryanilerle, Haydo Aşireti’nden insanlarla gizli bir haberleşme ağı kurdu. Kendi yokluğunda, 1913-1917 arasında Basibrin ve Sare’de meydana gelmiş olaylar ve Salihilerin katliamı hakkında ayrıntılı bilgiler alıyordu. Kardeşi Melke’nin Salihiler Aşireti Ağası İsmaile Ramazan tarafından, askerlerle işbirliği içinde öldürüldüğünü; kadın ve kızların Salihiler Aşireti tarafından kaçırıldığını öğrenmişti. Fakat hangi kadın ve kızın hangi Kürt tarafından kaçırıldığını, kaçırılanların yaşayıp yaşamadığını, kendi kızı Azze Köre’yi kimin kaçırdığını, yaşayıp yaşamadığını bilmiyordu. Şemun bu bilgileri aldıktan sonra Alike Batte ile Basibrin ve Sare’de yaşayan Süryanilerin başlarına gelenleri uzun uzun konuştu. Alike Batte’den yardım istedi. Alike Batte, “Biraz daha bekleyelim Şemun Ağa, zamanı gelecek!” diyor- du. Şemun umutla bekliyordu. Mzizah’a yerleştikten sonra Alike Batte, adamlarını Basibrin’e gönderdi. Şemun’un Basibrin’de yaşayan karısını ve çocuklarını getirtti. Fakat kızı Azze Köre yoktu. Akıbeti bilinmiyordu. Şemun karısı ve çocuklarıyla birlikte Mzizah’ta yaşamaya başladı. Beşinci çocuğu Mzizah’ta dünyaya geldi. Bu oğluna katledilmiş kardeşi Melke’nin adını verdi. Daha sonra dünyaya gelen oğluna da amcası Gewriye’nin adını verecekti. Şemun Hanne Haydo’nun dördü kız, dördü oğlan toplam sekiz çocuğu oldu. 332 333 3. Alike Batte Nusaybin’e gitmeden önce yaşanan olaylar Hevêrka Aşiretlerinin önemli ağaları, Çelebiyo, Serhano, Haco hapiste olduğu zaman Alike Batte, Hevêrka Aşireti’nin en güçlü ağası haline gelmişti. Herkes ona “Hevêrka Sultanı” diyordu! Alike Batte güçlendikçe daha atak hale geldi, gücüne sınır tanımıyor, daha fazla güç katmak istiyordu. Okul yüzü görmemişti. Dünyaya çok dar bir açıdan, Mzizah’ın küçücük penceresinden bakıyordu. İlerisini düşünmeden ani kararlar veriyordu. Şemun Hanne Haydo ise Turabdin liderleri içinde okula gitmiş, Amerikan Kolejini bitirmiş, beş dil bilen, Turabdin’in, Osmanlı’nın, dünyanın olaylarına çok geniş açıdan bakan tek liderdi. Şemun, Alike Batte’yi Harput Cezaevi’nde aynı koğuşta geçirdikleri uzun zaman içinde çok yakından tanımıştı. Alike Batte’den yaşça büyüktü. Bu nedenle Alike Batte’ye ağabeylik, yol göstericilik, danışmanlık yapıyordu. Elinden geldiğince onu sakinleştirmeye, frenlemeye, yanlış kararlarının kötü sonuçlarını hafifletmeye çalışıyordu. K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Alike Batte bir gün Tinat Köyü’nde yaşayan, Ömeriye Aşireti Ağası Muhammede Süleyman’a haber gönderdi. “Hevêrka’yı güçlendirelim, bana yardım edin!” dedi. Alike Batte 400 kadar atlı silahlı adamıyla birlikte Tinat Köyü’ne gitti. Köyün girişinde durdular. Alike Batte, Muhammede Süleyman’ı görüşmeye çağırdı. Muhammede Süleyman yaşça Alike Batte’den büyüktü. Muhammede Süleyman da 300 kadar atlı silahlı adamını alarak Alike Batte’nin yanına gitti. Adamlarını tam Alike Batte’nin adamlarının karşısına saldırı düzeninde dizdi. İki taraf arasında 50 metre kadar bir mesafe vardı. Karşılıklı saldırı halinde dizilmiş atlı, silahlı adamların önünde tam orta yerde Alike Batte ile Muhammede Süleyman atlarından indiler. Yürüyerek birbirlerine yanaştılar. Karşı karşıya durdular. Alike Batte’nin hemen arkasında Şemun Hanne Haydo duruyordu. Hava kurşun gibi ağırdı! En küçük bir kötü söz ölümle sonuçlanabilirdi. Alike Batte konuştu: “Muhammede Süleyman! Gel benim aşiretime katıl!” dedi. Muhammede Süleyman çok kızdı! Elindeki tüfeği havaya kaldırdı. Sol eliyle tuttuğu tüfeğe sağ eliyle öfkeyle vurdu! Tüfek kırıldı! Bu tam bir güç gösterisiydi. “Lawe Batte! (Batte’nin oğlu!) Ne zamandan beri ben bir çobanın emrine girer oldum?” diye gürledi! Alike Batte emir verdi: “Hevêrka hazır olun! Silahınızı çekin!” Çok tehlikeli bir andı. Şemun, Muhammede Süleyman’a yaklaştı ve hemen onu arkadan tuttu. Hançerini sırtına dayadı! Sakin ama kararlı bir ses tonuyla konuştu: “Dur Muhammede Süleyman, dur! Ne yapıyorsunuz? Sa- kin olun! Herkes istediği yola, istediği aşirete, istediği ağanın yanına gitsin! Kan dökülmesin! Senin aşiretin içinde bizimle gelmek isteyen Mahmude Asad ve adamları var. Sen bizimle gelmek istemiyorsan gelme! Fakat bizimle gelmek isteyenlere engel olma! Yoksa kan dökülür! Kavgaya dövüşe gerek yok! İsteyen istediği ağanın yanına gitsin!” Muhammede Süleyman burnundan soluyordu. Şemun’a döndü. “Şemun Ağa! Şemun Ağa! Ben bu yaştan sonra bir çobanın ağalığını kabul edemem! Ben bir çobanın emrine giremem!” dedi. “Sen gelmek istemiyorsan gelme! Ali Ağa’nın emrine girmek istemiyorsan girme! Ama bizimle gelmek isteyen Mahmude Asad’a engel olma!” Şemun Hanne Haydo, Alike Batte’nin önüne geçti. Muhammede Süleyman’ın koluna dostça dokundu: “Muhammede Süleyman! Zorla birlik olmaz!” dedi, “Sen ağalığına devam et, Alike Batte de kendi ağalığına devam etsin! Kimse kimsenin ağalığına karışmasın! Herkes ağalığına devam etsin! Fakat rüzgâr artık bizim taraftan, Alike Batte tarafından esiyor! Dikkatli ol ve bir daha karşımıza çıkma!” Muhammede Süleyman biraz sakinleşti. “Şemun Ağa senin dediklerini kabul ediyorum!” dedi. Adamlarına döndü! Eliyle emretti: “Geri çekilin!” Alike Batte de adamlarına “Geri çekilin!” emrini verdi. Mahmude Asad 100 kadar adamıyla beraber Muhammede Süleyman’dan ayrıldı. Kendi istekleriyle Alike Batte’nin tarafına geçtiler. Şemun, “Aliko! Artık dönelim!” dedi. Böylece Şemun Hanne Haydo çok kanlı bir savaşı önlemiş oldu. Mzizah’a geri döndüler. 334 335 K e m a l Ya l ç ı n 4. Bağdat-Berlin Demiryolu İşletmesi’ne odun ve kütük satma Şemun Hanne Haydo Alike Batte kölelerine emretti: “Keçileri kesin! Adamlarımı iyi doyurun!” Şemun, “İyi yaptın Ali Ağa!” dedi. Akşam yemeğini Alike Batte, Şemun ve Alike Batte’nin güvendiği üç adamla birlikte yediler. Ağalık kurallarına göre sofrada önce ağa konuşurdu! Diğerleri ancak ağanın izin verdiği kadar konuşur, ağanın sorduğu sorulara cevap verirdi. Sofrada son sözü de ağa söylerdi. Ali Batte son sözlerini söyledi: “Daha da güçlü olmalıyım! Daha da güçlü olmalıyız! Benim önümde herkes boyun eğmeli!” Alike Batte 2-3 ay kadar Mzizah’ta sessiz, sakin durdu. Şemun Hanne Haydo ile aklından geçenleri, yapmayı düşündüğü önemli işleri konuşuyordu. Bir gün konağın iç bahçesinde baş başa çay içiyorlardı, söz döndü dolaştı Berlin-Bağdat Demiryolu’na geldi. Konuyu Şemun açtı: “Ben bir süre Bağdat-Berlin Demiryolu İşletmesi’nde muhasebeci olarak çalışmıştım. Bağdat-Berlin Demiryolu dünyanın en önemli ticaret yollarından biridir. Bir ucu Berlin’e, diğer ucu Bağdat’a ulaşır. Bu yol üzerinden çok para kazanılabilir!” dedi. Alike Batte merakla sordu: “Nasıl?” Şemun eline bir çubuk aldı. Toprağın üstüne bir Asya-Avrupa haritası çizdi: “Bak Ali Ağa! Burası Berlin. Alman İmparatorluğu’nun başşehri. Burası İstanbul. Osmanlı İmparatorluğu’nun başşehri. Burası da Bağdat. Bugünün ve geleceğin en kıymetli yeraltı serveti petrolün merkezi. Biz tam buradayız. Midyat burası. Nusaybin burası. Mardin, Diyarbakır burası. Cihan Harbi 1914 senesinde bu demiryolu imtiyaz hakkını elde etme yüzünden, açılan her kuyudan petrol fışkıran Mezopotamya’yı, Arabistan’ı ele geçirme yüzünden çıkmıştı.” Alike Batte merakla sordu: “Almanya’nın petrolü yok mu?” “Almanya’nın da, İngiltere’nin de, Fransa’nın da kendi ülkelerinde petrol yok. Varsa bile yetersiz.” “Şemun Ağa, Osmanlı’nın petrolü yok mu?” “Var, hem de çok var! Fakat Osmanlı İmparatorluğu kendi topraklarındaki petrolü çıkarıp işletecek teknolojiye sahip değil.” “Nasıl yani?” “Ali Ağa mesele şu: Almanya, İngiltere, Fransa petrolle çalışan motor icat etti. Binlerce kamyon, otobüs, taksi, gemi, uçak, tank üretiyorlar. Fakat bu araçları çalıştıracak petrolü Osmanlı topraklarından, Irak’ta, Suriye’de, Arabistan’da çıkan petrolden satın alıyorlar. Osmanlı’nın ise petrolü çok, motor üretecek teknolojisi, bilimi yok. Bu Cihan Harbi bir bakıma petrol yataklarını yeniden paylaşma, zorla ele geçirme kavgasıdır.” “Şemun Ağa, onların petrol kavgasından biz nasıl faydalanacağız?” “Ali Ağa! Üç yıldan beri İngiltere, Fransa, Rusya bir tarafta, Almanya, Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bir tarafta savaşıyor. Binlerce, on binlerce insan öldü ve ölüyor. Bizim başımıza gelenler de bu savaşın bir parçası. Bizleri neden Harput’a kapatmışlardı? Benim, senin, bizim suçumuz yoktu. Bizler devlerin kavgasında ayakaltında kaldık ve hâlâ kalmaya devam ediyoruz.” “Şemun Ağa! Fazla derinlere gitme! Benim okumam yazmam yok! İlimi, irfanı bilmem ben! Sen bana açık söyle, 336 337 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Bağdat-Berlin Demiryolu İşletmesi’nden nasıl faydalanabiliriz? Onlar birbirlerini yesinler! Biz bu işten nasıl kazanç elde edeceğiz?” “Çok kolay Ali Ağa! Çok kolay!” “Nasıl?” “Bağdat-Berlin Demiryolu Nusaybin’den geçiyor. Lokomotifler kömürle, odunla çalışıyor. Demiryolu rayları çamdan ya da meşeden yapılan kalın kütüklerin üstüne döşeniyor. Kömür ve odun olmazsa lokomotifler yürümez, kalın kütükler olmazsa demiryolu rayları döşenemez. Demiryolu işletmesi odunu ve kütükleri bizim dağlardan kestiriyor ve satın alıyor. Odunu ve kütüğü biz satalım Almanlara!” “Satabilir miyiz Şemun Ağa?” “Satanlar nasıl satıyorsa biz de öyle satarız. Ben Almanca biliyorum. Almanlarla konuşur anlaşırım!” “Bu iş para getirir mi?” “Bu iş para getirmese, bu koskoca devletler demiryolu imtiyazı için savaşır mı?” “Şemun Ağa, biz odunu kime satacağız? Osmanlı’ya mı, Almanya’ya mı satacağız? Osmanlı bizimle ticaret yapmaz!” “Ali Ağa! Bağdat-Berlin Demiryolu’nun işletme ve imtiyaz haklarını Osmanlı Padişahı Almanlara vermiş.” “İmtiyaz hakkı ne oluyor?” “Demiryolu’ndan elde edilen kazancın çoğu Almanların olacak. Ayrıca daha da önemlisi, 1898 yılında Alman İmparatoru ile Osmanlı Padişahı arasında imtiyaz hakkı anlaşması yapılmış. Bu anlaşmaya göre Bağdat-Berlin Demiryolu’nun sağındaki 20 kilometre ve solundaki 20 kilometre içindeki, yani toplam 40 kilometrelik alandaki madenleri, kömür yataklarını, taş ocaklarını, ormanları, petrol kuyularını işletme hakkı da Almanlara verilmiş.” “Nasıl yani?” “Demiryolu Nusaybin’den geçiyor değil mi?” “Evet!” “Demiryolu’nun sağ tarafındaki 20 kilometrelik, sol tarafındaki 20 kilometrelik alandaki dağlardaki çam, meşe ormanlarının işletme hakkı Almanlara verilmiş. Biz imtiyaz hakkı Almanlara verilmiş olan ormanlardan Almanlar adına ağaç keseceğiz, odun ve kütük yapıp Alman Demiryolu İşletmesi’ne satacağız. Daha doğrusu ağaç kesme, odun yapma ve taşıma parasını alacağız.” “Şemun Ağa! Benim aklım karıştı biraz! Osmanlı bize kızmaz değil mi?” “Niye kızsın Ali Ağa? Alan memnun, satan memnun! Köy basıp hayvanlara el koyup satmak daha tehlikelidir.” “Haklısın Şemun Ağa! Sen bu işleri daha iyi bilirsin!” “Rica ederim Ali Ağa!” Ben de okuduğum, öğrendiğim kadarını sana anlatıyorum.” “Sağ ol Şemun Ağa! Sağ ol! Sen başka işlerini bırak, bu odun işini yap!” Şemun Hanne Haydo, ertesi gün yanına iki korumasını da alarak Nusaybin’e gitti. Bağdat-Berlin Demiryolu İşletmesi’nin Odun ve Kütük Travers Alım Merkezi’ndeki Alman Müdür Herr Müller ile konuştu. Alman müdür, ilk kez düzgün Almanca ve İngilizce konuşan bir Osmanlı vatandaşıyla karşılaşınca çok şaşırdı. “Buyurun, oturun! Adınız nedir? Almanca ve İngilizceyi nerede öğrendiniz?” “Herr Müller, benim adım Şemun Hanne Haydo. Soyadım Haydo. Bana ‘Herr Haydo’ diyebilirsiniz. Mardin Amerikan Koleji’nde okudum.” “Öyle mi? Çok memnun oldum Herr Haydo! Siz Müslüman mısınız?” “Hayır, Hıristiyanım.” 338 339 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Katolik misiniz? Protestan mı?” “Hayır! Ben Süryani Ortodoksum!” “Çok memnun oldum Herr Haydo!” “Ben de çok memnun oldum Herr Müller!” “Herr Haydo, benimle ne konuşmak istiyorsunuz? Buyurun, söz sizin!” “Herr Müller, ihtiyacınız olan travers ve odunları size uygun bir fiyatla ve güvenli olarak temin edebilirim. Bu konuyu sizinle konuşmak için geldim.” “Ah sooo! Sehr schön! (Öyle mi! Çok güzel!) Ben de uzun zamandan beri bu işi üstlenecek, Almanca ya da İngilizce bilen bir eleman arıyordum.” Herr Müller ile Herr Haydo uzun uzun yapılacak işin ayrıntılarını konuştular. Hemen o gün iş sözleşmesini imzaladılar. Herr Haydo, o günden itibaren travers ve odun temin ve alım sorumlusu olarak işe başladı. Şemun bir gece Nusaybin’de kaldı. Ertesi gün Mzizah’a döndü. Her şeyi, Herr Müller ile konuştuklarını, iş sözleşmesini Alike Batte’ye anlattı. Alike Batte bu işe çok memnun oldu. “Şemun Ağa!” dedi, “Odun işi senin işin! İstediğin kadar kölemi senin emrine veriyorum. Para hesabı konusunda da önce Allah’a, sonra sana güveniyorum! Hayırlı olsun odun işi!” Alike Batte’nin aşiretinin önemli bir kısmı Nusaybin Bölgesi’nde yaşıyordu. Şemun Ağa, kısa zamanda Alike Batte Aşireti’nin insanları arasından İzlo Dağı’ndan ağaç kesecek, odun ve kütük yapacak işçileri, taşıyıcıları buldu. Onlarca insan haftanın yedi günü sabahtan akşama kadar ağaç kesiyor, odun ve kütük yapıyor, katırlarla, eşeklerle, kağnılarla, dört tekerli Alman arabalarıyla taşıyıp Nusaybin’deki depoya teslim ediyordu. Şemun işçilerin gündeliklerini, odun ve kütük traverslerin hesaplarını yapıyor, paralarını kuruşu kuruşuna alıyor ve düzenli olarak Alike Batte’ye teslim ediyordu. Alike Batte’nin emri altında 500 kadar silahlı adamı vardı. Nusaybin artık Alike Batte’nin hâkimiyeti altına girmişti. Nusaybin Liderleri, Nusaybin Kaymakamı, askeri, savcısı, hâkimi, memurları Alike Batte’den korkuyor ve çekiniyorlardı. Odun ve kütük ticareti bir yıldan beri devam ediyordu. Para su gibi akıyordu. Alike Batte hayatında hiç bu kadar altın lira görmemişti. 340 341 5. Alike Batte’nin Nusaybin’e gidişi ve Nusaybin olayları Alike Batte, aşireti Nusaybin’de olmasına rağmen, Mzizah’ta yaşıyordu. Bir gün Nusaybin’e gitmeye karar verdi. Düşüncesini Şemun Ağa’ya açtı. Şemun Ağa, “Sen bilirsin Ali Ağa!” diyerek kararı onayladı. Bu karardan sonra Şemun ailesini Aynwardo’ya gönderdi. Alike Batte yanına Şemun Ağa’yı ve 500 kadar silahlı adamını alarak Nusaybin’e gitti ve oraya yerleşti. Bütün Nusaybin’i bir korku sarmıştı. Özellikle Nusaybin’in varlıklı aileleri ve Osmanlı memurları Alike Batte’den çekiniyorlardı. Bir sabah Alike Batte ile Şemun’un yanına fakir bir kadın geldi. “Alike Batte sen misin?” diye sordu. “Evet benim!” “Sana bir diyeceğim var!” “Söyle bakalım!” “Benim hayatta tek bir oğlum var. Onu hapse attılar. Yedi K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo seneden beri Nusaybin Hapishanesi’nde yatıyor. Sen çok güçlüymüşsün! Kurtar benim oğlumu!” “Adı ne senin oğlanın?” “Bahtiyar!’” “Tamam! Sen git şimdi evine! Oğlun akşama senin yanında olacak!” Kadın dualar ederek Alike Batte’nin yanından ayrıldı, evine gitti. Alike Batte, “Şemun Ağa!” dedi, “Hazırlan, hapishaneyi basacağız, bütün mahkûmları kurtaracağız!” Şemun, Alike Batte’nin anında, acele karar vermesinden memnun olmadı. “Ali Ağa, biraz yavaş olalım!” dedi, “İyice düşünüp taşınalım! Hemen silahlı baskın yapıp Osmanlı Devleti’ni karşımıza almayalım! Osmanlı savaştadır, güçsüz düşmüştür! Fakat bizden daha güçlüdür! Bu işi çözmek için başka yollar da vardır. Onları deneyelim!” “Hangi yollar vardır?” “Ali Ağa, savcıya gidip konuşalım! ‘Bahtiyar’ı serbest bırakın!’ diyelim!” “Bırakır mı?” “Önce güzelce rica edelim! Bırakmazsa o zaman zorla bıraktıralım!” “Tamam! Kalk hemen savcıya gidelim! Sözümüzü yerine getirelim! Bahtiyar bu akşam annesinin yanında olmalı!” Birlikte savcıya gittiler. Savcı saygıyla ve dikkatle karşıladı. Kahve ikram etti. “Buyur Ali Ağa, bir isteğin, bir arzun mu var?” diye sordu. Alike Batte Kürtçe konuşuyor, Şemun Türkçeye çeviriyordu. “Var!” dedi Alike Batte. “Hapishanede Bahtiyar isimli bir mahkûm varmış. Onu derhal serbest bırakacaksın!” “Emrin başım gözüm üstüne Ali Ağa! Fakat önce dosyasına bakayım. Bir yolunu bulayım!” “Bak bakalım!” Savcı Bahtiyar’ın dosyasına baktı. “Şemun Ağa, zaten bu mahkûmun hapis cezasının bitmesine on gün kalmış,” dedi. “Yedi sene yatmış olan bu mahkûm on gün daha yatsın. Eğer bir yıl, iki yıl daha yatması gerekseydi, başka bir yolunu bulur serbest bırakır, senin ricanı yerine getirirdim. On gün sonra serbest kalacak bir mahkûmu derhal bırakamam. Bu benim için zor olur. Lütfen beni anlayışla karşılayın!” “Savcı Efendi! Ben beş gün, on gün bilmem!” dedi Alike Batte. “Ben annesine söz verdim. Bu akşam Bahtiyar senin yanında olacak dedim! Derhal bırakacaksın!” Savcı telaşlandı! Ne yapacağını şaşırdı! “Ali Ağa, sen büyüksün! Güçlüsün! Fakat beni de düşünün! On gün sonra serbest olacak bir mahkûmu bırakamam!” Alike Batte çok sinirlendi! “Sen bırakmazsan, ben bırakmasını bilirim!” diyerek ayağa kalktı, savcının odasını terk etti! Şemun da arkasından çıktı. Alike Batte doğru konağına gitti. Şemun onu yatıştırmaya çalışıyordu. “Ali Ağa, biraz sabırlı ol!” diye yalvardı. Fakat Alike Batte dinlemiyordu. “Duracak zaman yok Şemun Ağa! Duracak zaman yok! Ben Alike Batte isem, bu çocuk bu akşam evinde olacak! Ben verdiğim sözü derhal yerine getirmezsem Hevêrka Sultanı Alike Batte olamam!” Şemun kararından vazgeçirebilmek için ona gerekçeler ileri sürüyordu. Fakat Alike Batte onu hiç dinlemiyordu. “Derhal adamlarıma haber ver! Derhal hapishaneyi basacağız ve tüm mahkûmları serbest bırakacağız!” dedi. 342 343 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Hapishane’nin Alike Batte tarafından basılarak, tüm mahkûmların serbest bırakılması Nusaybin’i sarstı. Kimisi Alike Batte’yi alkışlıyor, kimisi başlarına gelecekleri düşünerek tedirgin oluyordu. Nusaybin’in varlıklı aileleri, zengin ağaları Alike Batte’nin bir yağma yapmasından çok korkmuşlardı. Fakat susuyorlardı. Nusaybin kaymakamı olayı derhal telgraflarla Mardin’e, Diyarbakır’a, İstanbul’a bildirdi. Nusaybin’in askeri sorumluları da derhal baskını bağlı oldukları komutanlara bildirdiler, yardım istediler. İki gün sessizlik oldu. Nusaybinliler nefeslerini tutmuş, başlarına gelecekleri korkuyla bekliyorlar, muhtemel bir silahlı çatışma ve yağmaya karşı önlemler alıyorlardı. Şemun Ağa da Nusaybin’deki sessizliğin kopacak bir fırtınanın sessizliği olduğunu, askerlerin çevreden gelecek yardımları beklediklerini düşünüyordu. Şemun Ağa baskından sonraki üçüncü gece tuvalet için evden dışarı çıktığında, Nusaybin etrafındaki tepelere toplar yerleştirildiğini, çadırlar kurulduğunu, etraflarının tamamen sarılmış olduğunu gördü. Fakat bir şey söylemedi, yatmaya devam etti. Biraz Sonra Alike Batte kalktı, hizmetçilerden su istedi. Hemen bir ibrik su getirdiler. Alike Batte dışarı çıktı. Kendi gözleriyle Nusaybin’in askerler tarafından kuşatılmış oldu- ğunu gördü. Hemen geri döndü. Namaz kılmayı falan bıraktı. “Şemun Ağa, Şemun Ağa, şimdi ne yapacağız?” diye seslendi. Şemun cevap vermedi. “Şemun Ağa! Şemun Ağa! Kalk! Ne yapalım?” diye tekrar sordu. Şemun cevap verdi: “Bunu cezaevini basmaya gitmeden önce düşünmeliydin Ali Ağa!” dedi. Alike Batte, “Oldu bir kere! Bu meseleyi beraber çözeceğiz!” Şemun sert cevap verdi: “Aliko, bu sorunu sen çözeceksin artık!” Aradan yarım saat geçti. Alike Batte tekrar Şemun’un yanına geldi, “Şemun Ağa haklısın! Hata yaptım, acele davrandım, seni dinlemedim!” dedi. Tartışacak zaman değildi. Şemun Ağa sakinleşmiş, düşünmeye başlamıştı. Alike Batte, “Ne yapacağımıza birlikte karar verelim Şemun Ağa. Ne yapacağız şimdi?” Şemun Ağa cevap verdi: “Ali Ağa, saldırıya saldırıyla karşılık vereceğiz!” “Bu kadar askerle savaşabilir miyiz?” “Bak Ali Ağa! Nusaybin kuşatılmış, bizim etrafımız yakın mesafeden sarılmıştır. Topların ve mitralyözlerin atış mesafesi içindeyiz. Silahlı bir çatışmadan sağ kurtulmamız çok zor!” “Teslim mi olalım?” “Hayır! Teslim olmak yok!” “Ne yapalım Şemun Ağa?” “Askerlerle çatışmaya girmeden kurtulmalıyız.” 344 345 Artık ok yaydan çıkmıştı. Alike Batte 100 kadar silahlı adamıyla Nusaybin Hapishanesi’ni bastı. Kapısını kırdı. Tüm mahkûmları serbest bıraktı. Bahtiyar da daha akşam olmadan annesine kavuşmuş oldu. 6. Kalk Aliko, kalk! Etrafımız sarılmış! K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Nasıl?” “Kaymakamı, savcıyı, hâkimi, komutanı rehin alacağız! Bize yol açmalarını isteyeceğiz!” “Doğru söylüyorsun Şemun Ağa, ne gerekiyorsa yapalım!” “Beyaz bayraklı elçimizi kaymakama göndereceğiz. Konuşmak istediğimizi söyleyeceğiz. Kabul ederse gidip konuşacağız. İsteğimizi söyleyip rehin alacağız!” “Hemen yapalım!” Şemun Ağa güvendiği bir adamını eline beyaz bayrak vererek kaymakama gönderdi. “Alike Batte sizinle konuşmak istiyor, diyeceksin ve kaymakamın cevabını alıp geri geleceksin!” dedi. Şemun Ağa, Alike Batte’ye “Aliko, sen de tabancanı iyi sakla görünmesin!” dedi. Kaymakam elçiyi kabul etti. “Gelsinler konuşalım!” dedi. Elçi geri geldi, kaymakamın cevabını Alike Batte’ye bildirdi. Kaymakam konuşma isteğini Alike Batte’nin ve Şemun Ağa’nın teslim olmak istediklerine yorumlamıştı. Hemen komutana, savcıya, hâkimlere haber verdi. Alike Batte ile Şemun Ağa Kaymakam Konağı’na gittiler. Kaymakam ağaları “Hoş geldiniz!” diye karşıladı. Ellerini sıktı ve içeriye buyur etti. Tam bu sırada Alike Batte tabancasını çekti, hepsini rehin aldı. Alike Batte konuşuyor, Şemun Türkçeye çeviriyordu: “Kaymakam Efendi derhal Nusaybin’i kuşatmış olan komutana gideceksin! Sana dediklerimi bildireceksin. Bize bir koridor açsınlar. Nusaybin Köprüsü’nden geçip dağa çekileceğiz. Bize saldırırlarsa ölünceye kadar savaşırız. Fakat ölmeden önce hepinizi öldürürüm!” Kaymakam “Tamam!” dedi. Kuşatmayı yöneten komutana gitti. Alike Batte’nin teklifini bildirdi. Komutan tek- lifi kabul etti. Anlaşma sağlandı. Anlaşma uyarınca koridor açıldı. Alike Batte rehineleri yanına alarak tüm silahlı adamlarıyla birlikte Nusaybin Köprüsü’nden geçerek dağa çekildiler. Rehineler serbest bırakıldı. Nusaybin olayları, Osmanlı Devleti tarafından Alike Batte’nin devlete karşı silahlı bir isyan olarak değerlendirilmiş, bölge komutanına her ne pahasına olursa olsun bu isyanı bastırma ve sorumluları en ağır biçimde cezalandırma emri verilmişti. Bölge Komutanı, bu isyanı bastırmanın sadece askerlerin gücüyle zor olacağını bildiği için, devlet yanlısı Dekşuri Aşireti’nin ağasından yardım istedi. Aslında Dekşuri Aşireti Hevêrka Aşiretler Konfederasyonu’na bağlı 26 aşiretten biriydi. Siyasi duruma göre, aşiretin genel çıkarlarına göre Hevêrka Aşiretleri bazen birleşiyor, bazen birbirleriyle savaşıyorlardı. Dekşuri Aşireti ise genellikle Osmanlı Devleti’nin yanında yer alıyordu. Nusaybin savaşı Hevêrka ile Dekşuri arasındaki kanlı bir savaşa dönüşmüştü. Muhammede Süleyman Aşireti, Azzadine Tammo Gavre, Omeriya Aşireti, Hapesbuniye Aşireti hep bu savaşa katılmışlardı. Bu savaş Alike Batte için ölüm kalım savaşı olacaktı. Alike Batte Domanilere, Salihilere ve tüm Hevêrka Aşireti’ne hitaben Şemun Ağa’ya bir mektup yazdırdı. Bu mektubu çok hızlı koşan Hamdallo adlı kölesiyle Domanilerin, Salihilerin ağalarına gönderdi, tüm Hevêrka Aşireti’nden acil yardım istedi. Aşiretler önce Mzizah’ta toplandılar. Silahlanıp Alike Batte’nin yardımına koştular. Alike Batte’nin tarafında 700 kadar atlı ve silahlı adam toplanmıştı. Karşı tarafta ise askerler ve Dekşuri Aşireti savaşçılarından oluşan 1000 kadar silahlı ve atlı savaşçı saldırı düzenine geçmiş, emir bekliyorlardı. 346 347 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Osmanlı askerleri tepelere makinalı tüfekleri, topları yerleştirmişlerdi. Alike Batte tarafı, silah ve savaşçı adam sayısı bakımından daha zayıftı. Nusaybin Bölge Komutanı’nın emriyle askerler ateşe başladılar. Komutan “Ali Ağa, Şemun Ağa! Bu sefer elimden kurtulamayacaksınız!” diye güldü. Komutanın yanında bulunan Muhamedde Süleyman Ağa komutana yavaşça seslendi: “Komutan, ne zaman Şemun Ağa’nın ellerine kelepçe vurulduğunu görürsem, ben o zaman gülerim! Sen de erkenden gülme!” dedi. Savaş tüm şiddetiyle devam ediyordu. Alike Batte, “Şemun Ağa, savaşı sen yönet!” dedi. Kürt Kürde, Müslüman Müslümana karşı savaşıyordu. Bölge komutanı askerlerinin ölmesini istemiyordu. Cephenin önüne Dekşuri Aşireti’nin savaşçılarını koymuştu. Askerler Dekşurilere makinalı tüfek ve top atışlarıyla destek veriyordu. Şemun Ağa savaşın gidişatını dikkatle takip ediyor, karşı tarafın zayıf noktalarını bulmaya çalışıyor, daha az can kaybıyla savaşı kazanmak istiyordu. Savaş iki gün, iki geceden beri devam ediyordu. Çok ölen ve yaralanan vardı. Üçüncü gün çok şiddetli top ve makinalı tüfek atışlarıyla başladı. Bütün mesele makinalıları ve topları susturabilmek, ele geçirmek idi. Şemun Ağa Ali Ağa ile durumu değerlendirdi. Dedi: “Ali Ağa, sen aşiretinin başında dur, savaşı yönet, ben adamlarımla askerlerin elindeki makinalıyı alacağım!” “Şemun Ağa! Allah yardımcın olsun!” Şemun derhal durumu değerlendirdi. Güvendiği adamlarıyla makinalıyla ateşe devam eden askerlerin arkasına Şemun Hanne Haydo 1940’lı yıllarda (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 348 349 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo geçti, yaylım ateşi açtı. Türkçe bağırdı: “Askerler hepinizin canını alırım! Ya teslim, olun ya kaçın!” Tekrar yaylım ateşi açtı! Askerler ağır makinalıyla ateşe devam ettiler. Şemun Hanne Haydo makinalının başında bulunan iki askeri etkisiz hale getirmeye mecbur oldu. Tam o sırada bir subayın kendisine yaklaşmakta olduğunu gördü. Hançerini çekti, subayı boynundan yaralayarak onu da etkisiz hale getirdi. Şemun derhal ağır makinalı silahın başına geçti. Namlusunu Dekşuri savaşçılarının üzerine çevirdi. Bastı tetiğe! Ağır makinalının kurşunları Dekşurilileri yere seriyordu. Bir anda şaşkına döndüler. Şemun haykırdı: “Dekşurililer hepinizin canını alırım! Geri çekilin!” Dekşurili komutan “Ateşe devam!” diye emretti. Şemun, “Ateşe devam!” diye emredenin üzerine doğru yaylım ateşi açtı. Bir anda beş altı kişi yere serilmişti. Yerde cansız yatanlardan biri de az önce “Ateşe devam!” diyen aşiret komutanıydı. Çok insan ölmüştü! Komutanlarının ölümünden sonra Dekşuriler “Ateş kes!” diye seslendiler ve geri çekildiler. Nusaybin Savaşı üç gün üç gece sürdükten sonra Alike Batte’nin zaferiyle sonuçlanmış oldu. Askerlerin ve aşiret kuvvetlerinin geride bıraktığı silahlara, topa, tüfeğe el koydular. Alike Batte’nin Salihiler ve Durukiler aşiretlerini yardıma çağıran mektubu Şemun yazmıştı. Fakat “Ali Ağa bu adamlar benim kızımı, benim milletimin kızlarını, kadınlarını kaçırmışlardır. Önce kaçırdıkları kadın ve kızlarımızı geri versinler, sonra gelip bize yardım etsinler!” dememişti. Diyememişti. Çünkü o an ölümle karşı karşıya idiler. Zamanı değildi. Önce canlarını kurtarmaları gerekiyordu. Artık Alike Batte ve adamları için Nusaybin yaşanamaz hale gelmişti. Alike Batte bu durumu gördü. Tüm aşiret kuvvetlerine Mzizah’a dönme emrini verdi. Nusaybin Savaşı odun ve kereste ticaretini de bitirdi. Şemun Hanne Haydo işinden ayrıldı. Odun ve kereste satışından kazanılan altın liralar da son buldu. 350 351 7. Deyro du Slibo Manastırı’nın Aliye Rimmo Aşireti tarafından işgali Seyfo zamanı geçmişti. Fakat Müslüman Kürt aşiretlerin saldırıları yer yer devam ediyordu. Müslümanlar zayıf bir yer bulduklarında hemen saldırıyorlardı. Çelik Köyü’nden Aliye Rimmo Aşireti Deyro du Slibo Manastırı’nı işgal etmiş, birçok Süryaniyi öldürmüş, kadınları, kızları kaçırmışlardı. Deyro du Slibo Süryani Lideri, Şemun Hanne Haydo’dan yardım istedi. “Bizi kurtar!” dedi. Şemun durumu Alike Batte’ye anlattı. Alike Batte bu olaya çok sinirlendi! “Şemun Ağa! Ben bu adamların cezasını vereceğim!” dedi. “Sen adamlarını hazırla! Ben de Hermes Köyü’ndeki adamım Alike Sakwen’e haber göndereceğim. O da adamlarını hazırlasın, senin emrine girsin. Birlikte Deyro du Slibo’daki işgali kaldırın!” Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Şemun yanına 100 kadar Süryani’yi aldı. Hermes Köyü’nden gelen Alike Sakwen’in adamlarıyla birleşti. Birlikte Deyro du Slibo Manastırı’nın kapısının önünde saldırı düzeninde durdular. Şemun haykırdı: “Teslim olun! Kapıyı açın! Dışarı çıkın!” İçerden cevap geldi: K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Teslim olmuyoruz!” Şemun “Hücum!” emrini verdi. Şemun’un emrindeki Süryaniler, bir anda kapıyı kırdılar. İçeri girdiler! Göğüs göğüse bir kavga başladı. Kısa bir sürede direnişi kırdılar. Manastırı işgal etmiş olanlar teslim oldular. Hepsi tek tek üst baş araması yapılarak dışarı çıkarıldı. Silahlarına el kondu. Şemun Ağa, Deyro du Slibo’ya tekrar Süryanileri yerleştirdi. Deyro du Slibo’nun sorumluluğunu Şabo ile Musa’ya verdi. Alike Sakwen’i yanına çağırdı: “Alike Sakwen bundan sonra Hermes Köyü’nün ağası sen olacaksın! Bir daha benim Süryanilerime dokunursanız hepinizi parça parça ederim!” Alike Sakwen bunu kabul etti “Baş üstüne Şemun Ağa!” dedi. Şemun memnun oldu! Sonra Alike Batte Alike Sakwen’i yanına çağırdı: “Bugünden sonra Hermes’te benim adamım sensin!” dedi. “Süryanileri koruyacaksın! Kimse Süryanilere saldırmayacak! Süryanilere saldıranlar bana saldırmış olacak ve cezalarını ben kendi elimle vereceğim! Bugünden sonra Deyro du Slibo’da yaşayan Süryanilere kimse dokunmayacak! Alike Sakwen, sana emrediyorum: Süryanileri sen koruyacaksın!” “Emrin başımın gözümün üstüne ağam!” Alike Batte Hermes Köyü’nü hâkimiyeti altına aldıktan sonra, “Şemun Ağa, şimdi hep birlikte Çelik Köyü’ne gideceğiz ve Deyro du Slibo’ya saldırmış, işgal etmiş olan Abdülkerim Rimmo Aşiretine iyi bir ders vereceğiz!” dedi. Şemun Ağa’nın emrindeki Süryaniler ve Alike Batte’nin emrindeki Kürtler hep birlikte Çelik Köyü’ne gittiler. Çelik Köyü’nün kıyısında saldırı düzeninde durdular. Abdülkerim Rimmo, Şemun Ağa ile Alike Batte’nin adamlarını karşısında görünce derhal teslim oldu! Hemen iki beyaz at gönderdi. “Ali Ağa, senin hâkimiyetini kabul ediyorum!” dedi. Çelik Köyü’nde bir gece kaldılar. Dinlendiler. Ertesi gün Alike Batte, “Şemun Ağa bugün hep birlikte Bakisyan Bölgesi’ne gideceğiz. Zahuran Aşireti Ağası ile konuşacağız,” dedi. Birlikte Zahuran Aşireti Ağası’nın yanına gittiler. Alike Batte konuştu: “Ağa buraya kavga etmeye gelmedik. Seninle iki dost olarak konuşmaya geldik. Ferman zamanı geçmiştir. Ferman zamanında yaptıklarınızı biliyorum. Artık yeter! Bir daha Süryanilere dokunmayacaksınız! Süryanilere dokunan bana dokunmuş, benim ağalığıma karşı gelmiş olacaktır! Ağalığıma karşı gelenin canını alırım!” dedi. Alike Batte, Şemun Hanne Haydo ile birlikte köy köy dolaşarak kendi hâkimiyetini kabul ettiriyor, Süryanileri de hâkimiyeti altına alıyordu. Alike Batte ile Şemun Hanne Haydo adamlarıyla birlikte Zahuran Köyü’nden Mzizah’a dönerlerken Enhel Köyü yakınında Enhel Lideri Bisso dbe Kahya ile karşılaştılar. Alike Batte’nin yanında 450 kadar silahlı adam vardı. Bisso’nun ise 50 kadar adamı vardı. Alike Batte “Hey Bisso! Daha nereye gideceksin?” diye bağırdı. Bisso dbe Kahya cevap verdi: “Ali Ağa! Benim seninle hiçbir derdim yoktur! Senin aşiretin başka, benim aşiretim başkadır! Bırak ben yoluma gideyim, sen de yoluna devam et!” Alike Batte bu cevaba çok kızdı. Bisso Ağa’yı cezalandırmak istedi! 352 353 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Ağa Alike Batte’nin niyetini anladı ve hemen araya girdi: “Dur Ali Ağa, dur! Bisso Ağa bizim düşmanımız değildir. Bugüne kadar bize karşı saygılı davranmıştır, bundan sonra da bize saygı göstereceklerdir!” diyerek muhtemel bir çatışmayı önlemiş oldu. Şemun Ağa elini Bisso’nun omzuna koydu. “Haydi siz yolunuza devam edin! Ben bu işi hallederim!” dedi. Sonra Alike Batte’ye döndü, “Bundan sonra Süryaniler benden sorulacaktır. Onların sorumlusu benim. Bu işi kendi aramızda çözeceğiz. Onlar senin yolunu kesmeyecekler!” dedi. Şemun Hanne Haydo 9. Alike Batte’nin intikamı Alike Batte’nin Şemun Ağa ile yakınlığını görenler, Alike Batte’nin Müslüman Ağalarını “Süryanilere dokunmayacaksınız!” diye uyardığını duyan bazı Müslümanlar Alike Batte’ye kızmaya başlamışlardı. Bunlardan bazıları Alike Batte’nin annesine gelip, “Senin oğlun Hıristiyanları koruyor! Şemun Ağa ferman sırasında öldürülmüş Süryanilerin intikamını alıyor!” diye şikâyet ediyorlardı. Bir süre sonra Alike Batte’nin annesi Şemun Ağa’ya kızmaya başladı. Oğlunu karşısına alıyor, “Aliko! Şemun Süryanilerin intikamını alıyor! Sen ona yardımcı oluyorsun!” diye eleştiriyor, bazen de kavga ediyordu. Bu kavgaları gören, duyan Alike Batte’nin karısı da bir gün Şemun’u uyardı. “Şemun Ağa! Kaynanam senin hakkında çok kötü konuşuyor! Senin yüzünden Aliko ile kavga ediyor! Dikkatli ol!” dedi. Şemun Ağa bu kıskançlıkların, bu şikâyetlerin üzerinde derin derin düşünmeye başladı. Kendi kendine sordu: “Bakalım bu işin sonu nereye varacak?” Zaman 1918 yılının Temmuz ayı idi. Mhamaye Alo, Mzizah Köyü’ne Alike Batte’nin yanına geldi. Dedi: “Ali Ağa! Alikiye Aşireti benim yeğenimin ağalığına karşı çıkmışlar, onu zora sokmuşlar. Senden yardım istemeye geldim. Bana yardım et! Alikiye Aşireti’ne iyi bir ders verelim!” Alike Batte hemen “Sen merak etme! Adamlarını hazırla! Birlikte onlara iyi bir ders verelim!” sözünü verdi. Mhamaye Alo memnun oldu. Alike Batte’ye çok teşekkür etti. “Sağ ol Ağam!” diye diye yanından ayrılıp köyüne döndü. Şemun Hanne Haydo bu “ders verme” işini hiç beğenmedi. “Ali Ağa!” dedi, “Biz her yardım isteyenin yardımına koşmayalım! Şartlarımızı, zamanımızı iyice düşünelim. Bana göre Alikiye Aşireti’ne ders verme işi yanlıştır. Mevsim yazdır. Hava çok sıcaktır! Zaman savaşa uygun değildir!” diyerek karşı çıktı. Fakat Alike Batte kararından dönmedi! “Şemun Ağa! Ben verdiğim sözden dönmem! Ben havaya, mevsime bakarak savaşmam! Her zaman ve her şart altında savaşırım! Sen korkma! Bana güven! Adamlarını hazırla! Üç dört güne kadar Alikilerin üstüne yürüyeceğiz. Ayrıca Nusaybin’de Osmanlı askerleriyle işbirliği yaparak bana saldırmış olan aşiretlerin de cezasını vereceğim. Ölenlerin intikamını alacağım!” Şemun, “Sen bilirsin Ali Ağa! Senin kararına uyarım ve seni yalnız bırakmam!” dedi. Alike Batte, “Sağ ol Şemun Ağa!” dedi, “Hemen hazırlıklara başlayalım. Nusaybin Savaşı’nda bize yardım etmiş 354 355 8. Şemun Hanne Haydo’yu kıskananlar K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo olan Salihiye, Dorika ve Domani aşiretlerine haber verelim. Onlar da bizimle gelsinler. Böylece onları da memnun etmiş oluruz!” Alike Batte 500 kadar atlı silahlı adamıyla birlikte Alikiye Aşireti’ni cezalandırmak ve Hazak yakınlarındaki Müslüman Kürt köylerini talan etmek için yola çıktı. Şemun Hanne Haydo’nun yanında da 50 kadar atlı Süryani savaşçı vardı. İlk kez Müslüman Kürt köylerini talan edeceklerdi. Musaye Fatıme de Alike Batte’nin yanındaydı. O da Kürt köylerinin talan edilmesine karşıydı. Fakat o da Alike Batte’yi kararından döndürememişti. Artık olacakları, kimin ölüp kimin sağ kalacağını bilmek mümkün değildi. Her zaman olduğu gibi ölen ölür, sağ kalanlar yoluna devam ederdi. Şemun Ağa yolda giderlerken Kürtlerin kendi aralarında konuştuklarını duydu: “Ferman sırasında Hazaklı Süryaniler çok Müslüman öldürdü. Alikiye Aşireti’ne giderken yol üstündeki Hazak’a uğrayalım, 10-15 Süryani öldürelim! İntikamımızı alalım!” diyorlardı. Şemun Ağa duyduklarına çok kızdı! Fakat kızdığını belli etmedi. Kendi kendine “Bu Müslümanlar Süryanileri öldürmekten vaz geçmeyecekler! Hazaklıları kurtarmalıyım!” dedi. Zaman hızla geçiyordu. Şemun derhal karar verdi. Tam Ağrite Köyü’nün sınırına vardıkları zaman Şemun atını Alike Batte’nin yanına sürdü. “Ali Ağa!” dedi, “Benim Hazak’ta önemli bir işim var! Ben Hazak’a uğrayayım! Siz yolunuza devam edin! Fakat ben gelinceye kadar saldırmayın!” “Yolun açık olsun Şemun Ağa! Çabuk gel!” dedi Alike Batte. Şemun yanına beş Süryani atlı adamını alarak atını hızla Hazak’a doğru sürdü. Hazaklı Süryaniler Şemun Hanne Haydo’yu karşılarında görünce şaşırdılar. Hazaklı Hanna Herdo ve Muksi İlyas Şemun’u selamladılar. “Hoş geldin Şemun Ağa! Hayr ola! Bir işin mi var burada?” diye sordular. Şemun cevap verdi: “Hayırlı bir iş için geldim buraya! Derhal adamlarınıza haber verin! Silahlarınızı kuşanın! Atlarınıza binin! Arkamdan gelin!” Bu işlerde daha fazla soru sormak olmaz! Hemen Şemun’un dediklerini yaptılar. İki saat içinde savaşa hazır hale gelmişlerdi. Atlarının dizginlerini salıverdiler. Alike Batte’nin yardımına koşuyorlardı. Bu arada Alike Batte, Şemun Ağa’nın dediklerini dinlemeden savaşı başlatmıştı. Alike Batte’nin emriyle 500’den fazla atlı silahlı adam Alikiye ve Sofi Brahime Ğızale aşiretlerine ait yedi köyden altısını basmış, mallarını, hayvanlarını yağmalamış, elde ettikleri ganimetlerle Neşfe adlı yedinci köye gelmişlerdi. Fakat altı köyün insanları taktik olarak malları yağmalanırken güçleri zayıf olduğundan fazla karşı koymamışlar, güçlerini birleştirerek Neşfe Köyü’nün kıraç, susuz, taşlı arazisinde toplanmış, pusuya yatmışlardı. Alike Batte ve adamlarını pusuya düşürdüler, etraflarını kuşattılar ve ateşe başladılar. Alike Batte’nin adamları neye uğradıklarını şaşırdılar! Böyle bir saldırı beklemiyorlardı. Üzerlerine kurşun yağıyordu! Kendilerini yere attılar! Hava çok sıcaktı! Toprak ve taşlar köz gibi ısınmıştı. İnsanlar susuzluktan kırılıyordu. Neşfe Köyü’nün tek bir su kuyusu vardı. Alike Batte’nin adamları su kuyusuna doğru koşuyor, kuyuya yaklaşan bir 356 357 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo damla su içemeden kurşunu yiyip ölüyordu. Musaye Fatıme susuzluktan ölüyordu! Kuyuya yaklaştığı an kafasından yediği tek kurşunla canını verdi ve kuyu başında ölmüş insanların üstüne yıkıldı! Şemun Ağa ve adamları Ali Ağa’nın yanına yaklaştıklarında savaşın başladığını gördüler. Karşılarındaki manzara korkunçtu! Bir meydan savaşı yapılıyordu. Yüzlerce atın, katırın, eşeğin; binlerce koyun, keçi, sığırın canlarını kurtarmak için büyük bir korku ile oradan oraya, bağıra çığıra, darma dağınık koştururken çıkardıkları toz gökyüzünü kaplamıştı. Barut kokusu burunları, barut dumanı gözleri yakıyordu. İnsan sesleri ve çığlıkları kurşun yarası alan atların acı acı kişnemelerine karışıyordu. İnsanlar, hayvanlar canlarını kurtarmak için bağırıyor, çığırıyor, henüz harman edilmemiş buğday arpa destelerinin, dikenlerin ve taşların arasında sürünüyor, yatıp kalkıyordu. Atlar terden köpürmüş, cayır cayır yanan sıcakta, duman ve toz bulutları arasında nefes alabilmek için burun deliklerini açmış, gözleri korkudan yerlerinden fırlayacakmış gibi büyümüştü. Onlarca insan yaralanmış, atı bir tarafa, kendisi bir tarafa düşüp kalmıştı. Saatlerdir koşmaktan, susuzluktan, yorulup yıkılan atlar can çekişiyordu! Şemun karşılaştığı insanlara “Aliko nerede, Aliko nerede?” diye sordu. Kimin nerede olduğu tozdan dumandan belli olmuyordu. Şemun Ağa yanındaki adamlarına, “Önce ne olup bittiğini anlayalım. Sonra ne yapacağımıza, nereden saldıracağımıza karar verelim!” dedi. Şemun Ağa uzaktan durumu inceledi. Kuyuya yaklaşan insanların nasıl ve nereden atılan kurşunlarla öldüklerini tespit etti. Kurşunlar kuyu yakınındaki buğday sapı yığının içinden geliyordu. Neşfe Köyü’den Sofi Brahime Ğızale ve adamları kuyu yakınına buğday saplarını yığmışlar, arasına pusu kurmuşlar kuyuya yaklaşanları yakın mesafeden vurup öldürüyorlardı. Şemun kuyubaşına kurulmuş pusuyu araştırırken Musaye Fatıme’nin de su içmek için kuyuya doğru giderken vurulmuş olduğunu anladı ve cesedini uzaktan gördü. Şemun buna çok üzüldü! “Ben şimdi size pusu nasıl kurulurmuş, kuyu başında adam nasıl öldürülürmüş göstereceğim!” dedi. Haykırdı! “Sofiye Brahim! Ben Şemun Hanne Haydo bave Kore ma, rëbbaţe Sare u Basibrine ma, kake Melke ma! (Ben Köre’nin babası, Sare ve Basibrin’in lideriyim, Melke’nin abisiyim!) Sofiye Brahim! Hazır ol ben geliyorum!” Şemun’nun sesi dağlarda yankılandı! “Hücum!” diye haykırdı yeniden! Atlı Süryaniler hücum ettiler! Şemun Ağa’nın sesini duyan Alikiye Aşireti’nin adamları şaşırdılar ve kaçmaya başladılar. Şemun Ağa derhal yanındaki Hazaklı Süryaniye emretti: “Bak! Rüzgâr hangi taraftan esiyor? Git, buğday sapı yığınını o taraftan ateşe ver!” Bir anda kuyu yakınına yığılmış buğday sapları yanmaya başladı. Şemun Ağa, “Ateşten kaçanları yaşatmayın!” diye gürledi. Musaye Fatıme ve diğerlerini öldürenler de kuyu başında canlarını verdiler. Şemun Ağa, Hazaklılara ve yanındaki adamlarına kuşatmayı kırmak için ateş emrini verdi. Neşfe köylüleri, Alikiye ve Sofi Brahime Ğızale aşiretlerinin adamları arkadan gelen yaylım ateş altında kaldılar, canlarını kurtarmak için kaçmaya başladılar. Şemun kuşat- 358 359 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo mayı yarmıştı, açtığı koridordan Alike Batte’nin imdadına yetişti. Alike Batte çok memnun oldu! “Şemun Ağa! Şemun Ağa! Geldin mi?” Durulacak zaman değildi! Şemun Ağa, “Ali Ağa ben sana ‘Ben olmadan savaşa başlama,’ demiştim,” dedi. Fakat tartışılacak zaman değildi. Aliko’ya seslendi: “Ali Ağa durmayalım! Yoksa susuzluktan öleceğiz!” dedi. Ali Ağa bağırdı: “Hücum!” Şemun Ağa haykırdı: “Ateş!” Yüzlerce atlı hücuma kalktı! Alikiye ve Sofi Brahime Ğızale aşiretlerinin adamları kaçıp gittiler. Savaş bitmişti! Görevliler elkoydukları malları, koyun, keçi, sığır sürülerini topluyordu. Her savaşın en zor işlerinden birisi ölenleri toplamaktı. Bu savaşta yedi Müslüman ve üç Süryani ölmüştü. Cesetleri katırların sırtlarına heybe gibi koyarak Alike Batte ile Şemun Hanne Haydo’nun önlerine getirdiler. Şemun Hanne Haydo adamlarını saydı. Üç Süryani yoktu. “Derhal arayın ölü ya da sağ bulup getirin!” dedi. Aradılar bulamadılar. Alike Batte, “Şemun Ağa aramayı bırakalım! Ölenlerin hepsini almak zorunda değiliz!” dedi. Şemun Ağa karşı çıktı: “Adamlarımın ölülerini almadan hiçbir yere gitmem!” dedi. Hazaklılar tekrar aramaya gittiler. Neşfe Köyü girişindeki bir sokağın başında üç Süryaninin ölüsünü bulup getirdiler. Alike Batte ve Şemun Hanne Haydo Musaye Fatıme’nin ve diğer insanların ölülerini katırların sırtına heybe gibi koydular. Yaralıların kimini katıra, eşeğe bindirdiler, kimini iki katırın taşıdığı sedyelere yatırdılar. El koydukları malları, hayvan sürülerini alarak savaş meydanından ayrıldılar. Önce Musaye Fatıme’nin ölüsünü annesi Fatıme’ye teslim etmek için konağına geldiler. Fatıme çok üzüldü! “Oğlum nasıl öldü?” diye sormadı. Sustu! Ali Ağa ile Şemun Ağa taziyeleri kabul ediyorlardı. Bir süre Fatıme’nin konağında kaldılar. Taziyeler bittikten sonra Mzizah’a geldiler. Alike Batte ele geçirdikleri ganimetleri ağalara ve ölenlerin ailelerine paylaştırdı. Şemun Ağa’ya da fazladan bir dana verdi. Şemun Ağa daha sonra bu danayı satarak kedisine 600 adet mermi aldı. 360 361 10. Kaçırılan Süryani kadınlarını düşünen yoktu Hazak köyleri talan edilmişti. Alike Batte daha da güçlenmişti. Fakat Alike Batte’nin Basibrin’i işgal etmiş, Süryanileri katletmiş, kadınlarını kızlarını kaçırmış aşiretlerle birlikte köyleri talan etmesi, Şemun Hanne Haydo’yu çok düşündürdü. Ağaların hepsi aynı kafadaydı. Soyacak, talan edecek Süryani köyleri kalmayınca sıra düşman gördükleri Müslüman Kürt köylerine gelmişti. Şemun, hapisten kaçtıktan sonra bir kere Ali Ağa ile konuşmuştu: “Ali Ağa, hapse birlikte girdik, birlikte yattık ve birlikte kaçıp kurtulduk. Üç aydan beri beraberiz. Sen aşiretini toplamaya çalışıyorsun! Gücüne güç katıyorsun! Doğru yapıyorsun! Seni destekliyorum ve destekleyeceğim. Fakat K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo benim büyük derdim var. Ben de aşiretime yardım etmek, aşiretimi toplamak istiyorum. Senin de çok iyi bildiğin gibi, Salihiler ve Domaniler benim köyüm olan Basibrin’e saldırmış, insanları katletmiş, kadınları, kızları, çocukları kaçırmıştır. Sağ kalanlardan birçoğu köleleştirilmiştir. Salihiler Aşireti benim iki köyümü işgal altında tutmaktadır. Ver yüz adamını bana, gidip Salihiler Aşireti’ni Basibrin’den çıkarayım! İstersen birlikte gidelim. Kaçırılan, köleleştirilen kadınlarımızı, kızlarımızı, çocuklarımızı kurtaralım! Bunu senden özellikle rica ediyorum.” Ali Ağa cevap verdi: “Şemun Ağa haklısın! Merak etme gerekeni yapacağım. Uygun bir zamanı bekliyorum!” Şemun bir daha bu konuyu konuşmadı. Beklemeye başladı. Alike Batte gücüne güç kattı, aşiretini toparladı, “Hevêrka Sultanı!” olarak anılmaya başladı. Şemun Ağa daima yanındaydı. Bütün kavgaları, savaşları beraber yönetiyorlardı. Fakat Alike Batte Şemun Ağa’nın ricasını yerine getirmiyor, sürekli erteliyordu. Aradan 18 ay geçmişti. Alike Batte Basibrin’i işgal etmiş olan Salihiler Aşireti’ni köyden çıkarmamış, Şemun Ağa’yı oyalamıştı. En sonunda Salihilerle birlikte talan yapmıştı. Şemun Ağa hayal kırıklığına uğradı! Alike Batte’den umudunu kesti! Alike Batte sadece kendi aşiretinin çıkarlarını, sadece kendi aşiretinin Kürtlerini düşünüyordu. Şemun düşünüp taşındı. Alike Batte’nin yanından ayrılmaya karar verdi. Neşfe Köyü savaşından sonra Mzizah’ta Alike Batte ile konuştu: “Ali Ağa 18 aydan beri beraberiz. Birçok tehlikeyi atlatarak bugünlere geldik. Ben Aynwardo’ya gitmek, bir süre orada kalmak istiyorum!” dedi. Alike Batte bunu beklemiyordu. Bir süre sustu, yüzüne baktıktan sonra: “Şemun Ağa! Hapiste de, dışarda da bana çok yardım ettin. Çok sağ ol! Elbette gidebilirsin! Sana gitme diyemem! Fakat bu seferki gidişin dönüşü yok gibi geliyor bana!” “Aliko! Hayatın seni ve beni nereye götüreceği belli olmaz!” dedi Şemun! Alike Batte, Şemun’u Mzizah sınırına kadar götürdü, “Yolun açık olsun Şemun Ağa!” diyerek vedalaştı. O an hayatın onları nereye götüreceğini, Ali Batte’nin bu ayrılıktan iki ay kadar sonra öldürüleceğini kimse bilmiyordu, bilemezdi de!” 362 363 ON BİRİNCİ BÖLÜM Süryaninin Süryaniden başka kalıcı dostu yok! 1. İş başa düştü! Şemun Hanne Haydo elinde silahı, sırtına çaprazlama astığı mermilerle Aynwardo’ya geldi. Aynwardolu liderler onu saygıyla karşıladılar. Şemun onlara durumu kısaca anlattı. “Süryaninin Süryaniden başka gerçek dostu yok!” dedi. “Haklısın Şemun!” diye onayladılar. Basibrin o günlerde hâlâ Salihiler Aşireti’nin işgali altındaydı. Abdoye Hüseyin kendini Basibrin’in ağası ilan etmişti. Basibrin’in en güzel evine yerleşmiş, iki Süryani erkeğini ve iki Süryani kadını köle haline getirmişti. Bütün hizmetlerini onlara yaptırıyordu. Hindoke adlı bir Süryani kadını kendine karı yapmıştı. Şemun daha önce kurduğu gizli ilişkilerle Basibrin’de, Sare’de ve çevredeki Süryani köylerinde olup bitenleri anlamaya çalışıyordu. Hâlâ kızı Azze Köre ile bağ kuramamıştı. Hâlbuki Alike Batte ile talana gitmiş olan Salihiler her şeyi, kimin kızı, kimin karısı kimin evinde olduğunu biliyorlardı. Şemun Ağa’ya söylemediler. Şemun Ağa da onlara minnet edip sormadı. Her şeyin bir zamanı vardı. Şemun Aynwardo’ya yerleştikten sonra kaçırılan kızları, kadınları, çocukları aramaya, onlara haber ulaştırmaya, onlardan haber toplamaya başladı. Sohran Köyü’nde Hamo ile zorla evlendirilmiş ve bir oğlan çocuğu doğurmuş olan 367 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Hindé bir gün Şemun Hanne Haydo’nun Aynwardo’ya geldiğini haber aldı. O günden sonra kaçma yolları aramaya başladı. Gece gündüz nasıl kaçabileceğini düşünüyordu. Kaldığı evin kadınları onu tuvalete bile yalnız göndermiyorlardı. Fakat Hindé onlara artık kaçmayacağını, Hamo’dan bir oğlu olduğunu, çocuğunu bırakıp hiçbir yere gidemeyeceğini söylüyordu. Kadınlar denemek için birkaç kez keçilere ot getirme işini ona verdiler. Hindé kendi başına ot biçip getirmişti. Yavaş yavaş Hindé’nin kaçmayacağına kanaat getirdiler. Hindé çok sadık davranıyordu. Bir sabah keçilere ot getirmek için evden çıktı. Su tulumunu ve orağı yanına aldı. Bir süre ot biçeceği yere doğru yürüdü. Oturup arkasına baktı! Gelen giden kimse yoktu. Yönünü Aynwardo’ya çevirdi, hızla yürümeye başladı. Akşam olduğunda Aynwardo’ya ulaşmıştı. Doğru Şemun Hanne Haydo’nun yanına gitti. Şemun’a sarıldı. Sevincinden ağlamaya başladı. Şemun’un karısı da koşup geldi. Su getirdi, yemek yaptı. Şemun “Anlat bakalım Hindé!” dedi, “Ne oldu? Basibrinli kadınları, kızları kim kaçırdı, şimdi neredeler?” Hindé anlatmaya başladı: “Azze, Sohran’da Nıhmetto Ailesi’nin yanında kalıyor, sık sık görüşüyoruz!” dedi. Şemun sordu: “Azze neden kaçmadı? Neden birlikte kaçıp gelmediniz?” Hindé cevap verdi: “Azze senin ona kızacağından korkuyor?” “Neden kızacakmışım ben kızıma?” “Namusunu korumadın diye kızacağını sanıyor?” “Öyle şey mi olur? Esir alınmış, kaçırılmış bir kadına, kıza namusunu korumadın diye kızılır mı? Hindé sen yarın erken geri dön! Seni Sohran Köyü yakınlarına kadar götü- receğiz. Sen Azze’ye söyle. ‘Baban sana kızmıyor!’ de.” Hindé kendisine denileni yaptı. Sohran’a geri döndü. Nerede olduğunu sorduklarında ot biçmeye gittiği yerde kaldığını söyledi. İnanmadılar, kızdılar. Bir daha böyle bir şey yaparsan iki oğlunu da öldürürüz!” diye tehdit ettiler. Hindé bir ay kadar sadık bir köle gibi kendine verilen emirleri yerine getirdi. Evin kadınlarına kaçmayacağına inandırdı. Kocasının zaten aklı kıttı! Kaçmak ne, kalmak ne bilmiyordu. Şemun sabırsızlıkla bekliyordu. “Ne zaman gelecekler? Gelmezlerse mecbur ben giderim!” dedi. Hindé ile Azze Köre gizlice buluşup kaçma planını yaptılar. İkisi de keçilere ot getirmek için evlerinden çıktılar. Önceden kararlaştırdıkları köyden uzak bir yerde buluştular. Hızla Aynwardo’ya doğru yürüdüler. Aynwardo onların kurtuluş yeri idi. Denho dbe Şuşe, Melke Hanne Haydo öldürüldükten sonra dağlarda saklanarak kurtulmuştu ve dağlarda yaşamıştı. Karısı Hindé’nin ve oğlu Yusuf ’un akıbetini araştırdı. Öldüler mi? Kaçırıldılar mı? Bir yıl kadar bekledi? Bir haber alamadı. Sonunda karısının ve oğlunun öldürülmüş olduğuna kanaat getirdi. Meryem’in kocası Piyoke’nin evinde öldürülmüştü. Oğlu Gewriye ile kızı Hate yok olmuşlardı. Öldüler mi? Kaçırıldılar mı? Yaşıyorlar mı? Bilinmiyordu. Meryem yapayalnız kalmıştı. Aç, sefil ve perişandı! Sağ kalmış yaşlı bir Süryani aracı oldu. Denho dbe Şuşe ile Meryem’i evlendirdiler. Bu evlilikten Besse adlı bir kız dünyaya geldi. Şemun Hanne Haydo’nun Aynwardo’ya yerleştiğini duyan Denho onu görmek için Aynwardo’ya geldi. Şemun Denho’yu görünce “Denho! Gözün aydın! Karın yaşıyor! Oğlun Yusuf yaşıyor!” diye müjde verdi. Denho bu habere hem sevindi, hem de şaşırdı! Çünkü Denho karısının öldü- 368 369 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo ğünü düşünerek evlenmişti. Şemun’a sığınmış olan Hindé kocasının sağ olduğunu öğrenince sevinmiş, evlendiğini öğrenince kızmış ve üzülmüştü. Denho ile Hindé bu durumda ne yapabilirlerdi? Aralarındaki gerginlik giderek artıyordu. Bu mesele daha da büyümeden çözülmeliydi. Şemun, Hindé ile Denho dbe Şuşe’yi bir araya getirdi. Hindé kocasına “Neden beni beklemedin? Neden hemen evlendin?” diye kızdı, darıldı. Hindé ile Denho’nun durumunda olan başka insanlar da vardı. Bu sorun bir kurala göre, iki tarafı da üzmeden çözülmeliydi. Şemun bir papaz ve aklına fikrine saygı duyulan iki yaşlı adamla bir toplantı yaptı. Denho, Hindé ve Meryem arasındaki meseleyi tartıştılar. Sonunda şöyle bir karara vardılar: “Bu evlilikte kimse suçlu değildir. Katliam nedeniyle mecburiyetten ve iyi niyetle yapılmıştır. Dinimize göre çok eşli evlilik mümkün değildir. Gene dinimize ve daha önce meydana gelmiş katliamlardaki uygulamalara göre evliliği sürdürme hakkı ilk eşe aittir. Sonradan yapılmış olan evlilik nikâhları bozulmalı, ilk eşle nikâh yenilenmelidir. İkinci evlilikten meydana gelen çocuklar anlaşmalı olarak babaya verilmelidir. Eğer anlaşma sağlanamıyorsa çocuğun kime verileceği kura atılarak kesinleşmelidir.” Meryem ile Denho bu karar sonucu birbirlerinden ayrıldılar. Fakat Besse adlı kızlarının kimin olacağı konusunda anlaşamadılar. Papaz kura attı. Kura sonucu Besse annesi Meryem’e verildi. Meryem bir daha hiç evlenmedi. Kızı Besse’yi büyüttü. Şemun daha sonra Hindé’nin oğlu Yusuf ’u kaçıran aileye on altın vererek Yusuf ’u geri aldı. Besse evlenme zamanı gelince, Şemun’un Mzizah’ta dünyaya gelmiş olan oğlu Melke ile evlendi. Bu evlilikten Efrem Turan, Fikri Turan adlarında iki oğlan ile Fehime ve Rhane adlarında iki kız dünyaya geldi. Fikri Turan 1985’te Almanya’ya iltica etmişti. Almanya’ya alışamadı. 2006 yılında yeniden imar edilen Sare’ye döndü ve Şemun Hanne Haydo’nun evine yerleşti. 370 371 2. Çelebi Ağa, Serhano Ağa ve Haco Ağa hapisten çıktılar Alike Batte’nin Nusaybin’de Osmanlı Devleti’ne karşı başkaldırmış olması, ardından Hazak’ta yedi köyü talan etmesi devlet ve devletle birlikte hareket eden aşiretler ve ağalar tarafından büyümekte olan bir yeni bir bela, yeni bir isyanın başlangıcı olarak görüldü. Osmanlı Devleti, Alike Batte’nin cezalandırılması için harekete geçti. Osmanlı Devleti, Alike Batte gibi nice Aşiret Ağası’nın başını koparmıştı. Bu konuda tecrübeliydi. Kürdü Kürde kırdırmak, aşiretleri birbirine düşürmek, sonra zayıflamış olan taraflara saldırıp son darbeyi vurmak bu işin kolay yoluydu. Alike Batte’nin cezalandırılması için özel bir afla Harput Cezaevi’ndeki Çelebiyo, Serhano ve Haco ağalar serbest bırakıldı. Çelebiyo ile Alike Batte arasında çok eskiden beri düşmanlık vardı. Çelebiyo hapisten çıktıktan sonra Mzizah’a geldi. Aşireti tarafından törenle karşılandı. Aşiretinin himayesi altında yaşayan Süryanilerin çoğu öldürülmüş ya da başka aşiretler tarafından kaçırılmıştı. Çevre köyleri dolaşarak kaçırılmış himayelerini toplayıp getirdi. Daha sonra Mzizah’daki Şemun Ailesi’nden sağ kalan Süryani erkekleriyle birlikte Mor Gabriel Manastırı’na gitti. Mor Gabriel Manastırı’nı Haco Aşireti’nin adamları işgal etmiş, ruhanileri öldürmüşlerdi. İşgalcileri zorla Manastır’dan çıkardı. K e m a l Ya l ç ı n Böylece Alike Batte’nin yapmadığını Çelebiyo yaptı ve eline geçirdiği fırsatı derhal kullandı. Bu arada Çelebiyo Şemun Hanne Haydo’nun Alike Batte’den ayrıldığını haber aldı. Çelebiyo daha sonra kendi aşiretinin ve Mzizahlı Süryanilerin silahlı adamları ve Osmanlı askerleriyle birlikte Alike Batte’nin peşine düştü. Onun Midin Köyü’nde saklandığını öğrendi. Midin Köyü’ne gittiler. Köyü kuşattılar. Alike Batte’nin silahlı adamlarıyla Çelebiyo’nun adamları arasında çatışma oldu. Midin Köyü’nü ev ev aramaya başladılar. Alike Batte’nin saklandığı yeri söylemeleri için köylülere çok ağır baskılar yaptılar. Tekrar silahlı çatışma başladı. Çelebiyo, Alike Batte’yi kışkırtmak için hile yaptı, bir adamını “Aliko! Aliko! Adamsan çık dışarı!” diye bağırttı. Alike Batte sinirlendi. Dışarı çıktı, karşılık verdi. Şemun yanında olsaydı Alike Batte’nin karşılık vermesini, dışarı çıkmasını önlerdi. Birisi “Aliko! Aliko! Adamsan çık dışarı!” diye bağırdı. Alike Batte, kendisine hakaret edenlere karşılık verdiği bir anda vuruldu. Çelebiyo can çekişen Alike Batte’nin yanına gitti. Sol ayağıyla başını bastırdı! “Aliko, senin ağalığın buraya kadarmış! Şemun Ağa olmadan sen Hevêrkanlara sultanlık yapamazsın!” diyerek öz yeğeninin canını aldı! Tarih: 19 Ağustos 1919 idi. Alike Batte’nin cesedini bir katırın sırtına koydular, Midyat’a getirdiler! Çelebiyo, Alike Batte’nin cesedini Midyat Kaymakamı’na teslim etti. Kaymakamın emriyle başını kestiler! Bir sırığın ucuna taktılar! Alike Batte’nin başsız cesedini ise Midyat Hükümet Konağı’nın önündeki gölün kıyısında darağacına 372 Şemun Hanne Haydo Alike Batte’nin Mzizah Köyü Mezarlığı’ndaki mezarı, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) astılar! Üç gün asılı kaldı! Midyatlılara teşhir ettiler. Sonra yakınları Alike Batte’nin başsız bedenini darağacından indirdiler, Mzizah Mezarlığı’nın kenarına gömdüler. Şemun Hanne Haydo bir hafta önce vedalaştığı Alike Batte’nin öldürülmesine, başının amcası tarafından kesilmesine ve başsız cesedinin üç gün asılı kalmasına çok üzüldü! Hevêrka Sultanı Alike Batte’nin başı, aynı aşiretin başka bir ağası tarafından koparılmıştı! Aşiret sistemi içinde sıradan bir olaydı bu! O güne kadar hâkimiyet kavgaları sırasında aynı soydan gelen aşiretlerin ağaları birçok kez birbirlerinin kafasını koparmış, canlarını almışlardı! O günden sonra bakalım kim kimin başını koparacak, canını alacaktı? Bakalım Çelebiyo’nun sonu ne olacaktı? 373 K e m a l Ya l ç ı n 3. Haco Ağa’nın dostluğu bu kadarmış! Haco, Alike Batte’nin amcaoğlu idi. Turabdin’in güçlü Kürt ağalarından biriydi. Salihiler Aşireti Haco Ağa’nın hâkimiyeti altındaydı. Harput Cezaevi’nde Şemun ile beraber yatmışlardı. Şemun hapis yıllarında Haco’ya ve diğer Kürt ağalarına çok yardımcı olmuştu. Haco hapisten çıktıktan bir süre sonra 1921 yılında devlet tarafından tekrar aranmaya başlandı. Aynwardo yakınındaki Ezidi köyü Taka’ya geldi, buradaki bir mağaraya gizlendi. Bir süre sonra devlet onun nerede gizlendiğini öğrendi. Askerler Taka Köyü’ne gelerek Haco’nun ve silahlı adamlarının saklandığı mağarayı kuşattılar, teslim olmasını istediler. Haco, askerlere ateşle karşılık verdi. Silahlı çatışma başladı. Şemun çatışma haberini alır almaz silahlı adamlarıyla birlikte Haco Ağa’ya yardıma gitti. Silahlı çatışmaya katıldı. Haco’yu ölümden kurtardılar. Askerler geri çekildiler, Midyat’a döndüler. Şemun bu çatışma sırasında Arnas Köyü’nden Murado isimli Süryani gencinin akıllı, cesur, attığını vuran bir insan olduğunu gördü. Kendi kendine “Ben kızımı bu gençle evlendireceğim,” dedi. Ortalık yatışınca kızı Azze’yi Arnaslı Murado ile evlendirdi. Hayat devam ediyordu. Süryaniler kaybolan evlatlarını, yakınlarını arıyorlardı. Şemun için Basibrin’i ve Sare’yi Salihiler Aşireti’nin işgalinden kurtarmak hayati bir meseleydi. Basibrin’den haber alıyor, köyde olup bitenleri takip ediyordu. Basibrin’i işgalden kurtarmak için henüz yeterli silahlı gücü yoktu. Mutlaka bir ağadan yardım almak gerekiyordu. Haco Ağa, Şemun Ağa’nın yardımı olmasa Taka Köyü’nde öldürüleceğini biliyordu. Bu nedenle ona çok teşekkür et374 Şemun Hanne Haydo mişti. Zamanla Haco Ağa ile Şemun Ağa arasında karşılıklı güven ve dostluk gelişmişti. Ayrıca Şemun Ağa Harput Cezaevi’nde Haco Ağa’ya çok yardım etmiş, dava dosyalarını incelemiş, itiraz dilekçelerini yazıvermiş, Haco’yu idamdan kurtarmıştı. Şemun ile Haco arasında cezaevi yıllarından beri bir dostluk ve güven vardı. Şemun Ağa bu dostluk ve güvene dayanarak Haco Ağa’nın yanına gitti. Haco Ağa misafirini iyi karşıladı. Gelmişten geçmişten konuştular. Zamanı gelince Şemun Ağa söze girdi: “Haco Ağa biliyorsun, senin aşiretinin adamları, benim köylerimi, Basibrin’i ve Sare’yi işgal etmiş, benim aşiretimden Süryanileri, Basibrinlileri, Sarelileri öldürmüş, malını mülkünü yağmalamış, kadınlarımızı kızlarımızı kaçırmışlardır. Lütfen Basibrin’i işgal eden Salihiler Aşireti’ne söyle, köyümü boşaltsınlar, kaçırdıkları kadınlarımızı, çocuklarımızı geri versinler!” ricasında bulundu. Haco Ağa bu ricaya bozuldu. “Şemun Ağa,” dedi, “Ben beş on Süryani için beş on Müslüman aşiretini karşıma alamam! Basibrin’i işgal etmiş olan Salihilere, ‘Basibrin’den çıkın!’ diyemem!” Şemun, Haco’nun tavrına ve verdiği cevaba çok kızdı! “Demek öyle Haco Ağa! Demek senin dostluğun bu kadarmış! Haco Ağa ben seni öldürürdüm! Ama 11 çocuğuna saygımdan seni öldürmüyorum! Bunun hesabını bir gün senden sorarım!” diyerek büyük bir hayal kırıklığıyla yanından ayrıldı. 4. Serhano ve Saruhano’nun dostluğu. Şemun Hanne Haydo artık Haco Ağa ile yollarını kesin ayırmıştı. Kendine başka bir destekçi bulmalıydı. Bir gün hapishane arkadaşı Serhano Ağa’nın oğlu olan Saruhano 375 K e m a l Ya l ç ı n Ağa’ya haber gönderdi. Durumu anlattı. Rica etti: “Saruhano lütfen bana yol ver!” dedi, “Kiwağ Köyü’ne gideceğim ve oradan Basibrin ve Sare’yi işgal etmiş Salihilere savaş açacağım. Köylerimi geri almak ve insanlarımı kurtarmak istiyorum. Biz seninle dost olalım ve dost kalalım!” Saruhano, Şemun’un ricasını ve önerisini kabul etti. “Şemun Ağa ne ihtiyacın varsa söyle, sana yardım edeyim!” cevabını verdi. Saruhano sözünde durdu, Şemun’a yardımcı oldu. “Şemun Ağa, sen Aynwardo’daki insanlarını Kiwağ’a getir, Ezidilerden kalan evlere yerleştir!” dedi. Serhano Ağa ve oğlu Saruhano Hevêrka Ağaları içinde en vefalısı ve en dürüstü çıkmışlardı. Serhano Ağa Şemun Ağa’ya hapisteyken verdiği sözleri tutmuştu. Haydolar Aşireti’nden Basibrin ve Sare’de sadece 16 kişi canlarını kurtarabilmişlerdi. Salihilerin katliamından kurtulabilenlerin bir kısmı Musul’a, Suriye’ye, Irak’a göç etmişti. 30 kadar çocuk Müslümanlar tarafından kaçırılmış, köleleştirilmiş Salihiler Aşireti’nin çobanlığını yapıyorlardı. Şemun Hanne Haydo, Süryanilerin başına gelen felaketi görüyor, sağ kalan köleleştirilmiş çocukları, gençleri ve kaçırılmış kadınları kurtarmaya uğraşıyordu. Süryaniler aç, sefil, perişandı! Şemun Ağa, Saruhano Ağa’nın izniyle Aynwardo’da toplanmış olan Süryanileri Kiwağ’a getirdi. Boş duran Ezidilerin evlerine yerleştirdi. Kiwağ Köyü hem Sare’ye, hem de Basibrin’e yakındı. Şemun Ağa artık aşiretini daha kolay toparlayabilecekti. Şemun Hanne Haydo katliamdan kurtulmuş Basibrin’de yaşamakta olan Süryanilerle bağ kurdu. Özellikle Abdoye Hüseyin’in hizmetçiliğini yapan Süryani kadınlarla gizlice konuştu. Abdoye Hüseyin’i günü gününe izlemeye başladı. 376 Şemun Hanne Haydo 5. Ölenle ölünmüyor, hayat devam ediyordu. 1917 yılı Haziran ayında meydana gelen katliamdan sonra insanlar darmadağınık olmuştu. Kim öldü, kim sağ kaldı? Kim kaçırıldı, kaçırılanlar nerede? Bilinmiyordu. Sağ kalanlar bir iki yıl birbirini aramış, haber alınamayanlardan umut kesilmiş, ölmüş olduğuna kanaat getirilmişti. Basibrin’de sağ kalan bazı kadınların kocaları, çocukları öldürülmüştü. Hayatta yapayalnız kalmışlardı. Her an bir Müslüman tarafından kaçırılabilir, her an namuslarına saldırı olabilirdi. Aynı şekilde bazı erkeklerin de eşleri, çocukları kaçırılmış ya da öldürülmüştü. Kaçırılan eşlerin akıbeti bilinmiyordu. Bu şartlarda bile hayat devam etmeli, sağ kalanlar Süryanilerin soyunu devam ettirmeli, birbirlerini korumalı, destek olmalıydılar. Soykırımın doğal, toplumsal kanunlarıydı bunlar. Basibrin’de sağ kalmış olan, sözü geçer insanlar yalnız kalmış kadınlarla, yalnız kalmış erkekleri uygun bir şekilde evlenmelerine yardımcı oluyordu. Böylece yeni bir aile kuruluyor, insanların üremeleri ve soyun devamı sağlanıyordu. Denho dbe Galle, Salihiler katliama başladıklarında dağa odun toplamaya gitmişti. Silah seslerini, çığlıkları duyunca bir mağaraya gizlendi. Bir süre sonra korka korka Basibrin’e geldi. Salihiler onu yakaladılar, fakat öldürmediler. Onu köleleştirdiler. Denho’yu Abdoye Hüseyin’in çobanı yaptılar. Denho dbe Galle’nin babası Hanne dbe Şemmo ve Gevriye dbe Hatle, Şemun Hanne Haydo’nun ailesini Piyoke’nin evinden kurtarmışlardi. Bu nedenle Salihiler onu öldürmüşlerdi. 377 ON İKİNCİ BÖLÜM Basibrin’e dönüş 1. Kendi gücüne güven! Şemun Hanne Haydo, Kiwağ Köyü’nde sağ kalmış olan Süryanileri, aşiretinin insanlarını topladı. Onların yaşamlarına bir düzen verdi. Açlık ve sefaletten kurtardı. Kendi ürettikleriyle yaşayabilir hale getirdi. Her aileye yeterli sayıda keçi, koyun, inek verdi. Güvendiği Ezidileri de koruması altına aldı. Herkes ona büyük saygı duyuyor, onun sözüne göre hareket ediyordu. Kiwağ’ta toplanmış olan Süryaniler her an saldırıya uğrayabilirlerdi. Bu nedenle kendi canlarını korumak için silahlanmak zorundalardı. Şemun cesur, savaşkan 16 Süryani erkeğini silahlandırdı. Onlara silah eğitimi vermeye başladı. Kiwağ’ta nöbet tutulmaya başlandı. Silahların birkaçını Saruhan Ağa vermişti. Fakat çoğunu Şemun Hanne Haydo kendi parasıyla satın almıştı. Süryaniler Basibrin’i işgalden kurtarmak, Salihileri Basibrin’den kovmak için kendi güçlerine güvenmek zorundalardı. Şemun Ağa, Basibrin’i kurtarmak için hazırlıklara başladı. Adamlarını silahlandırdı. Basibrin’de yaşayan Süryanilerle gizli bağlar kurdu. Gorgisko dbe Sefer Koro ve Barsawmo dbe Kaşo Sawme, Şemun’a çok yardım ediyorlardı. Yavaş yavaş çatışmalar başladı. Ama 10-15 adamla koskoca 381 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Salihiler Aşireti’ne ve aşiretin 300 dolayındaki silahlı adamına karşı koyulamazdı. Güç dengesini sağlamak için bir çare bulunmalıydı. O günlerde Salihilerin kendi aralarında bir inek yüzünden silahlı çatışma çıkmış, Ferhoye Nado ile Abdoye Hüseyin Ağa kavga etmişlerdi. Çünkü Abdoye Hüseyin, Nasabbe’nin ineğini tüfekle vurmuştu. Şemun Ağa bunu duydu ve gerçeği araştırdı. Basibrin’i işgal altında tutan Abdoye Hüseyin’in Ferhoye Nado’nun ineğini vurduğu doğruydu. Turabdin’de düşmanımın düşmanı benim dostumdur kuralı geçerliydi. Şemun da Abdoye Hüseyin’in düşmanı benim dostum olabilir diye düşündü ve Ferhoye Nado’ya haber gönderdi: “Gel konuşalım, barışalım, kardeş olalım!” dedi. Ferhoye Nado daveti kabul etti. Şemun’un yanına geldi. Barıştılar, konuştular, anlaştılar. Abdoye Hüseyin’i öldürmeye karar verdiler ve bunun planını yaptılar. 1915’te, Direniş Lideri Melke Hanne Haydo’yu öldürmek için Salihiler Aşireti Ağası ile işbirliği yapan ve bu hainlik nedeniyle kurşuna dizilen üç Süryani’nin akrabaları Basibrin’den sürgün edilmişlerdi. Sürgün edilen Süryaniler Salihiler Aşireti’ne sığınmış, üç yıl kadar onların yanında sığıntı olarak yaşamışlardı. Bu Süryaniler de Salihilerden çok çekmişlerdi. Yaşayarak görüp anladılar ki, Salihiler Basibrin’den çıkmayacaklardır, köyü geri vermeyeceklerdir. Salihiler hâkimiyetlerini sürdürmek için kendilerini kullanmaktadırlar ve kesinlikle onlara güvenilemez! Salihiler kendi çıkarları için her türlü cinayeti işleyebilirler. O halde Turabdin’de kime güvenebilirlerdi? Müslüman ağaların hepsi aynıydı? İşine geldiği zaman korur, işine gelmezse öldürürlerdi! Süryaninin Süryaniden başka dostu yoktu! Çare aramaya başladılar. Şemun Hanne Haydo’dan başka güvenecek kimseleri yoktu. Kendi aralarında konuştular, Şemun ile konuşmaya, özür dilemeye karar verdiler. Şemun Hanne Haydo savunmaya elverişi olan Benıhmin Köyü’ndeki Mor Aho Kilisesi’ne yerleşmişti. Gello dbe Kawme ve Gawro dbe Gawro, Şemun’a bir elçi gönderdiler. Barışmak, konuşmak istediklerini bildirdiler. Şemun “Buyursunlar gelsinler, konuşalım,” cevabını verdi. Gello dbe Kawme ve Gawro dbe Gawro Şemun’un yanına geldiler. Geçmişteki olup bitenler için özür dilediler. “Bizim özrümüzü kabul et! Bizi affet! Seninle birlik olmak istiyoruz!” dediler. Şemun Ağa onların ricalarını kabul etti. “Gello ve Gawro! Bundan sonra ben sizi iki oğlum gibi göreceğim. Geçen olayları artık kapatalım! Hayat geçmişe göre yaşanmaz! Biz geleceğe bakalım!” dedi. Bu anlaşmadan sonra Gello ve Gawro sözlerinde durdular, Şemun’un liderliği altında birlikte çalışmaya başladılar. Böylece Süryanilerin gücü daha da arttı. Onlar da Basibrin’in korunmasında görev almaya başlamışlardı. Şemun Hanne Haydo’nun artık 25 silahlı, cesur adamı olmuştu. 382 383 2. Basibrin’e saldırı Şemun Hanne Haydo ile Ferhoye Nado, Abdoye Hüseyin’i öldürmek için yaptıkları planı uygulamaya başladılar. Bu plana göre Şemun Abdoye Hüseyin’in Süryani karısından ve Süryani hizmetçilerinden Abdoye Hüseyin’in yaşantısını, ne zaman, ne yaptığını; ne yiyip içtiğini, neden korktuğunu, kaldığı evin planını her şeyi, tek tek sabırla öğrenmişti. Fakat daha ayrıntılı bilgiler almak için bir gün Salihili Nasbe adlı kadını yanına çağırdı. “Bir tepsi bulgur pişir, on yumurta kızart, bulgurun üstüne koy! Abdoye Hüseyin’e götür! Bak bakalım! Nerede du- K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo ruyor? Neler yapıyor? Öğren gel! Seni görürlerse, ‘Evdo’ya yemek götüreceğim!’ dersin. Sormazlarsa kimseye söyleme! Ahırdan gir, evin yolunu öğren gel!” dedi. Nasbe, Şemun’un verdiği görevi severek yerine getirdi. Yumurta yemeğini Abdoye Hüseyin’e verip geldi. Gördüklerini Şemun’a anlattı. Şemun aldığı bilgilere dayanarak plan yaptı. Daskanlı Ferho ile kendi adamlarından birini Abdoye Hüseyin’in evine gönderdi. Bu iki silahlı adam alt katta gizlendiler, Abdoye Hüseyin’in dışarı çıkmasını beklemeye başladılar. Şemun Hanne Haydo da silahlı adamlarıyla birlikte Basibrin’i bastı. Abdoye Hüseyin’in evine yakın bir yere kadar geldi ve seslendi: “Abdoye Hüseyin! Abdoye Hüseyin! Ben Şemun! Çık dışarı! Gel karşıma konuşalım!” Abdoye Hüseyin hiç ses vermedi! “Abdoye Hüseyin! Ben Şemun! Gel, konuşalım!” Abdoye Hüseyin odasına kapanmış, korkusundan titriyordu. Hindoke’ye “Sen çık dışarı! ‘Abdoye Hüseyin uyuyor!’ diye cevap ver!” dedi. Hindoke nefret ettiği Abdoye Hüseyin’in artık sonunun geldiğini, kendisinin bu lanet adamdan kurtulacağını düşünerek seviniyordu! Hindoke dışarı çıktı! “Şemun Ağa! Şemun Ağa! Abdoye Hüseyin uyuyor daha!” dedi. Şemun güldü! “Yatsın uyusun!” dedi. Şemun öğleden sonra gene seslendi: “Abdoye Hüseyin! Çık dışarı! Gel, konuşalım!” Hindoke tekrar dışarı çıktı: “Abdoye Hüseyin daha kalkmadı, uyuyor!” dedi. Şemun gene güldü, “Yatsın uyusun bakalım!” dedi. Vakit geçmişti. Şemun akşama doğru tekrar seslendi: “Abdoye Hüseyin! Kapıya kadar gel! Kapı deliğinden konuşalım!” Abdoye Hüseyin korkusundan titriyordu. Hindoke, “Ne korkuyorsun sen? Koskoca Abdo Ağa bir Süryaniden korkar mı? Git kapıya, delikten konuş! Senin yerine ben mi konuşayım!” diye onu kışkırttı. Abdoye Hüseyin, “Ben korkmam! Ben Süryanilerden korkmam!” diyerek kapı deliğinin önüne kadar gitti. Deliği açtı, “Şemun Ağa! Şemun A..!” Alt katta bekleyen adamlardan biri “Tam zamanı!” diyerek tetiğe bastı! Kurşun Abdoye Hüseyin’in sağ ayağının altından girip üstünden çıktı! Ayağının yaralanmasıyla birlikte “Yandım Allah!” diyerek kendisini yere attı. Korkudan konuşamıyordu! Hindoke ve hizmetçiler onu içeri aldılar. Şemun, Nasbe’yi Abdo’nun ne durumda olduğunu öğrenmesi için Abdo’un evine gönderdi. Abdoye Hüseyin yaralanmış ama ölmemişti. Şemun adamlarına “Ateş edin, korkutun!” emrini verdi. Üç saat evin etrafında silah attılar. Her silah sesi duyduğunda yerinden hopluyor, “Bu adam şimdi beni öldürecek!” diye bağırıyordu. Abdoye Hüseyin gece yarısına doğru korkusundan kalbi durarak öldü! Süryani kadınlar sevinçle Şemun’a “Öldü!” haberini ulaştırdılar. Basibrin’de Süryani evlerine yerleşmiş olan Salihiler Aşireti’nin insanları Abdoye Hüseyin’in cesedini Sohran Köyü’ne götürdüler. Abdo’nun yaralanması ve ölmesi Salihileri çok korkutmuştu. Haco Ağa, Basibrin ağası olarak görevlendirdiği Abdoye Hüseyin’in öldüğünü duyunca çok kızdı. “Ben Abdo’nun intikamını alırım! Şemun’u yaşatmam!” dedi. Salihilerin adamları kendi aralarında konuşuyor, “Ne yapalım? Şemun Ağa’yı nasıl durduralım?” diye soruyorlardı. 384 385 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Haco Ağa, Abdoye Hüseyin’in Şemun Hanne Haydo tarafından öldürüldüğünü bir dilekçe yazdırarak Midyat Kaymakamı’na bildirdi ve katilin cezalandırmasını istedi. Kaymakam gerekli yerlere haber verdi. Katilin yakalanarak Midyat’a getirilmesi için Yüzbaşı Rüştü Bey’i görevlendirdi. Yüzbaşı Rüştü Bey ve emrindeki askerlerle birlikte Mor Aho Kilisesi’ne geldiler. Haco Ağa da silahlı adamlarıyla birlikte askerlere yardım etmeye, yolunu bulursa Şemun Ağa’yı öldürmeye gelmişti. Askerler Mor Aho Kilisesi’nin çevresini kuşattılar. Yüzbaşı Rüştü Bey kilisenin kapısından bağırdı: “Şemun Ağa! Şemun Ağa! Teslim ol! Allah’ın bahtı, Atatürk’ün bahtı, Benim bahtım! Seni öldürmeyeceğim! Gel konuşalım! Teslim ol!” Hamile kadınlar, “Şemun Ağa sen kaç kurtul! Bizi düşünme!” dediler. Karısı, “Şemun kaç kurtul! Beni düşünme!” dedi. “Korkmayın! Korkmayın! Ben sizi bırakıp kaçmam!” dedi Şemun! Yüzbaşı Rüştü Bey’e Türkçe cevap verdi: “Yüzbaşı! Yüzbaşı! Ölüme kadar teslim olmam! Yaklaşanları öldürürüm! Ben artık kimseye güvenmiyorum! Çünkü adalet yok!” Yüzbaşı Rüştü düşündü ve cevap verdi: “Gel Şemun Ağa! Bana güven! Konuşalım! Sana söz veriyorum. Kimse ateş etmeyecek!” Askerlerine emir verdi: “Dışarıdaki Haco’nun adamlarına dikkat edin! Ben konuşmaya gidiyorum. Kesinlikle kimse ateş etmeyecek!” Şemun yüzbaşının sözüne güvendi. Kilise’nin avlusuna indi. Kilise’nin kapısını açtı. Yüzbaşı Rüştü Bey’i “Hoş gelmişsin Rüştü Bey!” diye Türkçe selamladı. Yüzbaşı Rüştü, “Şemun Ağa,” dedi, “Hakkında tutuklama kararı var. Seni tutuklayıp Midyat’a götüreceğim!” 386 387 Birisi “Şemun’un 20 adamı var, bizim 200 adamımız var. Neden korkuyoruz?” dedi. Salihiler Süryanilere saldırmak, Şemun’u öldürmek için çareler arıyorlardı. Haco Ağa ise Şemun Ağa’yı öldürmek ya da ortadan kaldırmak için planlar yapıyordu. Şemun Ağa da Abdoye Hüseyin’nin ölümünden sonra olabilecekleri düşünüyor, her ihtimale karşı önlemler alıyordu. Haco Ağa büyük bir ihtimalle intikam almak için saldıracaktı. Kiwağ Köyü savunmaya elverişli değildi. Bu nedenle Kiwağ’ta bulunan Süryanilerle birlikte savunmaya elverişli, içinde su kuyusu bulunan Mor Aho Kilisesi’ne yerleşti. Şemun’un 25, Ferhoye Nado’nun ise 20 kadar silahlı adamı vardı. Yaklaşık 40-50 kişi ile Basibrin’e baskın yapabilecek duruma gelmişlerdi. Şemun’un liderliğini kabul etmiş olan Süryaniler Mor Aho Kilisesi’ne yerleştiler. Savunma durumuna geçtiler. Silahlı nöbetçiler mazgallara yerleştiler. Herkes heyecan ve tedirginlik içindeydi. Yedi kadın hamileydi. Şemun’un karısı bir yaşındaki oğlu Gewriye’yi sırtında taşıyordu. Herkes Şemun Hanne Haydo’ya güveniyordu. Tam iki gün beklediler. Şemun üçüncü günün sabahı erkenden kalktığında Mor Aho Kilisesi’nin askerler ve Haco Ağa’nın silahlı adamları tarafından kuşatıldığını gördü. Haco Ağa da oradaydı! 3. Haco Ağa’nın intikamı K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Yüzbaşı Rüştü Bey askerlere emretti: “Etrafı kuşatmış olan Haco’nun adamlarını 250 yüz metre geri çekin! Yol açın! Kimse ateş etmeyecek! Kimseye ateş ettirmeyeceksiniz!” Askerler emri yerine getirdiler. Kilisenin etrafındaki kuşatma kaldırıldı. Haco’nun silahlı adamları 250 metre geri çekildiler. Şemun Ağa “Hazırlanın, eşyalarınızı alın! Gidiyoruz!” dedi. Yola çıktılar. Şemun Ağa elinde silahıyla Rüştü Bey ile birlikte yürüyordu. Hamile kadınları, çocukları, silahlı Süryanileri askerler koruyordu. Şemun karısı Gewriye’yi omuzuna almıştı. Yüz metre kadar yürüdüler. Şemun’un karısı çocuğunu “Ben ölürsem öleyim! Hiç olmazsa çocuğum kurtulsun!” diyerek bir ağacın altına bırakmıştı. 200 metre kadar gidince, Şemun’nun dikkatini çekti. Karısının omuzunda Gewriye yoktu! Merakla sordu: “Gewriye nerede?” “Ağacın altına bıraktım!” “Derhal git, getir çocuğu!” “Seni ölüme götürüyorlar, ben bir yaşındaki çocuğu mu düşüneceğim?” “Derhal git, çocuğu al gel!” Askerler kadının çocuğunu alıp gelmesine yardımcı oldular. Kartmin Köyü yakınlarına vardığında, Midyat’tan iki süvari geldi. Rüştü Bey’e bir mektup verdiler. Rüştü Bey mektubu okudu. Mektupta “Şemun’u öldür! Öldürmezsen biz seni öldürürüz!” deniyordu. Yüzbaşı Rüştü Bey mektubu yırtıp attı! “Böyle kalleşlik olmaz!” dedi. Mzizah Köyü’ne vardılar. Dinlendiler. Tekrar yürümeye başladılar. Şemun Hanne Haydo Mzizah’tan çıktıktan sonra söz verdiği üzere silahını Yüzbaşı Rüştü Bey’e teslim etti! Midyat’ta tutuklandı. Yanındaki kadınlar, çocuklar, silahlı Süryaniler, askerlerin koruması altında Aynwardo’ya götürüldü. Daha sonra Basibrin’e götürüleceklerdi. 388 389 “Rüştü Bey, ben kendimi ölünceye kadar teslim edemem! Ben ve adamlarım ölüme kadar savaşacağız! Çünkü Haco Ağa’nın adamları beni, ailemi ve bana sığınmış olan kadınları, kızları, çocukları öldürmeye gelmişlerdir.” Yüzbaşı cevap verdi: “Şemun Ağa böyle olmaz! Ben seni götürmeye mecburum! Gel birlikte bir yol bulalım!” Şemun cevap verdi: “Yüzbaşı bana devlet sözü ver, hem de şartlarımı kabul et!” “Şartlarını söyle!” “Bu insanların can güvenliklerini sağla, benim silahımı Midyat’a varıncaya kadar alma! Etrafımızı kuşatmış olan Haco’nun adamlarını 250 metre uzaklaştır, bir koridor aç! Ben sana teslim olacağım!” “Şemun Ağa senin, ailenin ve Süryanilerin can güvenliklerini sağlamak benim görevimdir. Sana söz veriyorum! Kimse öldürülmeyecektir! Senin silahını da Midyat’a kadar almayacağım! Midyat’ta seni devlete teslim edeceğim. Ondan sonrasına ben karışamam.” “Sağ ol Rüştü Bey! Senin vicdanına, verdiğin söze güvenerek sana ve kanunlara teslim oluyorum!” 4. Yol açın! K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun Hanne Haydo Midyat’ta yargılandı. Yedi yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Ellerini kelepçelediler, ayaklarına uzun zincir bağladılar. Önce Mardin’e götürdüler. Birkaç gün Mardin Hapishanesi’nde kaldı. Geceleri ayağındaki uzun zinciri kendine yastık yapıyordu. Mardin’den Diyarbakır’a, oradan da Antep Cezaevine götürüp kapattılar. Şemun Hanne Haydo, Antep Cezaevi’ne kapatıldığında yıl 1922 idi. Yaşı 52 olmuştu. Salihiler Aşireti Basibrin’i yedi seneden beri işgal altında tutuyordu. Yıl 1923 olmuştu. Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, Mustafa Kemal Atatürk Cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu yeni dönemde de Müslümanlar tarafından el konulmuş olan Süryani malları, Süryani köyleri, kaçırılan kadın ve çocukları geri verilmedi. Salihiler işgal ettikleri Basibrin’den çıkmadılar. 1925 yılında Şeyh Said İsyanı başlamıştı. Çelebi Ağa’yı, Alike Batte’nin başını koparması için hapisten çıkaran devlet, onu kullandıktan sonra “İsyana katıldığı!” gerekçesiyle yakalayıp tekrar Antep Cezaevi’ne getirip kapatmıştı. Şemun Ağa ile Çelebi Ağa tekrar hapishane arkadaşı olmuşlardı. Şemun Ağa okuma yazma ve Türkçe bilmeyen Çelebi Ağa’nın dilekçelerini, mektuplarını yazmaya, gelen mektuplarını okumaya, tercümanlığını yapmaya tekrar başlamıştı! Şemun Hanne Haydo babasının katili olan Çelebi Ağa’ya yardım etmeye başlamıştı! Bu arkadaşlığı ne kadar süreceğini Çelebi Ağa’nın ve Şemun Ağa’nın sonlarının ne olacağını kimse bilmiyordu! Bilinen bir gerçek vardı: Çelebi Ağa, Şemun’un babasını öldürmüştü. Fakat Seyfodan sonra Süryanilere yardım etmiş, onların tekrar köylerine yerleşmelerine yardımcı olmuştu. Şemun Hanne Haydo bu nedenle Çelebi Ağa’ya hapishanede yardımcı oluyordu. Antep Hapishanesi’nde geçen yıllar, Harput Cezaevi’nde geçmiş olan yıllara göre daha iyi idi. Çünkü Seyfo yılları değildi. Şemun Ağa karısıyla, çocuklarıyla, aşiretinin adamlarıyla görüşebiliyordu. Bir süre sonra Çelebi Ağa hastalandı. Vasiyetini Şemun Hanne Haydo’ya yazdırdı. Derman bulamadılar! Çelebi Ağa, Şemun Hanne Haydo hapisten çıktıktan bir hafta sonra vefat etti. Cesedini hanımına, çocuklarına vermediler. Gizlice bir yere gömdüler. Bugüne kadar mezarı, kemikleri bulunmadı! Şemun Hanne Haydo Süryani mahkûmlarla birlikte kalıyordu. 1930 yılı sonunda cezasını tamamlayarak özgürlüğüne kavuştu. Basibrin’e döndü. Hayatının yeni bir dönemi başlıyordu. 390 391 ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Şemun Hanne Haydo’nun hapisten çıktıktan sonraki yılları 1. Antep Cezaevi’nde geçen yıllar Şemun Hanne Haydo yedi yıl süren hapis cezasını tamamlayarak 1929 yılı Kasım ayında Sare’ye döndü. Antep Cezaevi’ne girdiğinde Afyon Cephesi’nde Yunan ordularıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Hükümeti’nin sorumluluğunda ve Mustafa Kemal Paşa’nın başkumandanlığındaki Türk Ordusu arasında savaş devam ediyordu. Henüz Büyük Taarruz başlamamıştı. Şemun hapse girdikten sonra cezaevi günlerini okuyarak, düşünerek olayları yakından takip ediyordu. İstanbul gazeteleri Anadolu’ya ulaşamıyordu. Ankara’da Mustafa Kemal’in kurdurduğu Hâkimiyet-i Milliye gazetesi haftada iki sefer yayınlanıyor, günler sonra Antep’teki resmi dairelere ulaşabiliyordu. Şemun hapishane hayatının kurallarını Harput Cezaevi’nde kaldığı uzun yıllarda çok iyi öğrenmişti. Hapishanede sağlığını korumak ve dünya ile ilişkisini canlı tutmak, bulabildiği kitapları ve gazeteleri okumak çok önemliydi. Hapishane Müdürü ve gardiyanlarla karşılıklı saygı ve güvene dayanan bir ilişki kurmak gerekiyordu. Antep Cezaevi, Harput Cezaevi’ne göre daha güvenliydi. Hapishane müdürü ile karşılıklı saygı temelinde uygun zamanlarda görüşüyordu. Şemun hapishane müdürlüğüne 395 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo gelen gazeteleri okumak istediğini müdüre bildirdi. Müdür bu isteği kabul etti. Şemun Hanne Haydo milli mücadeleyi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin icraatlarını ve Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’yı yakından takip etmeye çalışıyordu. Onun Cezaevi yıllarında Büyük Taarruz başarıya ulaştı, Cumhuriyet kuruldu, Halifelik kaldırıldı, Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı, saltanat kaldırıldı, toplum hayatını değiştiren reformlar yapıldı. 25 Kasım 1925 tarihinde “Şapka giyilmesi hakkında kanun” yayınlandı. Şemun bu kanunu memnuniyetle karşıladı. Antep Cezaevi’nde fötr şapka giyen ilk mahkûm oldu. 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 sayılı kanunla Latin alfabesine geçildi. Şemun Latin alfabesini hapishane müdüründen daha iyi biliyor ve kullanıyordu. Yazışmalarda müdüre yardımcı oluyordu. Bir süre sonra Ankara Hükümeti’nin başlattığı okuma yazma seferberliği çerçevesinde hapishanedeki isteyen mahkûmlara okuma yazma kursları da verdi. Şemun Hanne Haydo 1929 yılı Kasım ayında hapisten çıktığında dünyanın ve Türkiye’nin durumu ve gidişatı konusunda geniş bilgiye sahipti. İçeride geçen zamanda Süryaniler ve köylüleri için neler yapabileceğini uzun uzun düşünmüş, kendine göre belli kararlar vermiş, düşündüklerini hayata geçirebilmek için planını, programını yapmıştı. Şemun Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunları çerçevesinde, eşit haklara sahip Süryani vatandaşlar olarak yaşamak istiyor, Cumhuriyetin getirdiği yenilik ve reformları destekliyordu. Süryani din adamları da fötr şapka giymeyi derhal kabul etmişlerdi. Şemun Kürtlerle, Müslümanlarla uzun yıllardan beri süregelen kavgalara, çatışmalara son vermek istiyordu. Süryaniler Seyfo sırasında çok kayıp vermişlerdi. Birçok ocak sönmüş, birçok ailenin soyu kurumuştu. Seyfo’dan sağ kalanlar da dağılıp gitmişler ya da Kürt aşiretleri tarafından kaçırılmış, zorla Müslüman yapılmışlardı. Süryanilerin malları mülkleri Kürt aşiretler ve ağalar tarafından yağmalanmış, el konulmuştu. Şemun Hanne Haydo Seyfo’dan kurtulabilmiş “kılıç artığı” denilen Süryanileri, akrabalarını, aşiretinin insanlarını toparlamak, onların tekrar köylerine, evlerine dönmelerini sağlamak, Sare ve Basibrin’de hayatı yeniden canlandırmak, Süryanilerin kendi aralarındaki kırgınlıklara, kavgalara son vermek, barış ve huzur içinde yaşayabilecekleri bir düzen kurmak istiyordu. Hapishanede geçen zamanlarda köylüleriyle, akrabalarıyla ilişkilerini daima canlı tutmuş, Sare ve Basibrin’de olup bitenlerden haberdar olmuştu. Şemun’un hapse girmesinden sonra, Salihiler Aşireti Sare ve Basibrin’de yaşayan Süryaniler üzerindeki baskıları artırmışlar, korku ve şiddetle insanları köylerini terk etmek zorunda bırakmışlardı. Sare ve Basibrin’i terk eden Süryaniler çoğunlukla Musul Bölgesi’ne gitmişler, orada hizmetçi, amele, gündelikçi ya da boğaz tokluğuna çalışan yarı köle olmuşlardı. Basibrin’in ve Sare’nin Seyfo öncesi varlıklı, huzurlu insanları Seyfo sonrası bir dilim ekmeğe muhtaç hale gelmişlerdi. Şemun Musul’a, Suriye’ye, Irak’a göçmüş olan insanlarıyla bağ kuruyor, geri dönmeleri için onlara cesaret vermeye çalışıyordu. Haydolar aşiretinden insanlar Şemun’un hapisten çıkacağı günleri sayıyordu. Şemun’un hapisten çıkmasına bir yıl varken beş aile 1928 yılının sonlarında Musul’dan Sare’ye geri döndü. Musul’dan geri dönmek isteyen Süryanilere, Basibrinli Melke dbe Saido ve Midin Köyü’nden Paulus yardımcı oluyordu. Basibrin’e de birkaç aile geri dönmüştü. 396 397 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun Hanne Haydo, 1929 yılı Kasım ayında Antep Cezaevi’nden çıktı. Haydolardan üç kişi Şemun’u hapishane kapısında karşıladılar. Geçmiş yıllarda çok kalleşlikler, çok hainlikler yaşamışlardı. Süryanilerin kimisi hapse giderken, kimisi ise Hapisten çıkıp köyüne gelirken Kürt ağalar tarafından kölelerine öldürtülmüşlerdi. Su uyur ama Kürt ağaları uyumazdı! Turabdin’de Müslümanların, Kürtlerin dostluğuna güvenilmezdi. Yüzüne güler, sofra açar, sofradan kalkıp evine giderken sana pusu kurup öldürürlerdi. Haydolardan üç cesur adam Şemun Hanne Haydo’yu özgürlüğüne ilk adımını attığı andan itibaren koruma altına aldılar ve salimen Sare’ye getirdiler. Şemun Ağa’nın hapisten çıktığı, Sare’ye döndüğü haberi dalga dalga, Turabdin’e yayıldı, ta Musul’a kadar gitti! Duyanlar bayram ediyor, dönüş günlerini sayıyorlardı. Salihilerin ağaları ise “Bu adamı öldürmeden bize rahat yok!” diye söyleniyor, küfrediyor, yoldaki taşları tekmeliyor, ellerindeki sopaları önlerine çıkan dikenlere, otlara, fidanlara vuruyor, bellerindeki hançerleri kınından çıkarıp keskinleştiriyorlardı. Şemun Hanne Haydo Sare’ye gelince köydeki durumu anlamaya çalıştı. Sare’ye dönmüş olan beş ailenin korku içinde olduklarını gördü. “Nedir bu korku? Ne oldu size?” diye sorduğunda iki ay önce Yusuf dbe Saro’nun Salihiler tarafından öldürüldüğünü açıkladılar. Şemun zaten bu olayı hapishanede duymuştu. Antep’ten gelirken yanındaki korumalarına anlattırmıştı. Bu korkuyu yenebilmek için neler yapacağını düşünmüş, belli kararlar almış, gideceği yolun planını çizmişti. “Korkmayın!” dedi, “Artık ben varım! Sare’ye yaklaşanın canını alırım!” Şemun Ağa’nın varlığı Süryanilerin korkularını azalttı. Şemun Ağa hapse girmeden önce sakladığı silahları zuladan çıkardı. Sildi, temizledi, yağladı. Güvendiği iki adama birer silah verdi. Kendisine de silahın iyisini ayırdı. Artık silahını yanından ayırmıyordu. Yusuf dbe Saro’nun ölümünden sonra Sare’ye gelen Kiwağlılara çok teşekkür etti. “Sağ olunuz! Bu iyiliğinizi hiç unutmayacağız! Köyünüze dönebilirsiniz! Biz artık kendimizi koruyabiliriz. Geceleri kendimiz nöbet tutabiliriz,” dedi. Şemun Hanne Haydo’nun hapisten çıktığını, Sare’ye döndüğünü, Sare’de Süryanilerin kendilerini korumak için nö- 398 399 Süryanilerin yavaş yavaş geri döndüklerini duyan Salihiler Aşireti ağaları hemen harekete geçtiler. Turabdin’in onlarca yıldan beri değişmeyen şiddet ve barbarlık yöntemlerine başvurdular. Gene silaha sarıldılar, gene kalleşçe suçsuz insanları kölelerine öldürtmeye başladılar. Musul’dan altı ay kadar önce dönmüş olan Yusuf dbe Saro’yu Salihiler aşiretinden bir katil Sare köyünün sınırında 1929 yılı Eylül ayında öldürdü. Katil yakalanmadan kaçıp gitti. Devlet de bu olay üzerinde fazla durmadı. Süryaniler Hazak’a ya da Midyat’a gidip haklarını aramaktan, savcılığa bir dava dilekçesi vermekten korkuyorlardı! Kimsesizdiler, sahipsizdiler! Sare’yi yeni bir korku sarmıştı! Kimi “Geri dönelim, bu Kürtler, bu Salihiler bizi burada yaşatmayacaklar!” diyor, kimisi “Şemun gelinceye kadar sabredelim!” diyordu. Tam o günlerde bu olayı duyan Kiwağlı Ezidiler Sare’ye yardıma geldiler. “Korkmayın! Sizi biz koruyacağız!” dediler, Süryanileri korumak için nöbet tutmaya başladılar. 2. Şemun Hanne Haydo’nun Sare’ye dönüşü K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo bet tuttuklarını, Şemun’un güvenliği sağladığını duyan Süryaniler saklandıkları yerlerden, Musul’dan, Halep’ten birer ikişer geri dönüyorlardı. Şemun Sare’ye geldikten sonra 1930 yılı ortalarına kadar Sare’ye altı, Basibrin’e de 22 aile daha geri dönmüştü. Geri dönenler sevgiyle karşılanıyor, evlerini onarmalarına, düzenlerini kurmalarına elbirliği ile yardım ediyorlardı. İnsanlar geçmişte olanların yasını tutmaktan çok, yeni bir hayatı kurmanın çarelerini arıyorlardı. Yönlerini geçmişin acılarına değil, geleceğin mutluluklarına dönmüşlerdi. Şemun Hanne Haydo doğal liderdi. Sareliler ve Basibrinliler onun liderliğine saygı gösteriyor, onun sözünü tutuyorlardı. Şemun ise Süryanileri birleştirmeye, geçmişteki sürtüşmeleri, kırgınlıkları gidermeye; can, mal ve namus güvenliğini sağlamaya çalışıyordu. Aynı zamanda Cumhuriyet Hükümeti’nin askerleriyle, memurlarıyla iyi geçinmenin çarelerini arıyor, arada sırada Hazak’a, Midyat’a gidip geliyor, oradaki yöneticilerle görüşüyordu. Turabdin’in yaşlı ağaları bir bir ya ölmüş, ya da öldürülmüştü. Şemun Ağa Kürtlerle, Müslümanlarla bir arada yaşamaya mecbur olduklarını çok iyi biliyordu. Bunun için geçmişteki düşmanlıkları unutmadan, onlarla dostluk ilişkilerini geliştirmek istiyordu. Şemun Osmanlının yaptıklarını unutmadan Ankara’ya güvenmeye çalışıyordu. Cumhuriyet Hükümeti, Osmanlının mirası üzerine İstanbul Hükümeti’nin kadroları, Osmanlının yetiştirdiği insanlar tarafından kurulmuştu. 600 yılda yerleşmiş olan gelenekler, alışkanlıklar, devlet politikaları beş yılda, on yılda kökten değiştirilemezdi. Şemun okuduğu, takip ettiği bilgiler ışığında Cumhuriyet hükümetinin de İttihat ve Terakki Partisi’nin ana siyasetlerini devam ettirdiğini görüyordu. Fakat Cumhuriyet Hükümeti İttihat ve Terakki’nin aynısı değildi. Şemun bu politik değerlendirmeler ışığında Cumhuriyet Hükümeti’ni destekliyor ama tam olarak güvenemiyordu. Düşüncelerini ancak çok güvendiği Süryanilere açıklıyordu. Her işin bir zamanı vardı. Bir işin sonu, başka bir işin başlangıcıydı. Sare ve Basibrin’de yeni bir hayat ancak Türkiye’nin geneliyle uyum içinde, Türkiye’nin bir parçası olarak kurulabilirdi. Yeni silahlı çatışmalara, Kürtlerle, Salihilerle yeni sürtüşmelere girmek istemiyor, bunlardan daima uzak duruyor fakat her an yeni bir silahlı çatışma, her an yeni bir saldırı olma ihtimaline karşı hazırlıklarını dikkatle, gizlice sürdürüyordu. Şemun Hanne Haydo Mardin Amerikan Koleji’nde okurken kafasında kurduğu hayalleri, Süryanilerin huzur içinde bilim ve felsefeyle uğraştıkları, çocukların okullarda anadillerini, kendi tarihlerini, kendi kültürlerini özgürce öğrendiği güzel günleri gerçekleştirmeye çalışıyordu. Hayalleri, düşleri, idealleri çok büyüktü, fakat Sare ve Basibrin küçüktü. Hayal kırıklığına düşmedi, her şart altında ideallerini gerçekleştirmeye çalıştı ve çalışıyordu. Sürgün yıllarında, orada burada, Musul’da, Ninova’da evlenememiş, evlenme imkânı bulamamış Süryanilerin Sare’de, Basibrin’de yeni bir aile kurmalarına destek oluyor ve onları teşvik ediyordu. Seyfonun korkusunu yenmek, kafalardan silmek çok zordu. Herkes çok derin bir travma geçirmişti. Süryanilerin Müslümanlara hiç güvenleri kalmamıştı. Müslümanlar tarafından kaçırılmış, köle olarak kullanılmış Süryani kadınlarının iç dünyalarındaki acıları, fırtınaları dindirmek, korkularını yenmek hemen hemen imkânsızdı. Süryani kızları ve gelinleri her an yeniden kaçırılmanın korkusu içinde yaşıyorlardı. Şemun Hanne Haydo Salihiler tarafından kaçırılmış, kendi imkânlarıyla kaçıp kurtulmuş olan 400 401 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Bir gün Şemun Hanne Haydo ile Barsawmo dbe Kaşo Sawme Basibrin’deki bağlarına çalışmaya gitmişlerdi. Bir süre sonra aniden bir silah sesi duydular. Ardından silah sesleri çoğaldı. Silah sesleri Basibrin’i çınlatıyordu. Şemun bir saldırı olabileceğini düşünüyordu, ama bu kadar erken, böyle ansızın olabileceğini düşünmemişti. “Barsawmo nedir bu silah sesleri acaba?” diye sordu. “Sen dikkatlice Basibrin’e git! Ne olup bitiyor, nereden saldırıyorlar, kaç kişiler, iyice anla! Sipere yat! Ben Sare’ye silahımı almaya gidiyorum. Ben gelinceye kadar tek başına silahlı çatışmaya girme! Beni bekle!” dedi. Silah sesini duyan kadınlar, kızlar korkudan evlerinin kuytu yerlerine oturmuş, beklemeye başlamışlardı. Erkeklerden silahı olanlar, silahını zuladan çıkarmaya gitmişlerdi. Şemun hızla Sare’ye gitti. Silahını zuladan çıkardı. Mermilikleri beline, çaprazlamadan omuzlarına doladı ve hemen Basibrin’e koştu. Köy korucularından çatışmaya hazır olan yiğitler Şemun’un yanına geldiler. Şemun sordu: “Hazır mısınız?” “Hazırız!” “Hemen beni takip edin!” “Tamam!” Salihilerin saldırdığı yöne doğru dikkatlice yürümeye başladılar. Tekrar tek el bir silah sesi duydular. Şemun: “Dikkat! Saldırıya geçiyorlar!” dedi. Silah sesleri yeri göğü sarsmaya başladı. Sipere yaklaştıklarında Barsawmo dbe Kaşo Sawme’nin alnından vurulup öldüğünü gördüler. Barsawmo, Şemun’un ve silahlı Süryanilerin gelmesini beklemeden Salihilerle tek başına çatışmaya girmişti. Şemun, Barsawmo’nun şehit olmasına çok üzüldü ve çok kızdı. Çünkü Seyfo zamanında Kaşo Sawme Ailesi’nden üç yiğit daha şehit olmuştu. Şemun Ağa öfkeyle haykırdı: “Ateş!” Basibrinli Süryani korucular sipere yattılar, karşılarındaki 30 kadar Salihili saldırgana kurşun yağdırmaya başladılar. Şemun Hanne Haydo hapisten yeni çıkmıştı. On yıl aradan sonra silahlı çatışmaya girmeye mecbur olmuştu. Hapisten çıkıp Sare’ye geldiğinden beri düzenli olarak atış talimi yapıyordu. Şemun gene aynı Şemun idi! Aklıyla, yüreğiyle ve tüfeğiyle savaşıyordu. Saldırganların durumunu hemen analiz etti. Salihiler kendilerine çok güvenerek savaşıyor, bazıları sipere yatma gereği bile duymuyordu. Onların tek düşündükleri Basibrin’i kolayca esir almak, yağma ve talan yapıp kolayca zengin olmaktı. 402 403 kızının yüzüne baktığında tüm Süryani kızlarının kederini, hüznünü, korkusunu görüyordu. O sadece Süryanilerin bir lideri değil, aynı zamanda onların yüzünü güldürmeye, dertlerini dindirmeye çalışan bir ruh doktoruydu. Çocukla çocuk, büyükle büyük oluyordu. Kendisiyle konuşmak isteyen, dertlerini paylaşmak isteyen kadınlarla, erkeklerle konuşuyor, onları saygıyla, sabırla dinliyordu. Cebinde daima şeker bulunduruyor, çocuklara birer ikişer veriyor, onları okumaya, kiliseye gitmeye, matematik öğrenmeye teşvik ediyordu. 3. Basibrin’e yeni bir silahlı saldırı daha! Sene 1931! K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun Ağa durumu anladı. “Ateş etmeyin! Biraz daha yaklaşsınlar!” dedi. Salihiler ateş kesilince ayağa kalkıp Sohran Köyü ile Basibrin arasındaki Herdaşa Tepesi’ne doğru koşmaya başladılar! Şemun Ağa “Daha bekleyin! Ateş etmeyin!” dedi. Salihiler Herdaşa Tepesi’nde toplandılar. Silahlarını Süryanilere çevirdiler. “Ey Süryaniler haydi gelin!” diye küçümseyerek bağırdılar. Şemun Ağa, “Biraz daha bekleyin! Ateş etmeyin! Şimdi siperlerinden çıkarlar!” dedi. Süryaniler cevap vermeyince Salihiler ayağa kalkmaya başladılar. Şemun Ağa “Ateş!” dedi. Kendisi de ateşe başladı. Öndeki saldırganları yere serdiler. Saldırganlar şaşırdılar! Sipere yattılar! Birkaçı sürünerek yere serilenleri kurtarmak için yaklaşıyordu. Şemun yaklaşanlardan birini daha devirdi. Salihiler ölülerini ve yaralılarını bırakıp geri çekildiler. Şemun Ağa dikkatlice ayağa kalktı. Haykırdı! “Ben Şemun Hanne Haydo! Bave Köre’nin babasıyım! Sizleri yok etmeye geldim! Hepinizi tek tek öldüreceğim! Kaçmayın!” Salihiler onun çatışmaya gireceğini düşünmemişlerdi. Ölü ve yaralılarını alıp kaçmaya başladılar! Şemun Ağa gene haykırdı! “Kaçmayın! Ben Şemun Hanne Haydo! Tek tek hepinizi öldüreceğim!” Salihilerin ağası Ferho cevap verdi: “Şemun Ağa! Senin silahının karşısında kimse duramaz! Biz seninle çatışmaya girmeyiz!” Şemun Ağa cevap yerine emretti: “Ateş!” Şemun Ağa ve iki korkusuz Süryani genç kaçan Salihilerin peşine düştü. Kurşunu yiyen yere düşüyordu. Saldırganları Sohran Köyü sınırına kadar kovaladılar. Şemun Ağa tek bir canlı saldırgan bırakmak istemiyordu. Fakat akşam olmuştu. Hava kararıyordu. Tekrar haykırdı: “Şansınız varmış! Hava karardı! Yoksa hepinizi öldürürdüm! Ben Şemun, eğer bir daha saldırırsanız hepinizin canını alırım!” Saldırganlar canlarını zor kurtarmışlardı. Salihiler Ağası Ferho böyle bir çatışma olacağını, Basibrinlilerin böyle bir karşılık vereceğini hesap etmemişti! Ferho’nun amacı geri dönen Süryanileri korkutup kaçırmaktı! Fakat bu çatışma ters etki yaptı. Süryaniler daha çok birbirlerine sarıldılar. Basibrinliler ve Sareliler Şemun Hanne Haydo’nun etrafında kenetlendiler. Kendilerine güven geldi. Salihili saldırganların Basibrin’den püskürtüldüğünü duyan Süryaniler birer ikişer köylerine geri dönmeyi hızlandırdılar. Bu silahlı çatışma Şemun hapisten çıktıktan sonraki ilk ve son silahlı çatışma oldu. Salihiler bir daha Basibrin’e ve Sare’ye saldıramadılar. Sare ve Basibrin’e huzur geldi. Bu huzurun gerçekleşmesinde Cumhuriyet Hükümeti’nin de katkısı oldu. Cumhuriyet Hükümeti Kürt ağalarının Süryanilere saldırılarını artık onaylamıyor, şıhlara, şeyhlere destek vermiyordu. 1931 sonrasında Şemun Hanne Haydo artık Sare ve Basibrin’in tek lideri haline geldi. Sadece Süryaniler değil, Kürtler, Müslümanlar da ona saygı gösteriyorlardı. Salihilerin saldırısının püskürtülmesinden sonra Şemun Ağa, Gawro dbe Gawro’yu Basibrin’e muhtar yaptı. Artık Muhtar Gawro onun yanından ayrılmıyor, köyün işlerini insanlar arasında ayrım yapmadan adaletli bir şekilde yerine getiriyordu. 1933 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Kuruluş yılı Basibrin’de de kutlandı. Şemun Ağa Midyat’taki kutlama- 404 405 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) çok önemli tarihi adımlar atarak, 1 Kasım 1922 tarihinde kabul ettiği “Osmanlı İmparatorluğu’nun münkariz olduğuna dair” 308 numaralı kararname ile 600 yıllık Osmanlı Saltanatını kaldırdı. Cumhuriyet rejimi kuruldu. Daha sonra TBMM’de 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen 431 Sayılı kanunla Hilafet de kaldırıldı. 13 Şubat 1925 tarihinde, Nakşibendi Şeyhi Said’in Ergani ilçesi, Eğil Bucağı’na bağlı Piran Köyü’ndeki evine gelen jandarmaların evde bulunan bazı misafirleri tutuklamak istemesi ve bu isteğe silahla karşılık verilmesiyle isyan başlamış oldu. Bu isyan, Şeyh Said İsyanı adıyla anıldı ve Cumhuriyet tarihine ve Türk-Kürt ilişkilerine damgasını vurdu. Şeyh Said halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride “Din uğruna savaşanların lideri” anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. Şeyh Said, 13 Şubat 1925 Cuma günü, Piran Camisi’nde verdiği vaazda halka şöyle sesleniyordu: “Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Millî Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.” Şeyh Said “Nakşibendi Şeyhi” imzasıyla Müslümanları Türkiye Cumhuriyeti’ne, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e ve arkadaşlarına karşı isyana çağıran bildiriler yayınlıyordu. Bu bildirilerden birinde “Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının şeriata göre helal olduğu!” öldürülmeleri gerektiğini söylüyordu! 1925 yılı Mart ayı başında Şeyh Said’in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır’a saldırdı ve kuşatma altına aldı. Kuşatanlar takviye alıyordu ve kuşatma Şeyh Said tarafından bizzat yönetiliyordu. Şeyh Said İsyanı Türkiye Cumhuriyeti tarihinde meydana gelen 18 isyanın en kanlı, en yıkıcı olanıdır. Bu isyana katılanların sayısı zamanla 30 bin kişiye kadar ulaştı. Dersim’in geneli Şeyh Said isyanına katılmadı. Ayrıca Zaza olmayan aşiretler, Zaza Aleviler, Sünni olup Nakşibendi olmayanlar bu isyana katılmadı ve desteklemedi. Şeyh Said İsyanını planlayanlar, Kürtlerin milli haklarını talep etmişlerdi. Fakat Sünni Kürtleri harekete geçirmek için kullanılan söylemler dinseldi. İsyancılar genel olarak cumhuriyetin getirdiği reformlara ve özellikle de din ile devlet işlerinin ayrılmasına, yani cumhuriyetin laiklik ilkesine karşıydılar. Süryaniler ne Şeyh Said İsyanına ne de başka isyanlara hiç katılmadılar, destek vermediler, en küçük bir ilişki içinde bulunmadılar. Şeyh Said İsyanını bastırmak, katılanları cezalandırmak için 30 bin asker görevlendirildi. Türk Hava Kuvvetleri’nin 406 407 lara da davet edilmişti. Sare ve Basibrin 1933 sonrasında yavaş yavaş doldu. Bağ, bahçe, tarla işleri, hayvancılık gelişti. Köylere bereket geldi. Çocukların ve kadınların yüzleri gülmeye başladı. O yıllar Şemun Hanne Haydo’nun mutlu olduğu, zamanını çocukların eğitilmesine, insanların huzur içinde yaşamasına verdiği yıllar oldu. Bazı günler 30-40 Süryani Şemun’un etrafında toplanıyor, ondan hatıralarını anlatmasını rica ediyor, dikkatle onu dinliyor, kendi geçmişlerini öğreniyorlardı. 4. Şeyh Said isyanı K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şark Islahat Planı Kararnamesi’nin kabulünün üzerinden on yıl geçmişti. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 1925 Şark Islahat Planı’nın uygulamalarını ve sonuçlarını yerinde incelemek ve rapor hazırlamak için Başbakan İsmet İnönü’yü tam yetkili olarak görevlendirdi. İsmet İnönü inceleme gezisine Adana’dan başlayarak, Antep, Urfa, Malatya, Elâzığ, Diyarbekir, Mardin, Siirt, Hakkâri, Bitlis, Van, Muş, Ağrı, Kars, Ardahan, Artvin, Erzurum, Erzincan ve Dersim illerini dolaştı. Suriye, Irak, İran ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) sınırlarında incelemelerde bulundu. Bu gezinin bir bölümü 3 Temmuz 1935 tarihinde Mardin’den başladı. İnönü 4 Temmuz 1935 günü Basibrin’i ve Midyat’ı ziyaret etti. Daha sonra sırasıyla 5 Temmuz’da Siirt, 7 Temmuz’da Bitlis ve 8 Temmuz 1935 günü Van’da sona erdi. İsmet İnönü inceleme gezisi sırasında gördüklerini, inceleme sonuçlarını rapor olarak yazdı, Mustafa Kemal’e ve Bakanlar Kurulu’na sundu. Bu rapor, “Çok gizli” damgasıyla 1935 yılında İstanbul Başvekâlet Matbaası’nda Şark Seyahati Raporu adıyla basıldı. Devletin ilgili birimlerine verildi. Şark Seyahati Raporu özellikle Kürtlerle ilgili çok önemli bilgiler içeriyordu. Bu raporda Mardin çok geniş bir şekilde anlatılmış, sorunlar belirtilmiş, İnönü’ye göre çözüm yolları önerilmişti. Başbakan İsmet İnönü Mardin’den sonra 4 Temmuz 1935 günü Basibrin’e gelmişti. Çünkü o günlerde Basibrin’de petrol arama çalışmaları yapılıyordu. Henüz Raman Dağı’nda petrol aramaları başlamamıştı. İlk petrol arama kuyusu Basibrin’de açılmaya başlanmıştı. İsmet İnönü ilk petrol aramasını yerinde görmek için Basibrin’e gelmişti. Başbakan İsmet İnönü’nün inceleme gezisinin ön hazırlıkları yapılmıştı. Bu çerçevede Basibrin ve Sare köylerinin lideri olan Şemun Hanne Haydo’ya ve Basibrin Muhtarı’na, Basibrin Karakolu Komutanı’na haber verildi. Şemun Hanne Haydo Basibrin ve Sare köylerinin temsilcileriyle bir toplantı yaptı. Başbakan İnönü’yü ağırlamak için yapılması gerekenleri kararlaştırdılar. Basibrin ve Sare köylerinin yolları, sokakları silindi süpürüldü. Herkes çoluk çocuk, kadın erkek en temiz elbiselerini giyecekti. Sareliler Basibrin’e gidecek, Başbakan hep birlikte karşılanacaktı. Hazırlıkları karakol komutanı da görüyor, memnun oluyordu. 1 Temmuz 1935 günü Midyat Kaymakamı Basibrin’e geldi, hazırlıkları denetledi. O da çok memnun oldu. İsmet İnönü Savur ilçesi üzerinden Basibrin Petrol Arama Kuyusu’na geldi. Hava çok sıcaktı. Sorumlu mühendis 408 409 uçakları da harekâta katıldı. Bu uçaklar Mardin’de konuşlandırılmıştı. Şeyh Said İsyanı, Musul’un Türkiye sınırları içine alınıp alınmaması meselesi Cemiyet-i Akvam’da gündeme geldiği sırada çıkmıştı. Bu isyan Şeyh Said ve yanındakilerin 14 Nisan 1925 tarihinde yakalanmalarıyla bastırıldı. Şeyh Said ile birlikte toplam 63 kişi idam edildi. Türkiye Cumhuriyeti bu isyanı bastırmak için Milli Mücadele sırasında harcanan paradan daha çok para harcamıştı. Şeyh Said Ayaklanmasından sonra hükümet 24 Eylül 1925 tarihli ve “Gayet mahremdir!” ibaresi taşıyan Şark Islahat Planı Kararnamesi’ni uygulamaya koydu. 5. Başbakan İsmet İnönü’nün Basibrin ziyareti K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo ve jeologdan bilgi aldı. Sondaj çalışmalarında 600 metreye inilmişti. Bulgular umut vericiydi. Program uyarınca petrol kuyusundan sonra Basibrin’e hareket edildi. İnönü’yü ve beraberindekileri köy girişinde Şemun Hanne Haydo ve köy temsilcileri karşıladılar. Şemun Hanne Haydo, başındaki şapkayı çıkardı, usulüne göre sol koltuğuna koydu, çok düzgün bir Türkçe ile konuşmaya başladı: “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Sayın İsmet İnönü Basibrin’e hoş geldiniz! Ben Şemun Hanne Haydo, şahsım ve Basibrin ve Sare köyleri adına sizi karşılamaktan şeref duyuyoruz. Buyurun Sayın Paşam!” Şemun elini uzattı. İsmet İnönü ilk kez çok düzgün Türkçe konuşan bir insanla karşılaşmıştı. Çok memnun oldu. Şemun’un elini sıktı. “Senin adın ne? Bir daha söyle bakayım!” “Şemun Hanne Haydo!” “Sen ne iş yaparsın?” “Asıl mesleğim öğretmenliktir. Fakat öğretmenlikte çok az çalıştım. Çiftçilik, hayvancılık, bağ bahçe işleriyle uğraşıyorum. Basibrin ve Sare köylerinin gelişmesi ve mutlu olması için çalışıyorum.” “Memnun oldum! Mardin’den buraya gelinceye kadar her köyde senden saygıyla bahsettiler! Senin akıllı, bilgili, vicdanlı olduğunu söylediler. Sen bu köyün Ağası mısın?” “Hayır Paşam, bizde ağalık yoktur, liderlik vardır!” “Siz kimsiniz?” “Biz Hıristiyanız, Süryani vatandaşlarız!” “Çok memnun oldum!” “Sayın Paşam, hava çok sıcak, buyurunuz, sizin için hazırladığımız gölge yere gidelim!” İnönü, Şemun’u yanına aldı. Konuşarak ağacın altına hazırlanmış, sulanmış, serinletilmiş yere yürüdüler. Süryani- ler yolun iki tarafına kadın erkek, genç yaşlı, çoluk çocuk dizilmişlerdi. İnönü ve yanındakiler alkışlar arasında, bayrakların gölgesinde özel makama geldiler. Masalar tertemiz örtülerle örtülmüştü, sandalyeler düzgündü. Şemun buyur etti. İnönü teşekkür ederek oturdu. “Sen benim yanıma otur,” diyerek Şemun’a yer gösterdi. Misafirler yerlerine oturduktan sonra Şemun Ağa sordu: “Paşam ne istersiniz? Çay, kahve, ayran, su?” “Önce suyunuzu içeyim!” Şemun işaret etti. Tertemiz giyinmiş iki Süryani kızı sürahiyi ve su bardağını getirdiler. Saygıyla İnönü’ye ve diğer misafirlere sundular. Sonra ayranlar geldi, ardından kahveler içildi. 410 411 İsmet İnönü ile Şemun Hanne Haydo Basibrin’de, 1935, (Bu resim ressam Sonna Krom tarafından yapılmıştır.) K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo İnönü soruyor, Şemun cevaplıyordu: “Buraya kadar karşılaştığım ağalar, insanlar hiç Türkçe bilmiyordu. Sen nasıl öğrendin?” “Sayın Paşam, ben Mardin Amerikan Koleji’nde okudum. Türkçeyi orada öğrendim.” “Başka hangi dilleri biliyorsun?” “Anadilim Süryanice, Kolejde Türkçe, İngilizce, Almanca öğrenmiştim. Ayrıca çevremizde konuşulan Kürtçeyi ve Arapçayı da bilirim.” “Aferin! Demek Mardin Amerikan Kolejinde okudun?” “Evet!” “Ne zaman?” “1888-1894 yıllarında!” “Daha sonra ne yaptın?” “Öğretmenlik yaptım. Sonra Almanca ve İngilizce bildiğim için bir süre Bağdat-Berlin Demiryolu İşletmesi’nde çalıştım!” “Çok güzel! Çok güzel! Şemun Ağa eğer sen Batı Anadolu’da, mesela İzmir’de, Aydın’da ya da İstanbul’da yaşamış olsaydın daha büyük bir adam olurdun. Belki de partiye girer milletvekili bile olabilirdin.” “Paşam sağ olunuz! Ben burada, köylerimde kalmayı, köylerimin, aşiretimin lideri olmayı tercih ederim.” “Neden? Milletvekili ya da bir bakan olmayı istemez misin?” “Paşam, bir insan milletvekili ya da bakan, başbakan olabilir. Fakat seçimleri kaybedince o insanın milletvekilliği, bakanlığı sona erer, belki unutulur gider. Fakat bir aşiretin lideri seçimle gelip gitmez! Sevilen, sayılan bir aşiret liderini halk unutmaz. Bir gün gelir belki siz unutulabilirsiniz. Fakat benim aşiretim, benim köylülerim beni unutmaz, yüz yıl sonra da beni hatırlar, hatıralarında yaşatırlar.” İnönü gülümsedi. “Şemun Ağa, bu yönlerden sen haklısın! Sevilen bir lideri, adil bir ağayı aşireti unutmaz! Doğru düşünüyorsun! Sen burada kalmalı, halkının dertlerine derman olmalısın!” İnönü’nün sözlerinden Şemun memnun oldu. “Sağ olunuz Paşam! Siz de Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin başında kalınız ve Türkiye’nin dertlerine derman olunuz!” İnönü babacan bir tavırla elini Şemun’un omzuna koydu ve sordu: “Şemun Ağa, benden bir isteğin var mı?” “Sağlığınızı isterim Paşam!” “Sen de sağ ol! Devletimizden memnun musunuz?” “Devletimize, milletimize, sizlere ve Mustafa Kemal Paşa’ya minnettarız!” “Başka bir isteğiniz, arzunuz var mı?” “Paşam bizim tek isteğimiz can, mal ve namus güvenliğimizin sağlanmasıdır!” “Can, mal ve namus güvenliğiniz yok mu?” “Ne yazık ki hâlâ yok!” “Neden yok? Kimden korkuyorsunuz?” “Etrafımızdaki Kürt aşiretleri bize huzur vermiyorlar! Ellerinden gelse her an köyümüze saldırıp, malımızı mülkümüzü yağmalayıp, kadınlarımızı kaçırabilirler!” “Hâlâ mı?” “Evet hâlâ!” “Devletimize ve Cumhuriyetimize güvenin!” “Biz size ve devletimize güveniyoruz!” “Başka bir arzun var mı?” “Çocuklarımız için bir okul istiyoruz!” “Yok mu?” “Ne yazık ki yok!” 412 413 K e m a l Ya l ç ı n “Demek hâlâ size bir okul yapamadı bu devlet!” “Devletimiz var olsun Paşam!” “Demek bir okul bile yapamadık sizlere! Şemun Ağa senin benden özel bir arzun var mı?” “Paşam beni bağışlayın, ben milletimin namusundan sorumluyum. Bugüne kadar saldırganlara karşı silahımı elime almak zorunda kaldım. Lütfen benim silahımı elimden almasınlar!” İnönü emretti! “Şemun Ağa ölünceye kadar silah taşımaya izinlidir! Gerekli izin belgesini verin!” İlgililer hemen izin belgesi yazıp getirdiler. İnönü imzaladı. “Buyur Şemun Ağa! Dilerim bir daha silahını kullanmak zorunda kalmazsın!” “İnşallah Paşam!” “Müsaadenizle biz artık gidelim! Buradan Midyat’a gideceğiz!” “Müsaade sizin Sayın Paşam! Yolunuz açık olsun!” İnönü el sıkışarak arabasına doğru yürüdü. Süryanilere el sallayarak Basibrin’den ayrıldı. Arabada yanındaki sekreterine “Yaz bakalım!” dedi, “Kürtlerin Hıristiyan köylerine saldırıları derhal araştırılsın! Şemun Ağa’nın anlattıkları tetkik edilsin! Hıristiyan köylerine Kürtlerin saldırıları ve yerleşmeleri önlensin! Basibrin’e derhal bir okul yapılsın. Sonuçlar bana bildirilsin!” İnönü, Midyat’ta vardığında konuyu Midyat Kaymakamı’na da sordu. “Hıristiyanların can, mal ve namus güvenlikleri derhal sağlansın! Gerekli tedbirler alınsın!” dedi. 414 Şemun Hanne Haydo 6. İsmet İnönü’nün Şark Seyahati Raporu’nda Basibrin hakkında yazdıkları İsmet İnönü 21 Ağustos 1935 tarihli uzun seyahat raporunda Mardin, Midyat ve Basibrin hakkında aynen şunları yazmıştı. Bu raporda Hıristiyan olarak Nasturilerin ve Keldanilerin adı geçmektedir. Süryaniler Nasturilerle birlikte anılmıştır. “... idaremizin Arap ve Kürt mıntıkasında köylere ve halka nüfuz etmediğine, biz kabuğun üstünde ve halktan ayrı olarak yalnız kuvvetle idare etmeğe çalıştığımıza delillerden biri olarak zikrediyorum.” [...] “Kaçakçılığa karşı en tesirli tedbir iktisadîdir, yani kaçırılmasında büyük kâr olan maddelerin fiyatlarını düşürmektir. Tuz ve şeker hatlarındaki indirme, bunların kaçakçılığını kârsız bir hale getirdiği bana anlatılmıştır. Şimdi en kârlı madde pamuklu ve ipeklidir. Kaçakçılığın % 60’ı bez ve % 10’u ipekli üzerine oluyormuş. Şimdiye kadar tuz % 15’i tutarmış. Bez kaçakçılığı hakkında bir fikir vermek üzere şu rakamları öğrendim: Mardin İlbayı’nın dediğine göre, Mardin Vilâyeti, nüfus başına bir toptan, yılda 260.000 top bez harcarmış. Suriye hududundaki gümrüklerden geçmek üzere verdiğimiz kontenjan 3.000 top imiş. Büyük açık kaçak olarak giriyor. Demek oluyor ki, hudut vilâyetlerinin bez ihtiyacı ucuz olarak temin olunmadıkça kaçakçılıktan kurtulmak imkânsızdır. Ekonomi ve İnhisar Vekâletlerinin bize bir tedbir bulmaları zaruridir.” [...] “Düşman unsurlar içinde Nasturîler, Ermeniler ve Çerkesler teşkilâtı nihayet pasif ve tedafüî mahiyettedir. Te415 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo cavüzî olan teşkilât, Kürt reisleri ve adamlarıdır. Fransız istihbarat zabitleri her istedikleri anda Kürt reislerini çeteler halinde memleketimize saldırmağa muktedirdirler. Bu mevzula uğraşmak, uzun zaman sürecek mahirane tedbirler ister.” [...] “Mardin’e ait iki mülâhazam daha vardır: Mardin, 260.000 nüfusludur ve hemen hiç Türk yoktur. Çoğu Kürt olmak üzere, mühim miktarda Arap ve daha seyrek olarak Gildanî (Keldanî) gibi Hıristiyan vardır. İyi olan, merkezin ve belki Midyat gibi yerlerin Türklüğe hevesli olmalarıdır. Mardin ve Midyat’ta herkesi yeni Türk soyadları ile kaynaşmağa arzulu buldum. Savur’da da vaziyet böyle idi. Hıristiyan Gildaniler (Keldanî) çalışkan, muti ve yerlerinden çıkarılmaktan başka bir kaygı içinde değildirler. “Mardin’de iç siyasamız bu durumdan mülhem olmak gerektir. Burada daha ziyade kuvvetli ve iyi idare ile beraber unsurlar arasında muvazene, bahusus azınlıkları Hükûmete yakın ve sıcak tutmak yolunu gütmeliyiz. Savur’dan Basbirin’e giderken rasgeldiğim Gildanî köylerinin yerlerinden çıkarılmamalarını 1. Genel Enspektör’e tebliğ ettim, Mardin Vilâyeti’nden çıkarılacak Hıristiyan veya Arapların yerlerini Kürtler derhal dolduracaklardır. Bu hal bizim için pek zararlıdır.” [...] “Midyat’a iki defa uğradım: Mamurca bir Arap şehridir. Bizim burada bir alayımız var, şehir ve alay susuzluktan muzdariptirler. Su getirmek, yüz bin lira kadar bir masraf istediğini söylediler. Buna bir çare bulmak lâzım olduğunu zannederim.” “Mardin Vilâyeti dâhilinde petrol arama işi ile temas ettik. Petrol mıntıkaları hakkında mühendisler bir iki gün bize izahat verdiler. Basbirin (Raporda böyle kullanılmıştır. K.Y.) sondajı 600 metreyi geçmiştir. Burada petrol çıkması ya 600 veya 1000 metrede umuluyor. 600 ihtimali ki zaten zayıf görülüyordu, artık geçmiş demektir. 1000 metreyi 1935 senesi içinde bulmamız muhtemeldir.” “Basbirin sondaj kuyusunun arazi tabakaları Gercüş’te ve yeryüzünde mütalaa olunuyor. Mühendis burada bize tafsilât verdi. Anlaşıldığına göre, şimdilik en mühim petrol havzamız: Hasankeyf-Siirt-Basbirin ve daha şarkıdır. Bu mıntıkada nerede çıkarsa emniyetle ve hâkimiyetle işletebileceğimiz kanaatindeyim.” “Mardin Vilâyeti umumî olarak, şarkın yeşil ve mamur bir ili sayılabilir. Mardin’i bitirmeden evvel, şunu da söyleyeyim ki, Nusaybin ve Cizre kaza merkezlerinin iyi idaresini ve müthiş sıtmadan kurtarılmasını, siyasî bir zaruret görürüm.” 416 417 7. Kaçakçıların iki askeri öldürmesi Başbakan İsmet İnönü’nün ziyaretinden sonra Salihiler Aşireti bir daha Basibrin ve Sare’ye saldırmadılar. Basibrin ve Sare’ye huzur geldi. İnönü ile konuşan Şemun Hanne Haydo’nun ünü daha da büyüdü. Onun İnönü ile aynı masada oturması, İnönü ile konuşması, Süryanilerin dertlerini İnönü’ye iletmesi Turabdin’de büyük bir olay haline geldi. Süryaniler ve tüm Hıristiyanlar ilk kez bir başbakanın kendilerinin suyunu, ayranını, kahvesini içtiğini görüp duymuşlardı. Bir başbakanın bir Süryani köyüne uğraması, liderleriyle konuşması onları mutlu etmeye yetmişti. İnönü’nün Basibrin ziyareti Müslümanlar, Kürtler arasında da duyuldu. Salihiler Aşireti’de duydu. Şemun Ağa’nın saygınlığı Kürtler arasında da büyüdü. K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Zaman hızla geçiyordu. Dünya yeni bir savaşa doğru gidiyordu. 1 Eylül 1939 tarihinde Nazi Almanya’sının Polonya’ya saldırısıyla İkinci Dünya Savaşı fiilen başlamış oldu. Avrupa’yı ve dünyayı ateş kapladı. Türkiye’nin etrafı savaşın ateşiyle sarılmıştı. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı idi. İnönü çeşitli gizli açık uluslararası anlaşmalarla tarafsız kalmayı ve savaş dışında kalmayı başarmıştı. İçeride ise savaşa hazırlık başlamıştı. Savaş şartları ve kuralları geçerliydi. Türkiye ekonomisi muhtemel bir savaşa göre planlanmıştı. Kıtlık başlamıştı, ekmek, şeker karneye bağlanmıştı. İstanbul’da geceleri karartma yapılıyordu. 1939’da 20 tertip, 25-45 yaşındaki Hıristiyan erkekleri askere alındı. Midyat’ta toplanan 20 tertip Hıristiyanlar yaya olarak Mardin üzerinden Diyarbakır’a sevk edildi. 20 Tertip Hıristiyanların İhtiyat Askerliğine alınması, Amele Taburlarında çalıştırılması tüm Hıristiyanları korkuttu. İhtiyat askerlerine silah verilmedi. Kahverengi çöpçü elbiseleri giydirildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Hıristiyan vatandaşları güvenilmez, potansiyel işbirlikçi olarak görülüyordu. Basibrin ve Sare’den de bazı Süryani erkekleri İhtiyat Askeri olarak götürüldüler. Bu dönem Süryanilerin korkuları artmıştı. Fakat devletin aldığı önlemlerle Müslümanların ve Kürtlerin Hıristiyan köylerine saldırıları önleniyordu. Süryani kadınları ailenin tüm geçimini üstlenmek zorunda kalmışlardı. Yeterli üretim yapılamıyordu. Bu yıllar açlık yıllarıydı. İkinci Dünya Savaşı’nın tüm dünyayı sardığı, Nazi Ordularının tüm Avrupa’yı, Sovyetler Birliği’ni işgal ettiği, birçok insanın “Bu savaşı Nazi Almanya’sı kazanacak!” dediği bir dönemde, 1942 yılında hükümet “Varlık Vergisi” denilen, tüm Hıristiyan vatandaşların sermayelerine, mal ve mülk- lerine el koyma uygulamasına başladı. 1915 soykırımından kurtulmuş, hayatta kalabilmiş, bin bir zorlukla yeniden toparlanabilmiş, sanayi üretime geçebilmiş, ticari hayata girmiş Müslüman olmayan tüm Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Süryanilerin, Levantenlerin mal ve mülklerine ödeyemeyecekleri kadar “Varlık Vergisi” kondu. Konan vergilere itiraz hakkı da yoktu! Birçok Hıristiyanın, Musevi vatandaşların mal ve mülkleri haraç mezat satıldı. Fakat satılan malların geliri Varlık Vergisi’ni ödemeye yetmiyordu. Vergisini ödeyemeyenler Erzurum Aşkale’de kurulmuş olan çalışma kampına gönderildi. Hayatında eline bir kere bile balta kürek almamış insanlara eksi 30-35 derece soğukta Erzurum-Trabzon yolunun, Kop Dağı geçidinin karları, buzları temizletildi. Birçok Müslüman olmayan vatandaş çalışma kampında hastalıktan, soğuktan ölüp gitti! Sovyetler Birliği Kızıl Ordusu’nun 1943’de Stalingrad cephesinde Nazi Ordusu’nu yenmesi, yüz bin kadar Alman Askerini esir almasından sonra savaşın seyri değişti. Nazi Orduları Kızıl Ordu önünde yenilmeye, hızla geri çekilmeye başladı. Türkiye dünya savaşının yön değiştirmesi, Nazilerin bu savaşı kaybedeceğinin belli olmasından sonra Amerika, Fransa, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nden oluşan Anti-Nazi cephesinde yer almaya başladı. Varlık Vergisi’ni yürürlükten kaldırdı. Çalışma Kamplarına gönderilmiş insanları serbest bıraktı. Türkiye 2 Ağustos 1944 tarihinde Nazi Almanya’sı ile tek taraflı olarak ilişkilerini kesti. 23 Şubat 1945’te ise Nazi Almanya’sına karşı topyekûn savaş ilan etti. İkinci Dünya Savaşı 8 Mayıs 1945 tarihinde Almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olmasıyla sona erdi. Bu büyük savaş dünyada 50 milyon insanın ölümüne, milyonlarca insanın yaralanıp sakat 418 419 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo kalmasına sebep oldu. Sadece Sovyetler Birliği’nde 30 milyon insan hayatını kaybetmişti. Savaş bitmişti. Türkiye savaşa girmeden felaketi atlatmıştı. Fakat savaş ekonomisi Türkiye’yi çok yoksullaştırmıştı. Her şey karaborsa idi. 1945 yılı kıtlık yıllarından biriydi. Kıtlık yılları karaborsayı, karaborsa ekonomisi de kaçakçılığı körüklemişti. En yaygın kaçakçılık Irak ve Suriye sınırında yapılıyordu. Kaçakçı şebekeleri genellikle sınırdaki ve sınır bölgesindeki bazı askerlerle, bekçilerle, polislerle, devlet yöneticileriyle işbirliği içinde çalışıyor, herkes kaçakçılıktan payına düşeni alıyordu. Bazen kaçakçılarla askerler ve polisler arasında rüşvet ve para paylaşımı yüzünden kavgalar, silahlı çatışmalar oluyor, insanlar ölüyordu. İşte bu kavgalardan biri 1945 yılı sonbaharında, Sare ile Basibrin köyleri sınırında Suriyeli bir kaçakçı ile askerler arasında meydana geldi. Bu bölgenin kaçakçıları ve kaçakçılık kuralları belliydi. Kaçakçılar mal getirdiklerinde gümrük vergisi gibi askerlere haraç veriyorlardı. İşler al gülüm ver gülüm devam ediyordu. Alan memnun, veren memnundu! Fakat bu kez bir kaçakçı para vermek istemedi. Üç asker bu kaçakçının arkasına düştüler, takip ettiler ve para istediler. Yanında bulunan altınları almak istiyorlardı. Kaçakçı bağırdı: “Üstüme gelmeyin! Bende altın yok!” Askerler kaçakçıya ateş açtılar. Kaçakçı, “Üstüme gelmeyin vururum!” diye uyardı. Fakat askerler ateşe devam ettiler. Kaçakçı sipere yattı ve askerlere nişan aldı. İki askeri öldürdü. Bir askeri yaraladı. Daha sonra Suriye’ye doğru kaçıp gitti. Bu olayın suçu Sareli ve Basibrinli Süryanilerin üstüne yıkıldı! Ölüm haberi kısa sürede karakola ulaştı. Bir yüzbaşı yönetimindeki askerler olay yerine geldiler. Yüzbaşı yaralı askerden bilgi aldı. Yüzbaşı çok öfkelenmişti! “Asker nasıl öldürülürmüş ben onlara göstereceğim! Ölen askerlerimin kanı yerde kalmayacak! Derhal bu Hıristiyan köylerini kuşatın, arama taramaya başlayın! Suçluları yakalayın!” emrini verdi. Olay aynı zamanda çevre Müslüman köylerinde de duyulmuştu. Köylüler akın akın olay yerine gelmeye başladı. İki askerin ölüleri bir çadıra kondu. Çadırın başına iki nöbetçi asker dikildi. Diğer askerler Sare ve Basibrin köylerinde arama taramaya başladılar. Bütün Süryani erkekleri toplandı, falakaya yatırıldı. Salihiler Aşireti’nin ağası, adamları, imamları da olay yerine gelmişti. Yüzbaşıyı Süryanilere karşı kışkırtmak istiyorlardı. Bir imam “Komutan, askerlerin kanını yerde bırakma, intikamını al! Bu Hırisyanlara asker nasıl öldürülürmüş göster! Yak bu Hıristiyan köylerini!” diye bağırdı. Salihilerin adamları da imamı desteklediler. “İntikam! İntikam!” diye bağırmaya başladılar. Yüzbaşı kızdı. “Sen kim oluyorsun da benim işime karışıyorsun?” “Ben imamım!” “İmamsan camiye git, bu işlere karışma!” “Komutan Hıristiyanlar Müslüman askerini öldürmüştür, inti...!” “Kapat çeneni! Şimdiye kadar öldürdüğünüz Hıristiyanlar yetmedi mi? Defol! Defolun gidin hepiniz!” Askerler silahlarını Salihiler Aşireti’nin adamlarının üs- 420 421 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo tüne çevirdiler. Hepsini olay yerinden uzaklaştırdılar. Yüzbaşının öfkesi devam ediyordu. “Şu imama bak! Şu adamlara bak! Yak desem yakacaklar, öldür desem öldürecekler! Bu adamlarda vicdan yok, sadece cüzdan var! Yıllardır Hıristiyan diye diye insanları öldürdüler! Hâlâ kana doymadılar! Asker! Yaklaştırma bu adamları çadıra!” “Emredersiniz komutanım!” Yüzbaşı Sareli erkeklerin tek tek sayılmasını ve Basibrin’e götürülmelerini emretti. Erkeklerin ayakları falaka dayağından şişmiş, kanamıştı, yürüyemiyorlardı. Askerler onları zorla Basibrin’e götürdüler. Sare’de sadece yaşlılar, kadınlar ve çocuklar kalmıştı. Kadınlar, çocuklar korkudan titriyor, Şemun Ağa’dan yardım bekliyorlardı. Şemun Ağa olayların başından beri askerlerin işine karışmamış, sabırla beklemişti. “Kimse cesetlerin bulunduğu yere yaklaşmasın!” dedi. Basibrinli erkekler de dayaktan perişan olmuşlardı. Askerler ise dayak atmaktan yorulmuşlardı! Basibrin ve Sare’nin erkekleri sıraya dizildi. Sayım yapıldı. Basibrinli dört erkeğin evlerinde olmadıkları tespit edildi. Yüzbaşı sordu: “Nerede bu adamlar?” “Bilmiyoruz?” “Saklandıkları yeri söyleyin! Söylemezseniz kaçakların karılarını, kızlarını tutuklar, karakola kapatırım!” “Komutan bilmiyoruz!” “Günah benden gitti! Asker evinde olmayan erkeklerin karılarını, kızlarını karakola götürün!” “Komutan, lütfen bunu bize yapma!” “Bulun erkekleri!” “Komutan onlar Mardin’e çalışmaya gittiler!” “Onlar gelip teslim oluncaya kadar, kadınları karakolda kalacaklar!” Kadınların, kızların karakola kapatılmasına karşı koydular. İş büyüdü. Bağırış çığırış başladı! Askerler kadınları, ihtiyarları dipçiklemeye başladılar. Çocuklar korkudan ağlıyordu! Şemun Hanne Haydo’ya haber ulaştırıldı. Şemun Ağa, “İşte bu olmaz! Kocaları yerine karıları karakola kapatılamaz! Bu mesele artık dayak meselesi olmaktan çıktı, namus meselesi haline geldi!” dedi. Derhal Basibrin’e geldi. Herkes ona kurtarıcı gibi bakıyordu. Yanına iki adamını aldı. Karakola gitti. Karakolda yüzbaşı ile sakin sakin, saygıda kusur etmeden usulüne göre Türkçe konuştu. Yüzbaşı Şemun’un düzgün Türkçe ile konuşmasından memnun oldu. Ona yer gösterdi, “Buyur, otur! Nedir derdin?” “Komutan, iki günden beri köylülerimi falakaya yatırdın! Suçlu suçsuz ayrımı yapmadan, sorup soruşturmadan vurdun, dövdün, sövdün! Hiç ses çıkarmadım. Ama şimdi kadınlarımızı karakola kapatmışsın! İşte bu olmaz! Kadınlar bizim namusumuzdur! Lütfen bırak kadınlarımızı!” “Sen kimsin?” “Ben Şemun Hanne Haydo’yum! Bu köylerin lideriyim!” “Sen bu işe karışma!” “Karışmak zorundayım! Ben bu köylerin sorumlusuyum. İki günden beri gelip bana bu köyde ne oldu diye sormadınız. Ben de sizin işinize karışmadım. Sabrettim, bekledim. ‘Ne yapıyorsunuz? Neden milletime dayak atıyorsunuz?’ diye sormadım. Fakat şimdi kadınlarımızı karakola kapattınız. Bu olmaz, olamaz! Lütfen bırak kadınlarımızı! Sana söz veriyorum. Çalışmaya gitmiş olan dört erkeği iki gün içinde bulup geleceğim, kendi elimle sana teslim edeceğim!” 422 423 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Ya bulup getirmezsen?” “Ben Şemun Hanne Haydo! Ölürüm fakat verdiğim sözü yerine getiririm!” “Bekle biraz!” Yüzbaşı bağlı olduğu Hazak Karakolu’na telefon açtı. Durumu anlattı. “Şemun Hanne Haydo, kadınları bırak, adamları bulup getireceğim diyor, ne yapayım?” diye sordu. “Şemun Ağa’nın dediğini yap! Kadınları bırak!” cevabını verdiler. Yüzbaşı Şemun Ağa’nın yanına döndü. “Senin sözüne güvenerek kadınlarınızı bırakıyorum. Fakat iki gün içinde dört erkeği istiyorum!” “Sağ ol komutan!” Yüzbaşı emretti: “Kadınları serbest bırakın!” Şemun Hanne Haydo önde, kadınlar arkada karakoldan çıktılar. Süryaniler çoluk çocuk, yaşlı genç hepsi sevinçten onu alkışladılar. Erkeklerin ayaklarındaki dayak yaraları bu sevinçle iyileşti. Acıları dindi. Şemun: “Herkes evine gitsin!” dedi. Muhtarı yanına çağırdı. “Askerlere yemek verin!” dedi. Muhtar gerekenleri yaptı. Akşam olmuştu. Akşam yemeğini dayak yiyen, falakaya çekilen erkekler getirmişti. Yüzbaşının aklına “Ya bu adamlar yemekleri zehirledilerse?” sorusu geldi. Yemekleri getirenlere, “Buyurun yemekleri beraber yiyelim,” dedi. Önce Süryani erkekleri lokmalarını aldılar, sonra yüzbaşı. Yemeklerde zehir mehir yoktu. Sabah oldu. Yüzbaşı askerlerle beraber cesetlerin olduğu yere gitti. Şemun Ağa’yı yanına çağırttı. Sordu: “Şemun Ağa, söyle bakalım, bu askerleri kim öldürdü?” “Yüzbaşım sen haklısın. Fakat bir yanlışlık yaptın.” “Nedir yanlışlık?” “Anlatayım! Bu olay benim köyümün sınırında meydana gelmiş. Sen gelip önce bana ne olup bittiğini soracaktın. Fakat sen gelir gelmez, sorup soruşturmadan, suçlu suçsuz ayrımı yapmadan erkekleri falakaya yatırdın. Herkesi katil sandın! İşte yanlışlık budur!” “Ama benim iki askerimi öldürdüler!” “Askerleri ben öldürmedim, biz öldürmedik! Askerler kendileri kendilerini öldürdü!” “Nasıl?” “Yüzbaşım sen şu yatan çavuşun ceplerine bak!” “Ne var ceplerinde?” “Ararsan bulacaksın!” Gitti çavuşun ceplerine baktı. İki kese buldu. Açıp baktı. Keseler altın lira doluydu. Diğer ölünün ceplerine baktı. Onun da ceplerinden iki kese altın lira çıktı! Yüzbaşı bozuldu, fakat belli etmedi. Yüzbaşı şaşırdı. Şemun Ağa’ya sordu: “Bu nasıl olur?” “Ben de sana soruyorum, bu nasıl olur? Bu askerlerin görevi devleti korumak mı, kaçakçılarla ortak çalışıp haraç almak mı? Bu kavga çavuşun ve askerlerin kaçakçının altınlarını almak için çıkmıştır.” “Nereden biliyorsun?” “Kaçakçılığın kanunudur bu. Buralarda ilk kez bu olay olmuyor. Kaçakçılar ilk kez asker öldürmüyor, ilk kez askerler kaçakçıyla kavga etmiyor!” “Nasıl olmuştur bu olay?” 424 425 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Bu askerler kaçakçının üzerindeki altınları alıp zengin olmak istemişlerdir. Kaçakçı hem canını hem de altınlarını kurtarmak için mecburen silaha sarılmıştır. Benim görüşüm budur.” Yüzbaşı bunu bilmiyordu. Şemun Ağa’nın önünde bozuldu, ondan özür diledi. Askerlere emretti: “Götürün bu cesetleri!” Sonra kendi kendine “Ben sizi buraya haraç alın, soygun yapın diye mi gönderdim?” söylendi. Şemun Hanne Haydo bir kez daha milletini dayaktan, zulümden kurtarmış, namuslarını korumuştu. 8. Bir namus meselesi daha... Aradan beş altı yıl kadar geçmişti. Türkiye’de tek partili sistemden, çok partili sisteme geçilmişti. İsmet İnönü liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi’den (CHP) başka Adnan Menderes’in liderliğinde Demokrat Parti (DP) kurulmuştu. Demokrat Parti’nin kadroları, Celal Bayar ve Adnan Menderes CHP’nin içinden çıkmıştı. DP seçimlere daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi vaadiyle katılmıştı. Genel seçimler 1950’de yapılmış, DP seçimleri büyük bir farkla kazanmış, Adnan Menderes’in başbakanlığında yeni hükümet kurulmuştu. Vatandaş daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi bekliyordu. İstanbul’daki Hıristiyan seçmenlerin çoğu oylarını DP’ye vermişti. Süryanilerin de büyük çoğunluğu daha fazla demokrasi ve özgürlük vaat eden Menderes’e oy vermişlerdi. Seçimler geçeli yaklaşık iki yıl olmuştu. Fakat değişen bir durum yoktu. Ağalar aynı ağa, aşiretler gene aynı aşiretlerdi. Sare ve Basibrin Ankara’dan çok uzaktaydı. Ankara’da çı426 İşeğ dbe Sağdo (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 427 K e m a l Ya l ç ı n kan kanunlar henüz Turabdin’e ulaşamamıştı. Turabdin’de hayat kendi kanunları, kendi gelenekleriyle sürüp gidiyordu. Gözle görülen tek değişiklik aşiret liderlerinin, aşiret ağalarının daha güçlü hale gelmiş olmalarıydı. Jandarma baskısı, polis dayağı, Hıristiyan-Müslüman gerginliği aynen devam ediyordu. Basibrin ve Sare kendi dünyasında yaşamaya çalışıyordu. Süryaniler çoğalıyor, çocuklar sokakları ve evleri şenlendiriyor, büyüyenler evleniyor, güzel, neşeli düğünler yapılıyordu. İşeğ dbe Sağdo ve Yusuf dbe Denho dört yıllık askerlik yapıp Basibrin’e gelmişlerdi. Askerlik bitmiş, sıra evlenmeye gelmişti. Her iki oğlanın aileleri varlıklıydı. Güzel bir düğün yapmaya karar verdiler. Her iş usulüne göre sırayla yapılıyordu. Davetiyeler dağıtıldı, danalar kesildi, yemekler pişti, güvenlik için karakola haber verildi. On asker geldi. Karakol Çavuşu askerlere “Herhangi bir vukuata meydan vermeyin!” emrini verdi. Karakol Çavuşu ile Şemun Hanne Haydo başköşeye kurulan masaya karşılıklı olarak sandalyelerine oturdular. O zamanlarda sandalyeye oturmak büyük bir ayrıcalıktı. Sıradan insanlar sandalyeye oturamaz, taşların üstüne otururlardı. Düğün başladı. Kürtlerin “Mıtırb” dedikleri halk sanatçıları “sıtran” (türkü) söylüyor, “zutoyo” denilen çalgıcılar neşeyle kemençelerini çalıyorlardı. Şemun ile karakol çavuşunun masasına yemekler geldi. Rakı şişeleri açıldı. Şemun ilk kadehini çavuşun şerefine kaldırdı. Çavuş ikinci kadehini Şemun şerefine kaldırdı, hızlı içiyordu. Şemun, “Çavuş biraz yavaş gidelim!” diye kibarca uyardı. Fakat Çavuş, “Bu meret bana dokunmaz!” diyerek bir kadeh daha bitirdi. Şemun yavaş yavaş içiyor, çevreyi gözlem428 Şemun Hanne Haydo Şemun Hanne Haydo 1950’li yıllarda (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 429 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo liyor, çavuşun durumunu izliyordu. Aradan bir saat kadar geçmişti. Süryani erkekleri, kadınları, kızları da düğünün havasına katılmışlar, neşeyle halay çekiyorlardı. Zutoyo istek üzerine gidiyor istenilen bir erkeğin önünde diz çöküyor, başını eğip şerefine kemençesini çalıyor, bahşişini alıyordu. Buraların âdeti böyleydi. Çavuşun dikkatini güzel bir Süryani kızı çekti. Çavuş sarhoş olmuştu. Sarhoş gözüne kız daha güzel göründü. Ayıkken sakin olan çavuş, içtikçe yerinde duramaz oldu! Bir ara zutoyoyu çağırdı, “Git şu kızın başında çal!” dedi. Davulcu durakladı. Buralarda bir kızın başında bir erkek kemençe çaldırmazdı. Çaldırmak isterse kan çıkardı! Bu nedenle davulcu Şemun’a “Ne yapayım?” diye baktı. Şemun, “Çalma!” işaretini verdi ve şapkasının kangalını ardına çevirdi. Şapkanın kangalını çevirmek, karşısındakine “Yapma! Seni uyarıyorum! Bela çıkarma!” demekti. Şemun’un şapkasını çevirdiğini gören köylüler tedirgin oldular. Şemun çavuşun kulağına eğildi. “Çavuşum yapma! Burada bir kızın başında çalgı çaldırılmaz! Namus meselesi olur!” Çavuş, “Ha öyle mi? Bilmiyordum! Özür dilerim!” dedi. Şemun alttan aldı. “Ben de onun için sana söylüyorum. Şapkamı seni uyarmak için çevirdim!” dedi. Çavuş gözünü kıza dikerek birkaç kadeh daha bitirdi. Şemun artık içmeyi bırakmış, bir olay çıkmaması için dikkatle çavuşu izliyordu. Aradan bir müddet daha geçti. Çavuş gözlerini kızdan ayıramıyordu. Zutoyoyu bir daha çağırdı. “Dediğimi yap! Git şu güzel kızın başında benim için çal!” dedi. Şemun Hanne Haydo çok sinirlendi! Bir anda kalktı, san- dalyesini çavuşun başına geçirdi! Çavuş yere yığıldı kaldı, bayılmıştı! Askerler derhal silaha sarıldılar. Düğün durdu. Su getirip çavuşun başına döktüler. Çavuş ayıldı. Silahını aramaya başladı. Şemun, “Bela çıkarma! Bizim namusumuza dokunma! Silaha sarılma! Sonra çok kötü olur!” diye uyardı! Basibrin muhtarı Davut Algül idi. Hemen olaya müdahale etti. “Herhangi bir olay çıkmasın!” dedi ve Şemun’u koruma altına aldı. Çavuş durmadan askerlere emirler veriyor. “Yakarım ben bu köyü! Kimse bana dokunamaz! İstediğim kadının başında istediğim davulu çaldırırım!” diye geveliyordu. İyice sarhoş olmuş, dili ağırlaşmış, kelimeleri söyleyemiyordu. Askerlere emir vermeye çalıştı. “Götürün bu adamı karakola! Ben karakol komutanıyım! Kimse dokunamaz bana!” Askerler çavuşun yaptıklarından, zil zurna sarhoş olmasından utanmışlardı. Emrini duymazlıktan geldiler. O an Şemun’u karakola götürmenin yanlış olacağını anlamışlardı. Muhtar Davut Algül düğünü durdurdu. Saygın adamlar eşliğinde Şemun Hanne Haydo’yu İsak dbe Saido’nun evine gönderdi. Can güvenliğini garantiye aldı. Askerlere “Lütfen kavga dövüş olmasın! Çavuş çok sarhoş oldu! Lütfen sabırlı olun!” diye rica etti. “Muhtar sen merak etme! Kusura bakma! Çavuş ayıp etti! Sen git, biz çavuşu idare ederiz!” dediler. Düğün dağıldı, herkes tedirgin bir halde evlerine döndü. Davut Algül yanına beş adamını aldı. Derhal Hazak’a gitti. Hazak Karakol Komutanının huzuruna çıktı. “Yüzbaşım! Düğünümüzde karakol çavuşu çok sarhoş oldu. Bizim kızımızın namusuna dil uzattı. Kızımızın ba- 430 431 K e m a l Ya l ç ı n şında davul çaldırmak istedi. Şemun Hanne Haydo uyardı. Fakat çavuş ikinci defa gene çaldırmak istedi. Şemun bunun üzerine çavuşun başına sandalye vurdu. Çavuş, Şemun’u karakola kapatmak istedi. Bir bela çıkmaması için sizden yardım rica etmeye geldik!” dedi. Yüzbaşı akıllı ve vicdanlı bir insandı! “Demek çavuş sarhoş oldu, sizin namusunuza dil uzattı?” “Evet komutanım!” Yüzbaşı askerlere emir verdi. “Hazırlanın! Basibrin’e gidiyoruz!” Yüzbaşı yanına on asker alarak arabasına bindi. Yanına muhtarı da aldı. Şoföre “Bas gaza!” dedi. Hazak ile Basibrin arası yakındı. Çabuk geldiler. Şoför hemen motoru durdurdu. Yere atladı, arabanın önünden dolaştı, yüzbaşının kapsını açtı. “Buyur komutanım!” diyerek selama durdu. Yüzbaşı karakol merdivenlerinden koşarak çıktı. Askerler karakol önünde tedbir aldılar. Yüzbaşı karakol komutanının odasını hızla açtı. Çavuş başını masasına koymuş, uyuyordu. Yüzbaşı çavuşu uyandırdı. Çavuş karşısında yüzbaşıyı görünce şaşırdı. Ayağa kalkmak istedi, başı dönüyordu, duramadı. Sol eliyle masaya tutunarak sağ eliyle selam verdi. “Buyur komutanım!” demek istedi, fakat dili dönmüyordu, diyemedi! Yüzbaşı çok sinirlendi. “Ulan ben seni buraya sarhoş ol, milletin namusuna dil uzat diye mi gönderdim?” diyerek iki tokat attı. Çavuş yere yıkıldı! Kalkmaya çalışırken, iki tokat daha yedi. Yere yıkıldı, ayağa kalkmıyordu. Yüzbaşı çavuşun yüzüne tükürdü! Askere emretti: “Götürün bu sarhoşu yatağına yatırın! Şemun Ağa’yı da 432 Şemun Hanne Haydo Basibrin Muhtarı Davut Algül dbe Benekko (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 433 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Düğün olayı olduğunda Şemun Hanne Haydo 70 yaşındaydı. Fakat sağlığı yerindeydi, kendine güveniyor, Süryani halkını koruma gücünü kendinde buluyordu. Şemun bu olaydan sonra bir daha karakola düşmedi, askerlerle sür- tüşmedi. Bütün zamanını ölümlerden kurtulmuş, hayatta kalmış Süryanilerin, Sarelilerin, Basibrinlilerin huzurlu bir hayat kurmalarına harcıyordu. Etrafında toplanan insanlara, gençlere hayat tecrübelerini anlatıyor, onlara yeni hayatı nasıl kuracaklarının yolunu gösteriyordu. “Hayat geçmişe göre yaşanmaz, geleceğe göre yaşanır! Geçmişimizi unutmayacağız, fakat yeni bir hayat kuracağız. Kendi aramızdaki kırgınlıklara, küslüklere, düşmanlıklara son vereceğiz. Seyfonun yaralarını sevgiyle, barışla, sabırla iyileştireceğiz!” diyordu. Şemun düşündüklerini önce kendisi hayata geçiriyordu. İnsanlara örnek oluyordu. Hayatta kalan Süryaniler çoğalıyor, çocuk, torun sahibi oluyorlardı. Şemun’un da çocukları büyüdü, evlendiler, çoğaldılar. Turabdin’de sülaleler, aileler, aşiretler aralarındaki kan davalarını, çatışmaları, düşmanlıkları sona erdirmek için birbirlerinden kız alıp verirler. Bu evlilikler barışın güvencesi olurlar. Bu kural Gawrolar ile Haydolar içinde geçerliydi. Haydolar ile Gawrolar arasında kökleri çok eski zamanlara kadar giden bir küskünlük, kırgınlık, düşmanlık vardı. Şemun bu küskünlüğü, bu düşmanlığı ortadan kaldırmak, iki aile arasında barışı sağlamak istiyordu. Bir gün Gawro ailesinin temsilcisi Şemun’un yanına geldi, torununu, Haydo’nun kızı Meryem’i Gello’nun oğlu Gülo Güzel’e istedi. Şemun, “Önce oğluma ve torunuma sorayım, fikirlerini alayım sonra konuşuruz!” cevabını verdi. Şemun birkaç gün sonra oğlu Haydo’yu yanına çağırdı. “Bana böyle bir teklif geldi. Bu konuda sen ne düşünüyorsun?” diye sordu. Haydo cevap verdi: “Baba kızım Meryem’in yaşı henüz küçüktür. Fakat senin kararın benim için emirdir. Sen ne diyorsan o olsun!” 434 435 yanıma getirin!” İki asker yerlerde sürüyerek çavuşu yatağına götürdüler. Bir asker de Şemun Ağa’yı Muhtar Davut Algül’ün evinden çağırıp geldi, yüzbaşının huzuruna çıkardı. Şemun Ağa yüzbaşıya saygılı davrandı. Yüzbaşı da ona saygı gösterdi. Ayağa kalkarak selamladı, elini sıktı, yer gösterdi. Sonra konuşmaya başladı: “Şemun Ağa, kusura bakma! Sizin namusunuz, bizim de namusumuzdur. Çavuşun yaptıkları için senden özür diliyorum!” Şemun Ağa cevap verdi: “Rica ederim yüzbaşım! Sarhoş insan ne yaptığını bilemez! İyi ki siz buraya geldiniz! Olayın büyümesini önlediniz! Sağ ol! Devletimiz sağ olsun!” Şemun Ağa karakoldan çıkarken Süryaniler onu büyük bir saygıyla karşıladılar. Şemun Ağa o gece Muhtar Davut Algül’ün misafiri oldu. Sabahleyin yüzbaşıya ve askerlere kahvaltı götürüldü. Yüzbaşı Şemun Ağa’yı ve muhtarı karakola davet etti. Çavuş ayılmıştı. Yüzbaşının önünde Şemun Ağa’dan özür diledi, elini öptü. Şemun Ağa da çavuşu af etti. Olay tatlıya bağlanmış oldu. Düğün neşeyle tekrar başladı. Zutoyolar daha neşeli çalıyorlardı artık. 9. Şemun Hanne Haydo’nun barış ve birlik sağlama çabaları K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 1950 yılı sonrasında Süryaniler bir yandan yeni aileler kurarlarken, diğer yandan da Sare ve Basibrin’i yeniden inşa etmeye, Seyfo sırasında ve sonrasında Salihiler, Domaniler, çevredeki Müslüman aşiretler tarafından yıkılmış, virane haline gelmiş evleri onarmaya başladılar. Bu yıllarda Uso dbe Gawro Basibrin Köyü muhtarı ol- muştu. Şemun Ağa Muhtar Uso’ya yardımcı oluyor, ona yol gösteriyordu. Uso da Şemun Hanne Haydo’ya çok saygı ve sevgi gösteriyordu. 1915-1917 yıllarında Basibrin’deki direniş merkezi olarak kullanılmış olan Mor Dodo Kilisesi Salihiler tarafından yıkılmıştı. Süryanilerin yiğit evlatlarının kanları, direniş lideri Melke Hanne Haydo’nun kanı Mor Dodo Kilisesi’nin içine akmıştı. 1950 yılında Basibrin ve Sare kiliselerinin yeni bir papaza ihtiyacı vardı. Kilise yöneticileri usulüne göre birkaç aday arasından Gello dbe Hori’yi beğendiler. Çünkü Gello bir papaz ailesinin evladı idi. Ayrıca Gello’nun hanımı Ferida saygın, akıllı bir kadındı, papaz hanımı olmaya uygundu. Şemun, papaz adayı Gello dbe Hori’yi yanına çağırdı. “Seni Basibrin ve Sare kiliselerimize papaz yapmak istiyoruz. Kabul eder misin?” diye sordu. Gello dbe Hori, “Şemun Amca, eğer bana yardımcı olursanız papaz olmayı memnuniyetle kabul ederim,” cevabını verdi. “Şartını söyle! Ne istiyorsun?” “Şemun Amca ben Mor Dodo Kilisesi’nin onartmak istiyorum.” “Gello sana her zaman yardımcı olacağım. Mor Dodo’nun onarılmasında elimden geleni yapacağım. Benim de senden ricam var, çocuklarımıza Süryanice okuma ve yazmayı öğret!” dedi. Gello, “Şemun Amca senin rican benim için emirdir. Emrin başım gözüm üstüne! Çocuklara Süryanice okuma yazmayı öğreteceğim, onlara din dersi vereceğim, onları hayata hazırlayacağım!” cevabını verdi. 1950 yılında Gello dbe Hori törenle papaz yapıldı. Papaz kıyafetini giydi. Törenden sonra papazlık ziyafeti Sare’de, 436 437 Şemun uzun uzun düşündü. Gawrolar ile Haydolar son zamanlarda yakınlaşmışlardı. Fakat iki ailenin yakınlaşmasını istemeyen bazı kişiler Gawrolar ile Haydoların arasını bozmak için fitne yapıyorlardı. Şemun dışarıdan gelen bu fitneleri önlemek ve iki aile arasındaki samimiyeti garanti altına almak için torunu Meryem’i Gülo Güzel’e verdi. Böylece Haydolar ile Gawrolar arasında samimiyeti, dostluğu, beraberliği sağladı ve garantiye aldı. Bu beraberlik Sare ve Basibrin köylerine kalıcı bir huzur getirdi. İki güçlü ailenin barışması, birleşmesi Salihilerin, Domanilerin ve çevredeki Müslümanların Sare ve Basibrin’e karşı saldırılarını önleyen bir güç haline geldi. Meryem ile Gülo’un evliliğinden 6 oğlan, 5 kız dünyaya geldi. Daha sonra bu oğlanlardan Şemun Güzel Basibrin Muhtarı oldu. Sare ve Basibrin’de yıkılan evler yeniden onarıldı, sönen ocaklar yeniden tütmeye başladı. Soykırımdan kurtulan Süryaniler soylarını devam ettirebilmek için canla başla, akılla mantıkla çalışıyorlardı. 1960 yılına yaklaşırken Sare’de 20, Basibrin’de 60 yeni ev açılmış, yeni aileler kurulmuştu. Şemun’un torunları Habib, Haydo, Gewriye ve Melke evlendiler. Melke okula gitmiş, ilkokulu bitirmişti. Yetenekli, kabiliyeti olan bir gençti. Şemun onu Sare’ye muhtar yaptı. 10. Sare ve Basibrin’i yeniden inşa etmek K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo’nun konağında verildi. Törene ve ziyafete Deyrulzafaran Manastırı’ndan Metropolit Hanna Dolabani ve Mor Gabriel Manastırı’ndan Metropolit Mor İvannis Afrem de katılmışlardı. Artık Muhtar Uso, Papaz Gello ve Şemun Ağa beraber çalışıyorlardı. Basibrin’deki aileler barıştırılmış, eski düşmanlıklar unutulmaya daha önce başlanmıştı. 1951 yılı başında Mor Dodo Kilisesi’ni onarmak için karar alındı. Bu onarım işinin sorumluluğunu Papaz Gello dbe Hori’ye verdiler. Şemun Ağa, Basibrin Muhtarı ile beraber Sare ve Basibrin köylülerini ayrı ayrı topladı. “Mor Dodo hepimizin onurudur, Mor Dodo’yu onarmak hepimizin görevidir! Herkes Sareliler ve Basibrinliler hem elle, hem de mallarıyla Mor Dodo’yu onarmak için katkıda bulunacak!” dedi. Ustalar hünerlerini, insanlar emeklerini ortaya koydular. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek herkes elbirliğiyle çalıştılar. Kimseden zorla tek bir taş bile alınmadı. Süryaniler onurlarını onarmak ve kurtarmak için gönüllü katkıda bulundular. Mor Dodo Kilisesi’nin onarımı 1952 yılında tamamlandı ve ibadete açıldı. Mor Dodo’nun çan sesleri Basibrin’de, Sare’de, Turabdin’de yankılandı. Mor Dodo’da, Basibrin’de Salihiler Aşireti tarafından öldürülen Süryanilerin ruhları huzura kavuştu. Mor Dodo Kilisesi’nde ibadet edenler Seyfo sırasında ve sonrasında öldürülmüş olan yiğit insanları, Süryanilerin yaşaması için hayatlarını feda etmiş olan Süryani şehitlerini saygıyla anıyorlar, onlara şükranlarını ve dualarını sunuyorlardı. Şemun Hanne Haydo hayatının son yıllarında kendini dine, ibadete vermişti. Bazı günler Mor Dodo Kilisesi’ne geliyor, kardeşi Melke’yi ve diğer direnişçileri anıyor, onlar 438 Şemun Hanne Haydo Papaz Gello dbe Hori (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 439 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo için dua ediyordu. Ayrıca Mor Dodo Kilisesi’nde okuyan öğrencilerle ilgileniyor, onlarla konuşuyor, “Sadece Süryaniceyi değil, Almanca, İngilizce, Fransızca gibi dilleri de öğrenin,” diyor, Mardin Amerikan Koleji’nde öğrendiği İngilizce, Almanca, Türkçenin hayatta kendisine ne kadar yardımcı olduğunu örneklerle anlatıyor, çocuklara İngilizce öğretmeye çalışıyordu. Şemun çocukları, öğrencileri çok seviyor, onları ödüllendiriyor, şeker dağıtıyordu. Çocuklar da onu çok seviyorlar, onunla konuşmak için yanına geliyorlardı. Şemun’un evlatları bazen Şemun’u ziyarete gelen çocuklara “Babamızı fazla yormayın, ona çok soru sormayın,” diyorlardı. Şemun ise, “Çocuklara karışmayın!” diyordu. “Onlar benim ektiğim çiçekler, diktiğim fidanlarıdır! Ben onlar için mücadele ettim. Bırakın gelsinler, bırakın bana sorular sorsunlar! Ben bildiklerimi onlara anlatayım. Benim yaşadıklarımı onlar yaşamasın, benim çektiğim acıları onlar çekmesin! Fakat onlar geçmişlerini iyi bilsinler! Çocuklarımız kendilerinin yaşaması için kimlerin hayatlarını feda ettiğini öğrensinler. Çocuklarımız Süryani tarihini ve Süryaniceyi unutmasınlar!” 11. Şemun Hanne Haydo’nun son yılları Şemun Hanne Haydo’nun hayatının büyük bir kısmı silahlı çatışmalar, gerilimler içinde geçmişti. Çatışma olmadığı zamanlarda bile silahını elinden bırakmamış, nişan talimi yapmıştı. Silahtan çıkan barut dumanı zamanla gözlerine zarar vermeye başlamıştı. Yaşı 80 olduğunda vücudu sağlıklı, bilinci yerindeydi, fakat gözleri az görüyordu. Mardin Amerikan Koleji’ndeki sağlık dersinde öğrendi440 Şemun Hanne Haydo’nun son fotoğrafı, 1960. (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 441 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo ği sağlık bilgilerini hem kendi, hem de başkalarının sağlığı için dikkatle ve bilinçle kullanıyordu. 1920’li, 1940’lı, 1950’li yıllarda Turabdin Bölgesi’nde çocuklarda, büyüklerde çok çıban çıkardı. Çıbanı çıkanlar tedavi için Şemun’un yanına gelirlerdi. Şemun iğneyi ateşte kızdırır, çıbanın tam ucuna sokardı. Bu yöntemle birçok çocuğun, birçok kadının ve erkeğin çıbanını patlattı, onları sağlığa kavuşturdu. Şemun şifalı bitkileri toplar, onlardan kendine göre ilaçlar, melhemler üretir, dertlilere derman olurdu. Onun ilaçlarını Turabdin’de Kürt olsun, Süryani olsun herkes bilir, hastalar son çare olarak onun yanına gelirlerdi. Şemun Hanne Haydo canlı bir tarihti. Süryaniler, Kürtler, çevredeki Müslümanlar ona saygı gösterir, onunla sohbet etmek, onun tecrübelerinden faydalanmak için evine gelir ya da onu evlerine davet ederlerdi. Bu davetlerde 40-50 kişi Şemun’u dikkatle dinler, sorular sorar, geçmiş olayları öğrenmek isterlerdi. Bazen de Süryaniler, Kürtler karşılaştıkları zorluklardan, içine düştükleri dertlerden kurtulmak için Şemun’a gelir, akıl danışırlardı. Şemun Hanne Haydo Turabdin’de yabancı dil bilen, zaman buldukça kitap ve gazete okuyan, yeniliğe açık, dünyadaki ve Türkiye’deki siyasi olayları yakından takip eden nadir insanlardan biriydi. Okur, araştırır, olayların gidişatını anlar, sonra karar verirdi. Sabırlıydı. Düşüne düşüne karar verir, verdiği kararlardan kolay kolay dönmezdi. Onun gücü, Turabdin’deki Kürt ağalarından farkı bilgili ve kültürlü olmasıydı. Basibrin ve Sare köylerine ilk radyoyu Şemun getirmişti. Her gün ajans haberlerini dinler, yorumlar, çevresindeki insanlara anlatırdı. Şemun Hanne Haydo’nun saygınlığı; onun bilgisini, görgüsünü, tecrübelerini, hatıralarını diğer insanlarla paylaşmasından ileri geliyordu. O büyükle büyük, küçükle küçük olmasını bilirdi. Alçak gönüllüydü. Hayat ona sabretmesini öğretmişti. Kolay kolay kızmazdı. Çok zeki, çok akıllı bir insandı. Bastığı toprağı, tuttuğu dalı, konuştuğu insanı çok iyi tanırdı. “Hatasız insan olmaz!” der, yanlış yapmış fakat yanlışlığının farkına varmış insanları affederdi. Fakat yalancıları, çıkarcıları, kalleşlik ve hainlik yapanları, nankörleri hiç affetmezdi. Günlerden bir gün Haco Ağa’nın oğlu Şemun Hanne Haydo’yu ziyarete gelmişti. Lâf lâfı açtı, konu döndü dolaştı Kürt Ağalarının yaptıklarına geldi. Haco’nun oğlu dedi: “Şemun Amca sana bir soru sormak istiyorum.” “Sor oğlum!” “Şemun Amca senden başka Hevêrka ağalarından hayatta kimse kalmadı. Haco öldü, Çelebiyo öldü, Serhano öldü. Onlar sana çok kötülük yapmışlardı. Sen hapse girdin, çıktın, maşallah hâlâ sağlığın, aklın fikrin yerinde, hâlâ yaşıyorsun, hâlâ konuşuyorsun. Allah sana uzun ömürler versin! Senin içinde kalan bir acı, alınmamış bir ah, yapmak isteyip de yapamadığın bir iş kaldı mı?” Şemun Hanne Haydo bir an durdu. Derin bir nefes aldı. Dişlerini sıktı. Belinden hiç eksik etmediği hançerini öfkeyle çıkardı, hınçla önündeki tahta masaya vurdu! Hançerin ucu masanın tahtasından geçti, yere saplandı! “Amca neden kızdın, neden hançeri masaya sapladın?” “Keşke senin babanı öldürseydim!” “Neden amca?” “Ben senin baban olan Haco Ağa’ya çok iyilik yaptım! Harput Cezaevi’nde onu idamdan kurtardım. Hapisten çıktıktan sonra babanı Taka Köyü’nde askerler kıstırmıştı. Yardımına koştum, ölümden kurtardım. Fakat baban nankör çıktı! Bana çok kötülük yaptı! Çelebiyo’ya iyilik yapmıştım, 442 443 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo karşılığında benim milletime iyilik yaptı. Serhano’ya iyilik yaptım, karşılığını verdi. Sadece senin baban nankör çıktı!” “Şemun Amca! Babam çok yanlış yapmış! Sana nankörlük etmiş! Müsaade edersen elini öpeyim!” Haco’nun oğlu ayağa kalktı, saygıyla eğildi, elini öptü! “Şemun amca babamın yerine bana vur!” dedi. “Oğlum neden sana vurayım? Senin suçun yok ki! Babanın yerine seni cezalandıramam! Sen sen ol! Baban gibi, Hasan Ağabeyin gibi nankör olma!” “Olmam Şemun Amca! Sana söz veriyorum, her zaman sana yardımcı olacağım!” “Oğlum her insan kendi vicdanına karşı sorumludur! Bu dünyada ölüm değil zulüm var! Bizlere ölüm değil, zulüm çok zor geldi ve geliyor!” “Haklısın Şemun Amca, haklısın!” Haco’nun oğlu, babası gibi nankörlük yapmadı! Sözünde durdu, her zaman Şemun Hanne Haydo’ya yardımcı oldu, saygıda kusur etmedi. 12. Ruhu şad olsun! Şemun Hanne Haydo, Haydolar sülalesinden çıkan liderlerden 90 yaşında eceliyle ölen tek insan oldu! Onun ölümü sadece Sarelileri, sadece Basibrinlileri değil, tüm Turabdinli Süryanileri çok üzdü! Onun ölümüne sadece Hıristiyanlar, sadece Süryaniler değil, vicdan sahibi Müslümanlar, Türkler, Kürtler ve Ezidler de ağladı! Taziye kabulü tam bir hafta devam etti. Uzaktan yakından Süryaniler, Müslümanlar, Kürtler, Türkler ve Ezidiler taziyeye geldiler. Süryanilerin acılarını paylaştılar, taziye yemeğini birlikte yediler. Şemun Hanne Haydo 90 yıllık ömrünü Süryanilerin varoluş mücadelesine, Seyfodan kurtulan insanların huzur ve refahına adamıştı. Süryaniler O’nu bir halk kahramanı olarak önce kalplerine, sonra Turabdin toprağına gömdüler! Vicdanlı Kürtler de onun için dua ettiler, Kürt ozanlar onun için ağıtlar, türküler söylediler. Şemun Hanne Haydo’nun verdiği mücadele boşa gitmedi! Süryaniler onun mezarını Turabdin’de bırakarak dünya- 444 445 Şemun Hanne Haydo’nun Basibrin-Sare Mezarlığı’ndaki mezarı başında, Sare ve Basibrin Papazı Saliba Erdem dua ediyor. (Şemun Turan Arşivi) ya dağıldıklarında, her gittikleri yere Şemun Hanne Haydo’nun mücadelesini, hatıralarını kalplerinde, belleklerinde götürdüler! Şemun Hanne Haydo öldü, fakat mücadelesi, hatıraları Süryanilerin kalplerinde yaşamaya devam ediyor. ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Şemun Hanne Haydo’nun ölümünden günümüze kadar geçen zaman 1. Şemun dünyaya geldi Şemun Hanne Haydo’nun vefatından üç ay sonra Yusuf dbe Haydo’nun bir oğlu dünyaya geldi. Ona dedesinin adını verdiler. “Şemun! Adınla yaşa!” diye dua ettiler. Şemun Turan’ın çocukluğu Sare’de geçti. Boylu poslu yiğit bir delikanlı oldu. Sonra ailesiyle birlikte Hollanda’ya gelmek zorunda kaldı. Hayatının çoğu Almanya ve Hollanda’da geçti. Fakat dedesini hiç unutmadı. Onun hatıralarını yaşatmak için bu kitabın yazılmasını planladı, Basibrinlilerin ve Sarelilerin birlik ve beraberliği için çalıştı ve çalışmaya devam ediyor. Şemun Turan sadece kendi sülalesinin, aşiretinin değil, tüm Süryanilerin birlik ve beraberliğine çok önem veriyor. Şemun Turan dünyaya geldiğinde, Turabdin’de olup bitenlerden hiç haberi yoktu! Hayatın kendini nereye götüreceğini hiç bilmiyordu. Bilmesine imkân yoktu. O her bebek gibi büyüyecek, zamanla kim olduğunu öğrenecekti. Şemun Hanne Haydo’nun öldüğü, Şemun Turan’ın dünyaya geldiği zamanlarda Türkiye tam bir siyasi kargaşa yaşıyordu. 27 Mayıs 1960 tarihinde ihtilal olmuş, dönemin Başbakanı Adnan Menderes iktidarı silah zoruyla devrilmiş, yargılanmış ve idam edilmişti. 449 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Köylüler atları, eşekleri, katırları ile Diyarbakır’daki Ermeni Mahallesi’ne gelmiş, sokaklarda yağma saatini beklemeye başlamıştı. Bu bekleme bir ay kadar sürdü, sonunda “Geri dönün!” emri verildi. Türkiye’de darbeler dönemi başlamıştı. Ankara’da özgürlük, adalet ve demokrasiden söz ediliyordu. Fakat Ankara’da konuşulan demokrasi Turabdin’e bir türlü gelemiyordu. Demokrasi adına yapılanlar ise Süryanilere daha fazla baskıya, Süryanilerin mal ve can güvenliklerinin azalmasına yol açıyordu. Binlerce yıllık dağların, köylerin isimleri Süryanilere sorulmadan değiştirildi. Basibrin’in adı Haberli, Süryanilerin direniş merkezi Aynwardo’nun adı Gülgöze oluverdi. Sare’nin adı ise aynen kalmıştı. Devlet, tarihi ve kültürel değerlerini yok etmek, Süryanilerin kendi tarihleriyle bağlarını koparmak istiyordu. Süryaniler kime güvenecekti? Kimi kime şikâyet edeceklerdi? Süryanilerin en küçük bir eleştirisine devletin hiç tahammülü yoktu! Süryanilerin ağlaması bile yasaklanmıştı! Devlet aşiret ağalarına ses çıkarmıyor, hatta Kürtleri, Müslümanları el altından Süryanilere, Hıristiyanlara karşı kışkırtıyordu. 1964 yılında Kıbrıs’ta Rumlarla Türkler arasında çatışmalar başlamıştı. Devletin gizli güçleri Kıbrıs’ı işgal etmek için gizli planlar yapıyor, gizlice silah gönderiyor, çatışmaları körüklüyordu. Yurt içinde ise Hıristiyanlara karşı kin ve nefreti kışkırtıyordu. 6-7 Eylül 1955 olayları öncesinde İstanbul’da meydana gelen olayların benzerleri bu kez 1964 Kıbrıs olayları bahane edilerek Diyarbakır ve Midyat’ta meydana getirilmek isteniyordu. El altından Turabdin’deki aşiretlere, Müslümanlara “Yeni bir ferman olacak, yeni bir Seyfo meydana gelecek! Herkes hazırlıklı olsun!” haberi yayılıyordu. Birçok Kürt, birçok Müslüman gene komşusu Süryaninin malına, canına, namusuna göz dikmiş, devletten gelecek saldırı işaretini bekliyordu. Midyat’ta ise 1964 Ocak ayından itibaren Kıbrıs’taki Rum saldırılarını protesto etmek için devletin bilgisi dâhilinde miting hazırlıklarına başlandı. Seyfodan kurtulmuş olan kılıç artığı Süryaniler Turabdin’de yeniden var olmaya çalışmışlar, büyük emeklerle yaralarını sarmaya başlamışlardı. Fakat 1941 yılında 20 tertip “İhtiyat Askerliği”nden kurtulduk diye sevinecekken, ardından 1942 yılında “Varlık Vergisi” gelmişti. “Varlık Vergisi’ni de çok şükür atlattık,” diye bir rahat nefes alalım derken, İstanbul, İzmir başta olmak üzere Türkiye’nin birçok büyük şehrinde 6/7 Eylül 1955 hadiseleri patlak vermişti. İstanbul’daki başta Rumlar olmak üzere, tüm Hıristiyanların malları, mülkleri planlı bir şekilde talan edilmiş, yağmalanmıştı. Bu olayın etkisi Anadolu’ya, Turabdin’e kadar yayılmıştı. Süryaniler korkularından yavaş yavaş Turabdin’i terk etmeye başlamışlardı. Boşalan yerlere, gidenlerin evlerine Kürtler yerleşiyor, mallarına mülklerine el koyuyorlardı. 1964’de Midyat’ın toplam nüfusu on bin kadardı. Bu nüfusun 500 kadarı Kürt ve Müslüman idi. Bu Kürtlerin dedeleri de bir zamanlar, Süryani büyükleri tarafından Nusaybin taraflarından getirilip ağa yapılmışlardı. 1964 senelerinde Kürtler henüz Midyat’a akın akın gelmeye başlamamıştı. Midyatlılar Süryanisiyle, Kürdüyle, Hı- 450 451 2. Midyat’ta düzenlenen Kıbrıs Mitingi K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo ristiyanıyla, Müslümanıyla bir arada yaşıyorlardı. Midyat o zamanlar Midyat idi! Kıbrıs’taki Rum saldırılarını protesto etmek için 1964 yılı Mart ayının ikinci Pazar gününde Kıbrıs Mitingi düzenlenmişti. Bu miting herkesin bildiği bir miting değildi! Süryaniler bu mitingin yapılmasını istemiyordu. Fakat hükümet, Makarios’u ve Kıbrıs’ta Rumların Türklere karşı yaptıkları mezalimi protesto etmek isteyenlere müsaade vermişti. Ama Midyat’ta hiç Rum yoktu! Neden Kıbrıs Rumlarını protesto yürüyüşü Midyat’ta yapılacaktı? Neden yürüyüş güzergâhı kiliselerin önünden geçecek şekilde belirlenmişti? Bir gün önceden tellal bağırdı: “Yarın Pazar! Kimse sokağa çıkmayacak! Kıbrıs Mitingi yapılacak!” dedi. Hava günlük güneşlikti. Süryaniler yeni bir Seyfo olmasından korkuyorlardı. Herkes evlerinin damında hazır bekliyordu. Midyat’ı korku sarmıştı! Yürüyüş Estel Köyü tarafından başlamıştı. O zamanlar Estel ile Midyat arası üç kilometre kadardı, Estel ile Midyat henüz birleşmemişti. En önde bir kara köpek! Boynunda haç asılıydı! Köpeği kaçmasın diye boynuna bağladıkları iple iki kişi tutuyordu. Köpeğin arkasında kara bir eşek vardı. Eşeğin yüzüne Makarios’un resmi, boynuna da büyük bir haç asmışlardı. Hıristiyanlara, Süryanilere büyük bir hakaretti bu! Eşeğin arkasından sakallı, sarıklı adamlar geliyordu. Onların arkasında da bağırıp çağıran binlerce insan vardı. Bu insanlar Midyatlı değildi. Çevre köylerden, uzaklardan toplanıp gelmişlerdi. Kürdü, Mıhelmisi, başıbozuğu, soyguncusu, çapulcusu, Türk bayrağı altında toplanmıştı. Midyatlı Müslümanlar ve Kürtler bu mitingi istemiyorlardı. Bu olay sırasında Midyatlı Müslümanlar, Süryanilerin yanında yer almıştı. Midyatlı bir grupla, Estelli bir grup da mitinge gelen atlı eşekli, öfkeli kalabalığın Midyatlı Süryanilere saldırmalarını önlemek için sürekli uğraşıyorlardı. Midyat’a doğru yürüyüp gelen insanların arkasında atlılar ve eşekliler vardı. Bu insanlar nereye, niçin geliyorlardı? Geçmişte de böyle olaylar meydana gelmişti. Atlılar Hıristiyan kadınlarını, kızlarını kaçıracak, eşekliler, katırlılar da soygun ve talan yapacaklardı! O güne kadar Türkiye’de ve Midyat’ta hiç böyle bir yürüyüş, böyle bir miting yapılmamıştı! Kalabalık bağıra çağıra Midyat merkezine kadar geldi ve tam Atatürk Heykeli’nin olduğu meydanda durakladı. Binlerce öfkeli Müslüman Süryani Mahallesinden, Kiliselerin önünden geçmek istiyordu. 20-30 kadar jandarma ve polis Süryani Mahallesi’ne giden sokakları kapattı, göstericilerle Süryaniler arasına girdi. Barikat kurdu. Bu sırada bir yığılma oldu. Midyatlı Müslümanlar mitingin başında bulunanlara; “Ne diyeceğiniz varsa, burada söyleyin!” diyorlardı. Kargaşalık ve yığılma artıyordu. Her an kanlı bir çatışma çıkabilirdi. Milli Eğitim Müdürü Cemil İşler Dörtyol’daki Atatürk Heykeli’nin önünde, üç basamak yüksekliğindeki kaidenin üstüne çıktı ve bir konuşma yaptı. Boynunda Hintli devlet adamlarının boyunlarına astıkları gibi güllerden yapılmış bir halka asılıydı.Onun ardından İstanbul hukuk Fakültesi’nde okuyan, Davut Özyürek adlı Süryani genci bir konuşma yaptı: “Makariyos’u biz Süryaniler de protesto ediyoruz! Türkiye’nin birliğini istiyoruz!” dedi. Sonra Dr. Rifat Yenigün konuştu: “Midyatlılar, Müslümanıyla Hıristiyanıyla, Kürdüyle Süryanisiyle Makariyos’a karşıdır! Buradan öteye geçemezsiniz!” dedi ve kollarını açarak Süryani mahallelerine doğru 452 453 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo yürümek isteyen öfkeli insanların önüne geçti. Dr. Rifat Yenigün’ün arkasında aşireti vardı. Güçlüydü! Mitinge gelenler, Dr. Rifat Yenigün’ü ezip geçemezlerdi. Geri döndüler! Böylece büyük bir felaket kansız bir şekilde önlenmiş oldu. Fakat Süryaniler büyük bir korku içindeydi. “Bugün, atlarıyla, katırlarıyla, eşekleriyle soyguna ve yağmaya gelenler, yarın gene gelebilirdi. Bugün güçleri yetmediyse, yarın güçlenip saldırıya geçebilirlerdi. Bugün bizim yanımızda olan Midyatlı Müslümanlar yarın, bize karşı dindaşlarıyla birleşebilirlerdi!” diyorlardı. Bu büyük korku, dalga dalga tüm Turabdin’e yayılıyordu! Soyguna ve yağmaya gelenler öfke ve kinleri artmış olarak köylerine döndüler. Midyat’ta yapamadıklarını, köyündeki azınlık durumundaki Hıristiyanlara, Süryanilere yapmaya başladılar. 1964 Kıbrıs Mitingi, Midyat’ın ve Turabdin’in tarihinde bir dönüm noktası oldu. Seyfoyu görmemiş, yaşamamış Süryaniler artık anayurtlarında yaşama haklarının ellerinden alınmakta olduğunu, can, mal ve namus güvenliklerinin giderek azalmakta olduğunu görmüş ve anlamışlardı. Süryaniler Kıbrıs Mitingi sonrasında anayurtlarını, Midyat’ı, Turabdin’i terk etmeye başladılar. Geçen zaman, ardı ardına gelen tertipler, kız kaçırmalar bu süreci daha da hızlandıracaktı. 3. Şemun Hanne Haydo’dan sonra evlatları ve torunlarının yaşamları Haydolar Sülalesi Süryanilerin yüzlerce yıldan beri süre gelen can, mal, namus güvenliğini koruma ve savunma mücadelesi içinde yaşıyorlardı. Bu nedenle cesurluk, kor- Tarihi bir fotoğraf, Ortadakiler soldan sağa: Habib Turan, Mor Dodo Kilisesi’ni onartan Papaz Gello dbe Hori, Melke Turan. Arkadakiler Aynwardo Köyü’nden, solda şapkalı Lahdo dbe Zaytin’dir. Önde Sareli iki çocuk. İsimleri bilinmiyor. 1970’li yıllar. (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 454 455 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo kusuzluk, haksızlıklara karşı mücadele onların geleneği olmuştu. Bu gelenek ve mücadele babadan oğula devam edip geliyordu. Haydolar Sülalesi’nin en yiğit, en cesur evlatları Müslümanlar ve Kürtler tarafından öldürülmüşlerdi. Ölenin yerini Haydolardan sağ kalan biri almıştı. Haydolar hiçbir zaman teslim olmadılar, Süryanilerin hayat ile ölüm arasında geçen mücadelelerine liderlik yaptılar. Şemun Hanne Haydo’nun evlatları ve torunları da Haydolar Sülalesi’nin mücadele geleneğini sürdürdüler ve sürdürüyorlar. Şemun’un dört oğlu ve dört kızı dünyaya geldi. Şemun’un en büyük oğlu Habib idi. Müslümanlar ona “Hanne” diyorlardı. Aşiret geleneklerine göre liderlik babadan en büyük oğula geçerdi. Habib babasının ölümünden sonra lider oldu. Aşiretini ve köyünü yönetmeye başlamıştı. Akıllı, cesur, fedakâr bir insandı. Hanımı dayısı Gewriye dbe Murado’nun kızıydı. Adı Besna idi. Güçlü ve cesur bir kadın idi. Boyu uzundu. Şemun’un ikinci oğlu Haydo idi. Akıllı, idareci ve barışsever bir insandı. Midin Köyü’nden Şemunkiye Ailesi’nden Lijbah ile evlenmişti. Ağabeyine her zaman destek oluyor, işlerine yardım ediyordu. Şemun’un üçüncü oğlu Melke idi. Sareli Besse dbe Gawo ile evlenmişti. Melke uzun boylu, yakışıklı, cesur bir insan idi. Dört yıl Suriye’de Fransız ordusunda askerlik yapmıştı. Latin alfabesiyle okumayı, yazmayı, Fransızca ve Türkçe konuşmayı askerlikte öğrenmişti. Bu nedenle Şemun Hanne Haydo sağlığında Melke’yi Sare Köyü muhtarı yapmıştı. Dördüncü oğlu Gewriye idi. Akıllı ve sakin bir oğlandı. Ağabeylerine ve babasına çok saygı gösteriyordu. Midyat’tan Nicco ile evlenmişti. İnsanlarla konuşmasını, misafirlerle oturup kalkmasını iyi biliyordu. Şemun’u ziyarete gelen insanları o karşılıyor, onlara ev sahipliği yapıyordu. Gewriye ile Melke babalarına bakıyorlardı. Çünkü Habib ve Haydo evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş, ayrı evlerde oturuyorlardı. Gewriye ile Melke babalarıyla beraber kalıyorlardı. Şemun Hanne Haydo’nun mücadelesini torunları da devam ettiriyordu. Habib ile Besna’nın oğlu olan Yusuf onun en büyük torunu idi. 456 457 Şemun’un ikinci oğlu Haydo (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Yusuf annesi Besna gibi güçlü kuvvetli, yakışıklı, cesur ve akıllı yiğit bir insandı. Büyük torun olduğu için devamlı olarak büyük babası Şemun Hanne Haydo’nun meclislerinde, sohbetlerinde bulunuyordu. Şemun torunu Yusuf ’un gelecekte akıllı, idareci, cesur bir lider olacağına inanıyordu. Bu nedenle kendi hayat ve mücadele tecrübelerini Yusuf ’a anlatıyor, onun beslenmesine, gelişmesine önem veriyordu. Yusuf da dedesine karşı çok büyük hayranlık ve sevgi duyuyordu. İlk torun olduğu için dedesiyle beraber kalıyor, dedesine yardımcı oluyor ve onunla sürekli sohbet ediyordu. Dedesinin hayat tecrübesini öğrenmek istiyor, anlatılanları dikkatle dinliyordu. Bu nedenle Şemun Hanne Haydo hakkında en fazla bilgiyi o biliyor, bildiklerini çocuklarına ve çevresine aktarıyordu. Yusuf ’un ikinci oğlu Samo Turan dedesi Şemun Hanne Haydo hakkında araştırmalara başlamış, konuşmalarını kaydetmişti. Amacı dedesi hakkında geniş bir arşiv yapmak ve bir kitap yazmaktı. Ne yazık ki erken öldü ve amacını gerçekleştiremedi. Samo Turan’ın amacını kardeşi Şemun Turan üstlendi. Şemun Turan önce dedesi hakkında bilgi topladı. Sonra babası Yusuf ’tan dedesi Şemun hakkında hatıralar dinledi. Dedesi Şemun hakkında bir kitap yazma planını gerçekleştirmeye başladı. Bu nedenle babasına Şemun Hanne Haydo hakkında her şeyi gün gün, ay ay, yıl yıl anlattırdı ve anlatılanları teybe kaydetti. Şemun Hanne Haydo hakkında bu kitapta yazılmış olan bilgilerin çoğu 40 yıl önce Şemun Turan’ın kaydettiği anlatımlardan alınmıştır. Yusuf okula gitmemişti. Çobanlık, bağ ve tarla işleri yapıyordu. Çobanlığı sırasında dağlara, bayırlara, tepelere inip çıkıyor, keçilerin, sığırların, koyunların peşinde koşturu- yordu. Bu nedenle bacak ve kol kasları çok gelişmişti. Süryani gençleri kendi aralarında güreşirlerdi. Yusuf çok iyi güreşirdi. Sare, Basibrin ve çevre köylerde kimse onun sırtını yere getirememiş, bileğini kimse bükememişti. Sadece Süryani köylerinde değil bazen yakın Müslüman köylerinde de güreşiyordu. Şemun torunu Yusuf ’un iyi güreştiğini, iyi spor yaptığını gördükçe memnun oluyor, onun daha iyi güreşmesi için tavsiyelerde bulunuyor, ona akıl veriyordu. Şemun Hanne Haydo daha hayatta iken Basibrin ve Sare köylüleri Yusuf ’u çok seviyor ve sayıyorlardı. Yusuf çocukluktan itibaren dürüst, adaletli, çocukları seven bir insandı. Yusuf ’un karakterini, gücünü, kuvvetini göstermek için iki olayı anlatabiliriz. 458 459 Şemun’un üç oğlu Gewriye Turan, Habib Turan ve Melke Turan. (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 4. Yusuf ile Cihangir Pehlivan Bir gün Sare’ye bir yüzbaşı gelmişti. Hava çok sıcaktı. Aylardan haziran idi. Yanında uzun boylu, 25 yaşlarında bir genç adam vardı. Yüzbaşıyı ve yanındaki adamı Şemun Hanne Haydo karşıladı. Evine buyur etti. Bu bir gelenekti. Sare’ye gelen devlet memurlarını, tahsildarları, askerleri, subayları köyün lideri olarak Şemun Ağa karşılar ve ağırlardı. Yusuf da 25 yaşlarında idi. O gün Sare Köyü yakınındaki harman yerinde harman savuruyor, buğday ile samanı ayırmaya çalışıyordu. Haydo ve Melke misafirleri ağırlıyorlardı. Köyün ileri gelenleri de Şemun Ağa’nın konağına gelir, misafirlere “Hoş geldiniz!” der, konuşmaları saygıyla dinler, yeri ve zamanı geldiğinde söze, sohbete katılırlardı. O gün de böyle olmuştu. Şemun Ağa’nın konağında yüzbaşının şerefine ikramda bulunuldu, yemek verildi. Birlikte çaylar, kahveler içildi. Yüzbaşı ile Şemun Ağa sohbet ettiler. Herkes konuşulanları saygıyla ve dikkatle dinliyordu. Yüzbaşı bir ara yanındaki adamı tanıttı: “Hemşerimdir. İsmi Cihangir’dir. Türkiye’nin ünlü bir Türk pehlivanıdır. Bu güne kadar sırtını yere getiren olmamıştır!” dedi. Pehlivan göğsünü kabarttı, odadakilere tepeden baktı. Şemun Ağa: “Maşallah! Maşallah! Adı gibi Cihangir bir pehlivan! Allah nazardan saklasın!” diye hayranlığını dile getirdi. Odada bulunanlardan çoğu Türkçe bilmediklerinden konuşmanın içeriğini anlayamadılar. Cihangir Pahlivan Şemun Ağa’nın övücü sözleri karşısında göğsünü daha da kabarttı, etrafındaki insanlara biraz daha yukarıdan baktı. 460 İskender Turan (Şemun Turan Arşivi) 461 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Vakit geçmişti. Yüzbaşı müsaade istedi. Şemun Ağa güzel Türkçesiyle “Müsaade sizin komutanım!” dedi. Yüzbaşı emrindeki askeri jibi harman yeri yakınına bırakmıştı. Jibi asker bir şoför bekliyordu. Yüzbaşı ile Şemun Ağa jibe doğru yan yana yürüyor, onları Cihangir Pehlivan ve Şemun’un oğulları Haydo, Melke ve Sareli saygın kişiler bir adım geriden takip ediyorlardı. Şemun yaşlı olduğu için rahat yürüyemiyordu. Yüzbaşıdan izin istedi. “Beni mahzur gör! Size oğlum Haydo refakat edecek. Ben eve döneceğim,” dedi. Haydo ile Yüzbaşı ve diğer saygın kişiler harman yerine doğru yürüyorlardı. Yalnız başına harman savuran Yusuf gelenleri gördü. Merak etti. İşi bıraktı. Elindeki yabayı kenara koydu. Yüzünün terini boynundaki mendille sildi. Hemen harman yerine yaklaşmakta olan insanların yanına gitti. Süryanice selam verdi. Türkçe bilmiyordu. Melke’nin yanına yaklaştı. “Kim bunlar?” diye sordu. Melke Türkçe bildiğinden duyduklarını anlamıştı. Kısaca bilgi verdi. Yusuf, Melke’in yanında yürümeye başladı. Bir ara yüzbaşı durdu, yönünü Haydo’ya çevirdi, sesini yükseltti, konuşmaya başladı: “Haydo Efendi, bu köyde, çevre köylerde Cihangir Pehlivan ile güreşecek, onun sırtını yere getirecek bir pehlivan var mıdır?” Haydo zeki bir insandı. Yüzbaşının niyetini hemen anlamıştı. Sabırla ve sakince cevap verdi: “Komutanım koskoca Türkiye’de Cihangir Pehlivan’ın sırtını yere getiren olmamış, bizim köyümüzde de onun sırtını yere getirecek pehlivan yoktur. Biz Türkler gibi güreşemeyiz!” “Haydo Efendi, sizler de bu vatanın evlatlarısınız! Güreşmelisiniz! Güreş bizim milli sporumuzdur!” “Haklısınız komutanım! Bizim çocuklarımız güreşir, fakat büyüklerimiz güreşmez. Cihangir Pehlivan’ı yenecek bir Süryani yoktur buralarda!” Yüzbaşının amacı Türkün gücünü Süryanilere göstermek, gözlerini korkutmaktı. Pehlivanı bu amaçla yanında getirmişti. Cihangir Pehlivan ise Haydo’nun sabrını korkaklığına saymış, ona, Sarelileri küçümseyerek bakmış, güreşmeden kendini galip görmeye başlamıştı. Yüzbaşı Haydo’ya ders vermeye başladı: “Haydo Efendi, Haydo Efendi! Güreş bilmeyen millet ayakta duramaz! Çocuklarınıza milli sporumuzu öğretmelisiniz! Gençlerinizi korkak yetiştirmeyiniz! Sporda ve güreşte korkaklık çok kötüdür! Güreşmeden pes etmek bize yakışmaz!” Cihangir Pehlivan orada bulunanların en uzunuydu. Kendisiyle güreşecek kimse çıkmayınca başını yukarı kaldırdığından boyu olduğundan daha uzun görünüyordu! Pehlivan’ın davranışları, çevresine küçümseyerek bakması Yusuf ’un dikkatini çekti ve canını sıktı. Yusuf, Melke’ye yavaşça sordu: “Ne diyor bu adam? Yanındaki neden hepimize tepeden bakıyor, poz yapıyor?” “Yanındaki adam ünlü bir Türk pehlivanı imiş. Komutan ‘Bu köyde, bu çevrede bu pehlivanla güreşecek, sırtını yere getirecek var mı?’ diye sordu. Amcan Haydo ‘Yoktur!’ dedi. Pehlivan onun için böbürleniyor, poz yapıyor. Komutan bizi korkutmak, bize Türkün gücünü göstermek istiyor!” “Demek bizi korkutmak istiyorlar?” “Evet öyle!” Yusuf, dikkatle Cihangir’e baktı! Kendi kendine “Ben bu adamı yenebilirim!” diye düşündü ve düşüncesini Melke Amcasına söyledi: 462 463 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Amca, ben bu adama Süryaninin gücünü gösterebilirim!” Haydo ile Yusuf göz göze geldiler! Yusuf ’un gözünde korku yoktu! Haydo Yusuf ’a güveniyordu. Çünkü iki ay kadar önce dağda koyun güderlerken Lahdo Altun ile beraber kâğıt oynuyorlarmış. İki jandarma gelmiş. “Durun! Ne yapıyorsunuz? Kumar mı oynuyorsunuz?” diyerek ellerindeki kâğıtları almış ve hakaret etmişti. Yusuf: “Biz kumar oynamıyoruz, lütfen kâğıtları geri ver!” dedi. Jandarmalar kâğıtları vermemiş ve Yusuf ’u dövmek için ellerini kaldırmışlardı. Yusuf haksızlığı kabul etmemiş, şerefini korumak için iki jandarmayı dövmüştü. Haydo aslında Yusuf ’un gücünü biliyordu. Fakat gene de bir tatsızlık çıkmaması için güreşi engellemek istemişti. Gözüyle “Tamam Yusuf! Sana güveniyorum!” dedi. Yüzbaşı konuşulanları merak etmişti. “Ne diyor bu genç?” diye sordu. Haydo “Bu genç benim yeğenim olur!” demedi. “Komutan bu genç ‘Ben bu pehlivanla güreşirim,’ diyor,” cevabını verdi. Komutan biraz şaşırdı! Yusuf ’a baktı, Cihangir Pehlivan’dan on santim kadar kısaydı. “Bu mu güreşmek istiyor?” diye küçümseyerek güldü. Cihangir Pehlivan da bıyık altından gülümsedi. “Ben böyle bir adamla güreşmem! Bu adama değil, benim şanıma yazık olur!” dedi. Sareliler merakla olup bitenleri anlamaya çalışıyorlardı. Komutan, Yusuf ’a acıyarak baktı! “Haydo Efendi dedi, “Bu çocuğa yazık olur! Söyle vazgeçsin!” “Komutan madem güreşmek istiyor, izin ver güreşsin!” dedi. “İzin benden! Güreş onlardan!” dedi Komutan ve ilave etti: “Haydo Efendi, bu işin şakası yoktur! Karakucak güreşidir bu! Ölüm olur, sakatlama olur! Sorumluluk bana ait değildir. Söyle bu gence, ‘Her türlü sonucu göze alarak güreşmek istiyorum. Kötü bir durum meydana gelirse şikâyetçi olmayacağım,’ desin!” Haydo işin çok ciddi olduğunu gördü. “Komutan,” dedi. “Söz karşılıklı olsun! Cihangir Pehlivan da sonuçları kabul edeceğine, şikâyetçi olmayacağına söz versin!” Komutan bunları beklemiyordu. “Versin! Cihangir de söz versin!” dedi. Yusuf ve Cihangir karşılıklı söz verdiler. Cihangir Pehlivan “Komutanım, müsaadenizle ben kıspetimi giyip geleyim,” dedi. “Gereken hazırlığı yapabilirsin!” Cihangir Pehlivan jipin yanına gitti. Kimseye görünmeden jipin içinde üstünü değiştirdi, kispetini giydi. Zeytinyağıyla yağlandı. Kırkpınar Meydanı’nda başpehlivanlık güreşine çıkarmış gibi meydana çıktı. Yusuf ’un ne giyecek kispeti vardı, ne sürünecek zeytinyağı! Harman yerinden, harman işlerinden gelmişti. Elbisesi terden ıslanmıştı. Harman yerine gittiler. Yusuf ile Cihangir Pehlivan karşı karşıya durdular. Güreşi yüzbaşının başlatması ve yönetmesi gerekiyordu. Cihangir, Yusuf ’u küçümsüyor, içinden “Ya bu çocukla güreş mi tutulur?” diye söyleniyordu. Haydo, “Oğlum sana güveniyorum!” dedi. Sareliler nefeslerini tutmuş, Yusuf ’a bakıyorlardı. Yüzbaşı “Başla” emrini verdi. Yusuf karakucak girişti. Bir anda Cihangir’i yarım metre kadar havaya kaldırdı, başı üstüne yere çarptı! Cihangir Pehlivan ne olup bittiğini anlayamadan yerde yığıldı kaldı! 464 465 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Kıbrıs Mitingi sonrasında Turabdin’de hırsızlık, soygun ve saldırı olayları artmıştı. Hırsızlar, soyguncular yakalanmıyor, yakalananlar da kısa bir süre sonra serbest bırakı- lıyordu. Süryaniler canlarını, mallarını, namuslarını korumak için çareler arıyorlardı. Devlet Süryanilere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıyor, üvey evlat gibi davranıyordu. Süryanilerin mallarını çalanlar, evlerini soyanlar aynı köyün ya da çevre köylerin Müslümanları, Kürtleriydi. Hırsızların birçoğu Süryanilerin kapısında ekmek yemiş, Süryanilerin yanında çalışmıştı. Böyle kişiler Süryaninin evine nereden ve nasıl gireceklerini biliyorlardı. Yusuf Turan çalışmış, didinmiş 25 keçi, 10 koyun, iki dana ve bir ineğe sahip olmuştu. Hayvanları için bir ahır yaptırmaya karar verdi. Süryani taş ve duvar ustalarını çağırdı. Ustalara yardım etmesi için Bezirki Köyü’nden Evdo adlı bir Kürt gencini getirdi. Evdo, Yusuf ’a “Ağam” diye hitap ediyor, çok saygı gösteriyordu. Ahır inşaatı sırasında bir ay kadar ustalarla birlikte Yusuf ’un evinde kalmış, ekmeğini yemiş ve inşaat bitince gündeliklerini topluca almış, köyüne dönmüştü. Ahır inşaatının üzerinden iki yıl geçmişti. Yusuf Turan hayvanlarını biraz daha artırmıştı. Hayvancılıktan başka odun ve kereste ticareti yapan bir şirkette işçi olarak çalışıyordu. Her sabah nacağını biledikten sonra ormana ağaç kesmeye gidiyor, akşama kadar nacak sallıyor, akşamları yorgun argın evine dönüyor, yorgunluktan erkenden yatıyordu. Hayvanlara karısı Meryem Turan bakıyordu. Yıl 1968 idi. Zifiri karanlık bir geceydi. Köpekleri havlayarak tehlike olduğunu haber veriyordu. Ahırdan korkudan meleşen keçilerin sesi geliyordu. Meryem derin bir uykuya dalmış olan kocasını uyandırmak istemedi. Fakat keçilerin ve köpeklerin sesi artınca ahıra doğru gitti. Hırsızlar gece karanlığında gelmişler, Evdo’nun iki yıl önce işaretlediği taşı yerinden çıkararak duvarını delmişler, hayvanları çalmaya başlamışlardı. Çok korktu! Hemen kocasını uyandırdı. 466 467 Gözleri kaydı, yüzü sarardı! Öldü mü, bayıldı mı? Belli değildi! Yüzbaşı da ne olduğunu anlayamamıştı. Heyecanlandı: “Adam ölüyor! Su getirin! Su getirin!” diye emretti! Süryaniler hızla koşarak su getirdiler. “Dökün, dökün suyu yüzüne!” Döktüler! Cihangir’de hareket yoktu! “Adam ölüyor! Bir daha dökün!” Bir testi daha su döktüler! Cihangir Pehlivan kendine geldi. İki askerin yardımıyla ayağa kalkabildi. Başını önüne eğdi. Yürüyecek hali kalmamıştı! İki asker koluna girdi. Cihangir Pehlivan hiç konuşmadan, kimsenin yüzüne bakamadan, topallaya topallaya jibe doğru gitti. Yüzbaşı pehlivanın arkasından baktı. “Haydo Efendi, ben bu adamı pehlivan sanıyordum. Kalıbının adamı değilmiş!” dedi. Yusuf ’a döndü, elini omzuna koydu. “Evladım gerçek pehlivan senmişsin! Güreşi sen kazandın! Aferin sana!” dedi. Sareliler gururla Yusuf ’a bakıyor, fakat yüzbaşının kızabileceğini düşünerek mutluluklarını ifade edemiyorlardı. Haydo yüzbaşıyla birlikte jipe kadar yürüdü. “Komutanım gene bekleriz! Yolunuz açık olsun! Devletimiz var olsun!” diyerek uğurladı. Jip tozu dumana katarak uzaklaştı, gözden kayboldu. Sareliler sevinçle Yusuf ’a sarıldılar. Bu güreşten sonra Yusuf ’un şanı, şerefi daha da artmış oldu. Şemun Hanne Haydo bu güreşten sonra torunu Yusuf ’u daha çok sevdi, ona daha çok güvendi. 5. Yusuf ’un hayvanlarını çalmaya gelen hırsızlar K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo “Kalk Yusuf kalk! Hayvanlarımızı çalıyorlar!” dedi. Bağırış çığırıştan evde bulunanlar uyanmıştı. Şemun Turan henüz dört yaşında idi. O geceyi çocuk gözleriyle görmüş ve çok korkmuştu. Ağlıyordu! Yusuf hemen kalktı, odun ve kereste şirketinin verdiği sağlam, yırtılmaz branda bezinden kalın yeleği giydi, eline nacağını aldı. İkinci kattaki odadan merdivenden dikkatle ahıra inerken iki kişi gördü. Biri elektrik lambasını tutuyor, diğeri hayvanları çalıyor, delikten dışarıdakilere veriyordu. Elektrik lambası ışığında Evdo’yu tanıdı. “Evdo sen ne yapıyorsun? Utanmıyor musun? Keçileri çaldın, şimdi kendini kurtar!” diye bağırdı! Evdo artık iki yıl önceki işçi Evdo değil, hırsız Evdo olmuştu! “Kes ulan sesini gâvuroğlu gâvur!” diyerek, daha düne kadar “Ağam!” diye elini öptüğü Yusuf ’a saldırdı! Hainlik, nankörlük bu kadar mı olurdu? Bu hırsızlığı planlayan Evdo idi. İki yıl önce ahır inşaatında çalışırken bir gün bu ahırı soymayı aklına koymuştu. Ahıra nasıl girileceğini, duvarın nereden ve nasıl delineceğini iyi biliyordu. Kendi köyünden dört Kürt hırsızı bu soyguna ikna etmişti. Ahırdaki ineği, danaları, keçileri çalacaklar, satacaklar, parayı paylaşacaklardı. Yusuf gördüğü iki hırsıza birden saldırdı. Yusuf elindeki nacakla Evdo’yu sol omzundan ağır yaraladı. Hırsızlardan biri Evdo’yu kurtarmak için hançerini Yusuf ’a sokmak istedi. Yusuf hançeri eliyle tuttu. Hançer elini kesti. Hançer yere düştü. Yusuf yumrukla onu da yere serdi! Tam o sırada Yusuf ’un görmediği üçüncü kişi hançerle Yusuf ’a arkadan saldırdı ve elindeki hançeri 10 cm kadar soktu! Yusuf bir anda sendeledi. Başı döndü! Fakat kendini toparladı. Elini hançer sokan adama attı. Hançerini almak ve kendi korumak istedi. Şabo Turan babası Yusuf ’un fotoğrafını tutuyor. 2017 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) 468 469 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Tam bu sırada hırsız “Bu adam beni de öldürecek!” diye bağırdı. Bunu duyan dışarıdaki bir hırsız duvar deliğinden tüfeğinin namlusunu Yusuf ’a yöneltti. Yusuf namluyu görünce diğerlerini bıraktı, derhal namluyu tutup aşağı eğdi ve çekti. Tüfek ateş aldı. Meryem ahırdan gelen silah sesini duyunca, hırsızların kocasını öldürdüğünü düşünerek kendini kaybetti! Oysa patlayan tüfek, Yusuf ’u değil, ineği öldürmüştü, ama Meryem gerçek durumu bilmiyordu. Bu esnada Yusuf hançeri bırakmak zorunda kalmıştı. Dışardaki iki hırsızdan biri de içeri girdi. Evdo yerde yatıyordu. Yusuf tuttuğu namluyu bırakmıyordu. Tek eliyle üç hırsıza karşı kendini savunuyordu. Çünkü Yusuf tüfek sesini duyanların yardıma geleceklerini düşünüyordu. Karısının bayıldığını bilmiyordu. Üç hırsız hançerlerini durmadan Yusuf ’a sokup çıkarıyordu. Yusuf tüm gücüyle kendini korumaya çalışıyordu. Aradan bir buçuk saat geçmişti. Meryem kendine gelir gelmez dama çıktı “İmdat! İmdat! Hırsızlar Yusuf ’u öldürüyor!” diye bağırmaya başladı. Tam o anda Meryem’in “İmdat!” çağrılarını duyan Hanna İyi ve İskender Turan dama çıkarak havaya ateş ettiler. Silah sesini duyan hırsızlar, “Etrafımız sarıldı, kaçalım!” dediler. Yusuf da çok kan kaybettiğinden kaçmak isteyen hırsızlara engel olamadı. Hırsızlar ağır yaralı Evdo’yu sürüyerek kaçıp gittiler. Kavga yaklaşık bir buçuk saat kadar devam etmişti. Yusuf 16 yerinden hançer yarası almıştı. Çok kan kaybediyordu. Çok güçlü olmasa çoktan öldürülmüş olacaktı. Elindeki nacak ve cesareti sayesinde canını kurtarmıştı. Sağlam, yırtılmaz branda bezinden yelek de sırtına sokulan hançerlerin öldürücü etkisini biraz azaltmıştı. Yusuf yaralı halde birinci kattaki odaya çıkabildi. Her yerinden kan akıyordu! Meryem kocasına nasıl yardım edeceğini bilemiyordu. Şaşırmıştı. Ağlıyordu! Yusuf ’un annesi Besna “Oğlum ölecek!” diye ağlıyordu! Yusuf “Korkmayın! Ağlamayın! Ben ölmem!” diyordu. Hanna İyi, İskender Turan ve diğer komşular imdada geldiklerinde hırsızlar kaçmışlardı. Görenler “Yusuf kurtulamaz!” diyorlardı. Dört yaşındaki Şemun Turan babasının kanlı halini görmüş, çok korkmuştu! O gecenin çığlıkları, annesinin, kardeşlerinin, babaannesinin ağlayışları ve babasının kanlı hali beynine kazıldı! Hiç unutamadı. Onun kişiliğinin bir parçası haline geldi. Yusuf ’u ertesi günü Diyarbakır’a doktora götürdüler. 15 gün hastanede tedavi gördü. Ölümü atlattı. Bir ay kadar sonra iyileşti. Bıçak yaraları geçmiş fakat Evdo’nun kalleşliğinin acıları geçmemişti. Bu olay ve önceki olaylar Sarelileri, Yusuf ’u ve küçük kardeşi İskender’i çok düşündürdü! Kapında beslediğin, beraber sofraya oturduğun insanlar artık seni öldürmeye, “Ya malını, ya canını!” demeye başlamışlardı. Bu işin sonu yoktu! Yusuf Turan da sonunda “Bize burada artık hayat kalmadı!” diyerek Hollanda’ya gitmeye karar verdi. 470 471 6. Şemun Hanne Haydo’nun kızları ve Azze Köre’nin başına gelenler Şemun’un dört kızı olmuştu. En büyüğü Seydune idi. Midyatlı Circo dbe Garibo ile evlendi. İkinci kızı Azze idi. Çok güzel, becerikli, cesaretli bir kızdı. Arnaslı Murado ile evlendi. Kürt destancılar Şemun’a “Azze’nin babası” ya da “Köre’nin babası” olarak hitap ederlerdi. K e m a l Ya l ç ı n Üçüncü kızı Mire idi. Aynwardolu Hanne dbe Kaşo Circo ile evlendi. Dördüncü kızı Delale idi. Enhil Köyü’nden İşahyo dbe Kahya ile evlenmişti. Kocası öldürüldü. Daha sonra Midinli Yusuf ile ikinci evliliğini yaptı. Şemun’un kızları da diğer Süryani kız ve kadınlarının yaşadıkları korkunç, acı, anlatılamaz olayları yaşamışlardı. Azze Köre 1917’de, Basibrin Köyü’nü talan eden, katliam yapan Salihiler Aşireti tarafından diğer kadınlarla birlikte kaçırılmıştı. Genç, güzel, akıllı, güçlü kuvvetli bir kızdı. Çok büyük acılar, hakaretler, insanlık dışı davranışlar gördü ve yaşadı. Babasının hapisten kurtulduğunu öğrendikten sonra diğer birkaç kadınla birlikte Salihiler Aşireti’nin elinden kaçarak Aynwardo Köyü’nde bulunan babasının yanına gitti. Başına gelenleri annesine, babasına anlatmaktan utanıyordu. Herkes kadınların kızların başlarına gelenleri biliyor, ama kesinlikle sormuyordu! Sormak derin ruhsal yaraları yeniden kanatır, canlandırırdı! Anneler, babalar kızlarına, kocalar karılarına daha çok anlayış, daha çok sevgi ve saygı gösteriyorlardı. Ancak sevgi ve saygı ruhsal yaraları iyileştirebilirdi. Şemun Hanne Haydo bir lider olarak kendi kızıyla diğer kadın ve kızlar arasında ayrım yapmıyor, onları kendi evlatları gibi bağrına basıyor, onlara sahip çıkıyor, onların yeniden hayata dönmeleri, mutlu olabilmeleri için uğraşıyordu. Azze kaçıp gelmişti. Boynu büküktü! Suskundu! Annesinin babasının yüzüne bakamıyordu! Şemun bir gün Azze ile baş başa kaldı. Kızını bağrına bastı! “Azze!” dedi, “Sen benim kızımsın! Evladımsın! Hepimiz çok büyük bir felaket yaşadık! Seyfo hepimizi kana, acıya boğdu! Senin başına gelenler, senin suçun değildir! Sen değil, sana bu insanlık dışı hakaretleri yapanlar utansın!” 472 Şemun Hanne Haydo Şemun’un üçüncü kızı Mire. (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 473 K e m a l Ya l ç ı n Azze ağlıyordu! Seyfonun acılarını yaşamış bir kızın, bir kadının, bir gelinin babası olmak çok zordu! Şemun sustu! Kızına “Ağlama kızım!” diyemedi! Kendi gözyaşlarına söz geçiremiyordu! Şemun’un gözyaşları Azze’nin saçlarını ıslattı! Bir süre hiç konuşmadılar. Şemun kızının gözyaşlarını sildi! “Azze! Azze! Kaldır başını, boynunu bükme böyle mahzun!” dedi. Baba ile kızı göz göze geldiler! Azze ilk kez konuştu: “Baba! Baba! Sen de ağlama!” dedi. Baba olmak çok zordu! Anne olmak çok zordu! Kaçırılmış bir kız olmak daha zordu! Koskoca Şemun Hanne Haydo, defalarca ölümle burun buruna gelmiş Süryani kahramanı Şemun Hanne Haydo ağlıyordu! O an dünya durmuş, Turabdin ayağa kalkmış onlara bakıyordu! Ölüm değil, Süryanilere, Süryani kadınlarına, kızlarına yapılan bu zulüm kahrediyordu insanı! Bu kez Azze sildi babasının gözyaşlarını! “Baba!” dedi, “Sana çok teşekkür ederim! Sen başımızdan eksik olma! Sana layık bir evlat olacağım! Bu gözyaşlarımız son gözyaşlarımız olsun!” “Seni ve sizleri mutlu etmek için çalıştım ve çalışacağım!” dedi Şemun. Göz göze geldiler yeniden! Azze’nin gözleri Turabdin güneşi gibi sıcak, Turabdin baharı gibi umutluydu! Şemun Hanne Haydo Meryem Aykıl ve annesi Azze Köre Süryani tarihinin en acı dönemleri Müslümanlar tarafından yapılmış katliamların, kırımların, soykırımların yaşandığı zamanlardır. Seyfo sırasında binlerce, on binlerce Süryani katledildi. Süryaniler “Soğan soğandır, Hıristiyan Hıristiyandır! Ermeni olmuş, Süryani olmuş fark etmez!” denilerek Müslümanlar tarafından katledilmişti. Soykırım binlerce ocağı söndürmüş, binlerce soyun kökünü kurutmuştu! Hayatta kalanlar yeniden var olmaya, yeni ocaklar, yeni yuvalar kurmaya çalışıyorlardı. Binlerce çocuk yetim, öksüz ya da kimsesiz kalmıştı. Yüzlerce kadın kocasını, yüzlerce erkek eşini kaybetmişti. Bu acılı insanlara yeniden hayata sarılmaları, yeniden yuva kurabilmeleri için yardımcı olmak gerekiyordu. Bu işleri devlet yapmıyordu! Devlet hayatta kalanlara yardım etmiyordu! Seyfodan bin bir zorlukla kurtulabilmiş Süryanilere Türkiye Cumhuriyeti Devleti sahip çıkmıyordu! Bu görev Süryanilerin liderlerine, saygın kişilerine, din adamlarına kalıyordu. 474 475 7. Azze’nin evliliği K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Şemun Hanne Haydo da sorumluluğunun bilincinde idi. Kimsesiz çocuklara, kimsesiz kadınlara, kızlara, oğlanlara, adamlara sahip çıktı. Onların acılarını dindirmeye, yeni hayatlar kurmalarına yardımcı oldu. Aynı anlayış ve sorumlulukla kızı Azze’nin yuva kurmasına, evlenmesine de destek oldu. Haco Ağa Aynwardo Köyü yakınındaki Ezidi Taka Köyü’nde askerler tarafından kıstırılmıştı. Kendi başına askerlere karşı gelmesi, ölümden kurtulması mümkün değildi. Şemun Ağa Aynwardo Köyü’nde bulunan silahlı Süryanilerle birlikte Haco Ağa’nın yardımına koştu. Askerlerle silahlı çatışmaya girdi. Fakat silahlı çatışma tahmin ettiğinden daha zor ve kanlı geçiyordu. Bir ara arkasına baktı. Sadece Arnas Köyü’nden Murado adlı genç kalmıştı. Sordu: “Nerede silahlı adamlar?” “Korktular, kaçıp gittiler!” “Sen neden gitmedin?” “Seni yalnız bırakıp gitmek olmaz! Öleceksek birlikte ölelim!” Şemun, Murado’nun dostluğundan, cesaretinden, insanlığından çok memnun oldu. “Murado! Eğer sağ kalırsak, sana kızım Azze’yi vereceğim!” dedi. Haco’yu kurtarmak için silahlı çatışmaya devam ettiler. Ölenler, yaralananlar oldu. Fakat Haco Ağa kurtuldu. Şemun Ağa ile Murado, Haco Ağa’nın vefalı dostları olarak gerekeni yapmışlardı. Sağ salim Aynwardo’ya döndüler. Murado’nun Seyde adlı karısı Seyfo sırasında öldürülmüştü. Geriye Hana adında kız çocuğu kalmıştı. Şemun Hanne Haydo sözünde durdu. Azze ile konuştu: “Kızım!” dedi, “Çok zor günler yaşadık ve yaşıyoruz! Murado’nun karısı öldürülmüştür. Bir kız çocuğu vardır. Murado 30 yaşında, yiğit, cesur, vefalı bir adamdır. Onunla evlenir misin?” 16 yaşındaki Azze cevap verdi: “Baba, senin kararın benim kararımdır!” Murado ile Azze 1918 yılında Aynwardo’da sade bir törenle evlendiler. Nikâhları Aynwardo Kilisesi’nde kıyıldı. Hayat şartları biraz düzeldikten, can güvenlikleri sağlandıktan sonra Murado ile Azze Arnas Köyü’ne döndüler. Murado, Hobil adlı Süryani ailesinin lideri oldu. Azze, kocasına daima destek oluyordu. Şemun Hanne Haydo’nun kızı olarak Süryaniler ve Müslümanlar tarafından saygı görüyordu. Murado olmadığı zamanlarda toplantıları idare ediyordu. Azze sadece Şemun’un kızı olduğu için değil alçakgönüllü, yardımsever, bilgili, cesur, kararlı bir kadın olduğu için de seviliyor, sayılıyordu. Babasından öğrendiği sağlık bilgileriyle Müslüman Hıristiyan ayrımı yapmadan tüm hastalara yardımcı oluyordu. Annesinden ebelik öğrenmişti, doğumlarda kadınların yardımına koşuyor, ebelik yapıyordu. Azze aynı zamanda baytar olarak hasta hayvanları iyileştiriyordu. Onun hünerleri tüm çevre köylerde duyulmuştu. Hasta insanlar, hasta hayvanlar derman bulmak için Azze’nin yanına geliyorlardı. Bir gün Arnas’ta bir öküz hastalanmıştı. Sahibi çok üzülüyordu. Etrafındaki insanlar “Bu öküz ölecek! Ölmeden kes de etinden faydalan!” diye yol gösteriyorlardı. Olayı duyan Azze hasta öküze bakmaya geldi. “Bu hayvan kurtulur! Bunun gözüne kan vurmuş! Bana keskin bir bıçak ile büyük bir iğne getirin,” dedi. Bıçağı ve iğneyi ateşe tuttu. Mikroplarını öldürdü, soğuttu. İğneyi öküzün kanlı gözünün üstüne batırdı. Damarı buldu. Sonra bıçakla kesti. Kan akıttı. “Geçmiş olsun!” dedi. Öküz bir süre sonra ayağa kalktı, kendine geldi, ot yemeye başladı. 476 477 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Azze bu işleri karşılıksız yapardı! Azze’ye para vermek hakaret sayılırdı. Azze’nin mutluluğu iyileştirdiği, dertlerine derman olduğu insanların mutluluğu idi. Arnas Köyü’nün yarısı Süryani, yarı Müslüman Kürt idi. Muhtarlık daima Kürtlerde olurdu. Kürtler de Süryaniler de Hevêrka ve Dekşüri aşiretlerinin taraftarı olarak ikiye bölünmüşlerdi. Murado ve Azze Hevêrka Aşireti’nin tarafında yer alıyorlardı. Müslümanlar muhtarlık konusunda kendi aralarında anlaşmamışlardı. Murado’ya geldiler. “Muhtarımız sen ol!” dediler. Murado bu teklifi kabul etti. Seyfo sonrası dönemde ilk kez bir Süryani Arnas Köyü Muhtarı olmuştu. Murado adaletli, vicdanlı, dürüst bir muhtar olmuştu. Hevêrkalı olsun, Dekşürili olsun insanlar arasında ayrım yapmıyordu. Azze de kocasına destek oluyordu. Müslümanlar çok memnun kalmışlardı. Aradan üç ay geçmişti. Müslüman ağalar kendi aralarında yeniden anlaştılar. Murado’dan muhtarlığı geri aldılar. 8. Azze’nin Süryaniler ve Müslüman Kürtler üzerindeki etkisi Yıl 1965, aylardan Temmuz. Turabdin’e yaz erken gelmiş, buğday hasatı temmuz başında tamamlanmıştı. Köylerde kışlık bulgurlar pişiriliyordu. Arnas Köyü’nden 1950 doğumlu Aman İnan, Deyrulzafaran Manastırı’nda din eğitimi alıyordu. Eğitimini tamamlamaya üç ay kalmıştı. Yaz izni için köyüne gelmişti. İzinden sonra üç ay daha okuyacak, sonra diplomasını alacaktı. Aman, 15 yaşında, ince uzun bir gençti. Altı aydan beri görmediği köyünü, ailesini, annesini özlemişti. Annesiyle, 478 Aman İnan, Enschede, 2018, (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) 479 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo kardeşleriyle, arkadaşlarıyla hasret giderdi. İzine geldiğinin ertesi günü annesi “Oğlum Aman bulgur pişireceğim. Fakat evde odun yok. Sen eşeğimizi al, dağa git, odun getir,” dedi. “Tamam anne! Bugün arkadaşım Yusuf ile konuşayım, yarın sabah erkenden onunla beraber dağa oduna giderim!” Yusuf 13 yaşında zayıf bir genç idi. Aman’ın ricasını kabul etti. Eşeğini getirdi. Ekmek torbalarını ve su testilerini eşeklerine astılar. Annesi “Oğlum Aman,” dedi, “Müslüman köylerden geçerken dikkat ediniz. Müslüman köylerinin dağlarına gitmeyiniz, Müslümanların bağlarına falan girmeyiniz! Doğru Aynwardo dağlarına gidiniz!” “Tamam anne! Sen hiç merak etme!” diyerek yola çıktılar. Müslüman Halah Köyü (Süryanice adı Ahlah’tır) yakınından korkarak geçtiler. Aynwardo Köyü arazisine vardılar. Yusuf, “Aman korkuyu atlattık. Çok şükür dayak falan yemeden Süryani köyüne geldik!” diyerek rahat bir nefes aldı. Aynwardo’nun etrafında bağlar vardı. Bağlara zarar vermeden meşe ağaçlarının bulunduğu tepeye geldiler. Eşekleri bağladılar. Etraftan kuru meşe dallarını toplamaya başladılar. Amaçları iki eşek yükü kuru dal toplayıp akşam olmadan geri dönmek, Halah Köyü’nü gündüz gözüyle geçmekti. Kuru dal toplarken eşekleri unutmuşlardı. Yusuf ’un eşeği bağlı olduğu meşe dalını kırmış, Aman’ın eşeğinin yanına varmıştı. Eşekler semerlerde asılı ekmekleri yemiş, şu testilerini kırmışlardı. Yusuf su içmeye geldiğinde durumu gördü. “Aman, eşekler su testilerini kırmışlar, ekmeklerimizi yemişler! Susuz ne yapacağız?” diye sordu. Aman, “Çabuk olalım! Dalları eşeklere yükleyelim, Aynwardo’ya gidelim. Su isteyelim! Süryaniler bize yardımcı olur!” cevabını verdi. Henüz daha bir eşek yükü kadar dal toplamışlardı. Bir anda Süryanice sesler duydular! “Durun! Bırakın o dalları! O dallar bizimdir!” Aman elindeki dalları yere bıraktı. Aynwardolu Süryaniler etraflarını çevirmişti. “Kimsiniz siz?” Aman Süryanice cevap veriyordu: “Ben Aman, arkadaşım Yusuf!” “Hangi köydensiniz!” “Arnas’tan!” “Neden buraya geldiniz?” “Müslümanlardan korktuğumuz için buraya geldik!” “Burası bizim dağımız! Bırakın odunları, dalları!” “Annem bulgur pişirecek, odun lazım!” “Bize de lazım!” Bir anda Yusuf ile Aman’ı dövmeye başladılar. Aynwardolu 15-20 kişi Aman ile Yusuf ’u dövüyordu. Aynwardo papazı durumu görmüştü. Koşup geldi. “Durun! Durun! Utanmıyor musunuz iki Süryani çocuğunu dövmeye?” “Bu çocuklar bizim odunlarımızı alıyorlar!” “Dağın odunu mu bitecek? Bırakın çocukları!” Aynwardo Papazı, Aman ile Yusuf ’u dayaktan kurtardı. “Kusura bakmayın çocuklar!” dedi, “Haydi topladığınız odunları eşeklerinize sarın! Hemen Arnas’a dönün!” Aman, Aynwardo papazına çok teşekkür etti. Az çok demeden dalları eşeklere sardılar. Vakit öğle geçeni idi. Hava çok sıcaktı. Susuzluktan, açlıktan kıvranıyorlardı. Dayak yerleri sızlıyordu. Kanayan yaraları kurumuştu. Halah Köyü arazisine girdiklerinde “Bir de Müslümanlar bizi döverlerse!” düşüncesi korkularını artırmıştı. Yusuf susuzluktan bayılacak hale gelmişti! Yolun iki tarafı bağdı. Bağlarda üzüm doluydu. 480 481 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Yusuf susuzluğa dayanamadı. “Aman! Ben bu bağa girip bir salkım üzüm koparacağım!” dedi. “Girme Yusuf, girme!” “Susuzluktan ölüyorum!” “Biraz daha dayan! Dayaktan öldürürler bizi!” Yusuf “Kim görecek bizi?” diyerek bağa girdi. Bir salkım üzüm kopardı. Daha salkımı yiyip bitirmemişti. Bağı bekleyen üç Kürt varmış. Kürtçe bağırdılar: “Tutun hırsızları!” Yusuf şaşırmıştı! Elindeki salkımı yere attı. Aman’ın yanına doğru koşmaya başladı. Aman, “Yusuf kaç! Tutarlarsa seni öldürürler!” diye bağırdı. Yusuf kaçtı, kurtuldu. Üç Kürt Aman’ı yakaladılar. İkisi eşekleri tuttu, biri Aman’ı dövmeye başladı. Dayakla vuruyor, küfrediyordu. İki Kürt eşeklerin yükünü devirdiler. Aman’nın eşeğinin semeri öne kaymış, eşeğin boynu semerin altında kalmıştı. Eşek nefes alamıyordu, ölecekti! Aman kendini döven adamın elinden kurtuldu. Eşeğinin yanına koştu. Semeri geri çekti. Eşek nefes aldı, ayağa kalktı. Bu kez üç Kürt Aman’ı dövmeye başladılar. Aman zorla ellerinden kurtuldu. Hızla yol kenarındaki bir tepeye doğru koştu. Bir taş yığının arkasına saklandı. Arkasından gelen adama bağırdı: “Gelme! Yaklaşma! Ya ben öleceğim ya sen!” Adam Aman’ı dinlemedi, üstüne geldi. Aman eline aldığı taşı adamın başına nişanlayıp fırlattı. Taş adamın tam anlına denk geldi. Adam yere yıkıldı, bayılmıştı. Aman ikinci adamı da başından yaraladı. Onu da yere yıktı. Üçüncü adam yaklaşmaktan korktu, geri çekildi. İlk bayılan adam kendine geldi. Arkadaşlarına seslendi: “Bırakın o Hıristiyan’ı, beni kurtarın!” İki Kürt Aman’ı öldürmekten vaz geçtiler. Eşeğinin yükünü indirdiler. Yaralı arkadaşlarını Aman’ın eşeğine bindirdiler. İki tarafından tutarak Halah Köyü’ne götürdüler. Aman bir süre sonra saklandığı taş yığının arkasından çıktı. Yusuf ’un eşeğini aldı. Korka korka akşam karanlığında Arnas’a ulaştı. Yusuf ise dağlardan tepelerden kaçarak Arnas’a ulaşmış, başlarına gelenleri Aman’ı annesine ve Arnaslı Süryanilere haber vermişti. Haber kısa zamanda tüm Arnas’a yayıldı. Süryaniler hemen bir araya geldiler. Muhtemel olayları ve herhangi bir saldırı anında ne yapacaklarını konuştular. Müslümanlar da kendi aralarında durumu görüştüler. “Aman ailesinin iki öküzüne el koyalım. Birini Halah’a götürelim, Aman’ın yaraladığı Kürt ailesine kan parası olarak verelim. İki aileyi barıştıralım! Birini de biz alalım, kesip yiyelim!” kararına vardılar. Aldıkları kararı güvendikleri hızlı koşan bir genç ile yaralının ailesine ulaştırdılar. Yaralının babası kararı kabul etti. “Sen derhal Arnas’a dön. Öküzü yarın getirsinler!” dedi. Haberci genç Arnas’a döndü. “Yaralıyı gördüm. Çok ağırdır. Sabaha kadar ölür!” dedi. Haberi Süryani ileri gelenleri de öğrenmişti. Derhal diğer Süryanilere haber verdiler. “Kızlarınızı, kadınlarınızı kiliseye toplayın!” dediler. Süryani erkekleri Müslümanların muhtemel saldırılarına karşı, ilk tedbir olarak kızlarını, kadınlarını, çocuklarını kiliseye topladılar. Başlarına nöbetçi koydular. Herkes korku içindeydi! Haber derhal Murado’ya ve Azze’ye ulaşmıştı. Murado Müslüman ileri gelenleriyle görüşmeye, muhtemel bir saldırıyı önlemeye çalıştı. Arnaslı Müslümanların iki öküze el koyacakları haberi Kürt ailesine ulaştığı sırada yaralı Kürt adamın kirvesi olan 482 483 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo bir Süryani de oradaydı. Geçmiş olsun ziyaretine gelmişti. Bu Süryani’nin adı Yusuf idi. Yusuf, Aman’ın teyze oğlu idi. Arnas’tan gelen haberi duyduktan sonra, “Sana geçmiş olsun, bana müsaade!” diyerek yaralı kirvesinin yanından ayrıldı. Kimseye görünmeden gece saat 22.00 sularında Arnas’a, Aman’ın evine geldi. “Teyze!” dedi, “Arnaslı bir Müslüman Halah’a geldi. Benim kirveme haber verdi. Arnaslı Müslümanlar sizin iki öküzünüze el koyacaklarmış, birini kirveme verip, birini kendileri alacakmış. Öküzleri kaçırın! Ben hemen Halah’a dönüyorum. Benden haber aldığınızı kimseye söylemeyin! Duyarlarsa beni öldürürler!” O gece Aman’ın annesi öküzlerini bir mağaraya götürüp sakladı. Süryaniler korku içinde sabahı beklediler! Kimse uyumadı. Sabahleyin Müslüman ve Süryani ileri gelenleri toplandılar. Akşamdan aldıkları kararı uygulamak için Aman Ailesi’nin evine geldiler. Aman’ı çağırdılar. “Sen Halahlı bir Kürt adamını ağır yaralamışsın! Kan parası ve ceza olarak iki öküzünüzü derhal bize vereceksin!” diye emrettiler. Aman, “Ben öküzlerimizi vermem! Beni mahkemeye verin! Cezam ne ise çekeyim! Hapis yatayım!” cevabını verdi. Müslümanlar Aman’a çok kızdılar. “Biz zorla almasını biliriz!” dediler. Aman’ın dayısı geldi. “İki öküz yüzünden Müslümanlarla Süryanileri mi savaştıracaksın?” diyerek Aman’a iki tokat attı! Tam bu sırada Azze araya girdi. “Dur! Çocuğu dövme! Bu çocuğun bir bildiği var! Ben bir konuşayım!” dedi. Azze, “Gel benimle!” diyerek Aman’ı evin içine götürdü. “Anlat bana ne oldu? Neden öküzleri vermek istemiyorsun?” Aman olup bitenleri olduğu gibi anlattı. “Eğer ben öküzlerin yerini söylersem, Müslümanlar Halah’taki teyze oğlum Yusuf ’un gizlice Arnas’a gelip haber verdiğini ortaya çıkarırlar ve ‘Hainlik yapıyor!’ diye onu öldürebilirler. Bu nedenle öküzleri vermek istemiyorum!” Azze duyduklarına sinirlendi. “Demek sizi önce Aynwardolu Süryaniler, sonra Halahlı Müslümanlar dövdü. Şimdi de senden kan parası istiyorlar utanmadan!” dedi. “Bu adamlar her zaman böyle yaptılar. Hem suçlu, hem güçlüdürler. Güçlü olduklarından haklı olduklarını düşünürler. Aman oğlum sen hiç korkma! Ben sağ oldukça senin kılına bile dokunamazlar! Aman sen burada kal! Dışarı çıkma! Ben gerekeni yaparım!” Azze dışarı çıktı. Herkes onun ne diyeceğini merak ediyordu. Kürtçe konuştu: “Kan parasını ben ödeyeceğim!” dedi, “Birlikte Halah’a gidelim. Yaralıyı görelim, geçmiş olsun dileklerimizi sunalım!” Müslüman ve Süryani temsilciler Azze’nin önerisini kabul ettiler. Yaralının evine gittiler. Yaralının babası Azze’yi gördüğü zaman şaşırdı. “Azze senin buraya gelmene gerek yoktu. Bana haber göndersen yeterdi. Mademki buraya gelmişsin istediğini kabul ediyorum.” Azze cevap verdi: “Sağ ol! Bana gösterdiğin saygıyı aslında babam Şemun’a gösteriyorsun! Ben buradan barış olmadan gitmem. Senin oğlunun tüm tedavi masraflarını ödemeyi kabul ediyorum,” Böylece anlaştılar. Yaralının babası Arnas’tan gelenlere ve Halahlı aile temsilcilerine, “Azze’nin hatırı için davadan vaz geçtim, Aman’ı affettim!” açıklamasını yaptı. Barış kahveleri, çayları içildi! Azze verdiği sözü tuttu. Yaralıyı tedavi ettirdi. 1966 yılı başında Aman Ailesi’nin verdiği tedavi masraflarını gö- 484 485 türdü, yaralının babasına teslim etti. Paradan daha önemli olan Azze sayesinde Müslümanlarla Süryaniler arasında yeni bir kavganın önlenmiş olmasıydı. 1960-1970 döneminde bir keçi, bir koyun yüzünden kavgalar çıkıyor, silahlı çatışmalar oluyordu. Müslümanlar her kavgayı, her kırgınlığı Müslüman-Hıristiyan kavgasına dönüştürmek istiyor, Süryanilerden öç almak, onurlarını kırmak, korkutup kaçırmak için mallarına zarar veriyor, kızlarını, kadınlarını kaçırıyorlardı. Azze’nin kızı Meryem Aykıl da ailesiyle birlikte Almanya’ya gitmişti. Murado ölmüştü. Azze ise “Ben burada doğdum, burada öleceğim! Giden gitsin! Ben gitmeyeceğim!” diyerek bir müddet daha Arnas’ta kaldı. Fakat yaşlanınca babasının köyü olan Sare’ye gitti. Azze bir süre sonra vefat etti, Basibrin-Sare Mezarlığı’nda babasının, annesinin yanında toprağa verildi. ON BEŞİNCİ BÖLÜM Elveda Anayurdum! Elveda Turabdin! 1. Süryaniler anayurtları Turabdin’i terk etmek zorunda bırakıldı 1964 Kıbrıs Mitinginden sonra binlerce Süryani can, mal ve namus güvenliği kalmadığı için hızla köyünü, kentini boşaltmaya, Türkiye’yi terk etmeye başladı. Askere giden gençler korkudan ağlıyorlardı. Çünkü askere gidip gelenler, başlarına gelen korkunç, insanlık dışı muameleleri anlatıyorlardı. Asker ocağında Hıristiyan askerler aşağılanıyor, onurları çiğneniyor, en ağır hakaretlere mazur kalıyorlardı. Önce Süryani gençleri terk etti Turabdin’i! 1970-1980 döneminde binlerce Süryani Avrupa ülkelerine, İsveç’e, Almanya’ya, Avusturalya’ya kaçıp gitmişti. 1980 sonrası dönem çok daha kanlı, korkunç oldu. Askerler Süryanileri koruyacak yerde korkutmaya başlamışlardı. 1984 yılı sonrasında Kürt silahlı hareketi başladı. Partiya Karkerên Kurdistanê / Kürdistan İşçi Partisi (PKK) Kürtleri hızla örgütlüyordu. Süryaniler askerler ile PKK arasındaki çatışmaların ortasında kaldılar. Süryani köylerini geceleri PKK’lılar, gündüzleri askerler ve korucular basıyordu. Kimin ajan, kimin PKK’lı olduğu belli değildi. Sarelilerin, Basibrinlilerin düşmanı olan Salihiler, Domaniler korucu olmuşlar, sırtlarını devlete dayamışlardı. 100 489 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 2. Sare Köyü’nü geri almak için verilen mücadele yıldan beri yenemedikleri Süryanileri devletin verdiği silahlarla korkutmaya, öldürmeye, mallarını mülklerini yağmalamaya başladılar. “PKK saklanıyor!” diyerek Süryanilerin bağlarını, ekinlerini yaktılar. Hayvanlarına el koydular. Sareliler durumu kaymakamlığa, savcılığa resmi dilekçelerle bildirdiler. Şikâyet dilekçesini alan sorumlular, “Burayı beğenmiyorsanız, defolun gidin!” diyorlardı. “Gitmiyorum! Burası benim yurdum, burası benim vatanım!” diyenler nokta operasyonlarıyla tek tek öldürülüyordu. 1980-1995 arasında 67 kadar Süryani öldürüldü, failleri bulunmadı, “Faili Meçhul!” cinayetler listesine yazıldı. 1994 yılında Süryaniler Sare Köyü’nü tamamen boşaltmak Avrupa’ya kaçmak zorunda kaldılar. Basibrin’de ise 18 Süryani ailesi kalmıştı. Boşalan evlere Salihili korucu Kürtler gelip yerleştiler. Haram helal demeden Süryanilerin mallarını ganimet olarak kendi aralarında paylaştılar. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Bolu Komando Alayı Turabdin’e gelmiş, her yere yerleşmişti. Devletin uçan kuştan bile haberi vardı. Fakat Kürt korucuların, Salihiler Aşireti’nin bir Süryani köyünü işgal etmesine, Süryani vatandaşların tapulu mal ve mülklerine el koymalarına hiçbir kimse, hiçbir devlet yöneticisi ses çıkarmadı! Midyat Kaymakamı’nın, Mardin Valisi’nin, Olağanüstü Hal Komutanı’nın haberleri vardı. Sareliler köylerinin işgal edildiğini resmi bir dilekçe ile duyurmuşlar, devletten yardım rica etmişlerdi. Devletin ve bölgedeki aşiret ağalarının Sare’de, Basibrin’de ve tüm Turabdin’de meydana gelen olaylardan en ince ayrıntısına kadar haberleri vardı. Hepsi de Sare Köyü’nün işgal edilmesine göz yumdular, el altından desteklediler. Kanunların, insan haklarının göz göre göre çiğnenmesini kabul ettiler, memnuniyetle onayladılar! Sare’yi, Basibrin’i, Turabdin’i terk etmek zorunda kalmış olan Süryaniler bin bir türlü zorluklarla kimi mülteci, kimi işçi olarak dünyaya dağıldılar. Almanya, Fransa, Belçika, İsveç, Norveç, Hollanda, Amerika, Avustralya’ya kadar gittiler. Almanya’da Berlin, Gütersloh, Paderborn; Hollanda’da ise Gronau, Enschede şehirlerine yerleştiler. Sıfırlanmış olan hayatları yeniden kurdular. Süryanilerin hemen hemen hepsi meslek sahibi, çalışkan, yaratıcı insanlardı. El ele verdiler, olan olmayana yardım etti. Yeniden ev bark sahibi oldular. Yeni kiliseler kurdular. Kilise altarlarının taşını Turabdin’den getirdiler. Mzizahlı, Aynwardolu Süryanilerin çoğu Amerika’ya New Jersey Eyaleti’ne gittiler. Hayatlarını orada yeniden kurdular, New Jersey’e inşa ettikleri kilise altarının 20 ton tutan taşını Midyat’tan götürdüler. Süryaniler okumaya, bilime, sanata, kültüre değer veren insanlardır. Çocuklarına “Biz okuyamadık, siz okuyun! Biz yapamadık, siz yapın!” dediler. Geldikleri ülkelere hızla uyum gösterdiler. Az zamanda çok sayıda avukat, doktor, mühendis, öğretmen, ressam, heykeltıraş çıktı Avrupa’ya gelen Süryaniler arasından. Anayurtlarında belediyeye çöpçü bile yapılmayan insanlar İsveç’te, Almanya’da milletvekili bile oldular. Avrupa’da doğup büyüyen Süryani çocukları Turabdin’i, Turabdin’de bırakıp geldikleri köylerini, evlerini, mallarını fazla özlemiyorlardı. Fakat Turabdin’de doğup büyümüş insanlar köylerini, mallarını, mülklerini çok özlüyorlardı. Hepsi de vatan hasreti çekiyorlardı. Vatan hasreti anlatılmaz, yaşanır! Vatan hasretini ancak yaşayanlar bilebilir! 490 491 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Sareliler vatan hasreti çekiyorlardı, var oldukları köylerini çok özlüyorlardı. Ayrıca köylerinin Kürt korucular tarafından, Salihiler Aşireti tarafından işgal edilmesine, mallarının, mülklerinin yağmalanmasına, kiliselerinin ahır, atalarının yattığı mezarlığın hayvan ağılı haline getirilmesine çok üzülüyorlardı. İnsan insana, komşu komşuya, millet millete, din dine bunu nasıl yapardı? Yıllarca yan yana yaşamış, bazen dövüşmüş bazen barışmış, bayramda seyranda, düğünde dernekte el sıkışmış bu Müslümanlarda, bu Kürtlerde hiç vicdan, vefa, dostluk yok muydu? Olsaydı herhalde Sare Köyü işgal edilmez, malları yağmalanmaz, kilisesi ahır yapılmazdı! Yıl 2000 olmuştu! Sare altı yıldan beri Salihiler Aşireti’nin işgali altındaydı. Sarelilerin aile liderleri, saygın kişileri Süleyman Turan’ın davetiyle bir araya geldiler. “Bu böyle olmaz! Köyümüzü işgalden kurtarmak için hukuk mücadelesine başlayalım!” dediler. Süleyman Turan’ın öncülüğünde birlik yapıldı. Herkes “Ne yapabiliriz? Nasıl yapabiliriz?” sorularına cevap aramaya başladı. Tekrar bir araya geldiler. “Bu iş her kafadan ses çıkarsa başarılamaz! Herkes konuşsun, fakat sesimiz bir olsun! Bunu sağlamak için bir heyet kuralım,” önerisini kabul ettiler. Süleyman Turan, İsa Gergin, Şemun Sönmezer, Muksi Barsawmo Ok, Hanna İyi, Fehmi İyi, Sabri Turan, Cebrail Ersay, Hanno Yıldız, Andravos Demir, Nuri Demirel, Davud Ersay, Yusuf Ersay, Besim Turan, Muksi Hanna Ok, Yusuf Geçer ve Melke Şahin birleştiler. Sare Köyü’nü İşgalden Kurtarma Heyeti kurdular. Süleyman Turan heyet başkanı seçildi. Basibrinliler de Sarelilere yardım ediyordu. Bu işlerde özellikle Basibrin Köyü Muhtarı Şemun Güzel ile Papaz Saliba Erdem çok yardımcı oldular. Sare Köyü’nü İşgalden Kurtarma Heyeti çalışmalarına 2001 yılından itibaren hız verdi. Süleyman Turan ve Aziz Turan özel işlerini bıraktılar ve bütün zamanlarını Sare’yi kurtarmaya verdiler. Süleyman Turan bazen heyet olarak, bazen tek başına defalarca Ankara’ya gidip geldi. Avukat tutuldu. Milletvekilleriyle görüşüldü. Sare’yi işgal eden, malları mülkleri yıllardan beri kullanan Salihiler Aşireti ağası, korucular “Biz bu evlere yıllardan beri emek verdik, yıkılmasını önledik, tarlaları ekip biçtik, bağ diktik, bahçe yaptık! Emeğimizin karşılığını almadan çıkmayız!” diyerek direniyorlardı. İşgalciler, soyguncular, 492 493 Sare’yi Kurtama Derneği Başkanı Süleyman Turan ve Dernek Yöneticileri Şırnak Valisi’ni ziyaret ettiler. Soldan sağa: Avukat Süleyman Çelebi, Vali Osman Güneş, Turabdin Metropoliti Samuel Aktaş, Süleyman Turan, Şemun Sönmezer ve Malfano İsa Garis. (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) K e m a l Ya l ç ı n hırsızlar çaldıkları, soydukları, el koydukları malları, evleri, bağları, bahçeleri Süryani sahiplerine geri satmak istiyorlardı. Turabdin’in kanunuydu bunlar! Önce işgal ederler, sonra da babasının malıymış gibi eski sahibine parayla geri satarlardı! Sare’de olanlar da aynı idi. Başka çare yoktu! Çünkü hukuk, adalet yoktu! Sareliler kendi aralarında para topladılar. Toplanan paranın yarısını işgalcilere, kalanını işgalcileri çıkarmak için yardımcı olanlara verdiler. Mor Gabriel Manastırı Metropoliti Samuel Aktaş, Malfono İsa Garis Sare Köyü’nü işgalcilerden kurtarma mücadelesine çok destek oldular. Sare’yi Kurtarma Heyeti’nden insanlar bir süre Mor Gabriel Manastırı’nda kaldılar. 24 Eylül 2004 tarihinde Sare’yi Kurtarma Heyeti 50 kadar jandarmanın koruması altında köye gitti. İşgalciler jandarmalara karşı “Malımızı vermeyiz!” diye direnmek istediler. Jandarma komutanının; “Bu köy sizin değil! 10 yıl önce işgal etmiştiniz! Derhal işgale son veriniz! Kanun namına emrediyorum! Köyden çıkınız!” emri üzerine, paralarını da aldıktan sonra köyden çıktılar. Jandarma komutanı Süleyman Turan’a köyün anahtarını teslim etti! 3. Sare yeniden imar ediliyor Şemun Hanne Haydo Turabdin Metropoliti Samuel Aktaş’ın Sare’ye destek ziyareti. Soldan sağa: Hacı Murat (Karalar Köyü Kubato Ailesi’nden), Fikri Turan, Dayroro Gabriel Çatı, Şemun Sönmezer, Metropolit Samuel Aktaş, Yuhanun Turan, Hanno Yıldız Arkadakiler: Midinli Pavlus Temiz ve Said Turan. Sare Köyü beş yıl süren hukuk mücadelesi sonunda işgalci Salihiler Aşireti’nden parayla satın alınmıştı. Sıra köye kimin geri gideceği meselesine geldi. Sarelilerin çoğu Avrupa’ya yerleşmiş, çocukları yeni aileler kurmuştu. Hepsinin geri dönmesi mümkün değildi. Sare Köyü’ne geri dönüp yerleşmeyi ve köyü beklemeyi Fikri Turan, Hanna İyi, Sabri Turan, Şemun Çelik ve Yusuf Geçer kabul ettiler. Fakat köy durulacak halde değildi. İşgalciler köyden çıkmadan önce her şeyi kırıp yığmışlardı. Sare Köyü’nün yeniden imar edilmesi, yıkılan evlerin onarılması, kilisenin restore edilmesi gerekiyordu. Bu işler de ancak bir heyet tarafından yürütülebilirdi. Bu arada Süleyman Turan hastalandı. Görevini bırakmak zorunda kaldı. 494 495 K e m a l Ya l ç ı n Sare Köyü’nü Koruma, Güzelleştirme ve Yaşatma Heyeti kuruldu. Aziz Turan öncülüğünde yeniden para toplandı. 2004’den 2010 yılına kadar tam altı yıl çalışıldı. Sare yaşanabilecek bir köy haline getirildi. İçme suyu sağlandı, kanalizasyon sistemi kuruldu. Bütün sokaklara, kaldırımlara, köy meydanına Avrupa standartlarına göre parke taşlar döşendi. Şemun Hanne Haydo’nun evi aslına uygun olarak restore edildi. Kapısına “Şemun Hanne Haydo Divanı” kitabesi asıldı. Sare Köyü 2010 yılında Turabdin köyleri içinde kanalizasyon sistemi, su arıtma sistemi bulunan, yolları parkeyle döşenmiş tek modern köy haline getirildi. Bu çalışmalar sırasında Basibrinliler katkıda bulundular. Sareliler ve Basibrinliler, her iki köydeki aileler el birliği yaptılar. Çünkü Basibrinliler eğer Sare Köyü Salihili korucuların işgali altında kalırsa, bir süre sonra sıranın kendilerine geleceğini, korucu Kürtlerin Basibrin’i de işgal edeceklerini çok iyi biliyorlardı. Sare’nin işgalden kurtuluşu, Basibrin’in de kurtuluşu demekti. Sare’nin geri alınması için tüm Süryani dernekleri ellerinden gelen yardımları yaptılar ve katkıda bulundular. 2018 yılında Sare’de devamlı kalan altı aile vardır. Yaz aylarında çok sayıda aile Avrupa’dan Sare’ye izine gitmektedir. Sait Turan evlendi, üç çocuğu oldu. 2014 yılından beri Sare Köyü muhtarlığını Sait Turan yapmaktadır. Salihiler Aşireti ise, bilene bilmeyene “Süryaniler zorla köyümüzü, malımızı, mülkümüzü elimizden aldılar!” diye söylenmekte, homurdanmakta, haklarının çiğnendiğini anlatmaktadırlar. Sare’ye gidenler, Şemun Hanne Haydo Divanı’nın önüne oturup yenilenmiş evlere, yeniden yeşeren hayata baktıklarında Şemun Hanne Haydo’nun, Melke Hanne Haydo’nun 496 Şemun Hanne Haydo Sare Derneği Yöneticileri Cebrail Turan ve Fehmi Eyi Sare’de köyü yeniden inşa çalışmaları sırasında Sare’de askerlerle. (Şemun Turan Arşivi’nden alınmıştır.) 497 K e m a l Ya l ç ı n ON ALTINCI BÖLÜM Canlı tarihler ve tanıklar Basibrin Köyü Muhtarı Şemun Güzel ile Şemun Turan (Basibrin, 2015 Şemun Turan Arşivi) ve bu köyü yaşatabilmek, Süryanileri kurtarabilmek için hayatlarını vermiş yiğit, fedakâr, cesur, umutlu insanların seslerini duyacaklar, kiliseye gidip onların ruhları için bir mum yakacaklardır. Yenilenen Sare Köyü vefanın, yurt sevgisinin, vatan hasretinin, kendi tarihine sahip çıkmanın, bugünlere gelebilmek için canlarını feda etmiş olan atalarına duyulan saygının ve minnettarlığın; umudun, barışın, kardeşçe bir arada yaşama arzusunun gerçek bir sembolü, canlı bir örneğidir. Sare’yi, Basibrin’i yaşatmak sadece Süryanilerin değil, vicdan sahibi insanların da görevidir. 498 Episkopos Abune Yuhanun Teber Berlin, 7.6.2015 Hori Yuhanun Teber ile Papaz Saliba Tutuk, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Yuhanun Teber, 21.3.1926 yılında Midin Köyü’nde doğdum. Hayatımın büyük bir kısmı Turabdin’de, Midin Köyü’nde geçti. 1976 yılında doğup büyüdüğüm topraklardan ayrılmak zorunda kaldım. Berlin’e geldim. Benim çocukluk yıllarımda Şemun Hanne Haydo hapiste idi. Ben ve benim yaşıtlarım Şemun’un ve kardeşi Melke’nin mücadelelerini, kahramanlıklarını, iyiliklerini dinleyerek büyüdük. Melke Hanne Haydo sayesinde çok sayıda Midinli Seyfo zamanında Basibrin’e gitmişler. Bu sayede birçok Midinli canlarını kurtarmışlardı. Onun için Midinliler Melke’nin iyiliğini hiçbir zaman unutmadılar. Gençlik yıllarımdan itibaren Şemun ile çok karşılaştım. Karşılıklı oturup konuşurduk. Bizlere başından geçenleri anlatırdı. Şemun Süryaniler içinde İngilizce, Almanca, Türkçe, Arapça, Süryanice bilen, hem Arap alfabesini, hem Latin alfabesini okuyup yazan sayılı insanlardan biriydi. Çok akıllıydı. Çok bilgiliydi. Tarihi iyi bilirdi. Şemun bilgisi, cesareti, aklı sayesinde girdiği tüm savaşlardan galip çıkmıştır. Eğer Süryanilerin bir devleti olsaydı, Şemun Hanne Haydo cumhurbaşkanı olurdu. Malfono İsa Garis Mor Gabriel Manastırı-Midyat, 30.7.2015 Malfono İsa Garis ile Turabdin Metropoliti Samuel Aktaş 503 K e m a l Ya l ç ı n Ben İsa Garis, 1947 yılında Midyat’ın Bote Köyü’nde doğdum. Şemun Hanne Haydo babamın arkadaşı idi. Bote’ye geldiği zaman bizim evde misafir kalırdı. Babamla uzun uzun konuşurlardı. Ben de onları dinlerdim. Bu konuşmalardan hayatın ne olduğunu, Süryanilerin tarihini öğrendim. Şemun’nun hafızası çok güçlüydü. Olayları en ince ayrıntılarına kadar hatırlar ve anlatırdı. Akıllı, zeki, bilgili ve sabırlı bir insandı. Hem Süryani, hem Osmanlı, hem Cumhuriyet tarihini iyi bilirdi. Allah onu Turabdin için, Süryanilerin iyiliği için yaratmıştı. Turabdin’deki devlet-ağa-aşiret ilişkilerini çok iyi biliyordu. Bu nedenle hayatta kalabilmişti. Şemun Hanne Haydo hayatını Süryanilerin hayatına feda etmiş önemli bir Süryani halk kahramanı idi. O sadece Süryaniler arasında değil, aynı zamanda Turabdin’deki Kürtler ve Müslümanlar arasında da saygın bir kahraman olarak anılıyordu. Şemun hakkında araştırmalar yaptım, onun hakkında anlatılanları dinledim. Onun hakkında kaleme aldığım Şemun Hanne Haydo başlıklı makalem aynen şöyledir: Şemun Hanne Haydo kitap duruyordu. O zamanlar dertsiz tasasız mutlu bir çocuk olarak, tarih ve toplumla ilgili konulara ilgisizliğimden kendisiyle konuşamadım. Bununla beraber, kendisine refakat ettiğim Bote’li Turabdin Metropoliti merhum Mor İvannis Afrem ile aralarında geçen konuşmaları dinliyordum. O uzun sohbetten anımsadıklarımı burada yazıya döküyorum: Şemun, Turabdinli cesur Süryani kahramanlarından biridir. Büyük bir tarihi geçmişe sahip Beth Sbirino/Basibrin Köyü’ne komşu, Estir veya Gavoyto olarak da bilinen Sare Köyü’nde dünyaya geldi. Hatırası ölümsüzleşmiş olan cesur kahraman Şemun Hanne Haydo’nun torunları köyde yaşamaya devam etmekteler. Hollanda’da yaşayan torunlarından Şemun Turan benden dedesi Şemun hakkında bir yazı kaleme almamı rica edince ortaya bu kısa makale çıktı. 1960’lı yıllarda kendisini Sare Köyü’ndeki evinde ziyaret etmiştim. Çok yaşlıydı ve çocukları tarafından değerli bir lider gibi bakılıyordu. Yatağının başucunda Arapça bir kutsal Metropolit: Çatışmalarda düşmanlarının üzerine cesurca saldırdığını duyduk. Ölmekten korkmuyor muydun? Şemun: Elbette herkes gibi ben de korkuyordum. Fakat haklı bir mücadele uğruna çatışmaya ve savaşa giren bir insan korkuyu ve ölümü unutur. Arkadaşları arasından zafer tacını almaya gayret eder. Metropolit: Arkadaşın Alike Batte nasıl bir insandı? Şemun: Arkadaşım Alike Batte güvenilir, cesur ve iyi biriydi. Fakat ara sıra birbirimizi anlamakta zorlanıyorduk. Metropolit: Neden Alike Batte ve arkadaşlarının yanında savaşmaya karar verdin? Şemun: Sizin de bildiğiniz gibi, bölgedeki halk Heverki ve Degşuri olmak üzere iki Kürt aşiretine tabi şekilde bölünmüştü. Bölgedeki yaşam şartları, biz Süryanileri de bu iki aşiret arasında bölünmeye zorladı. Nitekim ayrı bir toplum ve farklı bir inanca sahip olduğumuzdan kendimizi korumakta zorlanıyorduk. Bölgedeki Türk devlet güçleri de bizleri komşularımızın saldırıları karşısında koruyamayacak derecede zayıftı. Metropolit: Peki Türkçe, Arapça ve İngilizce dillerini nerede öğrendin? Şemun: Babam Hanne, Dayro Daslibo sakinlerine zulmedenleri öldürmekle suçlanıp Mardin Cezaevi’ne konulduğunda ailemiz de Mardin’e göç etmek zorunda kaldı. Ora- 504 505 K e m a l Ya l ç ı n daki Amerikalı Protestan misyonerlere ait kolejde bu dilleri öğrendim. Kolejden mezun olduktan sonra Göliye Köyü’ne öğretmen olarak atandım. O günden bugüne Kutsal Kitabı okumayı çok seviyorum. Metropolit: Kürtlerin senin için düzdükleri methiyeyi duyduğunda neler hissediyorsun? Şemun: Bu soruyu cevaplamadan önce, sizin ne hissettiğinizi duymak isterim. Metropolit: Bir Süryani olarak, değerli bir Süryani için yapılan övgülere seviniyorum. Sanırım buna her Süryani sevinir. Şemun: Buyurduğunuz o Süryanilerden biri olarak, ben de değerli insanların methini duyduğumda seviniyorum. Metropolit ile Şemun Hanne Haydo birçok konuda konuşup sohbet ettiler, ne var ki çocukluğumun verdiği coşku onların tüm konuşmalarına kulak vermemi engelledi. Buna rağmen, Metropolit’in yaşlı ve tecrübe sahibi Şemun ile yaptığı bu sohbetten çok mutlu olduğunu hissedebiliyordum. Yıllar önce köylerini terk etmek ve diasporaya göçmek durumunda kalan Şemun Hanne Haydo ailesi ve köylüleri, başta Süleyman Dibo Turan olmak üzere, Turabdin Metropoliti Mor Timotheos Samuel Aktaş’a köylerine geri dönme isteklerini ilettiler. Tanrı’nın inayetiyle Metropolit, Şemun’un torunları, köylüleri ve komşuları Beth Sbirino/Basibrin Köyü sakinleri ile beraber gayret edip, köye yerleşip köyü sahiplenmek isteyen Zohran’lı Kürtleri Şırnak Valiliği kararıyla çıkarmayı başardılar. Köy boşaltıldıktan sonra, Kahraman Şemun’un torunu Malke oğlu Fikri Turan, Almanya’dan dönüş yaparak köye muhtar oldu. Şemun’un bir başka torunu olan İsa oğlu Yuhanun Turan’da, atalarından miras kalan ata topraklarına Sare Köyü’ne yerleşti. 506 Şemun Hanne Haydo Bugün Kahraman Şemun’un ruhu, atalarının mirasını korumak adına çaba gösteren torunları ve Beth Sbirino/Basibrin sakinleri sayesinde göksel mekânda sevinmekte. Sare Köyü’nün asıl sahiplerine iade edilmesi ve tekrar yerleşime açılması beni de en az onlar kadar sevindirdi. Bu nedenle Kahraman Şemun’un adını yaşatan torunu Şemun Turan’ın bu isteğini sevinçle kabul ettim. Dolayısıyla bu kısa hatıramın, bölgedeki zorluklara direnerek kutsal miraslarını koruyan, Merhum Şemun başta olmak üzere çocukları, torunları, köylüleri Sare ve Beth Sbirino/Basibrin sakinlerine bir saygı ve vefa göstergesi olarak kabul görmesini diliyorum. Başdiyakon Malfono İsa Garis Turabdin-Midyat Mor Gabriel Manastırı, 26 Eylül 2016 (Süryaniceden Türkçeye Yuhanun Gares tarafından tercüme edilmiştir.) 507 K e m a l Ya l ç ı n Abune Hori Gabriel Kaya Hengelo- Hollanda, 28.11.2015 Şemun Hanne Haydo Abune Hori Gabriel Kaya, Hengelo, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Midyat’ın Hah Köyü’nde doğdum. Bizim aile Hevêrkalılardan sayılırdı, hâlâ da öyledir. Babam Kırho Lahdo, Şemun’u çok iyi tanıyordu. Babam 1900 doğumlu idi. Seyfo sırasında 15 yaşında bir gençmiş. Şemun hapisten çıkıp Süryanileri toparlamaya çalıştığında babam Şemun’un yanında yer almış, çatışmalara katılmış. Babam Şemun’u çok sever ve sayardı. Şemun arada sırada Hah’a geldiği zamanlarda babam onu misafir ederdi. Ben Şemun ile babamın konuşmalarını dikkatle dinlerdim. Bir sohbet sırasında babam “Şemun Amca sen hiç korkmuyor musun?” diye sormuştu. Şemun hemen cevap verdi: “Oğlum ben de bir insanım. Her insan gibi bende korkuyorum. Fakat ben ve bizler savaşmaya mecbur olduk!” Benim çocukluğumda köylüler bir araya geldikleri zaman geçmiş günleri, özellikle Seyfo günlerini anlatırlardı. Anlatılanları dikkatle dinlerdim. Köylüler hep Şemun’un cesur, akıllı, vicdanlı bir kahraman olduğunu anlatırlardı. Hah’a gelen Kürt destancılar onun hakkında türküler söylerlerdi. Eğer Süryanilerin bir devleti olsaydı Şemun Hanne Haydo cumhurbaşkanımız olurdu. Osmanlı Devleti 1913 yılında dört Kürt ağası ile birlikte Şemun’u tutuklamış, hapse atmıştı. Babam “Eğer Seyfo sırasında Şemun hapiste olmasaydı, Süryanilere çok yardımcı olurdu,” derdi. Ben Hori Gabriel Kaya olarak babamdan, büyüklerimizden duyduklarımı, kendi gördüklerimi değerlendirdiğimde şu sonuca varıyorum: Haydolar soyu hep cesur, akıllı, savaşkan insanlar ve liderler çıkarmıştır. Şemun Hanne Haydo sadece cesur bir insan değil, aynı zamanda koleji bitirmiş, beş dil bilen bilgili, akıllı, düşünceli bir insandı. Osmanlı ve Cumhuriyet kanunlarını iyi biliyordu. Şemun hayatında yapmış olduğu 508 509 K e m a l Ya l ç ı n tüm savaşlardan galip çıkmıştır. O hiç yenilmemiştir. Çünkü o atacağı her adımı iyice düşünerek atar, vereceği her kararı çok yönlü düşünerek verirdi. Ayrıca Şemun insanları, çocukları severdi. Adaletli, vicdanlı bir insandı. Şemun Hanne Haydo Nisani Kaya Hengelo- Hollanda, 28.11.2015 Nisani Kaya ile Gabriel Kaya, Hengelo, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Abune Hori Gabriel Kaya’nın eşiyim. Hah Köyü’nde doğdum. Ağabeyim Hanne Aydın 1952 yılından itibaren Hah’ta muhtarlık yaptı. Annemden, babamdan, büyüklerimden daima Şemun Hanne Haydo’nun kahramanlıklarını, yaptığı iyilikleri duydum. Büyüklerimiz biz çocukları toplar, Şemun’u anlatırlardı. Biz çocuklar Şemun gibi cesur, akıllı olmak istedik. 510 511 K e m a l Ya l ç ı n Ağabeyimin muhtar odasına gider, orada Şemun hakkında konuşulanları dinlerdim. Gelen misafirler genellikle Hevêrka Aşireti’nden insanlardı. Şemun’u anlatırlardı. Benim çocukluğumda cesur insanlar için, “Maşallah! Sen de Şemun Hanne Haydo gibi oldun!” derlerdi. Zaman değişti artık! Zaman o zaman değil, ama ben istiyorum ki Süryaniler arasından Şemun gibi insanlar çıksın! Onların soyu devam etsin!” Şemun Hanne Haydo İsa Gergin Hengelo-Hollanda, 28.11.2015 İsa Gergin ile Hanımı Hazme Turan Gergin, Hengelo, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben İsa Gergin, 1942 yılında Sare Köyü’nde doğdum. Şemun Hanne Haydo’nun soyundanım. 1962’de askere gittim. Manisa Acemi Birliği’nden sonra haritacı olarak Aydın-Söke Harita Kıtası’nda ve daha sonra Antalya Elmalı Bölgesi’nde görev yaptım. 1963’te izine geldim. Şemun ile uzun uzun konuştum. Gözleri barut dumanından zarar görmüştü, az görüyordu, gözlerinde kaşıntı vardı, göz damlası kullanıyordu. 512 513 K e m a l Ya l ç ı n Hanne Haydo Mardin’de hapiste yattığı yıllarda onun çocukları olan Şemun’a, Melke’ye ve Sare’ye benim ninem Meryem bakmıştır. Babam Musa Meryem’in oğlu idi. Babam bana hatıralarını, görüp yaşadıklarını çok anlatırdı. Şemun yakın akrabamızdı. Ben babamın, annemin, Şemun’un anlattığı hatıraların içinde büyüdüm. Şemun bana ve diğer çocuklara çok iyi davranırdı. Onu ziyaret ederdik. Etrafına toplanır, anlattıklarını dikkatle dinlerdik. Bize Mardin Amerikan Koleji’nde geçen okul yıllarını anlatırdı. Bazen bize İngilizce cümleler söylerdi. “Çocuklar ben okuma yazma bildiğimden, İngilizce, Almanca, Türkçe konuştuğumdan çeşitli belalardan, hatta ölümlerden kurtuldum. Okuyun, dil öğrenin!” derdi. Bize şeker verirdi. Biz çocuklar büyüyünce Şemun gibi kahraman olmak isterdik. Çok iyi hatırlıyorum. Bir gün bize 1935 yılında Basibrin Köyü’nde, İsmet İnönü ile karşılaşmasını ve konuşmalarını anlatmıştı. İsmet İnönü Basibrin yakınındaki Türkiye’nin ilk petrol arama kuyusundaki çalışmaları denetlemeye gelmiş. Kimse Türkçe bilmiyormuş. Sadece Şemun Türkçe konuşuyormuş. İnönü bölge hakkında, Süryanilerin durumu hakkında sorular sormuş. Şemun da düzgün Türkçesiyle cevaplamış. İnönü çok memnun kalmış. Şemun doktorluk da yapardı. Sağlıkçı idi. Ölümcül çıbanları yakarak iyileştirirdi. Gewriye de çıban yakardı. Kırık çıkıkları iyileştirirdi. Diş çekerdi. Hasta hayvanları iyileştirirdi. Haksızlıklar, adaletsizlikler, baskılar Şemun’un silaha sarılmasına, bizlerin de yerimizden, yurdumuzdan koparak Avrupa’ya, Hollanda’ya, Almanya’ya, İsveç’e göç etmemize sebep oldu. Ben de ailemle birlikte 1976 yılında Hollanda’ya gelmek zorunda kalmıştım. 514 Şemun Hanne Haydo İsa Gergin Ailesi. Ayaktakiler soldan sağa: Gabro, Lahdo, İsa Gergin, Barsawmo. Oturanlar soldan sağa: Yusuf, Anne Sikko, Baba Musa Gergin, Seyde, Meryem, 1988, Almanya, (İsa Gergin Arşivi’nden alınmıştır.) Benim düşünceme göre eğer Süryanilerin bir devleti olsaydı ya da Türkiye’de Hıristiyan-Müslüman, Türk-Kürt-Süryani ayrımı olmasaydı, Seyfo olmasaydı, tüm vatandaşlara eşit haklar verilseydi Şemun Hanne Haydo da vali olurdu, bakan olurdu, belki de İnönü gibi devlet adamı olabilirdi. 515 K e m a l Ya l ç ı n Hazme Gergin Turan Hengelo-Hollanda, 28.11.2015 Şemun Hanne Haydo İsa Arslan Hengelo-Hollanda, 28.11.2015 Ben Hazme Turan 1945 yılında Sare’de doğdum. Haydo’nun dört çocuğu olmuş. Hanne, Yawse, Gewriye ve Meryem. Meryem ile Musa evlenmiş. Benim büyük annem Meryem idi. Bu nedenle ben Haydolar soyunun bir evladıyım. Kocam İsa Gergin ile aynı soydan geliyoruz. Benim çocukluğum ve gençliğim Sare’de geçti. Süryanilerin ve ailemizin başına gelenleri annemden, babamdan dinlerdim. Ayrıca çocuklarla birlikte sık sık Şemun’u ziyarete giderdik. Bize hatıralarını anlatırdı. Bize öğütler, örnekler verirdi. Ben onun gibi olmak, çocuklarımın onun gibi kahraman, cesur, bilgili olması isterdim. Ben babamdan çok, Şemun’u kendime örnek aldım. İsa Arslan, Hengelo, 2015, (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) 1936 yılında Aynwardo Köyü’nde doğdum. Bizim sülalemiz 1915’te Aynwardo direnişine katılmıştı. Babam Gello Griğo direniş liderlerinden biriydi. Benim babam Dekşüri Aşireti’ni, yani Çelebileri tutuyordu. Şemun Hanne Haydo ise Hevêrka Aşireti’ni tutuyordu. Buna rağmen babam ile Şemun iyi geçinirlerdi. Babam Şemun’u bir Süryani Kahramanı olarak kabul ediyor, büyük saygı gösteriyor, onu ziyarete gidiyordu. Ben babamla birlikte birkaç kere Şemun’un yanına gittim. Onların sohbetlerini dinledim. Şemun da Aynwardo’ya geldiği zaman babamla görüşür, geçmiş olay516 517 K e m a l Ya l ç ı n ları konuşurlardı. Bu sohbetleri yaşlılar, gençler dinlerdi. Ben dört sene Sare’de Şemun Hanne Haydo ailesine çobanlık yaptım. Bu nedenle Şemun Hanne Haydo Ağa’yı çok yakından tanıdım. Herkes Şemun’u takdir eder, onu hayranlıkla anlatırdı. Çocuklar ve gençler için Şemun örnek bir Süryani kahramanı idi. Ben çocukluğum ve gençliğimde Şemun gibi kahraman olmak, Süryanilerin haklarını savunmak isterdim. Şemun benim için bir umut idi. Hâlâ ona büyük saygı duyarım. Kürtler, Müslümanlar da Şemun’a saygı duyarlardı. Kürt destancılar onun hakkında türküler söylerlerdi, günümüzde de hâlâ söylemektedirler. Süryaniler bugün hâlâ Turabdin’de, Sare’de, Basibrin’de Şemun Hanne Haydo’nun hatıralarıyla, onun verdiği cesaret ve umutla yaşamaktadırlar. Şemun Hanne Haydo Süleyman Dibo Turan Hengelo-Hollanda, 29.11.2015 Süleyman Dibo Turan, Hengelo, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) 518 519 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Ben Süleyman Dibo Turan, 1943 yılında Sare Köyü’nde dünyaya geldim. Şemun Hanne Haydo’nun torunuyum. Hayatımın yaklaşık 20 yılı büyükbabamız Şemun ile beraber geçti. Benim hayatımda, benim kişiliğimde onun etkisi çok büyüktür. Ben çocukluğum ve gençliğimde hep onun gibi olmak isterdim. Onun torunu olmak benim için, bizler için büyük bir şereftir. Ben hayatımda daima onu kendime örnek aldım. Süryani tarihini, Seyfoyu, Seyfo sonrası olayları büyükbabamız Şemun’dan dinledim ve öğrendim. Çok iyi hafızası vardı. Olayları en ince ayrıntılarına kadar hatırlar, yorulmadan anlatır, geçmiş günleri yaşar ve bizlere yaşatırdı. Şemun sadece Süryanilerin başına gelenleri değil, Ermenilerin ve diğer Hıristiyanların yaşadıklarını da anlatırdı. Çok iyi hatırlıyorum, bir gün bize 1915 yılında, Harput Cezaevi’nde yaşadıklarını, gördüklerini anlatmıştı. Ermenileri toplayıp gelmişler, Harput Cezaevi’nin avlusuna doldurmuşlar. Şemun bir fırsatını bularak Ermenilerle konuşmuş. “Sizi nereye götürüyorlar biliyor musunuz?” “Suriye’ye götüreceklermiş!” “İnanmayın! Hepinizi dağın ardında öldürecekler! Başınızın çaresine bakın!” “Ne yapalım?” “Siz düşünün!” Bu konuşmadan bir gün sonra 200 kadar Ermeniyi Harput Hapishanesi’nin avlusunda katletmişler. Şemun bu olayı gözleriyle görmüş. Anlatırken ağlamıştı. Şemun başka bir gün bizlere Harput Cezaevi’nden Alike Batte ile kaçışlarını, Alike Batte ile birlikte yaptıkları savaşları anlatmıştı. Şemun uzak görüşlü bir insandı. Karar vermeden önce araştırır, inceler, düşünür sonra karar verirdi. İnsanlar ara- sında barış ve sevgi olsun isterdi. Dürüst davranan insanları affederdi. Hayatında Haco Ağa’yı hiç affetmedi. Haco Ağa’yı Taka Köyü’nde ölümden kurtarmıştı. Fakat Haco Ağa nankör davrandı. Haco Ağa 1915’te el koyduğu bir Ermeni kadınına dilekçe yazdırdı. “Şemun 350 asker öldürdü!” diye hükümete şikâyet etti. Çelebi Ağa ise Haco Ağa’ya göre daha dürüst davranmıştı. Çelebi Ağa ile Şemun Antep Cezaevi’nde beraber kalırken anlaşmışlardı. Çelebi Ağa hapiste hastalanmıştı. Okuma yazma bilmediğinden vasiyetini Şemun’a yazdırmıştı. Çelebi Ağa vasiyetini yazdırmasından bir müddet sonra Şemun’un kucağında ölmüş. Cesedini yok etmişler. Ailesine vermemişler. Ben bütün bu bilgileri Şemun’dan öğrendim. 520 521 K e m a l Ya l ç ı n Muksiye Sare Turan Gronau-Almanya, 8.10.2016 Şemun Hanne Haydo Muksiye Sare Turan, Gronau, 2016 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Muksiye Sare Turan, 1932 yılında Basibrin Köyü’nde doğdum. Annem Hindé Ayaz, Babam Denho Ayaz idi. Biz dört kardeştik. En küçükleri bendim. Yusuf adında bir ağabeyim, Hasna ve Hatuni adlarında iki ablam vardı. Ben Yusuf Turan ile evlendim. Hanıme, Şabo, Samo, Şemun, Cebrail, Nursan ve Aziz adlarında yedi çocuğumuz oldu. Sare Köyü’nde herkes Şemun Hanne Haydo’ya “Baba” diye hitap ederdi. Ben Seyfoyu yaşamadım. Annemden, babamdan ve Şemun Baba’dan dinledim ve öğrendim. Annem başına gelenleri bizlere anlatmak istemezdi. Büyüyüp evlendikten sonra yaşadıklarını tek tek, isim isim anlatmıştı. Şimdi aynen aklımda. Annemin anlattığına göre olaylar şöyle olmuş: 1917 yılında Salihiler Aşiretinin adamları Melke’yi öldürmüşler. Yakaladıkları adamları Piyoki’nin evine toplayıp katletmişler. Ölüleri Basibrin meydanına yığmışlar. Yakaladıkları kızları, kadınları toplamışlar, yaşlı kadınları öldürmüşler. Kaçırılan kadınlardan biri de Annem Hindé imiş. Annem dört yıllık evliymiş. Üç yaşında Yusuf adında bir oğlu varmış. Salihiler kaçırdıkları kadınları, kızları kendi aralarında paylaşmışlar. Salihiler’in köyü üç ayrı mezradan oluşuyormuş. Annemi “Ferho” adında Sohran Mezrası’ndan bir Kürt almış. Annemi Müslüman yapmak istemiş. Annem “Ölürüm, Müslüman olmam!” demiş, evlenmemek için kendini su kuyusuna atmış! Ölmemiş! Kuyudan çıkarmışlar, geri zekalı, pis kokan Hamo adlı bir Kürt ile zorla evlendirmişler. Annemin oğlu Yusuf ’u başka birine vermişler. Üç yaşındaki çocuğa çok kötülük yapmışlar. Annem hiç istemeden bir oğlan doğurmuş. Ona Aziz adını vermişler. Evdeki Kürt kadınları ve gelinleri anneme hiç yardım etmemişler. Annemi köle gibi kullanmışlar. 522 523 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo’nun kızı Azze Köre de kaçırılmış. Azze’ye annemin kaldığı Sohran Köyü’nde Nıhmetto adlı Kürt ailesi el koymuş. Kaçırılan kadınlar kendi aralarında gizli gizli haberleşirlermiş. Şemun’un hapisten kurtulduğunu öğrenmişler. Kendilerine cesaret gelmiş. Annem iki oğlunu bırakarak kaçmış, Şemun’a sığınmış. Şemun daha sonra haber göndermiş. “Sizin çocuğunuz sizde kalsın, bizim çocuğumuzu geri verin!” demiş. “Sizin çocuğunuza baktık! Ekmek verdik. Masrafımızı ödeyin!” demişler. Şemun Baba on altın lira vererek ağabeyim Yusuf ’u kurtarmış. Ben de zorluklar yaşadım. Fakat annemin yaşadıkları yanında benimkiler anlatmaya değmez! İnsan insana bu kadar kötülükleri nasıl yapıyor? Anlamadım, anlayamıyorum! Şemun Hanne Haydo Gebro Geçer Enschede-Hollanda, 8.10.2016 Gebro Geçer ile Hanıme Geçer, Enschede, 2016 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Gebro Geçer. 1936 yılında Hazak’ta doğdum. Şamas Stayfo’nun ailesindeniz. Çocukluğum, gençliğim Hazak’ta geçti. Marangozluk öğrendim. Usta oldum. Turabdin Bölgesi’nde birçok okul, hastane, lojman yaptım. Basibrin İlkokulu ve Hazak Atatürk Heykeli benim eserimdir. Çok iyi hatırlıyorum. Şemun Hanne Haydo birçok kez Hazak’a gelmişti. Hazaklılar onu metropolit gibi karşılarlardı. Şemun’un elini öpmek için büyük küçük, kadın erkek herkes sıraya girerdi. 524 525 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo bir gün Hazak’a gelmişti. Yanına gittik. Onu ilk kez görüyordum. Bıyıklı idi. Elini öptüm. Bana “Sen adam olacaksın!” dedi. Bu söz aklımda kaldı. Şemun Hanne Haydo büyük bir Süryani kahramanı idi. Babam, “Şemun büyük bir kahramandır. Devlet onu bilerek 1913’te tutuklamış, Harput Cezaevi’ne kapatmıştı! Eğer Seyfo sırasında hapiste olmasaydı, Süryanilerin katledilmesini önleyebilirdi.” diye anlatmıştı. Şemun Hanne Haydo Lahdo Altun Gewriko Gronau-Almanya, 8.10.2016 Lahdo Altun Gewriko, Gronau, 2016 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Lahdo, 1931 yılında doğdum. Yaşım 85 oldu. Çocukluğum, gençliğim korkular içinde geçti. Suçumuz Hıristiyan olmaktı! Başımıza ne geldiyse Müslümanlardan geldi. Şemun Hanne Haydo biz Süryanilerin kahramanıdır. Ben Şemun’u gördüm. Defalarca onun ziyaretine gittim. Eğer Şemun Hanne Haydo 1915’te hapiste olmasaydı Turabdin’de Seyfo’yu önleyebilirdi. Önleyemeseydi Seyfonun bu kadar kanlı olmasını engelleyebilirdi. Onu bilerek 1913’de hapse atmışlardı. 526 527 K e m a l Ya l ç ı n Süryanilerle Müslümanlar arasındaki kavgalarda, savaşlarda biz her zaman Haydolarla beraberdik. Hanna Rimo, benim amcam idi. Melke Hanne Haydo’nun adamıydı ve onun yanında Basibrin’e saldıran Salihiler Aşireti’ne karşı savaşmıştı. Hanna Rimo Salihiler Aşireti Ağası Muhammede Amer’i tek kurşunla alnından vurup öldürmüş, böylece Süryanileri ölümden kurtarmıştı. Ben Azze Altun Çelik ile evlendim. Hanno, Garibo, Rimon, Aday, Nicme, Sıtıre, Seyde, Fehima, Sone, Sara ve Şimuni adlarında on bir çocuğumuz oldu. Ben son zamanlarda biraz unutkan oldum. Karım Azze anlatsın benim yerime. Şemun Hanne Haydo Azze Altun Çelik Gronau-Almanya, 8.10.2016 Azze Altun Çelik, Gronau, 2016 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) 528 529 K e m a l Ya l ç ı n Ben Azze Altun Çelik, 1932 yılında doğdum. Şemun Hanne Haydo’yu bizim köylüler çok seviyordu. Şemun bizim çocuklarımızın vaftiz babasıdır. Bizi kendi evlatları gibi severdi. Ağabeyim Yusuf Çelik uzun yıllar Şemun’un çobanlığını yaptı. Şemun çobanı ile oturup yemek yerdi. Ağabeyim anlatmıştı. Bir gün dağda kurt büyük bir keçiyi yemiş. Ağabeyim buna çok üzülmüş. Eve geç dönmüş. Şemun çobanın gelmesini beklemiş. Yemek yememiş. Ağabeyimi üzgün görünce “Ne oldu, neden geç kaldın, neden üzgünsün?” diye sormuş. Ağabeyim, “Kurt büyük keçiyi yedi!” cevabını vermiş. Şemun hiç kızmamış. “Bir keçi için üzülme, kurt hepsini yese de bir şey olmaz! Yeter ki sana bir şey olmasın, sen sağ olasın!” demiş. Ablam hastalanmıştı. Ensesinde büyük bir çıban çıkmıştı. Ablamla birlikte Şemun’un evine gittik. Yaşlanmıştı. Gözü iyi görmüyordu. Oğluna tarif etti. “Şişi kızdır, çıbana sok!” dedi. Ablamı ölümden kurtarmıştı. Şemun Hanne Haydo Abuna Hori Lahdo Özkaya Gronau-Almanya 8.10.2016 Abuna Hori Lahdo Özkaya, Gronau, 2016 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Lahdo Özkaya. 1937 yılında Enhil Köyü’nde doğdum. Babam Denho Bisso, Enhil Köyü lideri idi. Bizim sülaleye Bissolar denir. Çocukluğum, gençliğim Enhil’de geçti. Süryani tarihini ve Enhil Köyü’nün tarihini babamdan öğrendim. Bizim aşiretimiz Azizke Aşireti’ne bağlıymış. 530 531 K e m a l Ya l ç ı n Babam Bisso, Şemun Hanne Haydo’yu lider olarak kabul ediyor ve ona çok saygı gösteriyormuş. Alike Batte 1918’de 450 kadar silahlı adamıyla bizim köye zarar vermek istemiş. Şemun o zamanlar Alike Batte ile berabermiş. “Dur! Aliko dur! Bisso’nun aşireti bana aittir! Ortada bir mesele varsa ben konuşur, ben hallederim!” demiş. Enhil’de yaşayan Süryanileri ve Müslümanları Alike Batte’nin gazabından kurtarmış. Seyfodan sonraki dönemlerde de Süryanilere çok haksızlıklar yapıldı. Adıyaman Süryani Kilisesi kapatıldı, önce cezaevi, sonra askeriyenin ambarı olarak kullanıldı. 1946’da yeniden kilise haline getirildi. Ben 1968 yılında Adıyaman Kilisesi’nde papazlık görevime başladım. 1985’e kadar zor şartlarda görevime devam ettim. Oğlum Fatrus İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi giriş sınavını kazanmıştı. Adıyaman Milli Eğitim Müdürü ismi Fatrus olduğu için oğlumun üniversite eğitimine engel oldu. Oğlumu Hukuk Fakültesi’ne gönderemedim. Seyde Özkaya ile 1940 yılında evlendik. Firyal, Fatros, Eyüp, Yakup, Aram ve Mariya adlarında altı çocuğumuz oldu. 1986 yılında ailem ile birlikte Almanyaya’ya gelmek zorunda kaldım. Ben 1962 yılında Şemun ile görüşmek için Sare’ye gittim. Seyfo olaylarını sordum. “Eğer ben cezaevinde olmasaydım, Seyfo ya olmaz ya da katliamın büyük kısmını önlerdim,” dedi. Ben Lahdo Özkaya olarak düşüncem şudur: İyi ağaç hem güzel hem tatlı meyve verir. Haydolar ağacı güzel, cesur, akıllı bir Süryani ağacıdır. Bu ağacın kökleri çok derinlere gider. Şemun’un dedesi Turabdin’de lidermiş, babası lidermiş. Şemun Hanne Haydo da büyük bir Süryani lideri idi. 532 Şemun Hanne Haydo Yusuf Tozman dbe Kaşo Sawme Kirchardt -Almanya, 18.6.2016 Yusuf Tozman dbe Kaşo Sawme, Kirchardt-Almanya, 2016 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) 533 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Ben Yusuf Tozman, 1932 yılında Basibrin’de doğdum. Bizim sülalemize “Kaşo Sawme Sülalesi” denirdi. Annemin adı Meryem, babamın adı Sawme idi. Ben çocukluğumu hatırlamıyorum. Almanya’ya gelinceye kadar Basibrin Köyü’nün çobanı idim. Çiftçilik de yaptım. 1953 yılında askere gittim. İzmir-Bergama’da askerlik yaptım. 1955’te teskere aldım. Midinli Delale ile evlendim. Altı çocuğumuz oldu. Melke Hanne Haydo’nun 40 kişilik direniş komitesinde bizim aileden Gewriye, Aziz ve Yusuf yer almış. Komitedeki her kişinin belli bir görevi varmış. Melke temizliğe, düzene ve disipline çok önem veriyormuş. Bu nedenle 1915 yılının Ağustos- Eylül aylarında Turabdin’de ortaya çıkan ve 80-90 bin kadar insanın ölümüne neden olan kolera salgınında Basibrin fazla zarar görmemiş. Benim dedem Denho, Basibrin Köyü bekçisi imiş. 1917 Haziran ayında Mor Dodo Kilisesi’ni karakol yapan komutan Denho’ya “Git, Melke’yi çağır gel!” demiş. Melke, Denho ve muhtar Gewriye dbe Kaşo silahsız olarak Mor Dodo Kilisesi’ne gitmişler. Hain tuzaktan haberleri yokmuş. Melke’yi öldürdükten sonra katliam başlamış. Dedem Denho kilisenin başında askerlerin beyaz bayrak sallayarak işaret verdiklerini görmüş. Şemun Hanne Haydo Basibrin direnişinin lideri Melke’yi öldüren, Süryanilere katliam yapan, kadınları kızları kaçıran Salihiler Aşireti Ağası Evdoyo Hüseyin’i 1922 yılında Basibrin’de öldürmüş. Bu olaydan sonra Şemun tekrar hapse girmiş. Salihiler Aşireti Basibrin’i tekrar işgal etmişler. Biz Şemun Hanne Haydo’ya “Amca” derdik. Bizim aileye gelip giderdi. Başından geçenleri anlatırdı. Herkese yardımcı olurdu. İnsanların dertlerine derman olurdu. Şemun Amca bir numara ağa idi. Fakat ben onun haksızlık yaptığını hiç duymadım. Bizim ailemiz çok uzun yıllardan beri Haydolar ile beraberdi. Seyfodan önceki yıllarda Şemun Amca ile beraber savaşıyorlarmış. Biz Süryaniler Basibrin ve Sare köylüleri olarak Şemun Amca ve Melke Hanne Haydo gibi kahramanlar, büyük insanlar, liderler yetiştirdiğimiz için çok mutluyuz! Bizler onlarla şeref duyuyoruz! Ben Şemun Turan’ın babası Yusuf Turan ile beraber yaşadım, onu yakından tanıdım. Yusuf çok cesur bir insandı. Tek başına beş hırsıza karşı direnmiş, onları yaralamıştı. Hırsızlar kaçarak canlarını kurtarmışlardı. Yusuf ’un cesurluğu Turabdin’de dilden dile anlatılıyordu. 534 535 K e m a l Ya l ç ı n Hazme Ünal Ahlen-Almanya, 19.6.2016 Şemun Hanne Haydo Ben Hazme Ünal, 1930 yılında doğdum. Annemin adı Meryem, babamın adı Aho idi. Annem Sare Köyü’ndendir. Ben Seyfo sırasında yaşananları annemden duydum. Annemin ailesine Söduko ailesi denir. Seyfo sırasında Basibrin direnişine katılmışlar. Melke Hanne Haydo 1917’de öldürüldükten sonra annemin ağabeyi, dayısı Afrem öldürülmüş. Afrem’in karısı kocasını korumak için üstüne kapanmış, onu da öldürmüşler. Basibrin katliamından kurtulabilenler kaçmışlar. Annemin ailesi Midyat’a kaçmış. Annem Midyat’ta Basibrin doğumlu Lahdo dbe Yako ile evlenmiş. Erkek kardeşleri ölünce Sare’deki mallar anneme kalmış. Şemun “Sare’ye geri dönün, mallarınızı size vereceğim,” diye haber göndermiş. Annem ve babam geri dönmüşler. Şemun anneme ve babama ait olan malları onlara teslim etmiş. Ben sık sık Şemun’un yanına giderdim. Onu çok seviyordum. Ağabeyimin çenesinde bir çıban çıkmıştı. Annem, ben ve abim Şemun’un yanına gittik. Şemun büyük bir iğneyi ısıttı, ağabeyimin boynuna, arkadan soktu. Bana ve ağabeyime ceviz verdi. Çok sevinmiştim! Ağabeyim iyileşti. Babamın ayağını yılan sokmuştu. Onu da iyileştirmişti. Şemun Hanne Haydo işte böyle bir insandı. Ağa idi. Fakat kimsenin malına el koymadı, haksızlık yapmadı, adaletli davrandı. Süryaniler ona çok büyük saygı duyuyordu. Sadece Sare ve Basibrin’de değil, çevre köylerde de metropolit gibi saygı ve sevgiyle karşılanırdı. Hazme Ünal, Ahlen-Almanya, 2016 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) 536 537 K e m a l Ya l ç ı n Hatune Çiçek dbe Muşe Ahlen-Almanya 19.6.2016 Şemun Hanne Haydo Ben Hatune dbe Muşe, 1929 yılında Basibrin’de doğdum. Annemin adı Sare, babamın adı Muşe idi. Basibrin katliamı sırasında annem, babam ve 25-30 kadar Süryani canlarını kurtarmış, dağlara kaçmışlar. İki hafta aç susuz bir mağarada saklanmışlar. Açlıktan ölmemek için palamut ve ot yemişler. Biz Seyde, Besse, Ferida, Hatune, İsa ve İşo adlarında altı kardeştik. Şemun Hanne Haydo’yu çok gördüm. Onu çok seviyordum. O bizi kurtaran ve koruyan bir insandı. Hatune Çiçek dbe Muşe, Ahlen-Almanya, 2016 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) 538 539 K e m a l Ya l ç ı n Hapsuno Kara Paderborn-Almanya, 19.6.2016 Şemun Hanne Haydo Ben Hapsuno Kara, 1954 yılında Mğare Köyü’nde doğdum. Annemin adı Nisane, babamın adı Bahho idi. Annemin babası İskender Arslan 15 yıl Haco Ağa’ya kölelik yapmış. Haco’nun evine gelip gidenleri görüyor, misafir odasında konuşulanları dinliyor, kimi öldürdüğünü, kimi kime öldürttüğünü biliyormuş. Seyfoyu görmüş ve yaşamış. Haco Ağa, kölesi İskender’i, 1915’te Sason katliamından kurtulan ve kendisine sığınan bir Ermeni ailenin kızıyla evlendirmiş. Dedem İskender Arslan Haco Ağa’nın ölümünden sonra kölelikten kurtulmuş. Biz Şemun Hanne Haydo’ya “Şemun Amca” derdik. Ben Şemun Amca’yı görmedim. Onun hikâyesini İskender ve Gorgis Dedemden duydum ve öğrendim. İskender Dedem, “Haydolar sülalesi çok cesur insanlarmış. Şemun’un cesurluğu ailesinden geliyormuş, Şemun hem akıllı, hem bilgili, hem cesur, hem de becerikli bir adamdır!” derdi. Dedemlerin anlattığına göre, Şemun Amca 1912, Balkan Harbi yenilgisinden sonra başlarına bir felaket geleceğini tahmin etmiş ve bu felaketi önleyebilmek için Süryanileri örgütlemeye çalışmış. Bir gün Arbo Köyü’ne gelmiş. Burada Şemun Ciddo, Şemun Abdalla ile birlikte toplantı yapmış. “Yeni bir felaket geliyor, hazırlık yapalım, Süryanileri örgütleyelim!” demiş. Şemun Amca, Aliko Batte Ağa ile konuşmuş. “Aliko! Ben Hıristiyan, sen Müslüman, o Ezididir. Bu ayrımlara kafa takmayalım! Bizim meselemiz din meselesi değildir. Biz Müslüman-Hıristiyan; Kürt, Süryani, Ezidi bütün insanların bir arada, barış içinde yaşamasını sağlayalım. Canımızı, malımızı, namusumuzu korumak için birlik olalım!” demiş. Anlaşmışlar. Fakat Osmanlı Devleti 1913 yılında Şemun Ağa’yı, Alike Batte Ağayı, Haco Ağa’yı, Serhano Ağa’yı ve Çelebi Ağa’yı tutuklamış, Harput Cezaevi’ne kapatmış. Şemun Ağa ve Süryanileri desteklemeye söz vermiş olan Alike Batte tutuklanınca Süryanilerin düzeni bozulmuş, lidersiz, savunmasız kalmışlar. Şemun Amca tutuklanınca onun yerine kardeşi Melke Hanne Haydo geçmiş. Basibrin, Sare ve çevre köylerde yaşayan Süryanileri örgütlemiş. Seyfo sırasında İzlo Dağı’na çıkan ve Gelle Nisani komutası altında örgütlenen Süryaniler ile Basibrin’deki direniş lideri Melke arasında irtibat varmış. Geceleri birbirlerine tuz, şeker, mermi, silah yardımı yapmaya çalışıyorlarmış. Bizim aşiretimize Arboye Aşireti denir. İzlo Dağı bölgesinde yedi köy Arboye Aşireti’ne bağlıydı. Ayrıca Suriye’de 540 541 Hapsuno Kara, Paderborn-Almanya, 2016 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Mekkö Yanık Paderborn-Almanya, 19.6.2016 de Arboye Aşireti’nin köyleri vardı. Arboye Aşireti Süryani direniş merkezlerine, Basibrin’e, Aynwardo’ya yardım ulaştırmaya çalışıyormuş. Haberleşme çok zormuş. Katliamdan kurtulup dağlara, mağaralara saklanmış insanlarla irtibat kopmuş. Kim öldü, kim sağ kaldı bilinemiyormuş. Benim görüşüme göre Seyfo sırasında direnenler hayatta kalabilmiş, direnmeyenler yok olmuştur. Gorgis Dedemin anlattığına göre; 1915 yılı sonlarından itibaren Turabdin’de büyük bir açlık ve kıtlık başlamış. Seyfodan, katliamdan kurtulan insanlar açlıktan, salgın hastalıklardan kırılmaya başlamışlar. Şemun Amca ile Alike Batte Harput Cezaevi’nden kaçtıktan sonra Nusaybin’e gelmişler. Şemun Amca, Nusaybin’de Berlin-Bağdat Demiryolu İşletmesi’nde memur olarak çalışmaya başlamış. Gorgis Dedem ve birçok Süryani bir somun ekmeği gündelikle demir yolunda çalışıyorlarmış. Bir somunla bir aile doyar mı? Aç insan ne yapar? Hasat mevsiminde geceleri Arapların tarlalarından buğday başağı çalmaya giderlermiş. Şemun Amca hapisten kaçtıktan sonra Alike Batte ile birlikte mücadele etmiş. Dedelerimiz, “Aliko’nun gücünün yarısı Şemun Amca’dan geliyordu. Aliko, Şemun Amca’dan ayrıldıktan iki ay kadar sonra öldürüldü,” diye anlatırlardı. Eğer Şemun Amca 1913 yılında Osmanlı devleti tarafından tutuklanıp Harput Hapishanesi’ne kapatılmasaydı, Seyfo belki önlenebilir, belki bu kadar Süryani ölmeyebilirdi. Çünkü Şemun Amca tüm Süryanilerin lideri konumundaydı. Benim artık tek bir isteğim var: Türkiye Cumhuriyeti artık gerçekleri kabul etsin! Seyfonun acılarını kabul etsin! Özür dilesin! Özür dilemekten utanıyorsa, acılarımıza saygı göstersin! Artık Türkü, Kürdü, Süryanisi, Müslümanı, Hıristiyanı sarılalım birbirimize! Ben Mekkö Yanık, 1927 yılında Harabemişka Köyü’nde doğdum. Annemin adı Seyde, babamın adı Gewriye idi. Benim babam Hevêrka Aşireti’nin izcisi olarak Alike Batte’nin yanında bulunmuş. Ayak izlerinden insanları takip edermiş. Alike Batte’nin ve Şemun Amca’nın yaptıklarını çok iyi biliyordu. Ben Seyfoyu yaşamadım. Annemden, babamdan duydum. Yaşım 89 oldu. Fakat Seyfonun korkusu hâlâ içimde duruyor. 542 543 Mekkö Yanık, Paderborn-Almanya, 2016 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Sederi Köyü’nde yaşayan Musa Bahho, Şemun Amca’nın arkadaşı idi. Şemun arada sırada onu ziyarete gelirdi. Onu görmek, konuşmak, elini öpmek için Musa Bahho’nun evine giderdik. Ben iki sefer Şemun Amca’yı gördüm. Elini öptüm, konuşmalarını dinledim. Hatta bir gün “Şemun Amca, Serhano Ağa’yı neden öldürmedin?” diye sordum. “Her şeyin bir zamanı vardır. Ölüm en son çare olmalıdır!” cevabını verdi. Köylülerim Şemun Amcayı Mıtran gibi, Metropolit gibi karşılar, ona saygı ve sevgi gösterirlerdi. Şemun Amca’nın sohbetlerini dikkatle dinlerdik. Bir gün dinleyenlerden biri sordu: “Şemun Amca, Müslümanlar ‘Şemun’un üzerinde tılsım var, zırh var, ona kurşun geçmez!’ diyorlarmış. Doğru mu bu?” Şemun Amca güldü. Anlatmaya başladı: “Bunu Aliko’ya da sormuşlar. Bir gün Aliko ile bir odada oturuyor, sohbet ediyorduk. Aliko ‘Şemun Ağa, diyorlar ki senin üzerinde koruyucu, kurşun geçmez bir zırh, bir muska varmış, doğru mu bu?’ diye bana sordu. Güldüm. Ayağa kalktım, külotuma kadar soyundum. ‘Aliko, istersen külotumu da çıkarayım, bak benim üzerimde deriden başka bir şey yoktur. Ben mecburiyetten, ölümden kurtulmak için hücum ediyorum,’ dedim.” Ben Şemun Amca’nın bu anlattığını hiç unutmam. Ben 1955 yılında askere gittim. Diyarbakır’da Kenan Yüzbaşı’nın emir eri olarak askerlik yaptım. Bir gün Kenan Yüzbaşım bana emir verdi: “Mekkö, kayınpederim trenle Irak’tan Nusaybin’e gelecek. Tüccardır. Yanında çok bavul olacak. Uzun boylu, ak saçlı, emekli bir albaydır. Sen bir dolmuş al, Nusaybin Tren İstasyonu’na git, kayınpederimi karşıla, al getir buraya!” “Emredersin komutanım!” dedim. Askeriyenin dolmuşlarından birini aldım, gittim Nusaybin’e. Tren geldi. Uzun boylu albay “Hamal! Hamal!” diye seslendi. “Sayın Albayım! Hoş geldiniz! Ben Kenan Yüzbaşı’nın emir eriyim. Dolmuş getirdim. Bavullarınızı ben taşırım!” dedim. Memnun oldu. “Sağ ol evladım!” dedi. Bavulları dolmuşa yükledim. Diyarbakır’a Kenan Yüzbaşı’nın evine getirdim. Oturup konuştuk. Saat 11.00 olmuştu. Albay bana sordu: “Senin adın ne?” “Mekkö!” “Nerelisin?” “Nusaybinli!” “Sen Alike Batte’yi, Şemun Ağa’yı tanır mısın?” “Tanırım efendim. Benim babam Alike Batte’nin izcisiymiş!” “Öyle mi?” “Evet efendim!” “Peki sen Şemun Ağa’yı tanır mısın?” “Evet efendim, Şemun Ağa bizim Süryani lideridir ve ben ona “Amca” diyorum! Şemun Amca’yı köyümüze geldiğinde gördüm ve onunla konuştum. Biz Süryaniler onu çok seviyoruz!” “Öyle mi? Bak! Boynumdaki bu bıçak izi Şemun Ağa’nın hatırasıdır!” Bunu duyunca çok korktum! Çünkü “Şemun Ağa bizim Süryani lideridir,” demiştim. Yavaşça “Nasıl oldu efendim?” diye sordum. “Alike Batte Nusaybin Cezaevi’ni basmış, mahkûmları serbest bırakmış. Ayaklanma başlamış. Diyarbakır’dan yardım istediler. Yardıma gittik. Alike Batte ile Şemun Ağa’nın 544 545 K e m a l Ya l ç ı n adamlarıyla savaşa girdik. Şemun Ağa geldi, makinalı tüfeğin başındaki iki askeri etkisiz hale getirdi. Ben karşı gelmek istedim. Bana hançeriyle saldırdı. Boynumdan yaraladı. İşte bu yara o günün, Şemun Ağa’nın hatırasıdır! Şemun Ağa cesur bir adamdı. Tek başına geldi, makinalı tüfeği ele geçirdi. Bizim silahımızla bize ateş etmeye başladı. Biz geri çekilmek zorunda kaldık.” Emekli albayın anlattıklarından gurur duydum. Şemun Amca dostun da, düşmanın da saygı duyduğu cesur bir insandı. Şemun Hanne Haydo Fikri Turan Sare Köyü, 29.7.2015 Fikri Turan, Sare Köyü, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Fikri Turan, 1955 yılında Sare Köyü’nde doğdum. Şemun Hanne Haydo’nun torunuyum. Annemin adı Besse, babamın adı Melke idi. Şemun’un dördü kız, dördü oğlan sekiz çocuğu vardı. Sare ve Basibrin köylerini yakıp yıkan, katliam yapan Salihan ya da Salihiler Aşiretidir. Bu aşiret Sohran, Daskan, Kekwan adlı üç Kürt aşiretinin birleşmesinden meydana gelir. 546 547 K e m a l Ya l ç ı n 1915-1916 yıllarında Seyfo sırasında Sare ve Basibrin’de katliam olmamıştır. Çünkü Melke Hanne Haydo liderliğinde Salihiler Aşireti’ne karşı direniş örgütlenmişti. Melke’nin 1917’de öldürülmesinden sonra katliam yapıldı. Benim hayatım hep korku, hep canımızı koruma mücadelesi içinde geçti. 1970 sonrasında Sare’de yaşayamaz hale geldik. Ailecek Almanya’ya gitmek zorunda kaldık. Fakat ben Almanya’ya hiç alışamadım. Kendimi kaçak hissettim. Bu topraklar için, Süryanilerin yaşaması için canlarını vermiş Süryanilere, Şemun Hanne Haydo’ya ve Melke Hanne Haydo’ya karşı görevini yapmamış bir kaçak, bir korkak gibi hissettim kendimi! Bu nedenle Sare’yi geri aldıktan sonra köye döndüm. Burada hayat Almanya’ya, Avrupa’ya göre zordur. Fakat ben burada huzur buldum. Ben bu topraklar için canlarını vermiş atalarımın hatıralarını yaşatmak için buradayım. Benim için Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo birer kahramandır. Ben onlardan aldığım cesaretle burada, Sare’de yaşayabiliyorum. Şemun Hanne Haydo Lahdo Aydın Aynwardo-Midyat, 30.7.2015 Lahdo Aydın, Aynwardo-Midyat, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Lahdo Aydın, 1929 yılında, Aynwardo Köyü’nde doğdum. Bizim aileye Şahin Ailesi denir. Ailemiz ve atalarım 1915 yılında 63 gün süren Müslüman Aşiretlere ve Osmanlı Devleti askerlerine karşı yapılan Aynwardo Direnişi’ne katılmışlardır. Atalarımın direnişi benim için şereftir. Aynwardo Direnişi Lideri Mas’ud, Basibrin Direnişi Lideri Melke Hanne Haydo ve Şemun Hanne Haydo benim için birer Süryani kahramanlarıdır. Onlar olmasa Süryani548 549 K e m a l Ya l ç ı n ler Seyfodan kurtulamazlardı. Ben bu toprağın şerefiyim, namusuyum! Bu nedenle çok zor olmasına rağmen toprağımı terk etmedim. Toprağıma sahip çıktım. Ben burada doğdum, burada öleceğim! Şemun Hanne Haydo İşo Akay Aynwardo-Midyat, 30.7.2015 İşo Akay, Aynwardo-Midyat, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben İşo Akay, 1937 yılında Aynwardo’da doğdum. Babamın adı Saliba, annemin adı Meryem’dir. Efrem, David, Gewriye, Sefer, İşa, Hatune, Hana ve Zero adların beşi erkek, üçü kız toplam sekiz kardeşiz. Ben hep Seyfo korkusu ve hatıraları içinde yaşadım. Büyüklerimiz bir araya geldiklerinde hep geçmiş günleri, Seyfo sırasında ve sonrasında yaşananları anlatırlardı. 550 551 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Aynwardo’ya gelir, yaşlılarla, gençlerle sohbet ederdi. Ben de onun sohbetlerini dinledim ve çok etkilendim. Şemun akıllı, vicdanlı, bilgili, sabırlı bir insandı. Kinci, intikamcı değildi. Kendi hatalarını da anlatırdı. Seyfo öncesinde ve Seyfo sırasında Basibrin’de yaşayan Süryani aileleri arasında çeşitli ayrılıklar, kavgalar olmuş. Şemun bu aileleri barıştırmıştı. Şemun okuldan ve hayattan çok şey öğrenmişti. Bir gün sohbet sırasında, şunları söylemişti: “Savaş en son çare olmalıdır. Önemli olan barışı sağlamaktır, birlik ve beraberlik içinde yaşamaktır! Hayat geçmişe göre yaşanmaz, geleceğe göre yaşanır! Seyfonun acılarını unutmayalım, fakat Seyfoya bağlı kalmayalım! Dünya değişti, Türkiye değişti ve değişiyor. Çocuklarımızı okutalım, çocuklarımızı mutlu etmek için çalışalım!” Şemun Hanne Haydo İskender dbe Basso Midyat-Turabdin Hoteli, 30.7.2015 İskender dbe Basso, Midyat, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben İskender dbe Basso, 1949 yılında, Halah Köyü’nde doğdum. Annemin adı Sitto, babamın adı Hapsuno’dur. Bizim sülaleye Basso Sülalesi denir. Midyat’ta okudum. Metropolit Hanna Dolabani 1963 yılında bana Şemun Hanne Haydo hakkında bilgi toplama görevini verdi. Görevimi yerine getirdim. Topladığım bilgileri yazılı olarak Metropolite verdim. 552 553 K e m a l Ya l ç ı n 1976 yılında köyümüzü terk etmek zorunda kaldık. Ailemle birlikte İsveç’e göç ettik. İsveç’te sosyoloji eğitimimi tamamladım. Esas ilgi alanım Süryanilerin ve Seyfonun tarihidir. Turabdin’in sosyolojik, toplumsal ve kültürel yapısıyla ilgili araştırmalar yapıyorum, belgeler topluyorum. 1960’lı yıllarda Seyfoyu yaşamış birçok insan hayatta idi. Şemun ile birlikte mücadele etmiş bazı insanlar yaşıyordu. Bu canlı tarihlerle görüştüm. Elde ettiğim bilgiler Şemun’un akıllı, eğitimli, cesur bir lider olduğunu gösteriyordu. Bugüne kadar Şemun hakkında yeterli araştırma yapılmadı. Süryani tarihi için büyük bir eksikliktir bu. Şemun Hanne Haydo cesaretiyle, mücadelesiyle sembol bir kişiliktir. Nasıl ki Ege Bölgesi’ndeki insanlar Çakıcı Memet Efe, Yörük Ali Efe için yakılmış zeybek türküleri söyleyip, düğünlerde zeybek oyunları oynuyorlarsa, Turabdin Bölgesi’ndeki Süryaniler ve Kürtler de Şemun Hanne Haydo ve Alike Batte üzerine yakılmış türküleri söyler ve bu türküler eşliğinde oynarlar. Şemun Hanne Haydo Gebro Tokgöz Midyat-Turabdin Hoteli, 30.7.2015 Gebro Tokgöz, Midyat, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Gebro Tokgöz, 1961 yılında Midyat’ta doğdum. Annemin adı Hanıme, babamın adı Melek idi. Şemun Hanne Haydo annemin özdayısı idi. Bu nedenle biz ona “Dayı” derdik. Annem 1945-1952 yılları arasında yedi yıl Şemun Dayı’ya bakmıştır. Bu nedenle annem Şemun Hanne Haydo’yu çok yakından tanıyor ve ona çok saygı gösteriyordu. Ben Şemun 554 555 K e m a l Ya l ç ı n Dayı hakkındaki bilgileri esas olarak annemden öğrendim. Annem bana Şemun Dayı’nın Mardin Amerikan Koleji’nde okuduğunu, birkaç yıl öğretmenlik yaptığını, hapisten kaçtıktan sonra Alike Batte ile beraber olduğunu, 1935’te açılan petrol kuyusunu kontrol etmek için Basibrin’e gelen İsmet İnönü ile görüştüğünü, İnönü’nün Şemun Dayı’yı sevdiğini, ona bir tüfek gönderdiğini anlatmıştı. Şemun Dayı bir halk önderiydi. Turabdin’de o zamanlarda okula gitmiş, dil öğrenmiş tek lider Şemun Dayı idi. Şemun Hanne Haydo’yu sadece Süryaniler değil, Müslüman, Kürt aşiretler de sayar ve severlerdi. Hatta düşmanları bile onu takdir ederlerdi. Şemun Hanne Haydo Diba Gabriel Midyat-Turabdin Hotel, 30.7.2015 Diba Gabriel, Midyat, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Diba Gabriel, 1960’da Arbo Köyü’nde doğdum. Annemin adı Nura, babamın adı Melke’dir. Seyfo sırasında benim atalarımı Kürtler, Müslümanlar öldürmüş. Ama hayatta kalanları da benim anneannemi, birkaç yakınımı da vicdan sahibi Kürtler kurtarmış. Bu nedenle ben bütün Kürtleri, bütün Müslümanları ve bütün Türkleri suçlamak istemiyorum. İnsanlar da çeşit çeşit. İyisi de var, kötüsü de! 556 557 K e m a l Ya l ç ı n Anneannem Meryem, Mor Augin Manastırı yanındaki Mğare Köyü’ndendir. Katliamdan kurtulan üç kişiden biridir. Müslümanların, Kürtlerin öldürdüğü insanların cesetleri arasında kalarak ölümden kurtulmuşlar. Ninem, katliam sırasında 14-15 yaşlarında imiş. Nişanlıymış. Ninem tarafından tüm akrabalarımızı Hacı Yusuflar denen Kürt aşiretinin adamları öldürmüş. Şimdi halen Hacı Yusuf ’un torunları yaşamaktadır. 1987 yılında çok acı bir olay başımıza geldi. Büyük ağabeyim Aho Erdinç, Arbo’da Şehmus Çelebi Ağa’nın adamları tarafından evimizin içinde, yatağında yatarken öldürüldü. Bu olaydan bir yıl kadar sonra ailem köyümüzü terk ederek İsveç’e geldi. Köyümüz tamamen boşaldı. Kürt komşularımız, devlet kuvvetlerinin gözleri önünde Arbo’yu tamamen tahrip ettiler. Evleri yıktılar. Meyve bahçelerimiz vardı. Bağlarımız vardı. Omcaları dalındaki üzümüyle kökünden kesip götürdüler. Bizim 300 kadar keçimiz, koyunumuz, atlarımız vardı. Altı yerde bağımız vardı. Ağabeyimi öldürdükten sonra, Kürtler geldiler bütün köyü yakıp yıktılar. Ağabeyimin öldürüldüğü damı bile yıktılar! Süryani tarihi ve özel olarak Seyfo tarihi beni çok ilgilendiriyor. Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo hakkında annemden, babamdan ve Seyfoyu yaşamış canlı tarihlerden çok hatıralar dinledim. Onların mücadelelerini öğrendikçe onlara hayranlığım daha da arttı. Şemun ve Melke Süryanilerin önemli liderleridir. Onların cesareti, mücadelesi bizlere umut ve cesaret veriyor. 558 Şemun Hanne Haydo Alike Batte Ankara, 2.8.2015 Alike Batte, Ankara, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Alike Batte, 1933 yılında, Suriye’de Girke Şamo adlı Süryani köyünde doğdum. Babamın adı Yusuf Batte’dir. Haco Ağa öz amcamdır. Ben Alike Batte Ağa’nın torunuyum. Amcam, Babam, Büyükbabam Hevêrka Aşireti’nin liderlerindendi. Suriye’de egemen olan Fransız Devleti Haco Ağa’ya ve Hevêrka Aşireti’ne 245.000 dönüm arazi ve 30 köy vermişti. 559 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo 1913 yılında Midyat Kaymakamı Çelebi Ağa’yı, Haco Ağa’yı, Serhano Ağa’yı ve Alike Batte Ağa’yı Midyat’ta toplamış. “Biz Süryanileri öldüreceğiz, bize yardım edin,” demiş. Sadece Alike Batte karşı çıkmış. “Süryaniler bizim himayemizdir. Kalleşlik yapamam! Onları öldüremem!” demiş. Diğer üç ağa susmuşlar. Bu olaydan sonra bu dört ağayı ve Süryani Ağası Şemun Hanne Haydo’yu tutuklamışlar, Harput Cezaevi’ne kapatmışlar. Ferman sırasında, (Biz Kürtler Seyfo’ya Ferman deriz.) Alike Batte ve Şemun Ağa dışarıda olsalardı, Süryanilerin katliamını önleyebilirlerdi. Bence Osmanlı Devleti onları bilerek Fermandan iki yıl önce rehin almıştı. Ben dedem Alike Batte öldürüldükten sonra dünyaya geldiğim için babam bana babasının adını koymuş. Ben dedemin adını şerefle, ona layık olmaya çalışarak taşıdım ve taşıyorum. Alike Batte hakkındaki tüm bilgileri babamdan öğrendim. Harput Cezaevi’nden Şemun Ağa ile birlikte kaçmalarını, Dicle’den geçerken boğulma tehlikesi atlattıklarını babamdan öğrendim. Şemun Ağa ile Alike Batte hapisten kaçtıktan sonra daima beraber olmuşlardır. Silahlı çatışmaları beraber yönetmişlerdir. Ağalar içinde sadece Şemun Ağa okula gitmiş. Mardin Amerikan Koleji’nde okumuş. İngilizce, Almanca ve Türkçe öğrenmiş. Dedem Alike Batte’nin yazı işlerini, Kürtçeden Türkçe çevirilerini Şemun Ağa yapıyormuş. Bu nedenle Şemun Ağa’ya büyük bir vefa borcumuz vardır. Osmanlı Devleti Alike Batte’yi öz amcası olan Çelebi Ağa’ya öldürttü. Dedemin mezarı Mzizah Köyü Mezarlığı’ndadır. 2012 yılında dedelerimin mezarlarını yaptırdım. Haco Ağa öldürüldü. Mezarı bilinmiyor. Çelebi Ağa Antep Cezaevi’nde Şemun Ağa’nın kucağında ölmüştür. Devlet Çelebi Ağa’nın cesedini karısına, çocuklarına vermedi. Gizlice bir yere attı. Çelebi Ağa’nın torunu Süleyman Çelebi Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Mardin Milletvekili oldu. Dedesinin mezarını aradı. O da bulamadı! Çocukluğum, gençliğim hep dedemin öldürülmesinin verdiği acılar ve korkular içinde geçti. Hevêrka ve Dekşüri’ye bağlı aşiretlerin çoğu Süryanilere çok büyük kötülükler yaptı. Canlarını, mallarını, kızlarını, kadınlarını aldılar. Bu haksızlıkları kabul etmiyorum. Süryaniler dürüst, çalışkan, namuslu insanlardır. Hiçbir Süryani komşusunun malına, canına, namusuna dokunmamıştır. Bu dünya dedemi öldürenlere de kalmadı! Devlet Müslümanlarla birlikte Süryanileri korkuttu, köylerini, topraklarını terk etmeye zorladı. Süryaniler Turabdin’in bereketiydi. Midyat onların zamanında Midyat idi. Şemun Hanne Haydo hem Süryaniler, hem de Kürtler tarafından hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından seviliyordu ve hâlâ sevilmektedir. Kürt halk ozanları, Dengbejler Şemun Hanne Haydo ile Alike Batte’nin dostlukları, cesaretleri, vefaları, insanlıkları hakkında birçok türkü yakmışlardır. Bu türküler Turabdin’de söylenmektedir. Halklar sevdikleri kahramanlar için, sevdikleri insanlar için türkü yakarlar ve söylerler. Bu türkü onlarca türküden sadece bir örnektir: Wey lê lê dayê, wey lê dayê, wey lê dinyayê Wey lo lo axayo ez çûme Geliyê Tinatê Ezê déna xwe didimê gelekî bilind a Lo lo bira zinarekê gelek zalim a Şemunê Hanna Heydo bavê korê sê cara dikir gazî li Elikê Batê; 560 561 K e m a l Ya l ç ı n 1952 yılında babam ile birlikte Şemun Ağa’yı ziyarete gittik. Ben 19 yaşında idim. Babam “Şemun Ağa!” dedi, “Bak sana Alike Batte’yi getirdim!” Şemun Ağa’nın gözleri rahatsızdı, iyi göremiyordu. Bana sarıldı! “Hayır! Bu benim can kardeşim Alike Batte değil!” dedi. Çok duygulanmıştı. Bana “Adına layık ol!” diye öğüt verdi. Ben de Şemun Ağa’nın elini öptüm. “Alike Batte adına layık olacağım!” dedim. Şemun Hanne Haydo Meryem Aykıl Yıldırım Enschede-Hollanda, 10.3.2018 Meryem Aykıl Yıldırım, Enschede-Hollanda, 2018 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) 562 563 K e m a l Ya l ç ı n Ben Meryem Aykıl, 1938 yılında Arnas Köyü’nde doğdum. Şemun Hanne Haydo’nun kızı Azze Köre’nin kızıyım. Babam Murado’dur. Annem kaçırılışını, başına gelenleri hiç anlatmadı. Ben de onu üzmemek, yaralarını kanatmamak, acı hatıralarını canlandırmamak için sormadım. Babam Seyfo sırasında ve sonrasında yaşadıklarını anlatırdı. Annemin başına gelenleri babamdan öğrendim. Babam 1915 öncesinde Seyde ile evliymiş. Hana adında bir kızları varmış. Seyde 1917’de ölmüş. Dedem Şemun, 1918’de Haco Ağa’yı kurtarmak için savaşırken Murado’nun cesaretini, vefasını görmüş. “Sana kızımı vereceğim,” demiş. Böylece evlenmişler. Annem çok güzeldi. Herkese yardımcı olurdu. Köyde sözü geçerdi. Babam bir yere gittiği zaman köyün işlerine annem bakardı. Şemun Hanne Haydo’yu sadece dedem olduğu için değil, Süryanileri kurtaran bir kahraman olduğu için çok sever ve sayarım. Şemun Hanne Haydo benim şerefimdir! Onun torunu olmaktan çok mutluyum! Şemun Hanne Haydo Şemun Ünal Almanya, 20.5.2018 Şemun Ünal ile Aziz Ünal, Almanya, 2018 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) 564 565 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Benim adım Şemun Ünal. 1948 yılında Basibrin Köyü’nde doğdum. Babamın adı Gello dbe Ako idi. Eşimin adı Mecida Ünal’dır. Mecida Ünal Basibrinli Tuma dbe Ako’nun kızıdır. Yani akraba sayılırız. Çocukluk ve gençlik yıllarım Basibrin’de geçti. Şemun Hanne Haydo’ya “Şemun Amca” derdim. Arkadaşım Gebro Ayiz ile birlikte 1958-1961 yıllarında sık sık Sare Köyü’ne giderdik. Gebro Aziz, Yusuf dbe Şuşe’nin oğluydu. Yusuf ise Meryem Sare Aykıl’ın ağabeyi idi. Yani Meryem, Gebro’nun halası idi. Şemun Amca, anne tarafından Gebro Aziz’in akrabası oluyordu. Gebro ve ben önce Meryem Hala’nın evine giderdik. Onun elini öperdik. Beş on dakika konuştuktan sonra hemen Şemun Amca’nın yanına gider, elini öper, yanına otururduk. O yıllarda ben 10-12 yaşlarındaydım. Gebro benden bir yaş büyüktü. Şemun Amca yaşlanmıştı, gözleri az görüyordu fakat bizi çok severdi. Sesimizden hemen bizi tanırdı. “Hoş geldiniz çocuklar! Anneniz babanız nasıl?” diye sorar ve bize yuvarlak, sert şekerler verirdi. O zamanlar şeker çok az bulunurdu ve pahalıydı. Yuvarlak, sert şekerleri sadece Şemun Amca bize verirdi. Bazen başka çocuklar da Şemun Amca’yı dinlemeye gelirlerdi. Şekerimizi iştahla yedikten sonra “Şemun Amca Nusaybin Savaşını nasıl kazandınız? Serhano Ağa’nın penceresine kurşunu nasıl koydun? Başından geçenleri bize anlat!” derdik. Gülerdi! “Çocuklar bırakın savaşları! Ben size başka şeyler anlatayım!” derdi. “Anlat Amca, anlat!” der ve onu dikkatle, merakla dinlerdik. Şemun Amca, “Çocuklar zaman değişmiştir. Zaman, savaş zamanı değil, okuma ve bilim zamanıdır. Zaman size uymaz, siz zamana uyacaksınız!” diye başlardı konuşmaya. Düşüncelerini örneklerle anlatırdı: “Savaşlar silahla değil, cesaretle, bilimle, teknikle kazanılır. Bilimsiz, bilgisiz cesaret işe yaramaz! Babamız Mardin’de hapis yatarken ben ve kardeşim Melke Amerikan Koleji’ne gittik. Latin alfabesiyle okuma ve yazmayı öğrendik. İngilizce, Almanca, Türkçe öğrendik. Okula gitmek bana çok faydalı oldu. Ben Osmanlı ve Türkiye kanunlarını, Türkçe okuma ve yazmayı bildiğim için idamdan kurtuldum. Başka insanları da idamdan kurtardım. Bana hep “Şemun Amca sen savaşları nasıl kazandın?” diye soruyorsunuz. Çocuklar ben savaşları bilimle, teknikle kazandım. Tekrar söylüyorum, zaman okuma zamanıdır, zaman bilim zamanıdır. Okula gidin, dil öğrenin, ailenize, Süryanilere faydalı insanlar olun!” derdi. Biz merakla dinlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamazdık. Şemun Amca, “Çocuklar vakit geç oldu. Haydi evinize gidin artık!” derdi. “Hoşça kal Şemun Amca!” diyerek elini öperdik. Bize tekrar şeker verir, “Evinize dikkatli gidin! Annenize babanıza selam söyleyin!” derdi. Şemun Amca 1964 senesinde vefat etti. Basibrin-Sare Mezarlığı’nda toprağa verildi. Ben 16 yaşındaydım. Şemun Amca’nın üzerine toprak atarken onun sözleri kulaklarımda çınlıyordu. Cenaze törenine çok insan gelmişti. Birçok insan ağlıyordu! Şemun Amca öldükten sonra onun önemini daha iyi anlamaya başladım. 1965 senesinde ailemle birlikte Basibrin’den ayrıldım, İstanbul’a geldim. İş hayatına başladım. 1972’de Almanya’ya geldim. Zamanla Şemun Amca’nın Süryaniler için önemini daha iyi anladım. Şemun Amca’nın mücadelesine ve kahramanlıklarına önem vermemek nankörlük olur! Sare’yi ve Basib- 566 567 K e m a l Ya l ç ı n rin’i Şemun Amca kurtarmıştır. Şemun Amca olmasa bugün bizler olmayacaktık. Bizim ailemiz Gello dbe Ako ve Sallo dbe Ako aileleri Haydolar Ailesi’ne daima saygı ve sevgi göstermişlerdir. Şemun Amca hakkında bildiklerimi anlatmak ve bu kitapta yer almak benim için büyük şereftir. Şemun Hanne Haydo Melkè Gabriel Liegè-Belçika, 5.9.2017 Melkè Gabriel, Liegè-Belçika, 2014 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) Ben Melké Gabriel, 1948 yılında Hapisnas Köyü’nde doğdum. Annemin adı Elişbah, babamın adı Gewriye idi. Raman Aşireti Seyfo sırasında köyümüzü basmış, yağmalamış, daha sonra bizim sülalemizden 87 kişiyi Hapisnas yakınındaki mağarada katletmişlerdir. Hapisnas’daki katli568 569 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo amdan babam kurtulmuş. Ben Seyfodan kurtulmuş bir babanın ve annenin evladıyım. İlkokula köyümde gittim. Süryanice, Arapça, Kürtçe, Türkçe konuşurum. Askerliğimi Ankara’da yaptım. Askerlikten sonra Midyat Veteriner Hekimliği ve Midyat Kaymakamlık Şoförlüğü yaptım. Görevim icabı Turabdin’in bütün köy, kasaba ve kazalarına gittim, buralardaki insanlarla, özellikle Seyfoyu yaşamış canlı tarihlerle konuştum. 1915’de, 18 köyün Süryanileri Basibrin Köyü’nde toplanmış, Melke Hanne Haydo’nun liderliğinde direnmiş ve canlarını kurtarmışlardı. 1917’de Melke öldürülmüş, Basibrin’de katliam yapılmıştı. Haydolar sülalesinden çok cesur adamlar çıkmıştır. Bunlardan biri olan Yusuf Turan’ı gördüm, konuştum. Yusuf Turan, Şemun Hanne Haydo’nun büyük torunu ve Şemun Turan’ın babasıdır. Yusuf Turan çok cesur, korkusuz bir adamdı. 1968 yılında hayvanlarını çalmaya gelen beş Kürt hırsıza karşı tek başına direnmiş, onları yaralamıştı. Hırsızlar canlarını zor kurtarmışlardı. Yusuf Turan’ın cesaretini hem Kürtlerden, hem Süryanilerden dinledim. Şemun Hanne Haydo’yu görmedim. Fakat hemen hemen her köyde, hem Süryanilerden, hem de Müslümanlardan onun hakkında daima olumlu sözler duydum. Şemun ile Alike Batte üzerine yakılmış Kürtçe türküler dinledim. Bu türkülerden birinde Kürtçe olarak “Şemun Hanne Haydo bawe Köre ribbat u mahkule döre Sare!” diyordu. Bunun Türkçe anlamı “Şemun Hanne Haydo Köre’nin babası Sare ve civarındaki bölgenin kahramanıdır!” demektir. 1976 yılında Mardin Devlet Hastanesi’nde ameliyat olmuştum. Kızıltepe Merkez Camisi İmamı Melle Ramazan ile birlikte 15 gün aynı odada kaldık. Melle Ramazan aklı başında, vicdanlı, dürüst bir Kürt idi. Şemun Hanne Hay- do’ya hayrandı. Benim Süryani olduğumu bildiği halde bana daima “Kardeşim Melke!” diye hitap ediyordu. Ben o zaman 28 yaşındaydım. Melle Ramazan ise 65 yaş civarındaydı. Seyfoyu çok iyi biliyordu. Süryanileri katledenleri lanetliyordu. Bir gün Şemun Hanne Haydo üzerine konuşuyorduk. Melle Ramazan “Şemun Ağa olmasa Alike Batte başarı gösteremezdi. Şemun Ağa, Alike Batte’ye yol gösteriyor, onu sırtında taşıyordu. Şemun Ağa olmasaydı Alike Batte olamazdı,” dedi. Melle Ramazan Melke Hanne Haydo’nun kalleşçe öldürüldüğünü de çok iyi biliyordu. Ben Melke Gabriel olarak şöyle düşünüyorum: Şemun Hanne Haydo yaşadığı dönemin, yaşadığı bölgenin en eğitimli, en akıllı bir lideriydi. Süryani aydını Harputlu Aşur-Yusuf Harput Cezaevi’nde öldürülmüştü. Midyatlı İbrahim Şabo Mardin’de zehirlenerek öldürülmüştü. Diyarbakırlı Naum Faik ise 1912’de Amerika’ya kaçarak ölümden kurtulmuştu. Şemun Hanne Haydo, Naum Faik’ten, Aşur-Yusuf ’tan ve İbrahim Şabo’dan farklıydı. Çünkü Şemun Hanne Haydo düşüncelerini gerçekleştirmek için silaha sarılmıştı, mücadele etmişti ve mücadelesini başarıya ulaştırmıştı. Onun kahramanlığı çok zor şartlarda mücadele etmesi ve mücadelesini başarıya ulaştırmış olmasıdır. Şemun Hanne Haydo attığı her adımı düşünerek atmıştır. Hiçbir zaman yaş tahtaya basmamıştır. O daima Süryani milletini müdafaa ediyordu. Şemun Hanne Haydo mecbur kalmasaydı bir karıncayı bile incitmezdi. Benim düşünceme göre, eğer Süryanilerin bir devleti olsaydı, Şemun Hanne Haydo ya bir vali, ya bir başbakan ya da bir cumhurbaşkanı olurdu. Ruhu şad olsun! 570 571 K e m a l Ya l ç ı n Jakob Gabriel Midyat, Turabdin Hoteli, 30.7.2015 Şemun Hanne Haydo Ben Jakob Gabriel, 1955’te Bakisyan Köyü’nde doğdum. Babam Maravge 1914, annem Şmuni ise 1921 doğumluydu. Babamlar Hah’ta kalarak ölümden kurtulmuş. Şeyh Fathalla’nın barışı sağlamasından sonra, bizim aile Nusaybin taraflarına gitmiş. Karınlarını doyurmak, hayatı yeniden kurabilmek için köyden köye göçmüşler. Hah Şatosu’na sığınarak hayatta kalmış olan diğer Süryaniler çeşitli köylerde kaldıktan sonra, Çelebi Ağa’nın yardımıyla tekrar köylerine dönmüşler. Maravge ile Şmuni’nin evliliğinden 18 çocuk dünyaya gelmiş. Bunların altısı ölmüş. Biz 12 kardeş hayatta kalmışız. Hayatı bin bir zorlukla Marbobo Köyü’nde kurmuştuk. Ben ilkokulu bitirmiştim. 1975 yılında İstanbul’a göçmek zorunda kaldık. İstanbul’da huzur bulamadık. İsviçre’ye göç ettik. Ben 23 yıl, eşim Diba 17 yıl İsviçre’de kaldık. Ben İsviçre’de yaşarken Turabdin’e, topraklarımıza, soyumuza, tarihimize, kültürümüze karşı kendimi borçlu hissettim. “Anayurduma gidip atalarıma, tarihime karşı borcumun bir parçasını ödeyebileyim,” dedim. Eşim Diba da aynı fikirdeydi. 2002 yılında Midyat’a döndük. Süryanilerin kültürel ve tarihi mirasına çok önem veriyorum. Avrupa Birliği, Güney Anadolu Projesi (GAP) Bölgesi’ndeki taşınmaz tarihi ve kültürel mirasın korunması için maddi destek vermişti. Bu destekle Hacettepe Üniversitesi’nden iki uzmanla birlikte çalışmalar yaptık. Sözlü tarih çalışmasında Seyfo kelimesi geçtiği ve Seyfo sırasında yaşananlar anlatıldığı için GAP Yönetimi rahatsız olmuş. Bize “Dilinizi yumuşatın, Seyfodan söz etmeyin ve bu kelimeyi kullanmayın,” dediler. Biz de bu müdahaleyi ve sansürü kabul etmedik. Bunun üzerine GAP Yönetimi, Avrupa Birliği’nden bu iki kitabın basılması için aldığı parayı bize vermedi. Böylece iki kitap yayınlanmadı. Kürt özgürlük hareketi Kürtler arasında da bilinç değişmesine yol açtı. Birçok bilinçli Kürt atalarının Süryanilere karşı yaptığı katliamları lanetliyor ve Süryanilerden ve Ermenilerden özür diliyor. Senin üç ciltlik Süryaniler ve SEYFO adlı eserinden sonra Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo hakkında araştırma yapmana, Almanya’dan Midyat’a gelmene çok önem veriyorum. 572 573 Jakob Gabriel, Midyat, Turabdin Hoteli, 2015 (Foto: D.E.Ü.K.Y.A.) K e m a l Ya l ç ı n Bugün seninle birlikte Sare Köyü’ne gittik. Sareli Süryani kardeşlerimiz büyük hukuksal mücadelelerden sonra köylerini geri aldılar. Büyük masraflar yaparak köylerini yeniden inşa ettiler. Sareliler örnek bir mücadele verdiler. Atalarının hatıralarına sahip çıktılar. Başta Süleyman Turan, Şemun Turan olmak üzere bu işe öncülük edenlere çok teşekkür ediyorum. Melke Hanne Haydo Seyfo sırasında Basibrin Direnişine liderlik yapmış, kendi canını vermiş, fakat Basibrin’de toplanan 18 köyden 6000 kadar Süryaniyi kurtarmıştır. Melke büyük bir insandır. Şemun Hanne Haydo 90 yıllık ömrünü Süryanilere adamıştır. Şemun’un, Melke’nin hatıralarını yaşatmak hepimizin önemli bir görevidir. Bugün Sare’de, Şemun Hanne Haydo’nun yeniden inşa edilmiş konağını görünce çok heyecanlandım, mutlu oldum. Şemun ve Melke büyük insanlardır, Süryani milletinin kahramanlarıdır. Şemun Hanne Haydo Hanna Artan dbe Mirza İstanbul, 5.8.2015 Hanna Artan dbe Mirza, İstanbul, 2015 574 575 K e m a l Ya l ç ı n Ben Hanna Artan, 1956 yılında Mzizah Köyü’nde doğdum. Annemin adı Hazniye, babamnın adı İsa’dır. Aynwardo direnişi lideri Kahraman Mas’ud, benim büyük dedemdir. Bizim sülalemize Mirza Sülalesi denir. Süryanice, Arapça, Kürtçe, Türkçe konuşurum. Süryanilerin tarihi benim özel ilgi alanımdır. Çocukluğum Mzizah’ta geçti. Her Süryaninin yaşadığı korkuları ben de yaşadım. Seyfo hikâyelerini dinleyerek büyüdüm. Seyfo benim kimliğimin bir parçasıdır. Mas’ud Aynwardo, Melke Hanne Haydo Basibrin direnişini yönetmişler ve binlerce Süryaniyi ölümden kurtarmışlardı. Şemun Hanne Haydo’yu yaşlılığında bir kez gördüm, fakat konuşmadım. Mas’ud, Melke, Şemun Süryanilerin mutluluğu, hayatta kalmaları için mücadele etmiş, canlarını vermiş kahramanlardır. Şemun Hanne Haydo Marawgé Akar dbe Gorgiso Dayro du Slibo, 2016 Marawgé Akar dbe Gorgiso, Dayro du Slibo, 2016 (Foto: Şemun Turan Arşivi) Ben Marawgé Akar, 1934 yılında Dayro du Slibo Köyü’nde doğdum. Çocukluk ve gençlik yıllarımda Şemun Hanne Haydo bizim köye gelir, Babam Musa’yı ziyaret ederdi. Ben 576 577 K e m a l Ya l ç ı n de onların konuşmalarını dinlerdim. Babam, Şemun Amca’nın yaptıklarını bana çok anlatırdı. Babamın anlattığına göre, Şemun Hanne Haydo Alike Batte ile birlikte Dayro du Slibo Köyü’nde yaşayan Süryanilere çok yardım etmişti. Seyfo sırasında bizim köyden birçok Süryani Dayro du Slibo Kilisesi’ne sığınmıştı. Fakat Raman Aşireti’nden Müslümanlar kiliseye saldırmış, çok sayıda Süryaniyi katletmiş ve kiliseyi işgal etmişlerdi. Şemun Hanne Haydo ile Alike Batte işgalcileri kiliseden çıkarmışlar. Süryaniler korku içinde yaşıyorlarmış. Şemun Amca beyaz atıyla birlikte Dayro du Slibo’ya gelmiş. “Korkmayın! Açın kapıları! Bundan sonra sizi ben koruyacağım!” diyerek Süryanilere moral vermiş. Babam ve Dayro du Slibo’da yaşayanlar Şemun Amca’ya çok saygı ve sevgi gösterirlerdi. Babamın anlattıklarını hiç unutmadım. Babam derdi ki: “Ben Seyfo sırasında Süryanilerin çoğunun katledildiğini, Süryanilerin bittiğini düşünürdüm. Fakat Şemun Hanne Haydo’nun kahramanlıklarını görünce, Süryanilerin bitmediğini gördüm! Kendime güven geldi. Şemun’un babası Hanne Haydo da Süryanilere karşı yapılan haksızlıkları kabul etmediği için Osmanlılar zamanında Dayro du Slibo’ya saldıran Müslümanlara karşı cesaretle savaşmıştı. Bu nedenle Mardin’de uzun yıllar hapiste kalmıştı. Haydolar bizim için çok fedakârlıklar yaptılar. Dayro du Slibo’da yaşayan Süryaniler her zaman Şemun Hanne Haydo’ya ve Babası Hanne Haydo’ya minnettardır. Onları daima saygı ve şükranla anacaklardır.” Benim için de Hanne Haydo ve Şemun Hanne Haydo Süryaniler için cesaretle mücadele etmiş, Süryanileri yok olmaktan kurtarmış halk kahramanlarıdır. 578 Şemun Hanne Haydo Aziz Maroge Heilbronn, 20.11.2017 Aziz Maroge, Heilbronn, 2017 Ben Aziz Maroge, 1960 yılında Bakisyan Köyü’nde doğdum. Çocukluğumda, gençliğimde çok Seyfo hikâyeleri dinledim, hâlâ da dinliyorum. Seyfo unutulamaz, unutulmamalı ve bir daha yaşanmamalıdır. 579 K e m a l Ya l ç ı n Benim dedem Maroge dbe Kaşme, Şemun Hanne Haydo’nun çok yakın bir arkadaşıymış. Şemun Harput Cezaevi’nden Alike Batte ile birlikte kaçtıktan sonra dedem onlara katılmış. Alike Batte’nin savaşlarında daima Şemun ve dedem Maroge yer almışlar. Dedemin çok iyi bir hafızası vardı. 1973 yılında bana yaşadığı, gördüğü olayları tüm ayrıntılarıyla anlattı: Alike Batte bir gün Sofi Brahime Ğızale adlı aşiret ağasına haber göndermiş. “Vergini bana vereceksin,” demiş. Sofi Brahim “Aliko, hapisten yeni çıktım. Elimde para yok!” cevabını vermiş. Bunun üzerine Alike Batte, Sofi Brahime Ğızale Aşireti’ne karşı silahlı saldırı yapmaya karar vermiş. Musaye Fatıme, Şemun Hanne Haydo, Maroge dbe Kaşme silahlı adamlarıyla birlikte Hazak yakınlarından geçerek Sofi Aşireti’nin üstüne yürümüşler. Sofi de aşiretini silahlandırmış. Büyük bir çatışma başlamış. Sofi’nin adamları daha ilk günde Alike Batte’nin adamlarından 44 kişiyi ve Musaye Fatıme Ağa’yı da öldürmüşler. Dedem Maroge dizinden kurşun yarası almış. Şemun savaşı yönetiyormuş. Dedeme sormuş: “Musaye Fatıme’ye ne oldu? “Öldü! Ben de yaralandım.” Şemun bundan çok üzülmüş. “Ben onlara bunun cezasını vereceğim!” demiş. Alike Batte, Şemun Ağa’nın akıllı, cesur taktikleriyle savaşı kazanmış. Sofi’nin binlerce hayvanına el koymuş. Şemun Hanne Haydo’nun, Melke Hanne Haydo’nun, dedem Maroge dbe Kaşme’nin kahramanca mücadeleleri, hatıraları, cesaretleri bana güç veriyor. Onlar Süryani tarihinin büyük insanlarıdır. 580 Şemun Hanne Haydo Süleyman Aydın Hengelo, 28.11.2015 Süleyman Aydın babası Çeçano Aydın’ın fotoğrafıyla, Hengelo, 2015, (Şemun Turan Arşivi) 581 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Ben Hapsuno Ailesi’nden Süleyman Aydın, Arbo’da doğdum. Babamın adı Çaçano Aydın’dır! Bizim aileye Atte Ailesi denir. Arbo Köyü’nün önemli ailelerinden biriydi. Şemun Atte, Atte Ailesi’nin lideri idi. Şemun Hanne Haydo ile Şemun Atte iki lider olarak sık sık görüşüyorlardı. Bazen Şemun Atte Sare Köyü’ne gidiyor, bazen de Şemun Hanne Haydo Arbo Köyü’ne geliyordu. İki lider fikir alışverişinde bulunuyor, ortak mücadele ediyor, Süryanilerin birliğini sağlamaya çalışıyorlardı. Ben Şemun Amca hakkındaki bilgileri babamdan öğrendim. Şemun Amca’yı birkaç kere gördüm. Konuşmalarını dinledim, ondan çok etkilendim. Şemun Amca insaniyetli, vicdanlı, dürüst, akıllı ve sabırlı bir insandı. Karar vermeden önce uzun uzun düşünür, insanlarla konuşur, onların düşüncelerini, önerilerini alır sonra karar verirdi. Şemun Amca’ya Müslümanlar “Ağa” derdi. Biz Süryanilerde ağalık yoktur. Liderlik vardır. Bu nedenle bizler ona “Amca” derdik. Şemun Amca “Ağa” idi, bizim liderimizdi. Fakat o hiçbir zaman insanları ezmedi, insanlara haksızlık etmedi. Biz ondan dürüst, vicdanlı, fedakâr ve cesur olmayı öğrendik. Babam Çaçano Aydın bana şunları anlatmıştı: “Şemun Amca okumuş, bilgili bir insandı. İngilizce, Türkçe, Kürtçe bildiği için Osmanlı Devleti’ndeki ve dünyadaki siyasi gelişmeleri daha iyi takip edebiliyordu. 1913 yılı öncesinde Osmanlı Devleti’nin, İttihat ve Terakki Partisi’nin Hıristiyanları, Süryanileri, Ermenileri yok etmek istediğini anlamıştı. 1912 Balkan Savaşı yenilgisinin suçunun Hıristiyanların üstüne yıkılacağını tahmin etmişti. Bu nedenle Süryanilerin birliğini sağlamak, Süryanileri muhtemel bir katliama karşı hazırlamak istiyordu. Süryanilerin birliğini sağlamak için Arbo Köyü’ne gelmiş, Süryani ailelerin tem- silcileriyle görüşmüştü. Fakat Osmanlı Devleti 1913 yılında Şemun Hanne Haydo’yu ve dört Kürt ağasını tutuklamış, Harput Cezaevi’ne kapatmıştı. Şemun’un tutuklanması Süryanilere çok zarar verdi. Melke Hanne Haydo, ağabeyi Şemun’un yerine lider olmuştu. Fakat Süryanileri örgütlemeye fazla zamanı yoktu. 1914 yılında Seyfo başlamıştı. Melke, Basibrin ve Sare çevresindeki 18 köydeki Süryanileri Basibrin’e toplamayı başardı. Basibrin direnişini başarıyla yönetti. Melke öldürülmeseydi, Melke direnişin başında kalabilseydi 1917 yılında Basibrin katliamı olamazdı. Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo korkmadan, akılla ve sabırla mücadele etmiş, hayatlarını Süryani milletine feda etmiş halk kahramanlarıdır. Süryaniler onlara minnettardır!” Ben de Süleyman Aydın olarak Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo’yu saygı ve şükranla anıyorum. Bizler bugünlere gelebildiysek o büyük kahramanların doğru liderlik yapmaları, cesur mücadeleleri sayesinde gelebildik. 582 583 K e m a l Ya l ç ı n Khuri Shabo el Khuri İsveç, 30.4.2018 Papaz Khuri, Chabo dbe Kaşo Circo Khuri Shabo el Khuri, Ferida dbe Kaşo Circo, Şemun Turan İsveç, 2018, (Şemun Turan Arşivi) 584 Şemun Hanne Haydo Ben Khuri Shabo dbe Kaşo Circo, 1943 yılında Aynwardo Köyü’nde doğdum. Babamın adı Hanna dbe Kaşo Circo, annemin adı ise Miri’dir. Annem Mire, Süryani Halk Kahramanı Şemun Hanne Haydo’nun en küçük kızıydı. Benim üç erkek, bir kız kardeşim var. Bizim aileye Kaşo Aho Ailesi denir. Ailemizde dine ve eğitime çok önem verilirdi. Bu nedenle ailemizden birçok papaz çıkmıştır. Ben altı yaşından itibaren Anywardo Kilise Okulu’na gittim. Süyanice okuma ve yazmayı öğrendim. 1953 yılında Mardin Deyrulzafaran Manastırı’nda eğitime başladım. Bir buçuk yıl dini eğitim aldım. Daha sonra Mor Gabriel Manastırı’nda dini eğitime devam ettim. Okul hayatımda Türkçe ve Arapça öğrendim. 1956 yılında, Arnas Köyü’nde öğretmenlik hayatıma başladım. Hem öğretmenlik yapıyor hem de kilise de dini görevimi yapıyordum. 1958 yılında Arnas Köyü’nden Aynwardo Köyü’ne gittim. Öğretmenliğe ve dini görevime devam ettim. 1959-1960 öğretim yılında Gündükşükrü Köyü’nde öğretmenlik yaptım. 1961 yılında dedem Şemun Hanne Haydo’nun köyüne, yani Sare’ye tayin oldum. Dedemin konağında kaldım. Dini görevlerime ve öğretmenliğe devam ettim. Dedem o yıllarda oğlu Melke’nin evinde kalıyordu. Dedemin bakımına çok önem veriliyordu. Herkes dedeme saygı gösteriyordu. Ben de her gün dedemin yanına gidiyor, onunla konuşuyor, misafirleriyle yaptığı sohbetlerini dikkatle dinliyordum. Dedem çok dil biliyordu, akıllı bir insandı. Hafızası çok güçlü idi. Hayatını, yaşadığı olayları ayrıntılarıyla anlatıyordu. Dedem bilgisi, cesareti sayesinde başarıya ulaşmıştı. Dedemi dinledikçe ona hayranlığım artıyordu. 585 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Dedem Şemun Hanne Haydo insanlara ve insanlığa çok önem veriyordu. Dindar bir insandı. Kutsal İncil kitabını daima yanında bulundururdu. Hayatının son yıllarında gözleri iyi görmüyordu. Bu yıllarda İncil’i başkalarına okuturdu. Annemin babası Şemun Hanne Haydo Aynwardo’ya geldiği zaman babamın babası Circo’yu tanımış, onun karakterini, davranışlarını, cesaretini beğenmiş. Bu nedenle kızı Miri’yi Circo’nun oğlu Hanna’ya vermişler. Ben Miri ile Hanna’nın evliliklerinden dünyaya gelmişim. Bu evlilik Haydolarla Circolar arasındaki dostluk ve dayanışmayı daha da artırmış. Ben dedem Şemun Hanne Haydo’nun hayatını yazmayı düşünüyordum. Fakat duyduklarımı, gördüklerimi yazıp kitaplaştıramadım. Benim düşünüp de yapamadığımı Şemun Turan yaptı, Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo’nun hayatlarını Kemal Yalçın’ın yazmasını ve kitap halinde yayınlamasını sağladı. Böylece Süryani tarihinde önemli bir boşluk dolduruldu. Şemun Hanne Haydo’nun bir torunu olarak dedem hakkında kitap yazılmasından büyük bir mutluluk ve şeref duyuyorum. Bu kitap sayesinde onların kahramanlıkları unutulmayacak, nesilden nesile aktarılacaktır. Ben bu işten çok mutluluk ve şeref duyuyorum. Dedem Şemun Hanne Haydo’nun mücadelesi ve başarıları bir papaz, bir öğretmen olarak daima bana yol gösterdi, moral ve cesaret verdi. Annem Miri de dedem gibi cesur, akıllı, bilgili bir insandı. Daima Şemun Hanne Haydo’nun kızı olduğunu düşünür, ona göre hareket ederdi. Ben dedemden birkaç sefer “Ben hapiste olmasaydım Seyfoyu belki durduramazdım, fakat Seyfo Turabdin’de bu şekilde yapılamazdı, Süryaniler bu kadar öldürülemezdi,” dediğini duydum. Bu düşünceleri yaşlı Süryanilerden ve Müslümanlardan da duydum. Onlar da “Şemun Hanne Haydo hapiste olmasaydı, Seyfo bu kadar kanlı olmazdı,” diyorlardı. Bu nedenle Şemun Hanne Haydo 1913 yılında Osmanlı Devleti tarafından bilerek tutuklanmış, hapse atılmıştı. 586 587 K e m a l Ya l ç ı n Haspisnaslı İshak Eyüp dbe Bahwaro Gronau, 4.8.2018 Şemun Hanne Haydo İshak Eyüp dbe Bahwaro (Şemun Turan Arşivi) Ben İshak Eyüp dbe Bawarno, 1945 yılında Midyat’a bağlı Hapisnas Köyü’nde doğdum. Çocukluğum, gençliğim bu köyde geçti. Seyfo sırasında yaşananları babamdan, annemden ve köyümüzün yaşlılarından duydum. Bizim köye Raman Aşireti’nden silahlı adamlar saldırmışlar, köyümüzün yakınındaki mağarada 87 Süryaniyi öldürmüşlerdir. Hapisnas’ta Süryaniler, Kürtler, Mhelmiler bir arada yaşarlardı. Köyümüzde Süryanice, Arapça, Kürtçe ve Türkçe konuşulurdu. Çocukluğumda ve gençlik yıllarımda Şemun Hanne Haydo ve Haydolar Sülalesi hakkında anlatılan birçok hikâyeler, olaylar duydum. Çocukluğumda Şemun Hanne Haydo yaşıyordu. Onun hakkında anlatılanları heyecanla dinlerdim. Onun cesareti ve kahramanlığı bana cesaret verirdi. Melke Hanne Haydo Basibrin Köyü’nde binlerce insanı kurtarmıştı. Çok cesurmuş. Şemun Hanne Haydo’nun evlatları hakkında da çok önemli olaylar anlatılırdı. Annemden duymuştum. Bir gün Sare’den Haydolardan bir kadın gelmiş. Kız kardeşim Seyde’yi Şemun Hanne Haydo’nun oğlu Haydo’ya istemiş. Annem durumu babama söyledi. Annem babam ne yapacaklarını düşündüler. Kız kardeşim 16 yaşındaydı. Yaşı daha küçüktü. Haydo’nun yaşı 50’ye yaklaşıyordu. İlk eşi ölmüştü. İlk evliliğinden çocukları vardı. Kız kardeşim, Haydo’nun kızının yaşındaydı. Fakat Haydolar çok önemli bir aile, Haydo da çok tanınan bir insandı. Ailemiz Seyde’yi Haydo’ya verip vermemeyi çok düşündü. Sonunda “Kızımız Seyde’yi Haydo’ya hediye verdik!” dediler. Ben kız kardeşimi ziyaret etmek için sık sık Sare’ye gidip geliyordum. Bu ziyaretler esnasında Şemun Hanne Haydo’yu her zaman ziyaret ediyordum ve elini öpüyordum. Sare’de Şemun’un evlatlarını da tanıdım. Yusuf ile tanıştım. 588 589 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Sare’ye gittiğim zaman Yusuf ile oturur konuşurdum. Yusuf ’un insaniyeti, insan ilişkileri bana çok güven vermişti. Zamanla samimiyetimiz, dostluğumuz arttı. Çok samimi iki arkadaş olduk. Yusuf da arada sırada Hapisnas’a gelir, bizi ziyaret ederdi. Kız kardeşim Seyde bana Yusuf ’un yaptıklarını, davranışlarını anlatıyor; “Yusuf çok iyi, çok cesur bir insan!” diyordu. Haydo bana Yusuf ’un Cihangir pehlivanı iki dakika içinde yere çarptığını anlatmıştı. Yıl 1968, mevsimlerden kış idi. Hava çok soğuktu. Bir gün kız kardeşimi ziyarete gitmiştim. Gece bir “İmdat!” sesi duydum. Arkasından silah sesi geldi. Hemen kalktım. Yardıma gidecektim. Sabri ve Aziz Turan geldiler. Birlikte Yusuf ’un yardıma koştuk. Karanlıktı, hava çok soğuktu. Yusuf ’un evinin kapısını açmak istedik, açamadık. Evin kenarındaki duvardan atladık. Yusuf ’un evine girdik. Şabo, Sare ve diğer çocuklar korkudan şok geçirmişti. Muksiye Sare’ye “Yusuf nerede?” diye sorduk. “Hırsızlar onu ahırda öldürdüler!” cevabını verdi. Yusuf ’un annesi Besna “Oğlumu öldürdüler!” diye ağlıyordu. Sabri Turan ile birlikte ahıra inecektik. Bir de baktık ki, Yusuf kan revan içinde ahır merdiveninden çıkıp geldi. Hepimiz şaşırdık! Ben “Yusuf! Sen yaşıyor musun?” diye sordum. “Evet, yaşıyorum! Ben ölmem! Beni kimse öldüremez!” cevabını verdi. Bize moral vermek istiyordu. Ayakta zor duruyordu! Her yerinden bıçak yarası almıştı. Her yerinden kan akıyordu. Hemen yardımına koştuk. Yatağa yatırdık. Yusuf kan kaybından ve soğuktan dolayı üşüyor ve titriyordu. Hemen yorganı aldım, üstünü örttüm. Sabri de sobayı yaktı. Bu ara- da silah sesini duyan İskender de yardıma koşup gelmişti. Annesi Besna “Oğlum ölecek!” diye çok ağlıyordu. Yusuf annesine, karısına cesaret veriyor, “Ben ölmem, korkmayın! Ben ölmem!” diyordu. Ben Yusuf ’un yaralarının bakımını yapıyordum. Vücudunda tam 23 tane bıçak yarası saydım. Ben 23 bıçak yarası almış olan Yusuf ’tan umudu kesmiştim. Kendi kendime “Artık kurtulamaz!” demiştim. Ben Yusuf ’un bakımını yaptım. Yusuf ’a çay verdim, içti. Bir sigara verdim, içti. Fakat Yusuf çok kan kaybediyordu. Ben Yusuf ’un bakımını yaparken Sabri Turan ile İskender Turan Basibrin’e sağlık memurunu getirmeye gittiler. Sağlık memuru geldi. Yusuf ’u muayene etti. “Çok bıçak yarası var, çok kan kaybediyor. Fakat kalbi sağlamdır. Acele Diyarbakır Devlet Hastanesi’ne yetiştirmelisiniz. Burada benim yapacak başka yardımım yok!” dedi. Derhal Yusuf ’u sağlık memurunun pikabına bindirdik. Sabri ile İskender o gece Yusuf ’u Diyarbakır’a götürdüler. Hiç uyumadan merakla sabahın olmasını bekledik. Hırsızların kimler olduğunu, duvarı nasıl deldiklerini öğrendik. Yusuf tek başına beş Kürt hırsıza karşı direnmişti. Ben Hapisnas’a döndüm. Durumu anneme ve babama anlattım. Çok tedirgin oldular. Aradan bir süre geçmişti. Midyat’ta Dörtyol’da dolmuş bekliyordum. Diyarbakır otobüsü Dörtyol Durağı’nda durdu. Yolcular inmeye başladı. Bir de baktım ki Yusuf da otobüsten indi. Koşup yanına gittim. “Geçmiş olsun Yusuf!” dedim. Yusuf iyileşmişti. Yusuf cesur, korkusuz, akıllı bir insandı. Sare’de, Basibrin’de ve Turabdin’de hem Süryaniler, hem de Müslümanlar tarafından sayılır ve sevilirdi. 590 591 K e m a l Ya l ç ı n 1970 sonrası Turabdin’de huzur, can, mal, namus güvenliği kalmadı. Süryaniler hızla evlerini, köylerini terk ederek Avrupa’ya, dünyaya gidiyorlardı. Ben de doğup büyüdüğüm Hapisnas Köyü’nü terk ederek Avusturya’ya geldim. Orada hayatı yeniden kurdum. Duydum ki Şemun Hanne Haydo için bir kitap yazılıyormuş. Bu kitaplar altı dilde yayınlanacakmış. Çok mutlu oldum. Haydoların ağacı yıkılmaz! Haydoların ocağı sönmez, soyları tükenmez! Bu kitapta bana yer verdiğiniz için çok mutlu oldum. Haydo’nun kitabında yer almak benim için çok büyük bir şereftir. Şemun Hanne Haydo Şemun Turan Gronau-Almanya, 29.11.2016 Şemun Turan, Gronau, 2018 (Foto: Anna Turan) 592 593 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Ben Şemun Turan, 1965 yılında Sare’de doğdum. Babamın adı Yusuf, annemin adı Meryem’dir. Şemun Hanne Haydo’nun torunuyum. Şemun’un vefatından dört ay sonra dünya gelmişim. Dedemin adını bana koymuşlar. Melke’nin ve Şemun’un hayatları ve mücadeleleri hakkında anlatılanları dinleye dinleye büyüdüm. Seyfo Süryani tarihinin kanlı bir sayfasıdır. Seyfo benim kimliğimin önemli bir sayfasıdır. Seyfo Süryanilerin ortak acıları ve hatıralarıdır. Müslümanların evimize ve köyümüze yaptıkları saldırıları bizzat yaşadım ve gördüm. 1977 yılında, 12 yaşında köyümüzü, evimizi, malımızı, mülkümüzü terk ederek Hollanda’ya geldik. Yok olan hayatımızı burada yeniden kurmak zorunda kaldık. Çok şükür burada her şeyim var! Fakat ben atalarımın kanlarıyla sulanmış topraklarımızı, Basibrin’i, Sare’yi ve Turabdin’i özlüyorum. Geçmişimiz bizi ve beni var eden temeldir. Ben Basibrinli ve Sareli Süryanilerin Seyfo sırasında ve sonrasında yaşadıkları felaketin, verdikleri mücadelenin unutulmasını istemiyorum. Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo da birer insandı. Her insan gibi onların da hataları, yanlışları olabilir. Hatasız insan olmaz! Ben kendi tarihimizi dikkatle araştırmamız, incelememiz gerektiğini düşünüyorum. Bana göre Sareliler, Basibrinliler Seyfo sırasında ve sonrasında yaşanan olayları dikkatle incelemeli, doğrularını, yanlışlarını öğrenmeli ve bunlardan dersler almalıyız. Geçmişimizin hatalarını bilirsek yeni yanlışların meydana gelmesini önleyebiliriz. Bizler Şemun Hanne Haydo’nun ve Melke Hanne Haydo’nun hayatlarını doğrularıyla, yanlışlarıyla birlikte öğrenmeliyiz. Onların mücadele yöntemleri, onların liderlik anlayışları bizlere yol göstermelidir. Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo daima Sareli, Basibrinli ve çevre köylerdeki Süryanilerle birlikte mücadele etmişlerdi. Onlar Süryanileri daima birlik olmaya davet etmişlerdi. Onların gücü Süryanilerin birliğinden geliyordu. Onlar daima birleştirici olmuşlardı. Ayrıca Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo çevrelerindeki Müslümanlarla, Ezidilerle dostluk ilişkilerini geliştirmeye, barış içinde birlikte yaşamaya da çok önem veriyorlardı. Şemun Hanne Haydo, kardeşi Melke’nin ve Süryanilerin öldürülmesinden sonra intikamcı olmadı. Sabırlı davrandı. Çevre köylerdeki Müslümanlarla, Kürtlerle daima diyalog kurmaya çalıştı. Fakat hiçbir zaman onlara boyun eğmedi, teslim olmadı. Gerektiği zaman onlara çok sert karşılık verdi, Süryanilerin ölmediğini, yaşadıklarını, korkmadıklarını da gösterdi. Şemun Hanne Haydo’nun amacı Süryanilerin birliğini sağlamak, birlikte mücadele etmek, Süryanilerin can, mal, namus güvenliklerini sağlamaktı. Şemun bu amacını gerçekleştirmeyi başarmıştı. Çünkü Şemun insanlara saygı gösteriyor, onlara adil davranıyor, haksızlık yapmıyordu. Sareli, Basibrinli Süryaniler de ona saygı ve sevgi gösteriyorlardı. Onun ünü Turabdin sınırlarını aşmış İran’a, Irak’a, Suriye’ye kadar yayılmıştı. Şemun’a karşı duyulan saygı ve sevgi hâlâ devam etmektedir. Ben Şemun Hanne Haydo’nun bir torunu olarak Melke’yi, Şemun’u ve diğer Süryani kahramanlarını kendime örnek aldım. Sarelileri, Basibrinlileri birleştirmeye çalıştım ve çalışıyorum. Benim tek istediğim Süryanilerin birlik ve beraberlik içinde yaşamalarıdır. Biz Süryaniler Türkiye’de, Turabdin’de çok az kaldık. Görüşlerimiz, düşüncelerimiz farklı olabilir. Farklı görüş ve düşüncelere saygı göstermeliyiz. Farklılıklar bizim zenginliğimizdir. Süryani Süryaninin 594 595 K e m a l Ya l ç ı n düşmanı değil, dostudur. Süryani Süryaniyi parçalanmak için değil, daha sağlam birlik kurabilmek için eleştirmelidir. Ben dedem Şemun Hanne Haydo’nun hayatından, mücadelesinden bu gerçekleri öğrendim. Bu gerçeklere göre hareket etmeye çalışıyorum. Süryani Halk Kahramanı Şemun Hanne Haydo adlı bu kitabın hazırlığı sırasında bu kitapta adı yazılan ve yazılmayan birçok Süryani, özellikle İseğ dbe Sağdo, Keferbeli Muhsi Gello dbe Garibo, Çaçano Aydın, Süleyman Turan bana hatıralarını, gördüklerini, bildiklerini anlatarak bana çok yardımcı oldular. Kendilerine çok teşekkür ederim. Ben dedem Şemun Hanne Haydo’nun torunu olmaktan büyük şeref duyuyorum. Dedemin cesareti bana daima cesaret ve güç verdi ve veriyor. Bana verilen Şemun adına layık olmak için elimden geleni yaptım ve yapıyorum. Melke ve Şemun hakkında benim değil, başkalarının konuşması daha doğru olur. 596 Şemun Hanne Haydo SON SÖZ Şemun Hanne Haydo’nun hayatını yazmaya, 2015 yılında, torunu Şemun Turan’ın açıklamalarından sonra karar vermiştim. Elimde Haydo ve Haydolar hakkında çok az yazılı kaynak vardı. Bu kaynaklarla 100-150 sayfalık bir kitap yazabileceğimi düşünmüştüm. Süryaniler ve Seyfo adlı üç ciltlik eserimde genel olarak Seyfo tarihini incelemiş ve kaleme almıştım. Şemun Hanne Haydo’ya çok az yer vermiştim. Basibrin ve Sare köylerinde 1915 ve sonrasında meydana gelen olaylara, Basibrin direnişinin lideri Melke Hanne Haydo’ya ise hiç yer vermemiştim. Çünkü bu konularda yeterli bilgim yoktu. Araştırmalara, belgeleri incelemeye, canlı tarihlerle konuşmaya başladım. 2015’te Turabdin’e yeniden gittim. Sare Köyü’nü adım adım, ev ev dolaştım. Şemun Hanne Haydo’nun restore edilmiş olan konağını ziyaret ettim. Fikri Turan’ı ve Sare’de yaşayanları dinledim. 2016 yılında Almanya, Hollanda, İsveç ve Belçika’da bu konuyu bilen, duyan, gören kadın erkek, genç yaşlı canlı tarihlerle konuştum. Karşıma bilmediğim bir dünya çıktı. Başlangıçtaki planıma göre bu kitabı 2016 yılı sonuna kadar yazıp bitirecek ve yayınlayacaktım. Fakat ulaştığım her yeni kaynak, her yeni bilgi beni başka kaynaklara yöneltti. Merakla, heyecanla araştırmalarıma devam ettim. Hiç yazılmamış, hiç görülmemiş yeni bilgilere ulaştım. 2016 yılında bu kitabı yazmaya başladım, 24 Temmuz 2018 günü son noktayı koydum. Düşündüğümün dört katı büyüklükte bir kitap oldu. Bu kitabımda sadece Basibrin ve Sare köylerinin, bu köylerde yaşamış sülalelerin, ailelerin, özel olarak da Haydolar soyunun tarihini araştırdım. Son üç yüz yılda yaşamış, tari597 K e m a l Ya l ç ı n he iz bırakmış olan insanları, liderleri inceledim. Şemun Hanne Haydo ve Melke Hanne Haydo’nun hayatları Türkiye’nin, Turabdin’in, Basibrin ve Sare köylerinin tarihiyle bütünleşmiştir. Onların hayatları Turabdin’deki insan ve aşiret ilişkilerini; Süryanilerle Kürtler, Müslümanlarla Hıristiyanlar ve Süryanilerle devlet ilişkilerini gösteren gerçek bir mikro tarihtir. Rakamlar kurudur, duygusuzdur. “Seyfo sırasında 100 bin kadar Süryani katledildi!” demek yaşanmış acıları, felaketin boyutunu, çocukların çığlıklarını ifade etmeye yetmiyor. Bu kitapta tek tek gerçek insanların acılarını, gözyaşlarını, umutlarını, sevinçlerini, yaşama umutlarını belgesel mikro tarih romanı tekniğiyle yazdım. Fakat öyle acılar, öyle çığlıklar duydum ki, kalemim onları olduğu gibi ifade etmeye yetmedi! Öyle insanlık dışı davranışlar, kalleşlikler gördüm ve duydum ki, insanlığımızdan utanmamak; Kürtlere, Müslümanlara karşı kin ve nefreti önlemek için onları yazmadım! Toprak damar damar, insan çeşit çeşittir! Katili, nankörü, kalleşi de vardır; vicdanlı, vefalı, dürüst insanlar da vardır. Bana yaşadıklarını anlatanlar saldırganların kimliklerini anlatırken “Kürt” ya da “Müslüman” sıfatlarını kullanıyorlardı. Mümkün olduğunca genellemelerden kaçınmaya çalıştım. Dinler milletlerle özdeşleşmişlerdir. Türk ve Kürt demek Müslüman demektir. Ermeni, Süryani demek Hıristiyan demektir. Süryanileri ve Ermenileri katledenlerin, Seyfoyu gerçekleştirenlerin milliyetleri, dilleri farklıydı, fakat hepsi de Müslümandı. Bu nedenle ben de “Kürt” ve “Müslüman” sıfatlarını kullandım. Fakat vicdanlı, vefalı, dürüst Kürtleri, Müslüman598 Şemun Hanne Haydo ları unutmadım. Eğer derin acılardan, gölleşmiş gözyaşlarından, büyük hayal kırıklıklarından sonra birbirimizin yüzüne bakabiliyorsak vicdanlı, vefalı, dürüst Kürtlerin, Müslümanların sayesinde bakabiliyoruz. Müslümanlarla Hıristiyanlar, Kürtlerle Süryaniler arasında barışı sağlayan Mıhelmi Şeyhi Şeyh Fathalla gibi vicdanlı, dürüst Müslümanlar da vardı. Bu vicdanlı insanları saygıyla, şükranla anıyorum. Süryanilerin canlarını alanlar, mallarına, mülklerine saldıranlar, kızlarını, kadınlarını kaçıranlar dışarıdan, başka ülkelerden gelmemişti! Onlar Süryanilerin komşuları, köylüleri, hatta Süryanilerin ekmeğini yemiş, kapısında büyümüş Müslümanlardı, Kürtlerdi. Osmanlı Padişahı ve Şeyhülislam 1914 yılında Hıristiyanlara karşı Cihat-ı Ekber ilan etmişti. Devletin resmi görevli imamları, müftüleri İslam dinini kışkırtma aracı olarak kullanmışlardı. Seyfo, Osmanlı Devleti tarafından planlanmış, örgütlenmiş ve uygulanmıştı. Müslümanlar, Kürtler, Türkler soyguna, hırsızlığa ve katliama zorla değil, koşarak, gönüllü gitmişlerdi. Müslümanlık katliamın, soygunun, hırsızlığın, insanlık suçlarının kılıfı haline gelmişti. Birçok Müslüman cennete gitmek için Hıristiyan komşusunu öldürdü! Süryanilere saldıranlar, öldürenler Hıristiyan, Budist, Musevi ya da Ezidi değildi, Müslümandı. Eğer 1915 Ermeni soykırımı ve Seyfo daha sonra sorgulansaydı, Osmanlı Devleti ve onun mirası üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Ermeni ve Süryani soykırımını kabul edip özür dileseydi, insanlık suçu işlemiş sorumlu599 K e m a l Ya l ç ı n lardan hesap sorulsaydı, gerçekler açıklansaydı, Türkiye’de barış kültürü egemen olsaydı 1938 Dersim Katliamı, 1942 Varlık Vergisi Faciası, 6/7 Eylül 1955 barbarlığı meydana gelemezdi. Eğer Müslümanlığın Seyfo ve Ermeni soykırımındaki etkisi sorgulansaydı, bu konuda resmi din kurumları gerçekleri kabul etseydi 1978’de Maraş’ta yüzlerce Alevi katledilemez, 1993’de Sivas’ta Aleviler ve aydınlar diri diri yakılamazdı! Eğer dünya İslam alemi soykırımlarla, katliamlarla hesaplaşsaydı 1915’ten 100 yıl sonra din adına kan dökülmez, Irak’ta, Suriye’de Ezidi, Süryani kadınları, kızları kaçırılıp köle pazarlarında satılamazdı! Kürt özgürlük hareketinin gelişmesi, Kürtlerin kendi geçmişleriyle hesaplaşmalarına yardımcı oldu. Bazı Kürt hareketleri ve partileri Süryanilerden özür diledi. Bu Kürt partileri ve hareketleri sayesinde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir Süryani milletvekili olabildi. Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanlığına ilk kez bir Süryani kadın seçilebildi. Bu gelişmeler olumlu, umutlu gelişmelerdir. Bunu yapan Kürtlere, Kürt parti ve hareketlerine takdir ve şükranlarımızı sunmak bir vefa borcudur. Türk Solunun büyük bir kısmı Seyfoya, Ermeni soykırımına sessiz kalmıştır. 1960 sonrasında Süryanilerin korkutularak memleketlerini, anayurtlarını terk etmeye zorlandığı yıllarda Türk sol parti ve hareketlerinden çoğu Afrika’daki, Vietnam’daki insanlık suçlarına haklı olarak karşı çıkmış, fakat Mardin-Midyat Bölgesi’nde, Turabdin’de işlenen insanlık suçlarını görmezden gelmiş, Süryanilere sahip çıkmamıştır. Bunun nedenleri Türk solunun ve Sovyetler Birliğinin tarihinde aranmalıdır. 600 Şemun Hanne Haydo 1920 yılında Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) kurucuları arasında 1915’te, Der Zor çöllerinde 200 bin Ermeninin ölümden sorumlu olan ve bu nedenle 1918’de hakkında idam kararı verilmiş olan Der Zor Mutasarrıfı Salih Zeki Zor gibi katiller de vardı. Salih Zeki Zor TKP’nin örgütlenmeden sorumlu Merkez Komite üyesi idi. Daha sonra Komünist Enternasyonel’de TKP’yi temsil etti ve defalarca Lenin ile görüştü. Sovyetler Birliği Lideri Lenin, Seyfonun ve Ermeni Soykırımının birinci dereceden sorumluları olan Enver Paşa ve İttihat ve Terakki Partisi’nin yöneticilerine sahip çıktı. Enver Paşa ve arkadaşlarını 1918’de Berlin’den Moskova’ya getirtti. Onlar Moskova’da Sovyet Dışişleri Bakanlığı Misafirhanesi’nde ağırlandı. Sovyetler Birliği Hükümeti İttihat ve Terakki Partisi’ni toparlaması ve yeniden kurması için Enver Paşa’ya para yardımı yaptı. Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında 21 Mart 1921’de, Moskova’da, Dostluk ve Barış Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmadan itibaren Sovyetler Birliği’nde 1915’ten, Seyfodan, Ermeni soykırımından söz etmek kesinlikle yasaklandı! Bu yasağa uymayan Ermeni ve Süryaniler cezalandırıldı, Sibirya’ya, çalışma kamplarına sürgüne gönderildi. Nüfusunun çoğu “Vilayet-i Sitte”den, “Batı Ermenistan”dan, Türkiye’den kaçarak gelmiş Ermenistan Cumhuriyeti’nde okullarda ve toplum hayatında 1915 Ermeni soykırımından söz etmek kesin yasaktı. Bu yasaklar 1991 yılında Sovyetler Birliği yıkılıncaya kadar tam 70 yıl devam etti. Sovyetler Birliği’ndeki siyasi görüş ve uygulamalar Türk solunun büyük bir kısmını etkilemiş, 1915 soykırımı ve Seyfo konusunda duyarsız kalmalarına neden olmuştur. 601 K e m a l Ya l ç ı n Tarih bilimi geçmişin kanlı olaylarının tekrar etmemesi için vardır. Tarihten doğru ve gerçek dersler alınmazsa toplumsal acılar daha büyük yıkımlarla tekrarlanabilir. Tek meyveyle bahçe olmaz! Farklılıklar zenginliktir! Turabdin Süryaniler varken Turabdin idi! Midyat Süryaniler çoğunluktayken Midyat idi! Basibrin ve Sare köyleri evler, sokaklar Süryanilerle doluyken bereketliydi. Süryanilerin mallarına el koymak için saldıranlar, Süryanilerin mallarına el koyduktan sonra da refaha, huzura kavuşamadılar. Süryanileri köylerinden kovanlar da gün geldi kendi köylerinden kovuldular. Turabdin savaşlarla, kavgalarla harap oldu, yoksullaştı, çoraklaştı. Şemun Hanne Haydo’nun, Melke Hanne Haydo’nun, Basibrinli ve Sareli Süryanilerin hayatını okuyanlar gerçek vatan ve yurt sevgisinin somut örneğini görecek; Süryani halkının hayatta kalabilmesi için canla başla, bilinç ve sabırla, akıl ve mantıkla çalışmış halk kahramanlarının önünde saygı ve şükranla eğileceklerdir. İnsanlık böyle insanlarla özgürleşmekte, dünya böyle insanlarla yaşanabilir bir dünya haline gelmektedir. Süryanilerin acıları benim de acılarımdır. Dilerim bu kitap Kürtlerin, Türklerin, Müslümanların kendi geçmişlerini sorgulamalarına, tarihi gerçeklerle yüzleşmelerine, toplum vicdanının temizlenmesine, Seyfonun tanınmasına, ortak acılarımızın dinmesine, Türkiye’de barış kültürünün gelişmesine yardımcı olur. Bochum, 24 Temmuz 2018 Kemal Yalçın 602 ON YEDİNCİ BÖLÜM Belgeler BELGE 1 Midyat’tan Tehcir Nasıl Yapıldı?* Geçen sayımızda, Türk Hükümeti Batı Süryani kahramanlarından Šamˁun Ḫanne-Ḫaydo’yu Midyat’ta nasıl tutukladığının ve daha sonra Harput Cezaevine nasıl tıktığının haberini vermiştik. Bu bilgileri katliamdan canını kurtarmayı başaran ve son günlerde ABD’ye sığınan üç Süryani’den aldığımızı iletmiştik. Sığınanlardan biri Harput Cezaevinde tutuklu bulunuyordu, yukarıda adını andığımız Šamˁun’la birlikte cezaevinde yatmıştı. Cezaevinde Šamˁun’dan birçok olayı dinlediğini ve öğrendiğini anlattı. Bunlardan Midyat’ta, yetkililerin insanları nasıl tehcir ettiğini vermiştik. Bu değerli bilgileri siz Beth-Nahrin okuyucuları ile paylaşmaya devam ediyoruz. Yetkililer tarafından Midyat’tan tehcir edilme kararı resmen verilmeden evvel önde gelen Süryaniler tek tek tutuklanmış. Tutuklananlar, Midyat’ın dışında, Mardin yolu üzerinde kalan iki saatlik uzak bir yerde bekletiliyor. Burada tümü kurşuna dizilip kuyuya atılıyor. Bölgede, Vatikan’ın bir hanım gözlemcisi, yapılan bu trajediye görgü tanığı olmuş. Yapılan katliamı kaleme alıp rapor ediyormuş. Raporun içindeki bilgiler Basibrin’de kalan Šamˁun’un kardeşi Malke’ye ulaşıyor. Malke hemen harekete geçiyor. 605 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo Güvendiği adamlarını topluyor. Onları küçük fedai mangalarına bölüyor, kadınlarla birlikte onları savaşmaya hazırlıyor. İlk eylem, Midyat’taki Hükümet Konağı’na saldırı ve ikinci eylem olarak da askeri depoya baskın yaparak silahlarını almak! Alınacak silahla, devlete bağlı görevliler tek tek ortadan kaldırılacak, intikam alınacak. Nitekim böyle bir saldırı yapıldı. Merciler elindeki askeri güçle karşı koymaya çalışmış. Her fedai mangada bulunan Süryani kadınlar, erkeklerle omuz omuza Hükümet Konağı’na doğrudan saldırı düzenliyor. Midyat’ın içinde devlete ağır kayıplar veriliyor. Bir sürü asker ve yetkili canını zorla kurtarıp Midyat’ın dışına kaçabilmiş. Basibrinli fedailer silah deposuna girmiş, ne varsa yanına almış. Artık ellerinde modern silahları olmuş. Basibrinli fedailer Midyat’ın dışına dağa çekilmiş. Güçsüzlüğünü anlıyan yetkililer, dağılan askeri güçlerini yeniden toparlamak ve durumu sakinleştirmek için ateşkes ilan ediyor. Daha sonra, hem Midyat’a ve hem de kardeş Malke’ye ne olmuş? Šamˁun bu konuda pek bir bilgisi olamamıştı. Belge 1 (Hanna beth-Sawoce’nin özel arşivinden alınmıştır.) 606 Bu olaylardan uzun bir süre önce, Osmanlı Hükümet’i çıkardığı bir emirle, tüm Kürt ve Süryani liderler, hergün Midyat Hükümet Konağı’na gelecek, zorunlu adını yazdıracakmış. Šamˁunˁun buna direnmenin anlamsızlığını kardeşi Malke’ye anlatıyor ve onunda adını yazmasını öğütlüyor. Ama Malke bunu kabul etmiyor. Türklerin kötü niyetli olduğunu, onlara güveninin hiç olmadığını söylüyor. Šamˁun daha sonra diğer Kürt liderleriyle birlikte tutuklanıyor ve Harput kentine yollanıyor, orada cezaevine tıkılıyor. 607 K e m a l Ya l ç ı n Yetkililer Šamˁun’un kardeşi Malke’yi de tutuklatmak istiyor. Tutuklanması için, ona bir askeri grup yollanıyor. Malke tutuklanmamak için gönderilen askere karşı, fedai grubuyla birlikte saldırıya geçiyor. Karşı koyamıyan askerler geri çekilmek zorunda kalıyor. Bu çatışma sırasında Süryani fedailer, ağaç kütüklerinden ürettiği toplarını deniyormuş. * Beth-Nahrin, Yıl: 2, No. 5-6, Mayıs 1917, s. 6. Bu haberin orijin dili Arapça, onu İsveççe’ye Ingvar Rydberg çevirdi. (Hanna beth-Sawoce’nin özel arşivinden alınmıştır.) 608 Şemun Hanne Haydo BELGE 2 Beṯ-Nahrin’den Haberler* Son günlerde, Harput’tan ABD’ye sığınan üç Süryani bize ulaştı ve Timur’un evlatları Türkler tarafından işlenen zalimane kıyımları anlattılar. Bu Süryaniler’den biri, Harput Cezaevi’nde tutuklu bulunuyordu. Cezaevinde onunla birlikte Midyat’tan bir başka Süryani yatıyordu. Adı Šamˁun H̱anne H̱aydo. Ünlü bir Süryani savaşçı. Türkler önce onu Midyat’ta tutukluyor, daha sonra Harput kentindeki cezaevine koyuyor. Mezopotamya’nın büyük kentlerinde, Türk yetkililer önce önde gelenleri tutuklatma ile işe başladı. Ardından işkence, cinayet ve ölümler geldi. Özellikle kadın ve kıza yönelik işlenen binbir türden utanç verici iğrençliklerin, korkunçlukların içeriğini ve işlevini, kalem dahi, yazamayacak kadar çok hazin! Bu cesur ve yiğit insan Šamˁun’un anlattığına göre... Türkler, Midyat ve çevresinden önde gelen Süryani liderlerden 75 kişiyi önce tutukluyor. Daha sonra bu tutukladıklarını eli bağlı kent dışına çıkarıyor, onları orda kurşuna diziyor. Šamˁun’un kardeşi Malke, güvendiği fedai yandaşlarını topluyor, Midyat’ta Türklere karşı saldırıya geçiyor. Saldırı sırasında Hükümet Konağı kuşatma altına alınıyor. Burda ele geçen yargıç [tahsildar Şerif Efendi], yerinde öldürülüyor. Birçok modern silah ele geçiriliyor ve eylemden sonra geri çekilme oluyor. * Beth-Nahrin, Yıl: 2, No. 5-6, 8-22 Haziran 1917, s. 11. Bu haberin orijin dili Klasik Süryanice, onu İsveççe’ye Tomas Be-Cavdalla çevirdi. 609 K e m a l Ya l ç ı n Şemun Hanne Haydo BELGE 3 Bu ara Hazax’ta* ... Devlete yakın Kürt aşiretlerinin defalarca saldırısına uğrayan bu yerleşim yeri, kendini kahramanca savunuyor. Aşiretin önde gelenleri, bu yerleşim yerini ortadan kaldırmak için yetkililere yardım için başvuruyor. Türkler kendilerine daha güçlü bir birlik toplayıp yolluyor. Süryanilere karşı yeniden saldırıya geçiliyor. Süryaniler kendini yiğitçe kadını ve erkeğiyle direnerek savunuyor. Saldırgan güç geri çekilmek zorunda kalıyor. Geri püskürtülen saldırgan Türkler arasında kaçışmalar bile olmuş. Türk birliğini yöneten komutan [Çerkez Naci Bey], Süryanileri alt edemiyeceğini anlayınca barış yapmak için bir süreliğine ateşkes düzenliyor. Bu süre içinde bu komutan, Musul’da Süryani piskopos olan İlyas Šakir’le – daha sonra patrik oluyor – iletişime geçiyor. Ona, Süryanilere elindeki silahlarını devlete teslim etmeleri için, arabulucu olması çağırısında bulunuyor. Zavallı Süryaniler piskoposun öğütlerini dinliyor, ellerindeki silahı teslim ediyorlar. Daha ileriki bir dönemde, Türkler yeniden çete güçlerini bu Süryani biriminin üzerine yolluyor. Köye saldırılıyor. Evlere yapılan saldırılarda birçok Süryani erkek çocukları ile birlikte öldürülüyor. Kadınlar kaçırılıyor, mal ve mülke el konuluyor. Dağa kaçıp sığınan küçük bir grup dışında herkes öldürülüyor. * Beth-Nahrin, Yıl: 2, No. 5-6, 8-22 Haziran 1917, s. 11. Bu haberin orijin dili Klasik Süryanice, onu İsveççe’ye Tomas Be-Cavdalla çevirdi. (Hanna beth-Sawoce’nin özel arşivinden alınmıştır.) 610 Belge 2-3 (Hanna beth-Sawoce’nin özel arşivinden alınmıştır.) 611 ON SEKİZİNCİ BÖLÜM İnsan ve yer isimleri İnsan ve yer isimleri hakkında açıklamalar Basibrin, Osmanlı Döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında nahiye idi. Bu nedenle çevre köyler içinde sadece Basibrin’de karakol vardı. Anlatıcılar Basibrin’den hep köy olarak bahsettikleri için “Basibrin Köyü” dedim. Sare bir köy, Basibrin ise bir nahiye idi. Konuştuğum Süryaniler, Kürtler, canlı tarihler daima köylerinin Süryanice ya da Kürtçe isimlerini söylediler. Hiçbiri sonradan uydurulan Türkçe isimlerini kullanmıyordu. Hiçbir Süryani, “Ben Haberliliyim, Sarıköylüyüm!” demedi. Çünkü her köyün tarihi o köyün gerçek ismiyle bütünleşmiştir. Basibrin Köyü’nün tarihi ancak Basibrin ismiyle ifade edilebilir. Türkçe “Haberli” ismi o köyün, o köydeki Süryanilerin tarihinden tamamen kopuktur. Bir Süryaniye zorla Türkçe bir isim vermek, bir Süryani köyüne uyduruk bir Türkçe isim koymak Seyfonun kültürel ve toplumsal alanda hâlâ devam ettiğinin bir göstergesidir. Bu nedenle bu kitapta ve Süryaniler ve Seyfo’da esas olarak Süryanice, Kürtçe orijinal köy ve insan isimlerini kullandım. Viraneleşmiş, harabeleşmiş, sahibi, insanı kalmamış, adı haritadan silinmiş köylerin; cemaati yok olmuş, çanı susturulmuş, defineciler, bağnazlar tarafından delik deşik edil614 615 K e m a l Ya l ç ı n miş kiliselerin, manastırların, tarihi yerlerin isimlerini canlı tarihlerden duyduğum biçimde yazdım. Bu nedenle bazı yazım farklılıkları olabilir. Bu konuda anlayış göstermenizi rica ederim. Türk-Kürt okuyucuların ve genç insanların anlamalarını, haritada yerlerini bulabilmelerini kolaylaştırmak için köy ve yer isimlerinin Süryanice, Kürtçe, Türkçe ve yerel kullanım biçimlerinin bir listesini aşağıda verdim. İNSAN İSİMLERİ Şemun Hanne Haydo Melke Hanne Haydo Şemun Haydo Hanne Haydo Bahho Gülavi Marowge dbe Kutke Barsawmo dbe Muşe Hanne dbe Sefer Gelle dbe Hirmiz Süleymane Amer Rehane dbe Hasanne Şemun dbe Meliko Musaye Fatıme Mhamaye Alo Üsüfe Ağa Çelo Mihdo Yusuf dbe Kaşo Sawme Aliye Hasse Bereket 616 Şemun Hanne Haydo Mhammed Selim Gülo dbe Gawro Muhammede Amer Hanne dbe Sağdo Hanna dbe Rimmo Balte dbe Mure Midinli Hanno Gewriye dbe İsak dbe Kusyano Benho dbe Rume Bihno dbe Rume Yuhanun dbe Kaşo Sawme Gawriko dbe Danho Muhammede Süleyman Mahmude Asad Hamdalla Alike Rimmo Alike Sakwen Abdül Kerim Rammo Bisso dbe Kahya Hazaklı Hanna Herdo Muksi İlyas Sofi Brahime Ğızale Abdoye Hüseyin Hindoke Bihno dbe Rüme Nıhmetto Ailesi Lijbah Hobil Nisane Sitto Gewriye dbe Gawro Hate 617 K e m a l Ya l ç ı n Denho dbe Galle Hanne dbe Galle Gorgisko dbe Sefer Koro Yusuf dbe Kaşo Sawme Ferhoye Nado Gello dbe Kawme Yusuf dbe Saro Barsawmo dbe Kaşo Sawme Gawro dbe Gawro İsak dbe Sahdo Yusuf dbe Denho Davut Algül Uso dbe Gawro Gello dbe Khuri Seydune Circo dbe Garibo Hanne dbe Kaşo Circo Delale İsak dbe Kahya Muksiye Sare Turan Hindè Ayaz Denho Ayaz Hasna Hatuni Maroge dbe Kaşme Çaçano Aydın Şemun Atte Abune Yuhanun Teber Malfono İsa Garis Abune Hori Gabriel Kaya Nisani Kaya İsa Gergin Hazme Gergin Turan İsa Arslan Süleyman Dibo Turan Muksiye Sare Turan Gebro Geçer Lahdo Altun Gewriko Azze Altun Çelik Abuna Hori Lahdo Özkaya Yusuf Tozman Hazme Ünal Hatune Çiçek dbe Muşe Hapsuno Kara Makko Yanık Fikri Turan Lahdo Aydın İşo Akay İskender dbe Basso Gabro Tokgöz Diba Gabriel Alike Batte Şemun Ünal Meryem Aykıl Yıldırım Melke Gabriel Jakob Gabriel Hanna Artan dbe Mirza Marawgé Akar dbe Gorgiso Aziz Maroge Süleyman Aydın Khuri Shabo el Khuri Şemun Turan 618 Şemun Hanne Haydo YER İSİMLERİ Basibrin Köyü-Bucağı, Bisorino, Beht Bsirino, Haberli Sare Köyü, İstir, Gawayto, Sarıköy Temerze Köyü Savur İlçesi Terskano Köyü Kiwağ Köyü Deyro du Slibo Manastırı, Dayro Dslibo, Dersalip, Çatalçam Gremira Köyü Mğare Köyü Benıhmin Köyü, Raite Bölgesi Tur İzlo Dağı Bedibbe Köyü, Dibek Ağrite Köyü Hazak, Azakh, Beht Zabday, İdil İlçesi Arbaye Köyü, Alayurt Yardo, Erde, Yamanlar Hassana Köyü, Kösali Neşfe Köyü Aynwardo Köyü, Invardo, Aynwert, Gülgöze Taka Köyü Hah Köyü, Anıtlı Harabemişka Köyü Sederi Köyü Mor Augin Manastırı Mor Yuhanon Mor Melke Manastırı Girke Şamo Köyü (Suriye’de) Marbobo Köyü, Günyurdu 619 K e m a l Ya l ç ı n Hapisnas Köyü, Habsus, Habsnas, Hapsınase, Mercimekli Becim Köyü, Güven Mahserte, Ömerli İlçesi Zahuran Köyü Sohran Köyü Halah-Ahlah Köyü Mzizah Köyü, Mozizah, Doğançay Zaz Köyü, İzbırak Enhil Köyü, Anhel, Yemişli Temerze Köyü Kerburan, Kfarburan, Dargeçit İlçesi Hasankeyf, Hesno d-Kifo Bote Köyü, Bardakçı Derbuke Köyü, Karagöl Keferbe Köyü, Kfarbe, Fofyayt, Güngören Keferze, Altıntaş Arnas Köyü, Urdnus, Bağlarbaşı Arbo Köyü, Taşköy Harabale, Arkah, Üçköy Deyrulzafaran Manastırı, Deyro d-Kurkmo Mor Gabriel Manastırı, Dayro d-‘Umro Midin Köyü, Midun, Öğündük Cizre, Gziro Mor Yakub – Salah Salah, Barıştepe Achlah, Narlı Mor Loozor Manastırı Kelith, Killit, Dereiçi Bekusyone, Beth Kustan, Bakisyan, Alagöz Kafro Tachtayto, Aşağı Kafro, Elbeğendi Kafro Elayto, Yukarı Kafro, Arıca Ehwo, Hbob, Habab, Güzelsu 620 Şemun Hanne Haydo Esfes, Yarbaşı Birguriye, Balaban Gündükşükrü Köyü Igündüke di’Ito, Odabaşı Mardin, Merdo Bnebil, Bülbül Derelya, Çiftlik Diyarbakır, Omid, Amida Gercüş, Kefar Gauson Kartmin, Yayvantepe Daskan, Beht Debe İzlo, Beht Gawgal Çöl Bölgesi (Ova Bölgesi) Koval Kanak Ser-dahl Gir-Baraz Kanek Bazar Araban, Karalar Beth-Isok Beth-Wardo Zinawrah 621 K e m a l Ya l ç ı n Turabdin ve Berriyê mıntıkalarında yer alan aşiretler ve konfederasyonlar Hevêrka Konfederasyonu Alika Basiqil Bûtika Dasika Derhavê Dermemmika Dorika Elikî Erebîyan Hemmika Mizizex Omerka Saliha Şemika Zaxoran Dekşûri Konfederasyonu Ernas Hebezbenî Hesar Kercoz Remma Şemun Hanne Haydo Bağımsız Aşiretler veya küçük konfederasyonlar Barava Bûbîlan Daşî Kaqorî Dereverî Domana Erbanî Kasika Kîkan Kose Mahalmî Mersînî Omeryan Pînaralî Raîte Qelendera Sûrgiçî Tat Temika Xellecan Xurs Turabdin ve Berriyê mıntıkalarında yer alan aşiretler ve konfederasyonların isimlerini ve haritaları Sayın Altan Tan’ın Nûbihar Yayınevi tarafından yayınlanan “Turabidin’den Berrıyê’ye, Aşiretler, Dinler, Diller, Kültürler” adlı kitabından aldım. Haritalar İbrahim Halil Baran tarafından hazırlanmıştır. Kendilerine çok teşekkür ederim. Botî Konfederasyonu Harûna Hessina Memma 622 623 K e m a l Ya l ç ı n 624 Şemun Hanne Haydo 625 K e m a l Ya l ç ı n KAYNAKLAR · Katliamlar, Direniş, Koruyucular: 1. Dünya Savaşında Doğu Anadolu’da Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, David Gaunt, Belge Yayınları, İstanbul, 2007. · Süryaniler ve SEYFO, Cilt 1-2-3, Kemal Yalçın, Almanya 2014 · Süryaniler, Yakup Tahincioğlu, Butik Yayıncılık, 6. Baskı, İstanbul, 2011 · TURABDİN Lebendiges Kulturerbe, Living Cultural Heritage, Canlı Kültür Mirası, Hans Hollerweger, Linz, Österreich,1999 · Ağa, Şeyh, Devlet, Martin van Bruinessen, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003. · Halk Kahramanı Bağlamında Şemune Hanne Haydo, Okt. Canser Kardaş, Uluslararası Geçmişten Günümüze İdil Sempozyumu Bildirileri, Editör: Yrd.Doç.Dr. M. Nesim Doru, Şırnak Üniversitesi Yayınları-2, 2011 · Tüm Yönleriyle Süryaniler, Horiepiskopos Gabriel Akyüz, Mardin, 2005 · Kürtlere Vurulan Kelepçe Şark Islahat Planı, Mehmet Bayrak, Özge Yayınları, Ankara, 2013 · İsmet İnönü’nün Şark Seyahati Raporu, Posted by kurdians Ekim 13, 2007 · İsmet Paşa’nın Kürt Raporu, Saygı Öztürk, Doğan Kitap, 5. Baskı, İstanbul, 2008 · Asur-Keldani-Süryani Halkkıyımı 1, Mezopotamya Enstitüsü, İsveç, 1998. · 1915 Asur-Keldani ve Ermeni Soykırımı 2, Jozef Nacim, Mezopotamya Enstitüsü, İsveç, 1999. · Asuri-Süryani Halkının Yaşam Yolu, Mezopotamya Özgürlük Partisi Manifestosu, Bethil Yayınları, 2000. 626 Şemun Hanne Haydo · Bütün Yönleriyle Süryaniler, Muzaffer İris, Ekol Yayımcılık, İstanbul, 2003. · İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu, İttihat ve Terakki’den Kurtuluş Savaşı’na Taner Akçam, İmge Yayınları, İstanbul, 1999. · Talât Paşa’nın Evrak-ı Metrûkesi, Murat Bardakçı, Everest Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2009. · Asur Soykırımı, Unutulan Bir Holokost, Gabriele Yonan, Pencere Yayınları, İstanbul, 1999. · Ermeni Tabusu, Yves Ternon, Belge Yayınları, İstanbul, 1993 · Yılların İçinden, Abidin Nesimi, Nöbetçi Yayınevi, 2. Basım, İstanbul, 2008 · Mardin 1915 Bir Yıkımın Patolojik Anatomisi, Yves Ternon, Belge Yayınları, İstanbul, 2013. · Farman Tur’abdinli Süryanilerin 1914-1915 Katliamı, Hori Süleyman Hinno, Atina, 1993. · Türk Süryaniler Tarihi, Horepiskopos Aziz Günel, Diyarbakır, 1970. · Süryanilerin Acı Sonu, (Yazarının Mar Eşay Şamcun olduğu tahmin ediliyor), Türkçeye Çeviren: Şükran Yurdagül, Nsibin Yayınları, İkinci Basım, İsveç, 1998. · Horepiskopos Aziz Günel’in Hatıratı, Hazırlayan: Mehmet Şimşek, Everest Yayınları, İstanbul, 2011. · Türkiyeli Gayrimüslimler Üzerine Yazılar, Baskın Oran, Yayına Hazırlayan: Ülkü Özen, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011. · Makalelerle Mardin IV Önemli Simalar-Dini Topluluklar, Hazırlayan: İbrahim Özcoşar, Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Yayını No:10, İstanbul, 2007. · Mezopotamya’nın Bilim Öncüleri, Süryani Tercüman ve Filozofları, Efrem İsa Yusif, Doz Yayınları, İstanbul, 2007. 627 K e m a l Ya l ç ı n · Kırmızı Püskül 1843-1846 Nesturi Katliamı, Hacer Yıldırım Foggo, Çiviyazıları Yayınevi, İstanbul, 2002. · Yukarı Kafro (Arıca Köyü), P. Hanna Basut, İstanbul, 2010. · Öteki Tarih I, Abdülmecid’den İttihat ve Terakki’ye, Ayşe Hür, Profil Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2012. · Öteki Tarih II, Mondros’tan İzmir Suikastı Davası’na, Ayşe Hür, Profil Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2012. · Öteki Tarih III, Kemalist Devrimler ve İsyanlar, Ayşe Hür, Profil Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, 2013. · Geçmişten Günümüze Süryaniler, Yakup Bilge, Geyik Yayınları, İstanbul, 2001. · Süryaniler, Mutay Öztemiz, İdea Ayrıntı Yayınevi, İstanbul, 2012. · Diyarbakır’daki Meryem Ana Kilisesi’nin Tarihçesi, P. Gabriel Akyüz, Mardin, 1999. · Diyarbakır Tebliğleri, Diyarbakır ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi Konferansı, Diyarbakır 1915, Prof. Dr. Ayhan Aktar, Hrant Dink Vakfı Yayınları, İstanbul, 2013. · Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında 6-7 Eylül Olayları, Dilek Güven, İletişim, 4. Baskı, İstanbul, 2010. · Antakya Süryani Kadim (Ortodoks) Kilisesi Patriklerinin Özgeçmişi, Hanna Dolabani, Çeviren Gabriel Akyüz, Editör: İbrahim Özcoşar – Hüseyin H. Güneş, · Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Yayını No:11, İstanbul, 2006. · Tarihte Mardin, Metroplit Hanna Dolabani, Deyrulzafaran Manastırı, İstanbul, 1972. · Ezidilerin Tarihi, Melekê Tawus ve Mıshefa Reş’in İzinde, John.S. Guest, Avesta Yayınları, İstanbul, 2001. · Acılı Coğrafyanın Kederli Çocukları Ezidiler, Mehmet 628 Şemun Hanne Haydo · · · · · · · · · · Bayrak, Özge Yayınları, Ankara, 2015 Bizim Köyün Papazıdır Güneydoğulu Bir Keldani’nin Anıları (1975-1985), Aziz Yalap, Yayına Hazırlayan: Antoni Yalap, İletişim Yayınlar, İstanbul, 2011. Asurlar Süryaniler, Sabri Atman, Kaynak Yayınları Mezopotamya Özlemi, Sabri Atman, Mezopotamya Yayınları, İsveç, 1997. Turabdin’den Baltık’a Kürt Toplumunda Aşiretin Önemi, Nezire Cibo, 01.05.2011 Hevêrka Sultanları, Nezire Cibo Amerikan Misyonerlerinin 1863-1885 Yılları Arasında Mardin’de Tesis Ettikleri Okullar, Sıraç Aktürk 100 Yıl Önce Türkiye’de Ermeniler, Orlando Carlo Columeno Koleksiyonu’ndan Kartpostallar, Editör: Osman Köker, Birzamanlar Yayıncılık, İstanbul, 2005 Yadigâr-ı Hürriyet, Editör: Osman Köker, Birzamanlar Yayıncılık, İstanbul, 2008 Sechzehn Jahre als Quarantänearzt in der Türkei, mit 16 Tafeln und 1 Übersichtskarte, von Lamec Saad, Berlin, Reimer, 1913 Turabidin’den Berrıyê’ye, Aşiretler, Dinler, Diller, Kültürler, Altan Tan, Nûbihar Yayınları, İstanbul, 2011 629 K e m a l Ya l ç ı n İÇİNDEKİLER Şemun Hanne Haydo 4. 5. 6. 7. 8. Önsöz Sunuş Teşekkürler Giriş BİRİNCİ BÖLÜM Basibrin’den Sare’ye göçenler 1. Basibrin ve Sare 2. Sare’ye baskın! 3. 1800-1850 döneminde olup bitenler 4. 1800-1850 döneminde Sare ve Basibrin’de yaşananlar 5. Haydo Sare Köyü’nden ayrılıyor 6. Sare’de Bahho’nun liderlik zamanı 7. Gülavi’nin yaptıkları 8. Haydo, Basibrin’in de lideri oldu! 9. Botan Emiri Bedirhan’ın yaptıkları 10. Zorla vergi alırız! 11. Hanne’nin Basibrin’de yaptığı önemli işler 12. Hasan’ın oğulları 1. Haco ve Batte ile ilişkiler 13. Bir namus kavgası 14. Ose’nin intikam isteği 15. Kinto’nun intikamı 16. Ğezale’nin rüyası 17. Hain tuzak! İKİNCİ BÖLÜM Hanne Haydo Dönemi 1. Yawse’nin ölümünden sonraki zamanlar 2. Hanne’nin teslim olması 3. Hanne’siz günler 630 Mardin’de geçen yıllar Hapisten sonra Sare’ye dönüş Artık barış olsun! Sare yolu kanlıdır! Gözleri arkada kaldı! ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Hayatı yeniden var etmek 1. Verginizi bana ödeyeceksiniz! 2. Yeniden hayata sarılmak 3. Oyuna son! 4. Kardeşim! Bu silah ve bu at senin! 5. Bu son vergidir! 6. Yeni bir gün başlıyor 7. Felaket öncesi 8. Rehane dbe Hasanne 9. Çelebiyo’nun elçisi 10. Sare Hanne Haydo’nun evliliği DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Ölüm kalım kavgası 1. Çelebiyo Aşireti’nin ilk saldırısı 2. Ateş! 3. Başarının etkileri 4. Senin çaldığın mal benimdir! 5. İşte kefenim, işte başım! 6. Şemun Hanne Haydo’nun diğerlerinden farkı 7. Serhano’ya bir ders 8. Fakir bir Müslüman kadının Şemun Hanne Haydo’dan isteği 9. Müslüman-Kürt aşiretlerle dostluk ilişkileri 10. Çelebiyo ve Serhano’nun öç alması 631 K e m a l Ya l ç ı n 11. Haco ve Alike Batte’nin başkaldırmaları 12. Nasıl başardık? 13. Çelebiyo Basibrin’i karıştırmak istiyor 14. Midyat’ta bir düğün 15. Serhano’ya bir uyarı BEŞİNCİ BÖLÜM Savaş ve barış 1. Barış için atılan adımlar 2. Barış anlaşması 3. Barış dönemi ALTINCI BÖLÜM Felaket yaklaşıyor 1. Felaket haberleri 2. Midyat-Estel Köyü Camisi’nde yapılan toplantı YEDİNCİ BÖLÜM Turabdin’de ağaların tutuklanması 1. Şemun Ağa’nın gözaltına alınması 2. Ağaların gidişi 3. Midyat’tan Mardin’e giden uzun ince bir yol 4. Diyarbakır’da yapılan ilk sorgu 5. Harput Cezaevi’nde hayat 6. Ağaların tutuklanmasından sonra Turabdin SEKİZİNCİ BÖLÜM Seyfo Öncesi 1. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girişi 2. Seyfo vakti gelmiş, kılıç çekilmişti! 3. Ne yapacağız? 632 Şemun Hanne Haydo 4. Melke’nin aklından geçenler ve durum değerlendirmesi 5. Seyfo öncesi Saruhano ile görüşme 6. Mezopotamya ve Turabdin’de Müslüman-Hıristiyan ilişkilerinin özellikleri 7. Direniş Komitesi’nin aldığı kararlar 8. Aynwardo, Hazak, Hah, Zaz ve diğer yerlerdeki direniş hazırlıkları 9. Karakol baskını 10. Yeni silahlarla talim 11. Çevredeki Süryani köylerine ve Süryanilere çağrı 12. Midin Köyü Süryanilerinin Basibrin’e getirilmesi 13. Midyat’a saldırı öncesi DOKUZUNCU BÖLÜM Basibrin’de SEYFO 1. Basibrin’de Seyfo başlıyor! 2. Melke’yi öldürme planı 3. Basibrin’e büyük saldırı planı 4. Ölüm kalım günü 5. Açlıkla savaş 6. “El koyduğunuz silahları geri verin!” 7. Buyurun silahlarınızı! 8. Osmanlı askerleri Basibrin’e geri geldi 9. Salihiler karakola gelip gitmeye başladı 10. Bir düğün, bir olay 11. Palamut ekmeği 12. Ölüm, senin adın batsın! 13. Bayrağı salla! 14. Basibrin’de katliam 15. Kaçırılan Süryani kadın, kız ve çocukların başlarına gelenler 633 K e m a l Ya l ç ı n ONUNCU BÖLÜM Şemun Hanne Haydo’nun hapisten kaçması ve sonraki gelişmeler 1. Tek kurtuluş yolu 2. Şemun Hanne Haydo’nun kurtulduğu haberinin yayılması 3. Alike Batte Nusaybin’e gitmeden önce yaşanan olaylar 4. Bağdat-Berlin Demiryolu İşletmesi’ne odun ve kütük satma 5. Alike Batte’nin Nusaybin’e gidişi ve Nusaybin olayları 6. Kalk Aliko, kalk! Etrafımız sarılmış! 7. Deyro du Slibo Manastırı’nın Aliye Rimmo Aşireti tarafından işgali 8. Şemun Hanne Haydo’yu kıskananlar 9. Alike Batte’nin intikamı 10. Kaçırılan Süryani kadınlarını düşünen yoktu! ON BİRİNCİ BÖLÜM Süryaninin Süryaniden başka kalıcı dostu yok! 1. İş başa düştü! 2. Çelebi Ağa, Saruhan Ağa ve Haco Ağa hapisten çıktılar 3. Haco Ağa’nın dostluğu bu kadarmış! 4. Serhano ve Saruhano’nun dostluğu 5. Ölenle ölünmüyor, hayat devam ediyordu ON İKİNCİ BÖLÜM Basibrin’e dönüş 1. Kendi gücüne güven! 2. Basibrin’e saldırı 3. Haco Ağa’nın intikamı 4. Yol açın! 634 Şemun Hanne Haydo ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Şemun Hanne Haydo’nun hapisten çıktıktan sonraki yılları 1. Antep Cezaevi’nde geçen yıllar 2. Şemun Hanne Haydo’nun Sare’ye dönüşü 3. Yıl 1931! Basibrin’e yeni bir silahlı saldırı daha! 4. Şeyh Said İsyanı 5. Başbakan İsmet İnönü’nün Basibrin ziyareti 6. İsmet İnönü’nün Şark Seyahati Raporu’nda Basibrin hakkında yazdıkları 7. Kaçakçıların iki askeri öldürmesi 8. Bir namus meselesi daha... 9. Şemun Hanne Haydo’nun barış ve birlik sağlama çabaları 10. Sare ve Basibrin’i yeniden inşa etmek 11. Şemun’un son yılları 12. Ruhu şad olsun! ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Şemun Hanne Haydo’nun ölümünden günümüze kadar geçen zaman 1. Şemun dünyaya geldi 2. Midyat’ta düzenlenen Kıbrıs Mitingi 3. Şemun Hanne Haydo’dan sonra evlatları ve torunları 4. Yusuf ile Cihangir Pehlivan 5. Yusuf ’un hayvanlarını çalmaya gelen hırsızlar 6. Şemun Hanne Haydo’nun kızları ve Azze’nin başına gelenler 7. Azze’nin evliliği 8. Azze’nin Süryaniler ve Müslüman Kürtler üzerindeki etkisi 635 K e m a l Ya l ç ı n ON BEŞİNCİ BÖLÜM Elveda Anayurdum! Elveda Turabdin 1. Süryaniler anayurtları Turabdin’i terk etmek zorunda bırakıldı 2. Sare Köyü’nü geri almak için verilen mücadele 3. Sare Köyü yeniden imar ediliyor ON ALTINCI BÖLÜM Canlı tarihler ve tanıklar 1. Episkopos Abune Yuhanno Teber 2. Malfono İsa Garis 3. Abune Huri Gabriel Kaya 4. Nisani Kaya 5. İsa Gergin 6. Hazme Gergin Turan 7. İsa Arslan 8. Süleyman Dibo Turan 9. Muksiye Sare Turan 10. Gebro Geçer (Hazaklı) 11. Lahdo Altun Gewriko 12. Azze Altun Çelik 13. Abuna Hori Lahdo Özkaya 14. Yusuf Tozman 15. Hazme Ünal 16. Hatune Çiçek dbe Muşe 17. Hapsuno Kara 18. MekköYanık 19. Fikri Turan 20. Lahdo Aydın 21. İşo Akay 22. İskender dbe Basso 636 Şemun Hanne Haydo 23. Gabro Tokgöz 24. Diba Gabriel 25. Alike Batte 26. Şemun Ünal 27. Meryem Aykıl Yıldırım 28. Melke Gabriel 29. Jakob Gabriel 30. Hanna Artan dbe Mirza 31. Marawgé Akar dbe Gorgiso 32. Aziz Maroge 33. Süleyman Aydın 34. Khuri Shabo el Khuri 35. Haspisnaslı İshak Eyüp dbe Bahwarro 36. Şemun Turan ON YEDİNCİ BÖLÜM Belgeler ON SEKİZİNCİ BÖLÜM İnsan ve yer isimleri Sonsöz Açıklamalar İnsan isimleri Yer isimleri Turabdin ve Berriyê mıntıkalarında yer alan aşiretler ve konfederasyonlar Kaynaklar İçindekiler 637